4 Ekim 2012 Perşembe

Bond No.9 – Bleecker Street (2005)



Bond No.9 – Bleecker Street (2005) Markanın uniseks olarak piyasaya sürülen parfümü.

Ne kadar tuhaf bir şey. Gözle görülemeyecek kadar küçük bakterilerin, virüslerin ve sporların insan bedenindeki etkisi ne kadar da büyük olabiliyor. Oysaki 1.80 cm boyunda hiçbir ciddi sağlık sorunu yaşamamış bir insanı o küçücük bakterilerin yatağa düşürmesi ve bazen alt etmesi küçük çaplı bir mucize değil de ne?

Anlaşılacağı üzere her normal insan gibi mevsim geçişi denilen zaman diliminde ufak çaplı hasta oldum. Grip, öksürük, hapşırık ve diğer bilimum atraksiyonları yaşadım. Ama en çok beni üzen ise parfüm meraklısı dostların şöyle bir araya gelip, örgütlenmesi ve bana kargo ile de olsa içeriğinde tarçın, kekik, zencefil, bal olan bitki çaylarından yollamamaları oldu. Hatta bir kap sıcak çorbayı kapıp, evin kapısına dayanmayan blogumun okuyucularını şiddetle  kınıyorum :)) Eee kolay değil öyle. Hem her gün Parfüm Merakı şu parfümü de yaz, bunu da isteriz diyerek beni istek şarkılar okuyan Mustafa Keser’in yerine koyacaksınız. Hem de bir kap çorbayı çok göreceksiniz :))  

Oysaki parfüm sever vicdanlıdır, kadir kıymet bilir, kötü gün dostudur, kedi severdir (bunun konumuzla pek ilgisi olmasa da yazmak istedim), düşene bir tekme de ben atayım demez, başımızın tacı kadınlarımızı bıçaklamaya kalkmaz onları korur kollar, iş arkadaşının kuyusunu kazmaya çalışmaz. “Parfüm Severin Manifestosunu” yazmak gibi bir niyetim yok. Sadece unutulmaya yüz tutmuş bazı değerlerimizi hatırlatayım dedim.

Bu kısa hastalık sürecinde dükkanı kapatmış durumdaki burnum nihayet kendisine geldi. Ve asıl görevine geri döndü. Peki “dönüşü muhteşem mi oldu” diyecek olursanız karar sizin. Çünkü bugün başka bir Bond No.9 parfümü Bleecker Street’e yer vermek istedim.

Newyork merkezli niche parfüm evi yine bizi şaşırtmadı ve bir parfümüne daha şehrin bilinen sokaklarından olan Bleecker Street’in ismini vermiş. İyi de bu Bleecker ismi nereden gelmiş? Karşıma şans eseri çıkan bir kaynakta bu sokağın tarihinin on altıncı yüzyıla kadar gittiğini okuduğumda oldukça şaşırdım. O tarihlerde sokağın olduğu yerler tütün tarlasıymış. Burası daha sonraki yıllarda Greenwich Village olarak anılır olmuş. 1800’lü yılların başında ise bu bölge Bleecker ailesinin eline geçmiş. Ve ismi o zamanlardan itibaren hiç değişmemiş.


Bugün Newyork şehrinin Manhattan bölgesine bağlı bir sokak Bleecker. Modern Amerika’da yeri ünlü bir cafe ile anılıyor adeta. Bob Dylan, Jimi Hendrix, Bruce Sprigsteen, Kool & the Gang, Bill Cosby gibi önemli isimlerin çıkış noktası olan “Cafe Wha?” bu sokaktaymış.   

Bana bıraksanız laf daha da uzayacak. Onun için dönelim bizi ilgilendiren kısma. Bleecker Street, markanın "Downtown" serisine mensup bir arkadaş. Kendi sitelerinde şöyle tanımlamışlar parfümlerini: “Sanat, moda, baştan çıkaran, tatlılığın sıvı formu.”


Kendi sitelerinde odunsu oryantal gourmand olarak değerlendirilmiş. Fragrantica’da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Bence yeşil odunsu da denebilir. Parfümün açılışı keskin ve parlak bir yeşillik ile gerçekleşiyor. Çimen mi desem, aromatik otlar mı desem, metalik turunçgiller mi desem. Hatta meyveler? Belki de hepsi var. Biraz ortalama, parlak, metalik ve bolca yeşil kokan bir başlangıcı var Bleecker Street’in. Creed – Gren Irish Tweed’e benziyor diyebilirim. Aynı “ yeşil ve ekşi” his ikisinde de  var bence.

Orta notalara geçildiğinde parfümün genel karakteri çok değişmiyor. Aynı yeşil ve erkeksi çiçek etkisi devam ediyor. Ağırlık menekşede. Fakat bu arada az da olsa baharatlar ve odunsu notalar ekleniyor. Çok başarılı bulmasam da kötü eğil orta kısmı. Son kısımda ise radikal bir değişim gözleniyor. Ferah, yeşil kokan erkesi çiçekler ve menekşe adeta ortadan kayboluyor. Yerine yapay bir amber geliyor. İşte parfümün en sevmediğim yanı burası oldu. Yani özetle: Ferah, ekşi çimen, yeşil aromatik otlar, metalik menekşe, odunsu notalar ve amber.


 İyi de Parfüm Merakı kokusu nasıl bize ondan bahset diyeceğinizi tahmin ediyorum. O zaman şöyle söyleyeyim. Eğer Green Irish Tweed gibi yeşil ve ekşi kokan çiçekleri seviyorsanız tavsiye ederim. Parfümün bence alt notalarına kadar hakim olan öğesi metalik bir menekşe ve yeşil kokan çiçekler. Bu tarz parfümleri çok sevmediğim aşikar. Yapaylık hafiften  hissediliyor. Ama parfümü katleden cinste değil. Bence akuatik bir yanı bile var Bleecker Street’in. Sanki bir göl kenarında yürürken burnunuza gelen nilüferlerin kokusu gibi. Ama tam anlamıyla deniz gibi tuzlu kokmuyor. İlginç bir kokusu var. Aynı şişesi gibi yeşil kokuyor. İlk denediğimde hiç sevmemiştim. Ama bir süre kullanınca o kadar da kötü olmadığın düşünmeye başladım. Fakat bir şişesini alacak kadar da beğendiğimi söyleyemem.  

