10 Eylül 2012 Pazartesi

Tom Ford – Azure Lime (2010)



Tom Ford – Azure Lime (2010)  Markanın “Private Blend” serisine mensup uniseks kullanıma uygun parfümü.

Hey gidi kocaaa yaz mevsimi. Yavaş yavaş yerini sonbahara bırakacak anlaşılan. Oysa ne güzel kemiklerimiz daha yeni ısınmıştı. Sıcacık havaların o değişmez şort-terlik ikilisi, en özleyeceğim şeyler olacak sanırım. Hiç kış mevsimi yaşanmayan, sürekli yaz mevsiminin yaşandığı bir yerde hayatımı sürdürsem keşke. Sanırım ben yaz mevsimi insanıyım.

Eylülün ikinci haftasına girdiğimiz şu günlerde neyseki havalar hala sıcak. Onun için de elimde kalan az sayıdaki yaz mevsimine uygun parfümleri yazıyorum ki, sonbahara hazırlık yapalım değil mi? Kadınlar nasıl sonbahar temizliği yaparlar yaz biterken. Bende öyle bir şey yapıyorum diyebilirim.

Zaten yaz mevsimine uygun parfümlerin yapısı genel olarak belli. Çok fazla seçenek olmuyor. Turunçgiller her zaman başrolde. Mesela portakal, greyfurt, bergamot, limon yada yabancıların lime dedikleri misket limonu/yeşil limon.


Misket limonu ise gerek ülkemizde gerekse Avrupa kıtasında çok kullanılmıyor bildiğim kadarıyla. Bu coğrafyada limon daha sık karşımıza çıkıyor. Bunun sebebi ise misket limonunun ağırlıklı olarak Güney Amerika kıtasında yetişmesi olabilir. Belki de oralarda da bizim limonu çok bilmiyorlar veya kullanmıyorlar. Sonuçta her coğrafyanın kendi gerçekleri var. Nasıl ki Güney Doğu Asya’da yetişen tropikal meyveleri pek bilmiyorsak ve onların yerine bu ülkede yetişen meyveleri yiyorsak aynı durum onlar için de geçerli olacaktır.

Konuyu dağıtmadan gideyim. Misket limonu ülkemizde çok sık kullanılan bir meyve değil. İçki kokteyllerinin kenarlarını süslediğini görüyorum daha çok. Dış kabuğu yeşil renkli bir meyve. Olmamış mandalinaya benziyor. Zaten hepsi aynı aileden geliyor. Kokusu limona pek benzemiyor. Daha buruk ve sanki limon kabuğu gibi kokuyor. Limondaki o yoğun ekşimsi-asidimsi koku pek yok. Her ne kadar isminde limon geçse de bence misket limonu kokusu bergamota daha yakın duruyor.

Parfüm sektöründe çok sık kullanılmıyor anladığım kadarıyla misket limonu. Fakat onun fazla kullanılmaması, kokusunun güzel olmadığı anlamını doğurmamalı. Belki de parfüm üreticileri henüz misket limonunu tam olarak keşfedememiş olabilir. Oysaki artık hep aynı kokular üzerinde bir kısır döngü yaşayan yaz mevsimine uygun parfümler için farklı çıkış yolları bulunabilir. Misket limonu, normal limon, hindistan cevizi, kırmızı meyveler yaz parfümlerinde keşke daha çok kullanılsa. Bakalım bu dileklerimiz ilerleyen yıllarda gerçekleşecek mi?


Tom Ford abimizin artık parfüm sayısını takip etmekte zorlandığımız “Private Blend” serisi ise misket limonuna el atmış anlaşılan. Azure Lime, Tom Ford’un Black Orchid ya da Tom Ford For Men gibi normal mağaza parfümlerinden değil. Daha önce de değindiğim gibi Private Blend, markanın sadece kendi butiklerinde, çok lüks büyük mağazalarda ve özel internet sitelerinde satılan parfümlerinin genel ismi. Şişelerinin hepsi antik Roma sütunu gibi tasarlanmış. Çoğunluğu da simsiyah renkteler. Oysaki eski uygarlıkların mimari öğelerinde hiç siyah renkli sütuna rastlamadım. Her neyse.

Tom Ford’un çok yüksek fiyatlara satılan özel serisini niche parfümlere rakip olarak da görebiliriz. Zaten gerek fiyatları gerekse satış şekli bize bir niche parfüm serisi olduğunu düşündürüyor. Bildiğim kadarıyla hepsi Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Azure Lime’da bu geleneği bozmuyor. Fragrantica’da odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Aslında doğru bir tanım. Bu üç öğede bulunuyor içeriğinde.


Azure Lime’ın açılışı ferah, doğal, canlı ve insanı mutlu eden bir limon-turunçgil ikilisi ile gerçekleşiyor. Limon derken misket limonu da diyebilirim. Üst notaları gayet güzel. İşte keyfim yerine geliyor. İyi bir parfüm olacak diye düşünürken yine orta notalar beni şaşırtıyor. O pozitif ve güzel limon-turunçgil oldukça geri çekiliyor Yerine erkeksi sayılabilecek menekşe-fesleğen geliyor. Evet orta notalar için rahatlıkla yeşil kokan çiçeksilik hakim diyebilirim. Fakat öyle kadınsı ve baygın çiçekler değil. Menekşenin etkisiyle erkesi sayılabilecek buruk çiçekler. Bu kısmı pek kendime yakın bulamadım. Son bölümde ise yine büyük bir değişim geçiriyor. Erkeksi çiçekler ortadan kayboluyor. Bu sefer karşıma yumuşak, hafif tatlı, kremsi baharatlar, misk ve odunsu notalar çıkıyor. Baharatlar ve misk ön planda. Baharat derken keskin ve rahatsız edici değil. Çok yumuşak, tatlımsı hatta ferah bile diyebilirim. Sanki kremsi turunçgiller ile özellikle harmanlanmış. Bana tuhaf bir şekilde Calvin Klein – Obsession For Men’i hatırlattı alt notaları. Bu bölümü çok sevdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Parfümün en güzel kısmı bile diyeceğim.

