17 Kasım 2013 Pazar
Kokuyla Tedavi
Kokuyla Tedavi
İnternette dolaşırken karşıma çıkan yazılardan birisini sizinle paylaşmak istiyorum. Belki daha önce okumuşsunuzdur bilemiyorum. Kokularla tedavi arasındaki ilişkiyi anlatıyor genel olarak. Zaman zaman bana ilginç gelen bu tür alıntı yazılara da yer vereceğim artık. Merak edenler varsa söyleyeyim baştan, yazının sahibi dergiden izin alarak yayınlıyorum. Alıntı yapılan kaynağı yazının sonunda bulabilirsiniz.
"İnsanoğlu, kendisine bahşedilen güzellik duygusu sebebiyle kainat sarayındaki güzelliklere içten ilgi duyar. Mesela çeşit çeşit renk ve şekillerdeki çiçekler onu adeta mest eder. İnsana, hayret ve hayranlık ufkunda tefekküre kapı açan diğer bir unsur da “koku”dur. Güzel kokular kalbi ferahlatır, ruhu genişletir ve insanı apayrı manevi iklimlere götürür. Güzel koku ile temiz ruh arasında yakın ilgi bulunduğu eskiden beri kabul edilmektedir.
Binlerce yıldan beri çeşitli kültürlere mensup insanlar, baharat esanslarının mikrop öldürücü, kramp giderici, ağrı kesici ve iltihap iyileştirici tesirlerini keşfetmişlerdi. Nitekim Mısırlılar, ölülerini mumyalarken katran ve mür ağacının anti bakteriyel özelliklerinden faydalanmışlar; başka milletler ise, hasta odalarını biberiye ve kekik otu tütsüleyerek dezenfekte etmişlerdir. 17.yy.’da batıda vebadan korunmak için çeşitli baharatlardan hazırlanmış özel bir karışım kullanılmıştır.
Günümüzde halk hekimi diye anılan kişiler, özellikle batı dünyasında, çiçek ve baharattan elde edilen güzel kokunun insan üzerindeki olumlu tesirlerini dikkate alarak hastaları tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Bu tedavinin gayesi, organik dengenin yeniden tesisini sağlamaktır.
Batı dünyasında, özellikle Fransa’da uçucu yağların anti bakteriyel özelliklerinden faydalanıldığı bilinmektedir. Fransa’da koku ile tedavi metodu, bitkilerle tedavi sınıfına dahil edilmekte, 1500 hekimin bu gaye ile kurulan derneğe kayıtlı olduğu bilinmektedir.
Halk hekimi, bir bakteri kültüründe 10-15 esansı tahlil ederek en yüksek bakteri öldürme gücüne sahip üç veya dört bitki esansını tablet halinde kullanıma sunar. Kokularla tedavide uçucu yağlar ya teneffüs edilir, ya ilaç olarak bünyeye alınır veya masaj ve banyo esnasında cilde sürülür. Mesela masaj anında kullanılan uçucu yağın bir miktarı kana nüfuz eder. Böylece koku maddeleri, saniye hızıyla ruhi gerginlikleri ve vücuttaki acıları azaltır.
Kokuların, vücut üzerine olumlu etki göstermesi bekleniyorsa, bunların sürekli alınması önem arz etmektedir. Her hastanın, belirli bir süre için yarım saat boyunca teneffüs ettiği çeşitli yağlardan oluşan özel bir koku programı vardır. Özel bir cihaz ile kokuların etrafa yayılması sağlanır. Bu esnada rahatlatıcı hareketler eşliğinde koku, bizzat teneffüs edilir. Mesela lavanta kokusu, yoga yaparken derin bir rahatlamayı temin eder.
Hekimler sadece bu şekildeki tedavi usulü ile iyileşmenin gerçekleşemeyeceğini, koklamanın yanısıra şahsın bizzat hayatına çeki düzen vermesi, dengeli beslenmesi ve her türlü kötü alışkanlıklarından vazgeçmesi (mesela sigarayı bırakması) gerektiğini bildirirler.