Kimi yorumcular kokusunu Carolina Herrera – 212 Men’e kimleri de L’eau d’Issey Pour Homme’a benzetmiş. Bir başkası ise Creed’in meşhur parfümü Green Irish Tweed’den bahsetmiş. Bence Creed dışında diğer ikisine de çok benzemiyor. 212 Men’in o ferah, metalik yeşil kokan çiçeksi tarafını almış. L’eau d’Issey Pour Homme’un ise erkeksi çiçeksi-odunsu kısmına benzemiş. Fakat Green Irish Tweed’e bence de epey benziyor. Farkı burada menekşenin daha büyük bir rol oynaması. Son kısımdaki amber kullanımını da unutmayalım.


Şimdi efendim garibime giden bir durumu anlatayım. Bazı parfüm bloglarında Bleecker Street’in oluşturulma fikrinin nereden çıkmış olduğuna dair bilgiye rastladım. Markanın kurucusu ve sahibi Laurice Rahme bu parfümün oluşturulmasında Amerika’daki ünlü fırın zinciri “Magnolia Bakery”deki keklerden ilham almış. Ve böylece Parfümör Dave Apel kek gibi kokan bir parfüm üzerinde çalışmış. Bunun içinde ağırlıklı olarak tarçına benzeyen vanilya ve diğer tatlı notalar üzerinde durmuş.

Şimdi yukarıdaki olayı okuyan bir çok kişi, kek gibi kokan, bolca tatlılık barındıran vanilyalı-baharatlı bir parfüm sanabilirler Bleecker Street’i. Fakat durum hiç de öyle değil. Bir kere bence kesinlikle gourmand tarzında değil parfümümüz. Vanilya neredeyse hissedilmiyor. Tersine ferah, yeşil, erkeksi çiçekler ve amber merkezli. Hatırı sayılır derece de odunsu notalar. Yani kek gibi kokuyor diyemem.


Bleecker Street harika bir parfüm değil. Ama çok kötü de değil. Vasat diyebilirim. Tek şanssızlığı benim pek sevmediğim “yeşil ve ekşi” kokan gruptan olması. Ayrıca markanın geçtiğimiz aylarda denediğim parfümü Riverside Drive’ı andırıyor. Muhtemelen ikisindeki menekşe kullanımı beni böyle düşünmeye sevk etti.

Markanın diğer kokuları gibi Bleecker Street’de Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Uniseks olarak sunulmuş olsa da bence erkek kullanımı için daha uygun. Soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. 25 ve üzeri yaşlardaki arkadaşlara tavsiye edebilirim. Parfümün tasarımcı ise David Apel.


Luca Turin ise beni yine şaşırttı. Bleecker Street’e en düşük notu olan bir yıldız vermiş ve hiç beğenmemiş. O kadar kötü olmasa da bence de daha iyi seçenekler vardır bu kategoride.

Artıları:
+ Başlangıcı idare eder.
+ Orta notaları fena değil.
+ Kalıcılığı iyi.

Eksileri:
- Son kısmını sevmedim.
- Çok fazla çekici bir tarafı olmayan kokusu.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6.5

26 Eylül 2012 Çarşamba

Shiseido – Feminite du Bois (1992)



Shiseido – Feminite du Bois (1992)  Markanın başarılı kadın parfümü.

Baba Zula - Babasız Kızlar Balosu.

Kulağımdaki orta kalitedeki kulaklıktan gelen “Babamız bizi hiç sevmedi” tınılar hiç de yabancı değil. Biraz Arap etkisi, belki Hint müziği. Eklektik olduğu kesin. Hatta yerel Türk müziği etkisi. İyi de bu kadar farklı coğrafyaların müzikleri böylesine birbirine benzeyebilir mi? Neden olmasın diyesim var. Güzel müzik dünyanın her yerinde insanları kalbinden vuramaz mı? İnsanları alıp başka yerlere götürmez mi? Mesela Radiohead’ın Airbag şarkısı kimin kalbini delip geçmez ki? Onu evrenin hatta uzayın ıssız boşluklarına sürüklemez ki? Güzel kavramı evrensel olabilir tabiki. Sadece müzikte değil. Sinemada, sosyal hayatta, sokak kültüründe hatta yaşamın kendisinde…

İnsanların “beğenme” duygularını çok farklı değişkenin harekete geçirdiğini anlıyorum. Çocukluğumuzdan itibaren yetiştiğimiz çevre, ailemizin hayata bakış açısı, arkadaş çevresi ve daha onlarca faktör. Yani bir insanın Baba Zula ile Radiohead’in müziği arasında seçim yapması onun yanlış bir seçim yapacağı anlamına gelmiyor.

Aynı noktada kokular üzerinden bir sonuca varabilir miyiz? Yani insanların yaptıkları seçimleri kim “doğru ya da yanlış” olarak damgalayabilir. Kimin böyle bir hakkı olabilir. Bir parfümü göklere çıkarma ya da yerin dibine sokma hakkı, makul kıstaslarda herkesin yapabileceği bir şeydir. Ama iş “Benim beğendiğim parfümleri seveceksiniz. Bu bir emirdir!” tarzına gelirse burada Parfüm Merakı olarak söyleyeceklerim olacak.