Azure Lime gerek ismi gerekse konsepti ile yaz mevsimine uygun, ferah, kullanımı kolay, herkesin sevebileceği tarzda, doğal kokan bir niche parfüm olmak gibi bir yol izlemiş gördüğüm kadarıyla. Bence sınırlı da olsa başarmış. Neden sınırlı. Çünkü çok ilginç ya da yaratıcı bir tarafı yok. Parfüm sektörüne yeni bir şey katmıyor. Eskilerin modern, kaliteli ve rafine bir tekrarı adeta. Bu sözlerim hem eleştiri gibi hem de övgü gibi anlaşılmalı. Yani bir taraftan orta kısmını saymazsak çok güzel bir ferah yaz parfümü. Diğer taraftan ise sizi heyecanlandıran, “işte budur” diyerek en sevdiğiniz parfümlerden birisi olacak gibi de değil. Ahh o orta notalardaki yeşil kokan çiçekler. O bölümün yerine başka bir koku konulsaydı muhtemelen favori yaz parfümlerimden birisi olacaktı.


2010 yılında piyasaya çıktığını düşünürsek kokusu gayet modern. Genç arkadaşlara da uyacaktır. Orta yaşlılara da. Bu anlamda başarılı. Uniseks olarak piyasaya sunulsada bana erkek kullanımına daha yakın geldi. Özellikle alt notaları. Bazı kullanıcılar kokusunu Giorgio Armani – Acqua di Gio’ya benzetmişler. Başlangıcı ve orta kısımdaki ferah ekşilik insanlarda bu hissi yaratmış olabilir. Ama çok büyük benzerlikler yok aralarında.

Şimdi parfümün eleştiri konusu olan iki yönüne bakalım. Birincisi çok yüksek fiyat etiketini hak ediyor mu sorusu. Evet Private Blend serisinin fiyatları absürd denebilecek seviyede. 50 ml.’lik şişeleri yurtdışında 200 dolar civarında, ülkemizde ise sanırım 450-550 TL seviyelerinde. 50 ml.’lik parfüm için anormal sayılabilecek bir durum. Bunu Eau de Parfum olması ile dahi açıklayamaz Tom Ford. Fakat her malın bir alıcısının bulunduğunu da unutmayalım. Kimi gelir seviyesindeki bir insan için 550 TL çerez parası olabilir. Yani olaya bu açıdan bakarsak fiyatını hak ediyor mu? Kendi kıstasları içinde evet.


İkinci eleştiri konusu ise kalıcılığının az olması. Bir çok kişi madem bu kadar para veriyoruz bari kalıcılığı yüksek olsun diye düşünebilir. Fakat hiçbir marka size bunu garanti etmiyor ki. Bir markanın bazı parfümleri çok kalıcı olabiliyorken, kimileri de zayıf kalabiliyor tende. Bunu da çok yadırgamamak gerek. Benim test sürecinde Azure Lime’ın kalıcılığı çok yüksek olmadı. Ama söylendiği gibi iki saat kadar da değil. Başlangıcı biraz keskin. Sonlarında ise epey zayıflıyor kokusu. Yani o güzelim alt notalarını çok fazla hissedemiyorsunuz. Bu da en yadırgadığım yanı oldu.

Azure Lime sonuçta doğal kokan, yapaylık barındırmayan, belli bir kalitenin üzerindeki harmanı, sonlarındaki güzel sürprizi ile başarılı bir kokuya sahip. Kötü bir kokusu olduğunu söylemek en hafif tabirle ayıp olur. Fakat orta notalarındaki çiçekleri bir türlü sevemedim. Bu parfümün notunu kırmamın sebebi de ne yazık ki orta kısmı. Yazın günlük kullanımda, şort-parmak arası terlik ikilisi ile, plajda, tatil kasabalarında veya ofiste kullanmak için çok uygun.

Artıları:
+ Başlangıcı başarılı.
+ Son kısmı nefis.
+ Kaliteli kokusu memnun edici.

Eksileri:
- Orta kısmındaki menekşe-fesleğen benzeri çiçekleri sevemedim.
- Kalıcılığı ve fark edilirliği yüksek değil.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7

7 Eylül 2012 Cuma

Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)



Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)  Markanın uniseks olarak piyasaya sürülen parfümü.

Türkiye, Mısır, Libya, Cezayir, Tunus, Fas, İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan…

Akdeniz’e kıyısı olan ve şu anda aklıma gelen ülkelerden bahsediyorum. Bu birbirinden farklı ülkeler dünyanın en ilgi çeken coğrafyalarından birisinde bulunuyor diyebiliriz. Nasıl olmasın ki.

Mısır’ın kutsal kitaplarda bile bahsedilen binlerce yıllık müthiş tarihi ve hala gizemi tam olarak çözülememiş geçmişi kimin ilgisini çekmez? Libya’nın simgesi haline gelmiş uçsuz bucaksız çölleri ve oralarda yüzyıllardır yaşayan bedeviler hangimizin aklını başından almaz ki? Fas’ın egzotik, dar sokaklarında saatlerce dolaşıp kaybolmayı istemeyenimiz olabilir mi? Ya da İspanya’nın hem Avrupa hem de Endülüs döneminden beslenip harmanlanmış kültürünü ve mimarisini görmezden gelebilir miyiz? Peki Fransa’nın dünya jet sosyetesinin gözdesi olan Mallorca ve Monaco gibi sayfiye yerlerinin başka örneği var mı? Komşumuz Yunanistan’ın şehir devletlerine kadar uzanan tarihi ve bugün bile fikirlerinden faydalanılan antik dönemde yaşamış filozoflarını nereye koyabiliriz?

İnsanlık tarihinin en önemli ve kalbi sayılabilecek coğrafyası olan Orta Doğu bölgesinin hem çok yakınında aynı zamanda da uzağındaki Akdeniz’in parfümlere ilham kaynağı olmaması tabiki düşünülemez.