Martin Henglein şifalı kokular üzerine bir teori geliştirmiştir. Buna göre “ıtır çiçeği, biberiye, bergamot ve tefarik (paçuli)” temel kokular olarak kabul edilmektedir. Bundan yola çıkarak bu dört temel kokunun farklı fonksiyonları icra ettiği belirtilmektedir. Itır çiçeği, bir alışkanlığı kabul etmeye veya bunu terk etmeye yardımcı olur. Mesela sigarayı bırakmada ıtır çiçeği kokusunun rolü inkâr edilemez. Sigaraya olan istek dayanılmaz şekilde artarsa, bir kerelik koklama bu arzuyu gidermektedir. Bu durum önceden on kere denenmiş dahi olsa, yine tesirli olmaktadır. Henglein’e göre biberiye, kişiyi kendini ispatlamaya ve aktif olmaya sevk ederken bergamot zihni canlılığı ve öğrenme şevkini artırır, tefarik ise kişiyi daha enerjik kılar, mekanizmasını harekete geçirir.
Koku ile tedavide tecrübenin çok önemli rolü vardır. Çünkü bu tecrübeye dayanılarak kokuların seçimi yapılır. Batı ülkelerindeki eczanelerde ve kozmetik dükkanlarında, 200-350 çeşit uçucu yağın (esans) satıldığı belirtilmektedir. Hekimler bazen aynı koku hakkında farklı özellikler bildirmektedirler. Mesela bazıları, temiz olmayan cilt için kekik otu tavsiye ederken, bazıları bundan sakınılması gerektiğini söylemektedirler. Çoğu kere esansın ağız yoluyla mı alınması, yoksa koklanması mı gerektiği hususunda bir açıklık getirilmemektedir. Aynı şekilde esansın dozu ile ilgili kesin bilgi bulunmamakla beraber bu doz umumiyetle yüksek tutulmaktadır.
İngiltere’de bir tedavi merkezini işleten Robert Tisserand, kokularla ruhi hastalıkların tedavi edilebileceği görüşündedir. Tisserand, bu esansların sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan sinyal moleküllerin (nörotransmitter) üretimine tesir ettiklerinden, rahatsızlıkları gidermeye de yardımcı olduğunu bildirmektedir. Koku, morfine benzeyen “endorfin”in salgılanmasını uyararak kişide ferahlama sağlar. Bu sebeple yasemin, adaçayı, kananga, tefarik, greyfurt ve gül yağı kokusu depresyon, kendine güvensizlik ve cinsi fonksiyonların arızalanması durumlarında tavsiye edilmektedir. Aynı şekilde diğer esanslar da teskin edici veya kuvvetlendirici veyahut bağışıklık sistemini güçlendirici rol oynamaktadırlar. Bilim adamları bugüne kadar uçucu yağların tesiri hakkında çok az bilgi ortaya çıkarmışlardır. Kokuların rahatlatıcı özelliği dikkati bir yerde toplayabildiği müşahedelerden anlaşılmaktadır. Ancak beyinde nasıl ve nerede tesirli olduğu hususu ise hala muammadır.
Münih’li Prof. Hanns Hatt da, kokuların ruh ve davranış üzerine tesirini, beyindeki koku alma bölgelerinin özelliklerine bağlamaktadır.
Koku ile tedavinin zorlukları da vardır. Su buharı destilasyonu ile elde edilen bu kokular için, çok fazla bitki kullanıldığı ve bu sırada zararlı ilaç kalıntılarının bu destilat içine geçebileceği belirtilmektedir. Mesela korku ve depresyonu gidermede kullanılan nerolin yağının 1 litresi için 1-1,5 ton portakal çiçeğine ihtiyaç vardır. Ayrıca bu kokuların, bünyelerinde çok fazla sayıda (yaklaşık 400) madde ihtiva etmesi ve bunların da yıldan yıla ve yetiştiği bölgeye göre farklılıklar göstermesi de koku ile tedavinin zorluğunu ortaya koymaktadır."