Zaten böylesine “üst perdeden, buyurgan ve empati eksiği” bir yaklaşımı temelinden kabul edemeyeceğim. Ne yazık ki ülkemizin genel siyasetinde zaten bolca dinliyoruz bu öz güven patlaması yaşayan arkadaşları. Ondan sonrasında ise “En iyisini ben bilirim. Senin sevdiğin parfümlerde neymiş” gibi bir yaklaşım tarzına karşı çıkmaya her zaman hazırım. Hiç kimse kendisini otorite falan sanmamalı. Bir parfüm zamanının önemli klasiklerinden olabilir. Çığır açan bir yerde de durabilir. Ama bu onun eleştirilemeyeceği ve dokunulamayacağı anlamına mı gelir?

Christian Dior – Eau Sauvage parfüm dünyasının dönüm noktalarından birisi olarak gösterilebilir. Yani şimdi ne yapacağız. Hepimiz Eau Sauvage’a aşık olmak durumunda mıyız? Ha saygı duyarız tabiki. Ama bazı yönlerini rahatlıkla eleştirebiliriz. “Vanilyalı parfümlerde sevilir mi. Siz bırakın o işleri. Benim söylediğim parfümleri sevin.” demek en nazik tabiriyle saygısızlık ve haddini bilmemektir. Bu öz güven patlaması evet bazen işe yarayabilir. Ama Parfüm Merakı’nın karşısında pek tutmaz. Benden söylemesi.

Şimdi bu düşüncedeki arkadaşlar o zaman şunu da iddia edebilirler: “Yahu meyveli parfümde neymiş öyle çocuk oyuncağı gibi. Sen al bir Ralph Lauren – Safari. Gerisini boş ver”. İyi de o zaman Feminite du Bois gibi bir olguyu nereye koyacağız. Yani bugün vanilyalı parfümlere laf edenler, ertesi gün de meyveli kokulara laf söyleyecekler. Sonrasında kahve aromalı olanlara gelecek sıra. İleride çikolata teması da unutulmayacak. Gel insanların seçimlerine asgari saygıyı göster. Çünkü başka yolu yok bu işin.


Konu yine ufaktan dağılmadan geçeyim bugüne. Dünü geride bırakalım bir nefeste. Ve daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapayım. Çünkü ilk defa bir parfümün iki (eski ve yeni) versiyonunu yazıyorum. Daha doğrusu yeni versiyonunu yazmıştım geçtiğimiz aylarda. Şimdi de eski versiyonunu yazacağım. Çünkü karşımızdaki sıradan bir parfüm değil “Feminite du Bois” var.

Geçtiğimiz aylarda bu parfümün Serge Lutens tarafından çıkarılan yeni versiyonunu detaylı şekilde yazmıştım. Ama aklımda her zaman eski ve çok övgüler alan orijinal versiyonunu demek vardı. Fakat sorun şuydu. Shiseido markası orijinal formülünün üretimi bitirmişti. Ve bu kadın vücudunu andıran yuvarlak şişeyi bir yerlerde bulmak ne yazık ki çok zordu. Fakat Koray yine yardımıma yetişti. Karşımda parfüm dünyasının en ilginç ve başarılı oyuncularından birisi duruyor. Yani 1992 yılında piyasaya sunulan Shiseido – Feminite du Bois.


Bu parfümün neden bu kadar önemli olduğunu ilerleyen bölümlerde anlatacağım. Ama önce nasıl bir parfümle karşı karşıyayız ona bakalım. Kimi yerde odunsu oryantal olarak sınıflandırılıyor. Bazısı ona meyveli şipre diyor. Ben ise meyveli odunsu olarak değerlendiriyorum.

Feminite du Bois‘in başlangıcı reçinemsi, yumuşak, sıcak baharatlar ve karanlık sayılabilecek meyveler ile gerçekleşiyor. Baharat derken ağırlık tarçın ve zencefilde olabilir. Meyveler ise kuru erik, şeftali ve kayısı diyebilirim. Üst notalardaki önemli öğe ise reçinemsi his. Hepsinin karışımı harika olmuş. Hiç yapaylık veya uyumsuzluk rastlanmayan, doğal, ilginç, şık, modern ve lüks. Başlangıcı çok iyi. Hatta bence parfümün en iyi yeri. Bu kısmı koklaması adeta bir ziyafet.

Orta notalarına doğru reçinemsi aromatik baharatlar biraz geri çekiliyor. Fakat o meyvemsi his hala var. Baharatların yerini aromatik ve yumuşak odunsu notalar alıyor. Muhtemelen sedir ağacı. Ve böylece de çok büyük değişim göstermeden devam ediyor kokusu.


Şimdi Feminite du Bois’i iki kısma ayırabilirim. İlk kısım başlangıcındaki yumuşak baharatlar ile çok iyi kombine edilmiş karanlık meyveler. Bu kısım bazı kullanıcılarda “sisli ve ıssız bir ormanda yürüyormuş” hissi veriyor anlaşılan. İlk başlarda neden böyle söylendiğine anlam verememiştim. Fakat bir süre kullandıktan sonra gerçektende parfümün odunsu kısmının ağır bastığını söyleyebilirim. Çok şık ve modern bir kokusu var. Baharatlar burun büken tarzda değil. Reçinemsi koku gizemli bir hava vermiş. Meyveler ise asla uyduruk yaz parfümlerindeki gibi savruk ve yapay değil. Biraz Serge Lutens’in meyve kullanımına benzettim.

Yukarıda da bahsettiğim gibi bence en etkileyici ve ilginç yanı başlangıcı. Üst notalar nefis. Sonrasındaki bölümde daha basit bir odunsu nota kullanımı tercih edilmiş. Kötü mü? Değil. Ama çok daha iyi olabilirmiş. Biraz sıradan sayılabilecek bir kokuya doğru evriliyor sonlara doğru. Sanırım eleştirebileceğim tek yanı sonlara doğru burnunuza gelen kısmı.