Hermes’in “Jardin” (bahçe) serisinin ilk parfümü olan Un Jardin en Mediterranee tam da iki Akdeniz kökenli insanı bir araya getirmesi açısından da ilginç. Birisi dünyaca ünlü parfümör ve Hermes’in baş parfüm tasarımcısı Jean Claude Ellena. Diğeri ise Hermes’in yine dünyaca ünlü vitrin tasarım yöneticisi Leile Menchari. Bu isim de kim diyebilirsiniz. Haklısınız. Onu dünya çapındaki Hermes mağazalarının vitrinlerinin tasarımını yapan beyin olarak tanıtabilirim size.


Aslen Tunuslu. Hermes’de 30 yıldan fazla zamandır çalışıyor. 2012 yılı itibariyle 80 yaşını aşmış olsa da hala görevinin başında. Belki hatırlayanlar olacaktır. 2009 yılında İznik çinilerini dünyaya tanıtmak amacıyla, Fransa’nın en önemli markalarının bulunduğu ünlü caddesi Faubourg Saint-Honore’da bulunan Hermes’in merkez mağazasının vitrinlerinde çiniler sergilenmişti. Böylesine önemli ve binlerce insanın, turistin ilgi odağı olduğu Hermes’in merkez mağazasındaki sunumu Leila Menchari hazırlamıştı. Yani Hermes mağazalarının vitrinlerinin tasarımları ondan soruluyor. Ve onun Tunus’un Hammamet’teki bahçesinden esinlenmiş bir parfüm Un Jardin en Mediterranee. Zaten parfümün ismini Türkçeye “Bir Akdeniz Bahçesi” olarak çevirebiliriz.


Fragrantica’da çiçeksi-akuatik olarak sınıflandırılmış. Kesinlikle çok doğru bir tanımlama. Başlangıcında sizi gerçekten bir bahçeye götürüyor kokusu. Biraz pudramsı-yağlı diyebileceğim yapraklar ile açılışı yapıyor. Azcık da turunçgiller var geri planda. Ama belli belirsiz. Üst notalarının oldukça “yeşil ve yaprağımsı” koktuğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu anlamda bana Diptyque’in Philosykos’unu hatırlattı yaprağımsılık. Fakat buradaki kullanımı biraz daha pudramsı ve kadınsı. Ve bence daha güzel. Orta kısma geçelim bakalım. Burada o yeşil yaprağımsı koku geri plana geçiyor. Bu sefer ortaya portakal çiçeği ve biraz da soğuk-serin bir etki veren nane geliyor. Yani orta notalar daha çiçeksi. Fakat kadınsılık daha az. Bu andan itibaren uniseks kullanıma yakın diyebilirim. Nane diyorum ama muhtemelen yapay bir kimyasal olan “Calone” kullanılmış. Çünkü başka akuatik parfümlerde de aynen bu hissi almışlığım olmuştu. Son kısımda ise bir akuatik parfümde çoğunlukla rastladığımız misk ve odunsu notalar var. Büyük ihtimalle sedir ağacı. Böylece de tenden ayrılıyor.

Un Jardin en Mediterranee aynı ismi gibi bir parfüm. Yani bu anlamda sunulan konsepte aykırı durmuyor. Yeşil ağaç yaprakları, portakal çiçeğinden gelen turunçgilimsi his size bir bahçede dolaştığınızı hatırlatıyor adeta. Diğer taraftan da Akdeniz temasına uygun olarak akuatik yönü de var. Onu da nanemsi ve soğuk bir kullanım ile “Calone” sağlamış gibi görünüyor. ‘Su” teması ise çok bariz kullanılmamış. Ağırlık çiçeklerde. Yani tam bir “Akdeniz kenarındaki çiçek bahçesi” imajı çiziyor kokusu.

Efendim tam da bu noktada parfümün yaratıcısı ünlü burun Ellena’nın bir söyleşisinde kendi eseri hakkında neler söylemiş bakalım:

“ Koku bir kelime ise parfüm edebiyattır. Problem kelimelerin seçimidir, onları bir araya getirip bir düzene sokmak ve çoklukla yazmak istediğiniz ifadeye varmak. Fikir mevcuttur fakat onu tamamlamak zaman alabilir. Veya bazen sadece kısacık bir sürede üç günde de olabilir. İşte, bu tam da Leile Menchari'nin Tunus Hammamet'teki bahçesinde gerçekleşmiş olandır. "Un Jardin en Mediterranee" adlı bir parfümü yaratmak durumundaydım. Kurtulmak zorunda olduğum klişeler vardı - yasemin ve portakal çiçeği- ve kendimi uykusuz gecelerde ve tereddütler içinde, boş beyaz sayfalara bakarken buldum. Bir tek Giono'nun yazısı vardı, aşina olduğum bir arkadaş, huzursuzluğa karşı bir tılsım ve yaptığım herşeyde kullandığım bir örneklem, o yardımsever bir baba gibiydi. O süreç çok rahatsız edicidir ancak birşeyler bulmak için de gerekli, bir anlam ifade eden kokuya özgü işaret, Akdeniz'i akla getiren birşey. O gün, genç bir kız bir bardak şampanyanın içinde, gülümseyerek incir yaprağı ezer ve aniden işte işaret oradadır. Bu koku güçlü sembolik bir işarettir ve bir anlamı vardır. İncir ağaçları bütün Akdeniz’de bulunur ve onun kokusu tüm erkekleri bir araya getirir. Gidecek bir yön bulunca, sadece anlatacak bir hikayeye ihtiyacım kalmıştı. Bir kompozitör veya bir ressam ile mukayese edildiğinde kendimi bir nevi parfüm yazarı gibi hissettim ve bu bana daha doğru gibi geldi. Koku sözlüğünde on bin molekül vardır; müzik sadece yedi nota ister, ressam üç ana üç ara renge gerek duyar.”

                                                                     Jean Claude Ellena.

Bu etkileyici sözler ve düşünce şekli Ellena’nın sadece kokuları bir araya getirip parfüm yapan bir kimya teknikeri değil, aynı zamanda önemli bir entelektüel olduğunun kanıtı gibi. Hele ki söyleşinin başındaki o çok anlamlı sözü: “Koku bir kelime ise parfüm edebiyattır.”