Kaynak: http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/koku-ile-tedavi.html
15 Kasım 2013 Cuma
Etat Libre d’Orange – Bendelirious (2008)
Etat
Libre d’Orange – Bendelirious (2008)
1868 yılında doğan Henri Bendel isimli
adam, korkusuz bir yenilikçi ve moda dünyasına tutkusuyla mutlu olan ilginç
şahsiyetlerdendi. İlerleyen yıllarda Newyork'a yerleşmeye karar verdi. 1895
yılında kurduğu markasıyla Newyork'un elit kesiminin hemen ilgisini çekti.
Sonrasındaysa dünya çapında bir markaya dönüştürdü ismini.
Bugün New York'taki Henri Bendel
mağazasında birbirinden farklı markaları bulabilirsiniz. Hediyelik eşyalar,
kozmetik ve moda alanında kendisine hedefler koymuş bir markaya dönüşmüş
durumda. Kadınların muhtemelen en sevdikleri mağazalardan olduğu aşikar. Hatta
ismiyle özdeşleşen "Bendel kızı" tabirini moda dünyasına aşina çoğu
kişi bilecektir.
2008 yılındaysa Fransız niş parfüm evi Etat
Libre d'Orange ile Henri Berdel markasının işbirliğine şahit olduk. Daha önce
farklı kişiler için parfümler tasarlayan ELDO, bu seferde ünlü markanın merhum
kurucusu için işbaşı yapmış. Bendelirious, Henri Berdel için tasarlanmış
kısacası. İsmi de Bendel'den türetilmiş. Zaten parfüm bütün "Bendel
kızlarına" ithaf edilmiş ve Etat Libre d'Orange'ın sitesinde şöyle
tanıtılmış:
"O partilerde gördüğün kız, o ki
kalabalığın ortasında duran, kokusu ve gülümsemesiyle arkasında iz bırakan. İyi
yetiştirilmiş iris çiçeği gibi, o aynı zamanda deri ceketiyle masada dans eden
şehirli bir peri. O, kutlamayı şampanyayla ya da kirazlı lolipop ile yapabilir
hatta her ikisi de olabilir. O coşkulu, hayat dolu bir kızdır, o nerede ise
parti oradadır."
Fragrantica'da meyveli-çiçeksi olarak
sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı modern kırmızı meyvelerle gerçekleşiyor.
Burada baş rolü ekşi ve lezzetli kiraz oynuyor. Kiraza biraz pudramsılık eşlik
ediyor. Epey kadınsı diyebilirim. Başlangıcını beğendim. Orta kısımda kirazın
etkisi devam ediyor. Pudra efekti artıyor. Biraz içki notası ekleniyor sanki.
Açıklanan notalarında şampanya var. Muhtemelen odur. Ayrıca hissedilir oranda
iris (süsen) ve menekşe ekleniyor. Orta kısımda kalite hissiyatı biraz düşüyor.
Geçeyim sonlara. Alt notalarda kirazlı süsen çiçeğine deri ekleniyor. Hafiften
1 Million'u hatırlattı bu kısım. Gerilerden yapay amber geliyor. Azıcık da misk
algılıyorum. Sıradan ve yapay bir kapanışı var diyebilirim.
Bendelirious, kesinlikle meyveli-çiçeksi
bir parfüm. Kokusunun ağırlık merkezini kırmızı meyveler (kiraz) ve
süsen-deri-amber oluşturuyor. Denemelerimde derinin geri planda kalmayı tercih
ettiğini fark ettim.
Açıklanan notalarında ilginç sayılabilecek
iki öğe mevcut. Birincisi şampanya, ikincisi de kirazlı lolipop akoru. Bizzat
markanın sitesinde bulunan bu iki nota, bana biraz abartılı geldi. Kimi
yorumcular kokusunu şampanyaya benzetmişler. Evet zaman zaman kirazlı içki
kokusu hissi veriyor. Bu konuda haklı olabilirler. İkincisiyse kirazlı lolipop.