Feminite du Bois önemli bir parfüm. Bu önemi nereden geliyor derseniz kısaca bahsedeyim. İlk olarak iki büyük burun Pierre Bourdon ve Christopher Shaldrake tasarlamışlar. İkinci olarak içeriğindeki odunsu notaların kullanım şekli. Sedir ağacı genellikle erkek parfümlerinde kullanılıyor. Tabiki kadın parfümlerinde de rastlanabilir. Erkek parfümlerinde bolca kullanılan sedir ağacının bir kadın parfümünde böylesine yüksek oranda görülmesi gerçekten ilginç. Evet Feminite du Bois bir kadın parfümü olarak piyasaya sürülmesine rağmen, erkekler de rahatlıkla kullanabilirler bu güçlü odunsu yanı nedeniyle. Üçüncü olarak ise parfümün 1992 yılı gibi 90’ların başında piyasaya sürülmesine rağmen hala günümüzün modern parfümleri ile yarışabilecek seviyede. Yani bu anlamda geriye doğru değil de ileriye doğru bir atılım yapılmış kokusu tasarlanırken. Oysaki o yıllardaki bir çok parfüm gibi 1980’lere gönderme yapabilirmiş. Fakat bu parfüm sanki birkaç yıl önce çıkmış gibi modern ve güncel. Yirmi yıl öncesinden bu kadar ileriyi görüp, böylesine bir parfüme imza atmak herkesin yapabileceği iş değil bence. Son olarak da içeriğinde kullanılan Iso E Super. Her ne kadar doğruluğunu teyit edemesem de içeriğinde yüzde kırk civarında bir Iso E Super kullanıldığını okudum. Ama bu oran farklılık gösterilebilir değişik kaynaklarda.

Feminite du Bois, güzel bir parfüm. Şık, kaliteli, sakin ve olgun. Eğer başarılı bir meyveli-odunsu parfüm arıyorsanız iyi bir seçenek olacaktır. Fakat aklımı başımdan aldı mı diye soracak olursanız evet diyemeyeceğim. Yine de zamansız bir klasik olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.


Diğer bir konu da iki farklı Feminite du Bois karşılaştırması olmalı. Ben şanslı bir dünya vatandaşı olarak parfümün iki versiyonunu da denedim. Hem Serge Lutens’in 2009’daki yeni versiyonunu. Hem de 1992 yılı eski versiyonunu. Hangisi daha başarılı derseniz yanıtım rahatlıkla eski yani Shiseido formülü. İki parfümün de kokuları birbirine çok benziyor. Anlaşılan Serge Lutens eski versiyonuna bağlı kalarak geliştirmiş yeni formülünü. Ama Serge Lutens versiyonunda daha hafif, sanki sulandırılmış gibi bir his vardı. Fakat eski versiyonu gerçek bir parfüm gibi. Yoğun, keskin, dolgun, derin ve gizemli. Serge Lutens versiyonu çok daha basit bir meyveli-odunsu kokuya sahipti. Burada ise baharatlar ve reçinemsi his daha fazla vurgulanmış. Bu durum kokuya derinlik ve ilginçlik katmış. Daha kompleks ve üzerinde çalışılmış gibi bir hali var. Sanırım her zaman ki kural geçerli parfümler dünyasında. “En iyi versiyonu eski olandır”. Yeni formüller hiçbir zaman eskisine yaklaşamıyor. Serge Lutens yapsa bile!

Başka bir konu ise çok ilginç şişesi. Gerek rengi gerekse asimetrik şişesini Serge Lutens tasarlamış. Yani eğer parfüm şişesi koleksiyonu yapmak istiyorsanız sanırım bu parfüm eksik olmamalı.

Feminite du Bois EDP konsantrasyonunda. Bu durum kalıcılığına da yansımış. Gayet iyi tenimde. Sanki 25 yaş üstü kişilere daha uyacak gibi. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence erkekler de rahatlıkla kullanabilir. Yalnız can sıkıcı bir tarafını da söyleyeyim. Muhtemelen üretimi sonlandırılmış durumda. Yani artık bulmak çok zor. Belki yurtdışındaki internet sitelerinde. Bu sıcak sonbahar günlerinde kullandım. Pek rahatsız etmedi. Ama yine de çok sıcak yaz günlerinde baharatlar marifetiyle biraz keskin kaçabilir. Onun dışında her mevsim kullanılabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı harika.
+ Şık, lüks ve kaliteli bir parfüm.
+ Kalıcılığı tenimde gayet iyi oldu.

Eksileri:
- Sonlara doğru biraz sıradan hale geliyor bence.
- Artık bulması çok zor. Bulunsa bile fiyatı yüksek olacaktır.

Koku Güzelliği:10/7

20 Eylül 2012 Perşembe

Clinique – Aromatics Elixir (1971)



Clinique – Aromatics Elixir (1971)  Markanın klasikler arasında yerini almış kadın parfümü.

Bir parfüm için ne kadar güzel isim Aromatics Elixir. Parfümlerin tabiki kokusu çok çok önemli. Güzel bir isim ve güzel bir şişe genel konseptin tamamlayıcısıdır her zaman. İyi de ne demek Elixir kelimesi kısaca bakalım o zaman.

 

Türkçemize “iksir” olarak geçen Elixir, Arapça “el-iksir” kelimesinin Latinceleşmiş bir şekliymiş ve Grekçe'de tıp ve simya dönüşümü için kullanılan kuru bir toz olan “xerion” kelimesine akrabaymış. İksirler yenileyici ve şifa verici olduğu inanılan içkilerdenmiş. Bu terim ilk önceden simyagerler tarafından (aynı zamanda felsefe taşı olarak bilinen) basit metalleri altına dönüştüren, hastalıkları tedavi eden ve yaşamı uzatan maddeyi tanımlamak için kullanılırmış. Simyagerler her ne kadar bu kelimeyi türetmişlerse de, böyle bir madde konusundaki inanç simyadan önce de varmış ve sürekli olarak mitoloji ve din tarihinde rastlanıyormuş. İksir biz parfüm severler için farklı bir anlam taşıyor bugün. Çünkü Clinique’in Aromatics Elixir parfümüne isim babalığı yapıyor.