Böylece bir parfümörün yaratım sürecinin kısa bir kesitine bakmış olduk. Tabiki kendisine verilen işi bir sanat gibi yapmanın peşinde koşan tutkulu insanların dünyası bu. Verdiği eserler ile binlerce belki de onbinlerce insanın kokladığı ve mutlu olduğu parfümleri yapmanın hazzını hangimiz anlayabiliriz ki? Bir sürü kimyasal molekülü birbiri ile karıştırmak mı parfüm tasarımcılığı? Hiç sanmıyorum. Yüzden fazla farklı molekülü bir araya getirip ona bir ruh vermek de görevlerinden birisi değil mi parfüm üstadının? Televizyonlarda yayınlanan bir otomobil reklamında dediği gibi “ruhumuz olmadan aslında bizler birer makine değil miyiz?” Aynı güzel sözü parfümlere de uyarlayabilir miyiz? Ya da aklıma gelen şu hale çevirebilir miyiz: “Ruhu olmayan bir parfüm sadece kimyasal elementlerden oluşan kokulu su değil de nedir?”


Şimdi özellikle son 4-5 yıldır bu tür çiçeksi-akutik diyebileceğimiz parfümlerde bir artış görüyorum. Ana akım denilen markalarda değil de niche segmentinde var bu rekabet. Belkide bu çiçeksi-akutik kavramının oluşmasında önemli bir yere sahip oldu bu parfüm. İlgimi çeken ise Ineke – Derring-Do, Maison Francis Kurkdjian – Acqua Universalis ve Cologne Pour Le Matin, By Kilian – Water Calligraphy bu tarza yakın parfümler. Yani ana hatlarıyla uniseks çiçekler, portakal çiçeği, biraz sabunsu-pudramsılık, temiz, pürüzsüz, sakin, berrak, steril ve mis gibi doğal kokmayan parfümler. Ha tabi bir de bu kompozisyona eklenmiş “su” teması.

Özellike niche markaların yeni parfümleri bu konsepte uygun çıkarması aklıma yeni rekabet alanının burası olacağını getiriyor. Tam da bu noktada önemli bir sorun var. O da tasarladığınız parfümün kokusunun bir çok yorumcunun dediği gibi “banyo temizleyicisi jellere, çamaşır deterjanlarına, araba kokularına veya kolonyalı mendillere benzeme olasılığı.


İyi de bu nasıl olur derseniz gayet basit. Günümüzdeki parfüm üreticileri artık çoğunlukla yapay kokular kullanıyorlar. Yani saf olarak damıtılmış bir gram gülün fiyatının ne kadar yüksek olacağını sizde tahmin edebilirsiniz. Eğer o doğal esanslar kullanılsa parfümlerin fiyatlarının 1.000-2.000 liralar seviyesinde olması gerekir. Bu da çok mantıklı olmadığından büyük kimya şirketlerinde üretilen yapay elementler parfümlerde kullanılıyor. Onların yanında doğada var olmayan ve tamamen sonradan üretilmiş “Calone, Iso E Super” gibi sentetik kokular parfümlerde maliyetleri düşürmek için sıkça kullanılıyor. Fakat işin komik tarafı “Calone” kokusu aynı zamanda kimya sanayisinde de sıkça kullanılıyor. Mesela kolonyalı mendillere güzel koku vermek için, çamaşır deterjanları kıyafetlere güzel kokular versin diyerekten kullanılıyor. Traş köpükleri, kozmetik ürünleri, saç spreyleri ve daha onlarca şeyin içinde.

Buradaki risk (sağlık anlamında değil tabiki), oluşturulan parfümün kokusunun marketlerde 2 liraya satılan kolonyalı mendillere benzeme olasılığı. Eğer dünyanın parasını verip aldığınız niche markaya ait bir çiçeksi-akuatik parfümün kokusunu, size 2 liralık bir kolonyalı mendil verebilecekse bundan daha büyük bir anlamsızlık olamaz. Haa burada demiyorum ki her çiçeksi-akuatik parfüm kolonyalı mendillere ya da çamaşır deterjanlarına benziyor. Ama Un Jardin en Mediterranee’de dikkatimi çeken orta notalarındaki o yapaylık sınırında dolaşan nane benzeri koku. Açıklanan notalarında nane görünmüyor. Muhtemelen bu hissi veren “Calone”. Nereden mi anlıyorum. Daha önceki deneyimlerimden. Mesela buradaki gibi soğuk bir his veren nanemsi ferah kullanıma Versace Pour Homme, Givenchy Pour Homme, Salvatore Ferragamo Pour Homme’u örnek verebilirim. Anlaşılan ilerleyen yıllarda daha çok karşımıza çıkacak bu tür yapay kokular.
 

Konumuza dönelim hemen. Un Jardin en Mediterranee’de orta notalardan itibaren hafif bir yapaylık hissediyorum. Başlangıcı ise ilginç. Hatta parfümün en güzel yeri. Çok yeşil kokuyor açılışı. Ki böyle bol yeşil kokan parfümler ilgimi çekmese de oldukça hoşuma gitti. Ama herkesin sevebileceği gibi de değil. Genel olarak uniseks kullanıma uygun çiçeksilik hakim. Kimi yorumcular erkek kullanımına daha yakın bulmuşlar. Ben pek katılamayacağım. Hem erkek hem de kadın kullanımı için uygun diyebilirim. Başlangıcından itibaren hafif bir tatlılığa sahip. Zaman zaman ayarı kaçmış gibi hissettim. Fakat parfümün hafif yapısından dolayı rahatsız edici değil.

Ferah, başlangıcı keskin, sonrasında tene yakın kalan, sonlara doğru biraz sabunsu, sakin, yumuşak, barışçı bir kokusu var. Fakat “yeşil” kokan parfümleri sevmiyorsanız pek tercih etmeyin diyebilirim. Yani denemeden almak pek iyi bir fikir değil. Bir baş yapıt olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.