Şimdi burada parfümün genelindeki tatlılığa lolipopla vurgu yapılmış. Gerçi
kokusu kirazlı lolipopa benzemiyorsa da ilginçlik anlamında bahsedilmiş
olabilir. Lolipoptan ziyade şekerli meyve-çiçek kokusu baskın.
Bendelirious, kirazlı, pudralı bir deri
parfümü. Bu anlamda markanın diğer benzer temalı kokusu Putain des Palaces'i
andırıyor. Fakat onun kadar kaliteli ve ilginç değil. İkisi arasında tercih
yapacak olsam rahatlıkla Putain des Palaces'i seçerdim.
Bence Bendelirious, kadın kullanımına daha
yakın. Zaten bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak sunuluyor. Genç, modern,
Avrupalı, biraz şımarık, uçarı, eğlenceli, modaya düşkün, havalı, süslü,
kolunda her daim Hermes'in Birkin çantasıyla alışveriş merkezlerini dolaşan,
kocaman güneş gözlüklü yirmili yaşların başlarındaki kızlara çok yakışacaktır
Bendelirious.
Günümüzün bir çok modern parfümünde görüldüğü
üzere bolca tatlılık barındırıyor. Hatta zaman zaman şekerli bile olabiliyor. Lolipop
göndermesi bu anlamda doğru gibi görünse de bence tatlılığı sağlayan tonka
fasulyesi diyebilirim. Tatlımsı kokuları sevmeyenler denemeseler iyi yapmış
olurlar.
Başlangıcı dışında yüksek kaliteli değil.
Daha doğrusu niş marka gibi gelmiyor kokusu. Daha ortalama bir meyveli ana akım
parfüm gibi. Kokusu benzersiz değil. Sanki bir yerlerden tanıdık. Acaba nereden
diye düşünüyorum ama çıkaramıyorum.
Normalde kirazı da deriyi de parfümlerde
severim. Fakat Bendelirious'u çok sevemedim. Belki orta kısımda artan
pudramsılık öyle düşünmeme sebep oldu. Yada sonlardaki yapay amber. Fakat
eminim ki deneyen bir çok kadın kokusunu beğenecektir. Zaten amacın da o
olduğunu düşünüyorum.
Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında
Bendelirious'a beş üzerinde dört yıldız verilmiş ve kirazlı iris olarak
sınıflandırılmış. Kokusunun tasarımını ünlü burunlardan Antoine Lie yapmış.
Bendelirious, Eau de Parfum (EDP)
konsantrasyonuna sahip. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak çok daha iyi sonuçlar
verebilir. Kadın kullanımına yakın olsa da cesur erkekler için ilginç bir
deneyim olabilir. Otuz yaş ve altındaki kadınlara önerebilirim. Üst yaş
grupları için biraz genç işi kaçabilir. Denemeden almayınız.
Parfüm Merakı'nın kendi çekimidir.
Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Canlı, eğlenceli kokusu insanı mutlu
ediyor.
Eksileri:
- Sonlarını sevemedim.
- Yüksek kaliteli niş parfüm hissi vermedi
bana.
- Tatlılığın ayarı kaçmış sanki.
Koku Güzelliği:10/6.5
12 Kasım 2013 Salı
Christian Dior – Oud İspahan (2012)
Christian
Dior – Oud İspahan (2012)
Bir şehir için en büyük övgülerden olsa
gerek "Cihanın Yarısı" (Nisf-i Cihan) ismiyle anılmak. Öyle bir şehir
ki tarihinin yontma taş devrine kadar gittiği düşünülen. Öyle bir şehir ki Orta
Çağ'da dünyanın en büyük ticaret kavşaklarından olan. Öyle bir şehir ki
dünyanın en büyük meydanını içinde barındıran. Öyle bir şehir ki sokaklarında
Şah İsmail ve Ömer Hayyam'ın şiirlerinin okunduğu...