 

Evet biliyorum. Benim hatam. Ve özür diliyorum. Daha önce Aromatics Elixir’in farkına varamadığım için. Belki de hakkında yazılanları pek ciddiye almadım. Şöyle bir göz gezdirip geçip gittim. Ama şu anda pişmanım. Çünkü bu parfüm hiç de yabana atılacak ve hafife alınacak bir arkadaş değilmiş. “Parfüm Merakı biraz abartıyor” diye düşünenleri yazının devamı için şöyle alayım o zaman.

Erkek milletinin bir üyesi olmamdan dolayı kadın parfümlerine doğal olarak pek ilgi göstermiyorum. Aslında bir ön yargım yok. Hatta elime gelseler her birini seve seve inceler, yazarım. Ama belki de algıda seçicilik olayı devreye giriyor. Ve kendi cinsiyetime uygun parfümler beni kendisine çekiyor. Sanıyorum bu da normal olan.


Blogumun değerli okuyucularından ve sıkı bir parfüm sever olarak, bana Clinique’in Aromatics Elixir parfümünün (daha başka parfümlerinde) numunesini gönderen Koray, belki de farkında olmadan kafamda bazı ışıkların yanmasını sağladı. Açıkçası (kusura bakma Koray) Clinique’in bu ismini duymadığım parfümünün hele ki 1971 yılında piyasaya sürüldüğünü okuduğumda pek ciddiye almayıp, dolabın bir kenarına koymuştum. Çünkü “koca koca markaların boy gösterdiği parfüm sektöründe kozmetikçi Clinique’de neymiş” diyerek denemeyi hep ertelemiştim. Ve Eylül ayının ortalarına geldiğimiz şu günlerde artık bir çiçeksi ve sonbahara uygun parfüm yazayım diye düşünürken buldum kendimi. Vee Aromatics Elixir ile tanışma şerefine nail oldum.

Meğer ki bu arkadaş parfüm dünyasının en ünlü ve kült sayılabilecek kadın parfümlerinden birisiymiş. Başka bir yerde bu benzetme yapılmış mı bilmiyorum ama şöyle özetleyeyim. Nasıl ki Yves Saint Laurent – Kouros erkek parfümleri içinde çok tuhaf ve yüksek bir yerde duruyorsa (kokusunu sevmesem de hakkını vermeliyim), Aromatics Elixir ona benzer bir yerde anladığım kadarıyla. Bu düşüncemi biraz daha detaylandıracağım birazdan.

Kendi sitelerindeki tanıtımı şöyle: “Şaşırtıcı, sıra dışı ve kışkırtıcı aromasıyla bir parfümden çok daha fazlasını ifade eder. Benzersiz notalarıyla duyulara dokunur. Bunu gül, yasemin, ylang ylang ve vetiver bitkisinin özleriyle yapar. Her kadının içindeki dişiliği ortaya çıkarır.”


Fragrantica’da çiçeksi-şipre olarak sınıflandırılmış. Ve tam isabet derim bu tanıma. Çünkü daha ilk saniyelerinde hem şipre hem de çiçeklerin etkisi görülüyor. Açılış kuru otlar, belki biraz lavanta ve hafiften burnumu yalayıp geçen hayvansal deri ile gerçekleşiyor. Üst notalar burnunuza adeta saldırıyor. Çok keskin, güçlü ve yoğun. Yahu bu kokuyu bir yerden hatırlıyorum derken hemen aklıma geliyor. Nasıl unuturum ki Salvador Dali Pour Homme’u. Kimse bahsetmemiş ama bana oldukça benzer geldi kokuları. Çok eskilerden gelen bir kokusu var. Hatta demode veya nostaljik diyebilirim. Ama çok farklı, sert ve algıları zorluyor. Sizi adeta kendinize getiriyor başlangıcı. Sanırım üst notalarını pek beğenmedim. Çok tuhaf…

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Aynı başlangıcı gibi zengin ve karmaşık yapısı devam ediyor. İnsan ne söyleyeceğini şaşırıyor. Neyseki başlangıcındaki o yoğun ve haşin koku biraz sakinleşiyor. Bu arada daha stabil hale geliyor. Yine kuru baharatlar, otlar, eski kokan erkeksi çiçekler, biraz hayvansallık (muhtemelen deri) ve daha neler neler. Yahu ne söyleyeceğimi bilemiyorum bu parfümü anlatırken. Çünkü bir şeyleri mutlaka eksik söyleyeceğim. Buna eminim. Orta notalar da keskin ve yoğun. Karmaşık, zengin ve hala eski kokan çiçekler hakim genele. Hala tuhaf…

Son kısımda artık sakinleşiyor kokusu. Fakat öyle uslu uslu oturup uyuklayan bir kedi gibi değil. Tırnaklarını çıkarmış her an tırmalamak için bekleyen bir kedi adeta. Alt notalarında silhat (paçuli) önemli bir rol üstlenmiş. Yine kuru bir kullanımda. Tütsü de hatırı sayılır derecede hissediliyor. Biraz odunsu notalar, e biraz da misk. Kapanışında hala alttan alta hayvansallık hissediliyor. Ama asla öne çıkmıyor. Kesinlikle her şeyiyle tuhaf…


Hani bazı parfümler vardır. İlk sıkıldığında size şöyle okkalı bir tokat atar. Sonrasında ise ilginç bir hale gelir alt notalara doğru. Genellikle eskilere ait parfümlerde rastlıyorum bu duruma. Sert, acımasız, haşin ve ödünsüz. Mesela Givenchy – Gentleman veya Yves Saint Laurent – Kouros. İşte Aromatics Elixir’de aynen böyle sert bir şekilde açılışını gerçekleştiriyor. Bu durumu aynı ve daha eski dönemdeki parfümlerin genel karakteri olarak düşünebiliriz. Onun için çok şaşıracak bir durum yok. Fakat uzun zamandır böyle eski/güçlü ve saldırgan bir parfüm denemediğim için açıkçası suratıma (daha doğrusu burnuma) küçük bir yumruk yemiş gibi oldum desem yeridir ilk denediğimde.