Şimdi Hermes’in Jardin serisinin ilk üç parfümünü (yeni çıkan Un Jardin Sur Le Toit’i henüz denemedim.) test etmiş birisi olarak en iyi listesini şöyle yapabilirim:

1) Un Jardin Sur Le Nil (Şiddetle tavsiye ederim)
2) Un Jardin en Mediterranee (Eh işte. Yeşil-çiçeksi kokan parfümleri sevenlere tavsiye ederim)
3) Un Jardin Apres La Mousson (Başlangıcı dışında pek bir özelliği yok. Tavsiye etmem.)

O zaman birde ünlü parfüm kritikçilerine bakalım neler söylemişler bu parfüm ile ilgili. Önce Chandler Burr: “ Kristal gibi parlak, temiz, şeffaf ve son derece güzel. Denizin kokusu, bir Akdeniz bahçesindeki incir ve palmiye ağaçlarının kokusuna karışmışçasına. İnsanı kendinden geçiriyor.” demiş. Ayrıca okyanus-deniz hissi veren en iyi parfümlerden birisi olarak herkese tavsiye etmiş. Luca Turin ise kokusunu “domates sapına” benzetmiş ve beş üzerinden üç yıldız vermiş.


Anlaşılacağı üzere ilkbahar-yaz kullanımına daha uygun. Belki ılık sonbahar günleri için de olabilir. Ama kış mevsiminde pek iyi sonuç vermeyebilir.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet ilginç.
+ Eğer yeşil, yaprağımsı, çiçeksi kokuları seviyorsanız, niche parfümlere o kadar para vermenize gerek kalmadı.

Eksileri:
- Orta notalarını pek kendime yakın bulamadım.
- Bir şişesi alınacak kadar özel olduğunu düşünmüyorum.
- Rakibi ana akım markaların parfümlerine göre biraz yüksek fiyatı var.

Koku Güzelliği:10/7

4 Eylül 2012 Salı

Creed – Aventus (2010)


Creed – Aventus (2010) Markanın yeni erkek parfümlerinden.

İşte oldu.
Sonunda.
Bunu da gördük.
Yine bir ilk.

“Dünya medyasında herkesten önce sadece Parfüm Merakı’nın burnunun değdiği bir parfüm. Son iki yıldır parfüm platformlarını en çok meşgul eden kokulardan birisini daha Parfüm Merakı gururla sunar.”

Bilemediniz sevgili okuyucu. Film sektörüne girmiyorum. (Zaten öyle bir talep de yok) Televizyoncu da olabilecek gibi gözükmüyorum. Reklamcılık ise koca bir hayal dünyası. Pazarlama ise sevmediğim bir iş. Zaten ismi bile gıcık. Yukarıdaki repliği sadece küçük bir gönderme olarak yazdım. Ülkemizdeki ve dünyadaki televizyonculuğun yerlerde süründüğünün küçük bir kesiti adeta.

Şapşal yetenek programları (ki buralardan çıkmış bir tane bile yeteneğe rastlayamamak da ayrı bir ilginçlik), uzatıla uzatıla başı sonu tutmayan televizyon dizileri ve hiçbir fikrin doğru düzgün tartışılmadığı tartışma programları da olmasa nasıl geçer bu hayat. Tamam televizyon bir “aptal kutusu”. Kocaman bir zaman kaybı. Bu konuda herkes hem fikir. Ama bari bazı insanların zekalarını bu kadar küçümsemeyin. Onlarla alay etmeye kalkmayın. Çünkü o kadar belli oluyor ki her şeyin kocaman sahte bir oyun olduğu.

Yok bugünkü parfümün televizyon ile ilgisi yok. Sadece sizlerle dertleşmek için kısaca bahsettim. Hatta bugünkü parfüm bırakın televizyonu, 17. yüzyıl ile ilgili. Daha doğrusu bu çağda yaşamış dünyanın en önemli tarihi figürlerinden olan Napoleon Bonaparte’a ithaf edilmiş.

Biliyorum arkadaş geyiklerinde sıkça geçen şu cümle artık tamamen demode olmuş durumda:

- Napolyon ne demiş?
- Ne demiş ki?
- Para, para, para.

Ne yani çok önemli bir şey mi ki para o kadar önemseniyor. Tamam içinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız kapitalist piyasa sistemi parayı gereğinden fazla putlaştırıyor. Parayı bir fetişizm öğesi haline getiriyor. “Paralı insan=çok önemli insan” algısını zihnimize zorla sokmaya çalışıyor. Kimi saftiriklerde inanıyor ne yazık ki. Artık zenginliğini herkesin gözüne sokmak moda. Ne kadar magandalık yaparsan o kadar kabul gördüğümüz bir çağda mı yaşıyoruz acaba. “Bakın benim on altı tane lüks arabam var, ne kadar da zenginim ey zavallı alt gelir seviyesindeki insanlar” mı denmek isteniyor acaba televizyonlara çıkılarak. Onur, karakter güzelliği, asalet, gurur, mütevaziliğin yerini sonradan görme bir zenginleşme alıyor belki de.

Ama bu gidişe dur diyecek bir okuyucu kitlesi var ki o da “lütfen bana üç gün kalıcı, altı metre çevremdeki herkesin sıktığım kokuyu duyacağı, kızların kendilerinden geçerek boynuma atlayacağı ve hepsinin kapımda kuyruk olacağı bir parfüm ismi verin” demeyen bilinçli Parfüm Merakı okuyucuları. Böyle sihirli bir parfümün olmadığını bilecek kadar da farkındalığı yüksek insanlar grubuna seslenmek istiyorum.