Dünya sistemiyle bir süredir kavgalı olan
İran'ın boyun eğmez karakteri, muhtemelen köklü tarihinden gücünü alıyor.
Benimde sebebini anlamaya başladığım bu sürtüşme, İran için yalnızlaşma sebebi
olsa da, mevcut durumu çok sorun etmiyorlar gördüğüm kadarıyla. İran'ın dünya
pazarlarına kapalı olması, Batı ittifakının gündeminden düşeceğe benzemiyor. Bu
durumun yansımalarını hayatın diğer alanlarında da fark edebiliriz. Mesela
parfümlerde.
İran'ın kültürel öğelerini merkeze
alan bir parfüme şimdiye kadar rastlamamıştım. Muhtemelen Batılı parfüm
üreticilerinin ön yargısının sonucu olarak bakabiliriz bu duruma. Eğer
bilmiyorsam cahilliğime verin ama karşıma çıkan ilk İran temalı parfüm oldu Oud
İspahan. 2012 yılında Christian Dior tarafından çıkarılan bu parfüm, İran'ın
üçüncü büyük şehri İsfahan'dan ilhamını almış.
Modern, temiz, düzenli, huzurlu ve zümrüt
yeşili bir şehir olduğu söylenen İsfahan'ın, güzel bulvarları, köprüleri, sarayları,
İslam mimarisinin görkemini taşıyan camileri, türbeleri, sinagogları, kiliseleri
ve zerdüşt tapınaklarıyla tarihin içinde yolculuk yaptırdığını düşünebiliriz
çoğu kişiye.
Parfümün isim seçiminin hangi kritere göre
yapıldığını bilemiyorum. Fakat İsfahan'da yetişen gülün, çok ünlü olduğu
bilgisine rastladım. Muhtemelen Oud ile gül arasında bağlantı kurulmuş. Zaten
Oud İspahan'ın başlangıcındaki yoğun gül aroması dikkat çekiyor.
Christian Dior'un böyle bir parfümü de mi
varmış diyen arkadaşlara küçük bir hatırlatma yapayım. Oud İspahan, Dior'un
özel koleksiyonuna (La Collection Privee) ait. Bu seri, niş parfümlere rakip
olarak tasarlanmış, çok yüksek fiyatlara satılan ve her yerde bulunmayan
kokulardan oluşuyor. Oud İspahan'da bu seriye yeni katılmış üyelerden.
Fragrantica'da oryantal çiçeksi olarak
sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma yoğun gül kokusu çıkıyor.
Ferah sayılabilecek güle öd aroması eşlik ediyor. Çok canlı, gerçekçi ve
müthiş. Harika bir açılışı var Oud İspahan'ın. İlerleyen dakikalarda gül-öd
birlikteliği gücünü kaybediyor. Onun yerine hayvansal paçuli çıkıyor. Evet
tenimde kesinlikle hayvansallık hissediyorum. Hala çok kaliteli fakat benim sevebileceğim
gibi değil. Orta kısımda gül ve öd alttan alta destek veriyor paçuliye. Geçeyim
alt notalara. Sonlarda büyük değişim göstermiyor kokusu. Orta kısımdan farklı
olarak hayvansallık azalıyor ve ortada paçuli ve sandal ağacı kalıyor. Alt
notaları, sandal ağacının yumuşatıcı dokunuşuyla daha sevilebilir. Böylece de
tenden ayrılıyor.
Karşımda enteresan bir karşım var.
Başlangıcındaki ferah gül sularını andıran kokusu olağanüstü. Böylesine sarhoş
edici rahiyayı nasıl oluşturmuş Francois Demachy, hayret etmemek elde değil.
Yüksek kaliteli ve rafine üst notalar olabilecek en iyi gül-öd temasına sahip
belki de. Orta notalardaysa keskin bir değişim var. Özellikle tenimdeki
uygulamalarımda her seferinde yoğun hayvansılık hissettim orta kısımda. Biraz
Muscs Koublai Khan'a biraz da Absolue Pour Le Soir'in başlangıcına benzettim.