Böyle üst notaları hiç beklemiyordum. Belki de gayet ilginç ismi ve kadın parfümü olarak sunulması bende daha yumuşak ve çiçeksi bir şipre beklentisi yaratmıştı. Ama kafamdaki klişeleri daha ilk saniyelerde yıktı bu parfüm. Şaşkınım ve mutluyum. Çünkü karşımda gerçektende çok sağlam bir parfüm var. Her anlamda.

Aromatics Elixir anlat anlat bitmez sanırım. Ansiklopedi gibi parfüm. Çok zengin, karmaşık, garip, seksi, vahşi, vurucu, ödün vermez, şok edici, mihenk taşı, gaddar ve acımasız. Yok hayır orta çağdan kalma bir katili anlatmıyorum. Karın deşen Jack’de konumuz değil. İlginç tarafı bu parfümün kadınlar için tasarlanmış olması!


Aromatics Elixir benim pek sevmediğim 1970-1980’lerin eski kokan, kuru, fazla tatlılık barındırmayan, sert şiprelerinden birisi. Yani normalde bu parfümü hiç sevmemem lazım. Ama olmuyor. Tuhaf bir çekiciliği var. Geneline baktığımda neredeyse tam bir erkek parfümü gibi davranıyor. Bu parfümün kadınlar için nasıl tasarlandığını hala anlayabilmiş değilim. Çünkü bize sunulan kadın imajı evlenip çocuk doğuran, sevgi dolu, ailesine bağlı, hanım hanımcık, güzel pasta-börek yapan, uysal, tatlı dilli vb. Ama bu parfüm anladığım kadarıyla bu tür kadınlar için tasarlanmamış. Ya da bana öyle geldi.

Bence bu parfümü biraz “erkek gibi kadınlar”  için. Ya da seksi, fettan ve baştan çıkarmayı seven kadınlara daha uygun gibi. Belki ağına düşürdüğü erkekleri ustalıkla ve arkasında iz bırakmadan öldürüp, daha sonra hayatına hiçbir şey olmamış gibi davranmayı başaran kadınlar sevebilir. Belki de küçük yaşında geçirdiği travmalar sonucunda erkelerden nefret eden ve onlardan intikam almak isteyen kadınlar. Ya da ilişkilerinde baskın karakteri seven lezbiyenler. (Bu parfümü severek kullanan kadınlar lütfen “ne yani ben lezbiyen miyim” demesin. Benzetme yapıyorum sadece) Hatta 30’lu yaşlarının sonlarındaki üst düzey yönetici bir kadının, holdingin çok önemli bir toplantısına bu parfümü bolca sıkarak girdiğini düşünüyorum. Odanın içinde yapacağı etkiyi ve etrafında kelli felli, şeytanlık ve birbirinin kuyusunu kazma konusunda profesyonelleşmiş iyi eğitimli yöneticilerin ne düşüneceklerini hayal ediyorum da.. Aromatics Elixir tuhaf bir şekilde cazibeli kokuyor bence. Bu hissi de içindeki hayvansal aroma veriyor. Buna eminim.

Bir erkek rahatlıkla kullanabilir bu parfümü. Hele ki kendisini eski tip fujer ya da erkeksi şiprelere adamış arkadaşların en seveceği kokulardan birisi olacaktır muhtemelen. Çünkü kokusunu biraz Yves Saint Laurent – Kouros’a benzettim. Hatta Kouros’un kadın versiyonu gibi desem biraz abartmış olurum belki ama daha iyi anlaşılır sanırım. Özetle efsaneleşmiş kadın parfümlerinden birisi diyebiliriz rahatlıkla. Aromatics Elixir’i kimisi kedi idrarına kimisi de çok kompleks bir şahesere benzetebilir. Böyle uçlarda dolaşan bir hali var.


Kimi yorumcular kokusunu antibiyotiklere kimisi hastanelere benzetmiş. Çok öyle olmasa da andırmıyor değil hani. Fakat bence bu arkadaş tam bir otsu-deri-çiçeksi kombinasyonuna sahip. Evet eskilerden kalma kokuyor. Ama şunu da unutmamalıyız ki bu parfüm tam 41 yaşında! Nice yıllara…

Aromatics Elixir benim için yeni keşfedilmiş ve uzun zamandır kilitli kalmış gizli bir hazine adeta. Daha önce neden bu parfüm hiç dikkatimi çekmemiş hayret. Evet çok farklı bir kokusu var ama önemli bir uyarı yapmam gerek. Parfümün kokusu gerçekten sevmesi zor bir yapıda. Yani deneyen bir çok kişi büyük ihtimalle burun büküp oradan uzaklaşacak. Ya da değerini anlayamayacak. Siz bu parfümü mağazada bir kere deneyerek karar vermeyin. En az 3-4 defa kullanın. Eğer hala sevmediyseniz zorlamayın. Ama sizi bir içine alırsa da oldukça şaşırtacaktır. Tam da bu noktada şu soruyu sorabilirim. Bu arkadaş “Ya sev ya nefret et” tarzının bir temsilcisi mi? Bu soruya yanıtım “Kesinlikle evet” olacak. Aromatics Elixir’i ya seversiniz ya da onun şimdiye kadar denediğiniz en kötü kokan parfümlerden birisi olduğunu düşünürsünüz. Karar sizin.