Hele ki bir Parfüm Merakı okuyucusunun para ile hiç işi olmaz. Sokakta içi para dolu cüzdan görse dönüp bakmaz bile. Baksa bile tekme atıp karşı kaldırıma göndermenin hesabı içinde olduğu için bakar. Elleri kirlenmesin diye paraya dokunmaz. Kredi kartını kullanır. Parayı sadece düğünlerde gelin ile damadın başlarından aşağı atılan değersiz bir nesne olarak görür. Ayrıca düğünlerdeki çocukların yerdeki para denen kağıt parçalarını neden çılgınca topladıklarını da bir türlü anlayamaz. Yani Parfüm Merakı okuyucusu para ile olan ilişkisini ya tamamen kesmiştir, ya da “para-parfüm endeksine” ( “Euro-dolar paritesi” terimine amma da benzedi. Kazara yeni bir ekonomi terimi icat etmiş olabilirim. Para-parfüm endeksi. Pek de havalı oldu ismi) uydurmuştur hayatını.

Nasıl ki Kadir İnanır abimizin o müthiş “Kadirizm Felsefesi” varsa, Parfüm Merakı okuyucusunun da “Parfümizm Felsefesi (sanırım bir de felsefe konusunu icat ettim şu an. Anlaşılan çok verimliyim bugün)”’ne inancı tamdır. Para, parfüm almak için tamamen bir araçtır. Onun dışında hiçbir anlamı yoktur. Eğer bir Parfüm Merakı okuyucusu çölün ortasında susuz halde bir şişe soğuk su ile bir şişe parfüm arasında seçim yapmak zorunda kalıp da, parfümü seçmezse bizden değildir. Ya da bir çanta Amerikan Doları’nın karşılığında dünyada son şişe Dior Homme veya Serge Lutens – Chergui kalmışsa gözü kapalı parfümleri seçendir Parfümist. Eğer çantayı seçerse de sorun değil. Zaten bizi anlamamıştır.

Farkındayım hafiften gevezeliğim tuttu. Biraz sizleri bu yaşaması ve tahammül etmesi zor ülkenin boğucu havasından çıkarmaya çalışıp, gülümsetmeye çalışayım dedim. 1-2 dakikalığına olsa da. Bu konuda da çok başarılı olamadığımın da farkındayım :))

Artık asıl konumuz olan Aventus’a dönelim. Yoksa Napoleon babanın kemiklerini sızlatabiliriz. Neden mi? Şöyle izah edeyim.


Artık bir Fransız-İngiliz karma markası haline gelmiş bulunan dünyanın en eski ve prestijli niche parfüm evlerinden olan Creed’in 2010 yılında piyasaya sürdüğü Aventus, son iki yıldır hakkında en çok konuşulan ve tartışılan parfüm diyebilirim. Neden bu kadar tartışıldığını ilerleyen bölümlerde daha detaylı anlatacağım. Fakat önce bu parfümün Napoleon Bonaparte’ın hayatından esinlendiğini söylemem gerek.

Bu konuda çeşitli şeyler anlatılıyor. Hangisi doğru hangisi yanlış ayırt etmek zor. Bu anlamda Creed’in de herhangi bir resmi açıklamasına rastlamadım. Fakat bazı parfüm platformlarında Aventus’un, Bonaparte’ın hayatına bire bir benzediği yazılıyor. Mesela parfümün açıklanan üst notalarında dört ana öğe var. Siyah kuş üzümü, ananas, bergamot ve elma. Şimdi bu üst notaları Napoleon’un hayatının erken dönemlerini temsil ettiği iddia ediliyor. Orta notalarındaki gül, huş ağacı, yasemin ve silhatın Napoleon’un hayatının imparatorluk yıllarını temsil ettiği söyleniyor. Alt notalarındaki misk, meşe yosunu, gri amber ve vanilyanın da imparatorluğunun en görkemli zamanlarını simgelediği iddiası var. Bana pek inandırıcı gelmese de yine de paylaşmak istedim. Fakat Napoleon’un özellikle yemeklerden sonra ananas tatlısını çok sevdiği biliniyormuş. Sanırım onun için de Aventus başlarda oldukça yoğun bir ananas ile size merhaba diyor.


Çok fazla detaylarda boğulmadan kokumuzla ilgili kısma geçelim artık. Resmi satış sitelerinde ferah/meyveli olarak sınıflandırılmış. Doğru bir tanımlama olmuş diyebilirim. İlk sıktığım anda karşıma meyveli bir aroma çıkıyor. Bolca ananas, elma ve biraz turuçgiller. Fakat elma ve ananas daha baskın. Ferah, yumuşak, modern ve güzel bir açılışı var Aventus’un. Bana marketlerde satılan ananas sularını hatırlattı kokusu. Yani meyveler ön planda diyebiliriz. Sonrasında orta notalara geçiliyor. Başlardaki meyvemsilik oldukça azalıyor. Ortaya ferah ve plastiğimsi bir deri ortaya çıkıyor. Ona bergamot da eşlik ediyor. Çok başarılı bulduğumu söyleyemem orta kısmını. Son bölümde ise kokusu o kadar zayıflıyor ki hissetmek çok güç. Deri ortadan kaybolmuş durumda. Biraz amber (muhtemelen ambergris), misk ve odunsu notalar hissediliyor. Fakat amber ağırlıkta bu bölümde. Bazı yorumcular vanilyadan bahsetmişler alt notalarında. Ben hiç vanilya alamadım. Varsa bile çok gerilerde bir yerlerde demek ki. Yani özetle: Meyveler (ananas ve elma), deri, bergamot, amber, misk ve odunsu notalardan oluşuyor kokumuz.

Bence Aventus’un temiz, ferah, metalik, modern, başları biraz ekşi, orta notaları buruk kokan bir havası var. Ana eksen meyveler diyebilirim. Yani bu parfümü “meyveli” sınıfına sokabiliriz. Fakat aromatik odunsu da diyebiliriz. Onun için Creed’in kendi nitelemesi olan ferah/meyveli diyerek bu topa hiç girmeyeyim.


Aventus, genel olarak çok karmaşık bir kokuya sahip değil. Basit denebilecek yapısı var. Yaz mevsimi kullanımına uygun, hafif, sade, modern, çok iddialı olmayan bir arkadaş gibi duruyor. Yazın dışarıda günlük kullanıma, deniz kenarında ya da akşam çıkmalarına uygun diyebilirim. İyi de o zaman bu parfüm neden böylesine tartışma konusu diyebilirsiniz. O zaman biraz daha detaylara inelim.