Hayvansal deri-misk izlenimi veren orta kısımda, hayvansallık eklenmiş
paçuli kullanılması iyi fikir. Fakat benim için giyilebilir değil. Son
kısımlardaysa hayvansallığın törpülenmiş olması memnuniyet verici. Alt
notalarda sandal ağacının yüksek oranda kullanılmış olması biraz durumu
kurtarıyor neyse ki.
Son yılların moda kokusu öd (Oud), Dior'un
özel koleksiyonunda bir parfüme isim babalığı yapıyor. Her ne kadar öd
kokularını çok sevmesem de özellikle başlangıçtaki kullanımını sevdim. Sonrası
içinse çok konforlu bulmadım kokusunu. Evet farklı bir deneme Oud İspahan.
Hatta öd kokusu severlerin mutlaka denemesi gereken bir parfüm. Ama benim için
hiç de uygun olduğunu düşünmüyorum.
Farklı ve önemli bir durumdan daha
bahsedeyim. Oud İspahan'ı kıyafetlerimin üzerine sıktığımda gül kokusunun daha
baskın olduğunu fark ettim. Montumun üzerinde ferah ve yüksek kaliteli gül suyu
gibiyken, tenimin üzerindeyse hayvansallığın ön planda olduğunu gördüm. Yani
kıyafet üzerinde harika bir gül-sandal ağacı kokusu olurken, tenimde rahatsız
edici bir hayvansallığa doğru evrildi. Kıyafet üzerinde düz bir çizgi takip
eden Oud İspahan, ten üzerinde değişim gösterme eğilimindeydi. İki farklı
uygulama alanında (ten ve kumaş), iki farklı kokuyla karşılaşmak oldukça
şaşırttı beni. Sanki bu parfüm "beni tenine değil de kıyafetlerinde
kullan" demek istiyordu.
Oud İspahan’a verdiğim not ten üzerindeki
kokusu üzerindendi. Fakat kıyafet üzerinde rahatlıkla iki puan daha ekleyin
siz. Garip bir durum. Acaba kokusu tenime mi uymadı diye düşünmeden edemiyorum.
Evet büyük ihtimalle ten uyumu sağlayamadık Oud İspahan’la. Çok yazık.
Oud İspahan, şüphesiz ki yüksek kaliteli
bir parfüm. Pürüzsüz, rafine, güçlü, ayakları yere sağlam basan karaktere sahip.
Yeterince cesur ve iddialı. Zaman zaman saldırgan ama aynı zamanda egzotik.
Zaten ismi ve konsepti her şeyi anlatıyor
bize. Hem öd kokusunun kullanılması hem de isminin İran'ı çağrıştırması, onun doğu
kültürüne gönderme yaptığını anlamamızı sağlıyor. Fakat gerçekten de doğuya mı
ait kokusu? Böyle keskin ayrımların çoğu zaman bizi yanlışa sürükleyebileceğini
öngörmek zor değil. Evet biraz ilginç kompozisyona sahip. Fakat ismindeki
çağrışımlara da körü körüne inanmamak lazım. Soğukkanlı bir analizle, Oud
İspahan'ın her kültürden insana uyacağını söylemek abartılı olmayacaktır.
Oud İspahan, Eau de Parfum (EDP)
konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek.
Uniseks olarak piyasaya sürüldüğünü anlıyorum. Bence de doğru yapmışlar. Soğuk
kış günlerinde daha çok seveceğimi düşünüyorum. Oldukça yüksek fiyatına
istinaden denemeden almak riskli. Benden söylemesi.
Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com
sitesine teşekkür ederim.
Artıları:
+ Başlangıcı nefis.
+ Yüksek kalitesi memnun edici.
+ Kalıcılığı çok iyi.
Eksileri:
- Orta kısmını çok sevemedim.
- Benim için giymesi zor bir parfüm.
- Fiyatı çok yüksek. Her yerde bulmak
mümkün değil.