Ünlü parfüm yazarı Chandler Burr bu parfüme beş üzerinden beş yıldız vererek oldukça beğenmiş ve bakın özetle şu ilginç anısını anlatmış:

“Normal denememde hiç beğenmedim Aromatics Elixir’i. Bir gün parkta yürürken 50 yaşlarındaki bir kadından harika bir parfüm kokusu geldi burnuma. Hemen yanına gidip hangi parfümünü kullandığını sordum. “Aromatics Elixir” dedi. “Onu ne zaman sıktınız peki” diye sordum. Kadın “bir saatten biraz fazla” dedi. Ve o gün parfüme hayran kaldım. O harikaydı. (Chandler Burr)


Bir başka yazar Luca Turin’de parfüme beş üzerinden beş yıldız vermiş. Odunsu çiçeksi olarak sınıflandırmış. Ve onu bir başka kitabı olan “100 klasik parfüm”ün listesine almış. Ayrıca şunları söylemiş:

Modern birkaç kokunun ardından, kağıt üzerinde ya da havada uçuşan molekülleriyle Aromatics Elixir’i koklamak, Cheers’in on iki bölümünden sonra Lauren Bacall’ın ‘The Big Sleep’teki performansını izlemeye benzer. Bu parfüm etrafını öylesine bir güç ve özgüvenle dolduruyor ki yaratıcısı Bernard Chant’ın da diğer herkesle aynı malzemeleri kullandığına inanmak çok zor. Sağlık ve şifa fışkıran bir ışıltıyla muhteşem bir günbatımını birleştiren bu parfüm, bana göre bir başyapıt. (Luca Turin)

Anlaşılan iki ünlü üstat gayet beğenmişler Aromatics Elixir’i.

Bir başka konu ise parfümün gücü. Bana sürekli fark edilirliği yüksek parfüm soran arkadaşlar aklıma geliyor da şimdi. Hafifçe gülümsemeden edemiyorum. İşte size öyle güçlü bir parfüm ki, koluma sadece birkaç damla sürmeme rağmen bir süre boyunca boğazımda yanma hissettim. Sonlara doğru normale dönse de başlangıcı çok yoğun ve keskin. Onun için kullanırken mutlaka az sıkın. Yoksa baygınlık geçirip gözünüzü bir hastanede açabilirsiniz.


Parfümü Aramis (Classic), Aramis – 900, Aramis – Devin, Estee Lauder – Estee, Gres – Cabochard gibi önemli eserlere imza atmış Bernard Chant tasarlamış. Zaten bir çok yorumcu kokusunu Aramis – 900’e benzetmiş. Bu arada parfümümüz bir ya da iki defa reformülasyon geçirmiş. Benim denediğim hangi formülü tabi ki bilemiyorum. Her zamanki gibi en değerli olanı ilk ve orijinal formülü. Her ne kadar çok zor bulunacak olsa da.

Genel itibariyle sonbahar-kış mevsimine daha uygun gibi duruyor. Serin ve hüzünlü bir sonbahar gününde harika olacaktır. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence erkeklerde rahatlıkla kullanabilir. Ofis kullanımı için biraz fazla haşin olacaktır diye düşünüyorum. Günlük kullanımda geçtiği yerde iz bırakmak isteyenlerin tercih etmesi gerekir. Yaş olarak 30 hatta 35 yaş ve üzerindeki kişilerin kullanması daha uygun olacaktır. Yani genç arkadaşlara göre değil. Denemeden almak ciddi bir risk bence.

 Artıları:
+ Etkileyici ve çarpıcı orta notaları var. Harika da alt notaları.
+ Çok zengin bir harmana sahip. Zihniniz ile alay ediyor sanki.
+ Kalıcılığı ve fark edilirliği bende çok iyi oldu.
+ Bir çok internet sitesinde hala bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Başlangıcını kendime yakın bulmadım.
- Biraz fazla eski ve tozlu kokuyor. Bu anlamda herkese hitap etmiyor.

Koku Güzelliği:10/8

16 Eylül 2012 Pazar

Maison Francis Kurkdjian – Absolue Pour Le Matin (2010)



Maison Francis Kurkdjian – Absolue Pour Le Matin (2010)  Markanın uniseks olarak piyasaya sürülen parfümü.

Sevgili ve değerli parfüm severler. Bu aralar kendimi bir filmdeki karakter gibi hissediyorum. Quentin Tarantino’nun kült filmi “Kill Bill”deki arkadaş gibi değil. Elime silah ya da samuray kılıcı alıp, etrafta bolca insan öldürmek gibi planlarım yok şimdilik :) Ya da” The Godfather”’daki mafya babası gibi de hissetmiyorum. Kumar mafyalığına da soyunmuyorum şimdilik. Belki ileride :))

İsmi aklıma gelmeyen bir film. Konusunu söylediğimde hemen hatırlayacaksınız. Hani bir adam vardır. Her sabah uyandığında aynı günü ve aynı şeyleri yaşadığının farkına varır. Her gün aynı şeyler, aynı insanlar ve aynı olaylar. Yaşadığı her gün diğerinin tekrarıdır birebir. İşte o karakterdeki adama benzetiyorum bazen kendimi.

Buraya nereden geldim dersem sebebi bugün yazacağım parfüm. Maison Francis Kurkdjian, yeni bir niche marka olmasına rağmen ismini güçlü bir şekilde duyurmayı başardı. Lumeir Noir gibi bir hit yaratmayı da başardı. Ama MFK markasının parfümleri ile ilgili kafamda soru işaretleri oluşmaya başlayacak böyle giderse. Bu konuyu aşağıdaki bölümde anlatacağım için önce parfümümüze bakalım. Kimdir, nedir?


Absolue Pour Le Matin’i ben dörtlü bir parfüm grubunun üyesi olarak görüyorum. Ya da şöyle anlatayım. Kurkdjian, Pour Le Matin ve Pour Le Soir ismini verdiği ikişer parfüm piyasaya sürdü. Bugün yazacağım ise Absolue Pour Le Matin. Kendi sitelerindeki her zamanki janjanlı cümleler kullanılarak yazılmış kısa bir tanıtımdan başka bir şeye rastlamadım. Tarz olarak aromatik-turunçgil olarak sınıflandırılmış. Bence aromatik turunçgile çiçekleri de mutlaka eklemeliyiz.