Şimdi Aventus’a yapılan eleştirilerden birisi kokusunun çok basit olduğu. Hele ki Creed’in parfümlerinin çok yüksek fiyatlardan satıldıklarını düşünürsek bir çok kullanan “parasını hak etmediğini” vurgulamış. Yani “böyle bir parayı bu kadar basit ve sıradan meyveli parfüme vermek ne kadar doğru” diyenler çoğunlukta. Valla bu görüşe bende katılacağım. Yani piyasada benzerine çok daha uygun fiyatta rastlanabilecek ortalama bir meyveli parfüm hissi veriyor insana.


Başka bir eleştiri konusu ise kokusunun yapaylığı. Bir çok kişi başlangıçtaki meyveleri yapay bulmuş. Bence tam tersi. Üst notalar parfümün en doğal ve başarılı kokan bölümü. Orta notalarda yapaylık var bana göre. Son kısımda o kadar zayıflıyor ki kokusu. Çok bir şey söylememi zorlaştırıyor. Yani bir niche parfüm gibi diyebilir miyim genel kalite olarak. Hayır. Bir şişesini almaya değer mi. Tabiki hayır.

Şimdi tam da bu noktada Creed parfüm evinin en çok şikayet edilen yönünden bahsetmeliyim. Böylece derdimi daha iyi anlatabilirim. Creed’de diğer markalar gibi seri üretim yapıyor. Fakat ilginç olanı bir seride ürettiği parfümler ile aynı parfümün başka serileri çok farklı kokabiliyor. Mesela Aventus’un bazı serileri aynen benim anlattığım gibi kokarken, bazı serileri ise çok daha güzel, keskin ve başarılı olabiliyor. Yani üretilen bir seri ile diğer bir seri arasında önemli farklar olabiliyormuş. Hatta bunun üzerine bir çok Creed hayranı iyi seri – kötü seri numaralarını paylaşıp, iyi seri parfümlerin peşine bile düşebiliyorlar almadan önce. Belki de benim denediğim ve pek beğenmediğim diğer Creed’ler de kötü seridendi. Çünkü benim kokladığım ile anlatılanlar arasında bazen uçurum olabiliyor.


İyi de o zaman iyi seri – kötü seriyi nasıl bileceğiz derseniz ona bir cevap yok. Çünkü bilemezsiniz. Biraz şansa kalmış. Başarısız bir seriye denk gelip, bir şişe Creed parfümü elinizde de patlayabilir. Hele ki çok yüksek fiyatlarını düşünürsek. Yani bunun içindir ki bir şişe Creed parfümü almak bana biraz riskli geliyor. Belki de bendeki Aventus ve daha önce deneyip hiç beğenmediğim markanın popüler kokusu Silver Mountain Water kötü seriye mensuplardı. Kim bilir. Bu küçük ve sadece Creed’lerde rastlanan önemli olayı da sizlerle paylaşmak istedim.

Aventus’un kelime anlamı “başarı” imiş. Sanırım burada Napoleon Bonaparte’a bir gönderme var. Fakat kokusu hiç de başarılı değil diyebilirim. Şişesinin üzerindeki şaha kalkmış at figürü de büyük ihtimalle Napoleon’u simgeliyor.


Çok benzemese de biraz Paco Rabanne – XS Pour Homme’u andırıyor zaman zaman. “Bir başka abartılmış Creed parfümü daha karşımda” demeden içim rahat etmeyecek sanırım. Üzgünüm Aventus ama bir niche parfüm için yeterince iyi olmadığını düşünüyorum. Ve sana hayatında başarılar diliyorum.

Parfümü Creed evinin altıncı nesil temsilcisi ve baş parfümör Olivier Creed tasarlamış. Erkek parfümü olarak piyasaya sürülmüş. Şöyle bir geneline baktığımda kadın kullanımı için de neden olmasın diyorum. Tam bir ilkbahar-yaz parfümü. Meyveli yapısı bana daha genç erkeklerin kullanması gerektiği gibi bir izlenim veriyor. Ağırlık olarak 35 yaş ve altındaki kişilerin.

Artıları:
+ Başlangıcındaki meyveleri sevdim
+ Genel olarak bir çok kişinin sevebileceği bir tarzı var bence.

Eksileri:
- Orta kısmını pek başarılı bulmadım.
- Genel olarak fazla basit bir hali var.
- Kalite hissiyatı düşük
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6.5

1 Eylül 2012 Cumartesi

Sonia Rykiel Homme (1999)


Sonia Rykiel Homme (1999)  Markanın erkek parfümlerinden.

1930 yılında Paris’te doğmuş bir kadın. 5 kız kardeşin en büyüğü olarak, Rus anne ve Romen babadan dünyaya gelmiş. Henüz 17 yaşında Paris’teki bir tekstil dükkanında çalışmaya başlamış. 23 yaşında ise şık kıyafetler satan bir butiğin sahibi olan Sam Rykiel ile evlenmiş. 32 yaşında ise başına gelen ilginç bir olay belki de kaderini değiştirmiş.

Hamileliği sırasında üzerine uygun hırka bir türlü bulamıyormuş. Bunun üzerine ilerleyen yıllarda aklına bu tür kadınların ihtiyacına cevap verebilecek hırkaları neden ben tasarlamıyorum diyerek, kocasının hazır markası ile bu hırkaları piyasaya sürmüşler. Ayrıca “Poor Boy Sweater” olarak adlandırılan yeni bir konsept ile ünlü ELLE dergisi tarafından keşfedilince, Sonia Rykiel Amerika çapında çoktan ünlü olmuştu. Böylece dünya çapında bir marka olmanın yolu açılmış oldu. Ve aradan geçen yıllar Sonia Rykiel’in hayallerini gerçekleştirdiğini bize anlatıyor adeta.

                                                          Markanın kurucusu Sonia Rykiel. 