Koku Güzelliği:10/6.5
9 Kasım 2013 Cumartesi
L’Artisan Parfumeur - Traversee du Bosphore (2010)
L’Artisan Parfumeur - Traversee du Bosphore (2010)
"İstanbul, doğuyla batı
arasındaki kapıdır. Başlangıçta aklımızdaki proje "Doğu Ekspresi" ile
yapılan geziyi çağrıştıran bir tatil parfümü yapmaktı. Fakat markalar ve telif
haklarıyla ilgili pek çok zorluklar vardı. Bu yüzden projeyi
gerçekleştiremedik. Sonra başka bir fikir geldi; İstanbul'a yapılacak yolculuk
yerine İstanbul'da olmak. Böylece İstanbul’da 10 gün geçirdim, geleneksel
oryantal notalar yerine farklı oryantal öğeler bulmak için. Bu parfümü yaratırken
benim için önemli olan şey ikili dengeyi yansıtmaktı. Derinin Türk lokumuyla
olan tezatı bu parfümün en önemli öğesidir."
Baş parfümör Bertrand
Duchaufour'un internette rastladığım
söyleşisinde böyle anlatıyor tasarımını. Benimde favori parfüm tasarımcılarımdan
olan Duchaufour, L'Artisan markası için kolları sıvamış ve ortaya Traversee du
Bosphore çıkmış.
Ortalama bir Avrupalının
zihnindeki Türkiye imajının nasıl olduğunu tahmin etmemiz zor değil. Bir
tarafıyla Suriye ile İran'la komşu olan ve Orta Doğu coğrafyasının hemen
dibinde bulunan, diğer tarafıyla Yunanistan ve Bulgaristan gibi iki Avrupa
ülkesiyle komşu olan benzersiz bir kara parçasının üzerinde yaşıyoruz. Her ne
kadar sığ siyasi çekişmelerin sayesinde bu durumu çoğu zaman unutsak da, boğazlarımız,
dünya jeopolitiği için hala önemini koruyor.
Böylesine önemli bir konumun
yeterince farkında olmayabiliriz ama Fransız niş parfüm evi L'Artisan
Parfumeur, ismini İstanbul Boğazından alan kokusunu dünya pazarlarına sundu
2010 yılında. Anlamı "Boğaz Geçişi" olarak çıktı karşıma farklı
kaynaklarda.
Bu parfümün bizi ilgilendiren
ilginç kısmı anlaşılacağı üzere ilhamını Türkiye'den almış olması. Parfümör
Duchaufour, İstanbul'a yaptığı seyahatte zihninde şekillendirmiş Traversee du
Bosphore'un oluşturma aşamasını.
Markanın kendi sitesinde şöyle
tanıtılmış Traversee du Bosphore:
"Nefes kesici İstanbul'un
keşfi için görkemli Boğaz'dan geçmek gerekir. Usta parfümör Bertrand Duchaufour,
Türkiye seyahatinden sulu boyalar, eskizler, fotoğraflar ve Boğaz seyahati ile
İstanbul'un dar sokakları ve etkilerini keşfetmek için aheste günün kokusunu
yakalayan mistik bir Eau de Parfum ile döndü. Parfümör sizi onunla birlikte
görkemli Boğaz'ı geçmeye ve doğu ile batı arasına sıkışmış, tüm şehirler
arasındaki bu en gizemli şehri keşfetmeye davet ediyor. Parfüm elma, lale ve
bir parça baharatlar ile açılır. Kremsi iris, tütün notası ile zıt şekilde
çalışır. Zarif gül esintisi ve fıstık, Türk lokumunun hoş aromasını
çağrıştırır. Sonra beklenmedik sıcak ve hayvansı deri patlaması, tabakhanelerin
çevresindeki hava gibi yakıcı, kavurucu ton bizi miskin şekilde kucaklar. Bu
"Oryantal Masalda" kendinizi kaybedebilirsiniz."