İlk sıktığımda üzerime keskin, dolgun turunçgiller ve tatlı pudra kokusu hücum ediyor. Fakat pudra daha ağırlıklı. Biraz kadın deodorantlarına benzetiyorum böyle çiçeksi-pudra kullanımını. Son zamanlarda bu tür kokulara niche parfümlerde ne kadar çok rastladığımı anlıyorum. Başlangıcını pek sevdiğimi söyleyemem. Oldukça kadınsı ve iç bayıcı. Neyseki orta notalarında bu tatlı pudralı kısım geri çekiliyor. Bu andan itibaren çiçeksilik öne çıkıyor. Sanki portakal çiçeği. Evet bence orta notalarda hakimiyet portakal çiçeği ve diğer çiçeklerde. Açıklanan notalarında lavanta, süsen (iris), menekşe ve kekik var. Menekşe ve lavantadan ziyade sanki süsen biraz daha ağırlıkta. Yani portakal çiçeğine destek veriyor. Orta kısmını başlangıcından daha başarılı buldum. Alttan alta pudralı his hala var. Bu bölüm için çiçeksi-pudralı diyebilirim. Tatlılık bariz şekilde azalıyor. Son kısımda çok büyük değişiklikler yaşanmıyor. Yine pudramsı çiçekler hissediliyor. Onlara ise amber katkı sağlıyor. Alt notaları da fena değil. Yani özetle: Tatlı-pudralı turunçgiller, çiçekler ve amber diyebilirim kabaca.


Türkçemizde bir deyim vardır “Ben bu filmi daha önce görmüştüm” diye. İşte Absolue Pour Le Matin bu sözü aklıma getirdi. Çünkü daha önce de bu tür çiçeksi-akuatik-turunçgil parfümlerini bolca denedim. Daha doğrusu onlar karşıma çıktı. Bazı yorumcuların dediği gibi bu parfüm “bebek pudralarına, el kremlerine, kolonyalı mendillere veya pahalı sabunlara” benziyor. Hele ki başlangıcı. Sanki bebek pudrası ile yağlı kokan el kremi karıştırılıp kokuya dönüştürülmüş. Sonrasında biraz daha parfüm havasına giriyor. Fakat akuatik bir his yok Absolue Pour Le Matin’de. Ve ne yazık ki içeriğindeki pudra kullanımı zaman zaman sabunsu bir hale dönüştürüyor kokusunu.

Şimdi dikkatimi çeken son yıllarda bu tür pudralı-çiçeksi-turunçgilli kokularda artış var. Niche markaların yönelimi bu yönde anladığım kadarıyla. Gerek By Kilian, gerekse Ineke böyle parfümlere imza atıyorlar. Fakat Francis Kurkdjian özellikle mi bu tarz parfümlere yöneliyor anlamış değilim. Ve de artık neredeyse Kurkdjian’ın bir çok parfümünü birbirine benzetiyorum. İşte bunun için yukarıda bahsettiğim filmin kahramanı gibi hissediyorum kendimi. Aynı kokan parfümleri dener gibi. Kurkdjian üstadımız böyle pudralı-çiçeksi-turunçgilli-akuatik kokan yeni nesil parfümlere kafayı takmış durumda anlaşılan. Çünkü denediğim beş parfümünden dördü bu tarza yakın. Ve neredeyse hepsi birbirine benziyor.

Kompozisyon basit aslında. Başlangıçta bas pudrayı. İnsanları şaşırt. Kadınların gönlünü al. Sonrasında portakal çiçeği ile uniseks kullanıma yakınlık sağla. Fakat her ne kadar iki cinsiyete uygun olduğu söylense de bence kadın kullanımına daha yakın. Hele ki erkeksi parfüm arayanların pek yaklaşmamaları gereken bir kokusu var.


Absolue Pour Le Matin yüksek kaliteli bir parfüm. Başlangıcını saymazsak fena bir parfüm değil. Ama beni heyecanlandırdı mı? Tabiki hayır. Çünkü böyle bir iddiası yok. Daha çok konforlu ve romantik bir tarzı var. Romantizm karşıtı birisi değilim. Ama bu tür parfümlerden çok sıkılıyorum bir süre sonra. Zaten başından sonuna kadar çok radikal değişiklikler göstermiyor. Aynı çizgide ilerliyor kokusu. Size sürpriz yapmıyor, şaşırtmıyor.

Evet kaliteli, konforlu ve lüks bir parfüm Absolue Pour Le Matin. Ama 70 ml.lik şişesine 180 dolar verilecek kadar başarılı mı derseniz emin değilim. Eğer bu tür parfümleri seviyorsanız deneyebilirsiniz. Ama bir şişesini almak çok iyi bir fikir değil benim için. Ben henüz denemedim ama kokusunu Prada – Infusion d’Homme’a benzetenler çoğunlukta. Ayrıca Pour Le Matin ikilisinin diğer parfümü Cologne Pour Le Matin’e de hatırı sayılır derecede benziyor. Cologne’nin daha konsantrasyonu arttırılmış versiyonu sanki.

Absolue Pour Le Matin, Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sürülmüş. Başlangıcı biraz keskin. Sonrasında da fark edilirliği fena değil. Kalıcılığı ise kıyafet üzerinde gayet iyi. Tende ortalama. Parfümün tasarımını markanın kurucusu ve sahibi Francis Kurkdjian yapmış. Her yaştan kişinin kullanacağı gibi diyebilirim. İlkbahar-yaz mevsiminde kullanmak için daha uygun olacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Orta notalarından itibaren kokusu fena değil.
+ Yüksek kaliteli ve lüks bir parfüm olduğunu hissettiriyor.

Eksileri:
- Başlangıcındaki kadın deodorantı efektini sevmedim.
- Uzun süreli kullanımda sıkıcı olacağını düşünüyorum. En azından benim için.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6.5