Artık değişmez bir kural sanırım moda markalarının parfümler alanında eserler vermesi. Aslına bakılırsa Sonia Rykiel’in parfüm endüstrisinde çok fazla iddialı oyuncusu yok. Biraz geri planda kalmış gibi. Bugün inceleyeceğim Sonia Rykiel Homme, kısa kollu erkek tişörtü formlu şişesiyle, markanın en bilinen erkek parfümü diyebilirim. Ayrıca ürettikleri ilk erkek parfümü aynı zamanda. Zaten toplam üç tane erkek parfümleri var. Ağırlıklı olarak kadın parfümü piyasaya sürmüşler.

Fragrantica’da aromatik olarak sınıflandırılmış. Pek anlam ifade etmeyen bir tanımlama olmuş. Bence genel olarak turunçgil, menekşe ve odunsu notalar ağırlıklı. Başlangıcı yumuşak, metalik, ferah ve yapaylık sınırında dolaşan portakal-greyfurt aroması ile gerçekleşiyor. Hafiften plastiğimsi bir havası var bu parlak ve steril turunçgilin. Çok sevdiğimi söyleyemem. Daha sonrasında orta notalara geçiliyor. Burada turunçgillere erkeksi, buruk bir menekşe ekleniyor. Bu andan itibaren menekşe baş role geçiyor. Biraz da nane var sanki. Fakat menekşe en sevmediğim çiçek kokularından birisi ne yazık ki. Orta kısım belirgin şekilde yeşil kokuyor. Yani pek bana göre değil. Alt notalarında ise yine değişim görülüyor. Menekşeden pek eser kalmazken ortaya bütün heybetiyle amber çıkıyor. Yan rollerde ise odunsu notalar var. Yani şöyle özetleyebilirim: Başlangıcı steril, ferah ve biraz yapay turunçgiller, orta kısımda bolca erkeksi menekşe ve sonlarda amber. Evet parfümün özeti bu şekilde diyebilirim.


Çok fazla olmasa da Sonia Rykiel Homme ile ilgili olarak okuduğunuz kullanıcı yorumlarında genellikle beğenilmiş. “Hay Allah” dedim kendi kendime. Yine çoğunluğun beğendiği bir parfümü daha beğenmiyorum. Ya bende bir terslik var (ki kuvvetle muhtemel) ya da diğer kullanıcılarda. Madem öyle beğenmeme sebeplerine geçeyim.

Öncelikle başlangıcındaki turunçgil aroması hiç de bahsedildiği gibi çok başarılı değil. Çünkü portakal-greyfurt ilk başlarda plastiğimsi bir his veriyor dikkat edilirse. İkinci olarak da bence mis gibi doğal bir turunçgil kokusu yok Yukarıda da söylediğim gibi steril ve kalite anlamında da vasat. Eğer bu parfümdeki turunçgil kullanımına çok güzel diyeceksek, o zaman Hermes – Un Jardin Sur Le Nil’deki nefis portakal-greyfurta ne diyeceğiz. Benim tercihim her zaman Nil tarzındaki turunçgil kullanımından yana. Onun için Sonai Rykiel Homme’daki gibi bir portakal-greyfurtla yıldızımız barışmadı.


Orta kısma geçelim. Zaten eminim ki bu parfümün böylesine övgüler almasında orta notalarında kullanılan bariz menekşenin rolü var. Daha önce Christian Dior – Fahrenheit’ta nefret etmiştim menekşeden. Sanırım orada yaşadığım travma hala devam ediyor. Sevmiyorum arkadaş menekşeyi ve Fahrenheit’ı zorla mı yahu. Zaten baskın menekşe kokusunu alınca bu arkadaş ile ayrı dünyaların insanları olduğumuzu hemencecik anladım.

Geleyim son kısma. Şimdi bu tür bir amber kullanımına her zaman karşıyım. Yani parlak, yapay ve portakalımsı bir his veren ambere. Yahu şu Serge Lutens’in amber kullanımını parfüm markaları niye kendilerine örnek almıyorlar hala anlayabilmiş değilim. Bir şey daha var ki o da önemli. Parfümün genelini düşünürsek bence kalite anlamında hiç de başarılı bir sınav vermiyor. Orta notaları dışında yapaylık hafifte olsa hissediliyor. Yani bahsedildiği gibi temiz kokmuyor. Ya da ben bir çok kaliteli niche parfüm denediğim için vasat ana akım parfümlerin standardını şaşırmış durumdayım. Sanırım bu gibi parfümleri yine kendi segmentinde ve kalitesindeki parfümlerle kıyaslama yapmak lazım. Tabiki başka sorunlarda çıkacaktır böyle bir uygulamada. Her neyse.


Sonia Rykiel Homme ferah, erkeksi, günlük kullanıma uygun, aromatik fujer sularında yüzen, vasat kalitede ve çok büyük bir özelliği olmayan parfüm bence. Sanırım 1990’ların sonunda üretilmesi onun biraz “eski” bir hava yaymasına yol açmış. Yani çok modern bir kokusu yok bence. Kötü mü? Yok o kadar da acımasız olmayayım ama büyük boy şişesini almayacağımdan eminim. Genel koku karakteri benim zevklerime uymuyor diyebilirim.

Parfümün tasarımcısı daha önce ismini hiç duymadığım Jean-Marie Santantoni. Sonia Rykiel Homme’un ilginç bir yönü ise anladığım kadarıyla Eau de Parfum (EDP) olması. Ana akım markalarda çok rastlamadığımız bu durumun böylesine iddiasız bir markada olması şaşırttı beni. Kalıcılığının neden yüksek olduğu da böylece anlaşılmış oluyor. Genel olarak ferah ve yumuşak yapısından dolayı soğuk kış ayları dışında her zaman kullanılabilir. 35 yaş ve altındaki erkek arkadaşlara daha uygun olacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Kalıcılığı gayet iyi.
+ Yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Orta kısımdaki menekşe hiç bana göre değil.
- Sonlardaki amberde bence başarılı olmamış.
- Genel olarak herkesin sevebileceği gibi değil diyebilirim.
- Vasat kalite hissiyatı veriyor.

Koku Güzelliği:10/5.5