Fragrantica'da deri
kategorisinde bulunan Traversee du Bosphore, Les Voyages Exotiques serisine
mensupmuş. Açılışı biraz tuhaf diyebilirim. Tatlımsı-pudramsı çiçekler var
sanki. Biraz ölmez otuna benzettim. Ciddi oranda da kremsi acı badem kokusu
alıyorum. Pek alışılmadık üst notaları. Açıklanan üst notalarında elma, lale ve
baharatlar var. Pek elma alamadım başlangıçta. Baharatlarsa biraz var. Fakat
lale mi? Belki de anlayamadığım o koku laleden geliyordur üst notalarda.
Oldukça tatlı bir başlangıcı var. Çok sevdiğimi söyleyemesem de farklı yapısı
dikkat çekici. Orta notalara geçeyim. Burada baharatların ağırlığı artıyor.
Tatlımsı baharatlara fark edilir oranda kremsi iris (süsen) çiçeği ekleniyor.
Burada dikkatimi çeken tatlılığın biraz daha artması ve gülün ortaya çıkması.
Orta notalar en beğendiğim yanı oluyor. Son kısımda pudramsı tatlılık devam
ediyor. Burada biraz sıradanlaşıyor kokusu. Odunsu notalar hissediyorum. Onun
dışında biraz vanilya ve deri var. Kendi sitelerinde antep fıstığından da
bahsedilmiş. Herhalde şaka yapıyorlar!
Traversee du Bosphore,
anladığım kadarıyla Türkiye'ye ve kültürüne göndermeler yapıyor genel
konseptiyle. İsminin boğazdan gelmesi ve kokusunda lokum, antep fıstığı gibi
yöresel tatlara yer verilmesi çok şaşırtıcı değil. Resmi tanıtımında da laleden
bahsedilmesi olağan. Uzun yıllardır Türklerin laleye olan ilgisi biliniyor.
Hatta 17. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğunda ortaya çıkan Lale
Devrine de gönderme olabilir. Lokum ise zaten Türkiye'nin yurt dışında en
bilinen ürünü denebilir. Antep fısığındansa bahsetmeye gerek bile yok.
Bu çağrışımların ve
tanıtımların eşliğinde bir kez daha ana kompozisyona bakmaya çalışıyorum.
Öncelikle Traversee du Bosphore, oldukça tatlı bir parfüm. Bu tatlılığı bal ile
vermiş olabilirler. Tanıtımlardaki lokum temasına böylece değinilmiş. Yani bol
tatlılık, lokuma benzetilebilir. Tatlılığın dışında ikinci dikkatimi çeken öğe
baharatlar. Burada Türkiye'nin doğu ülkesi olması ve baharatların sık
kullanılması dolayısıyla yer verilmiş gibi. Hatta bir yerde karşıma
baharatçılar çarşısı gibi bir ifade geçmişti. Mutemelen ortalama Avrupalının
zihninde Türkiye, Mısır Çarşısındaki gibi egzotik bir ülke. Üçüncü olarak iris
(süsen) en belirgin öğe. Süsen çiçeğinin Türk kültürüyle nasıl bir ilgisi
olduğunu çözemedim. Azıcık tütünse, sıkça rastladığımız nargile çağrışımdan eklenmişse
hiç şaşırmam. Son olarak deri. Her ne kadar bu parfümde çoğu kişi deriden
bahsetmişse de ben çok baskın bir deriye rastlamadım. Hele ki kendi
sitelerindeki hayvansal deri vurgusunu hissedemedim.
Traversee du Bosphore, bana
göre tatlımsı çiçeksi-baharatlı-meyveli bir kokuya sahip. Bol tatlılık
gerçekten de zaman zaman lokumlara benzetiyor kokusunu. Hatta rengarenk küçük
lokumlar vardır baharatçılarda satılan. Orada pembe rekli olan güllü lokumlar
vardır. Bazen kesinlikle güllü veya safranlı lokumlara benziyor kokusu. Bu
anlamda lokum temasını başarıyla vermişler. Fakat buradan ferah koktuğu
anlaşılmasın. Zaman zaman karanlık sayılabilecek kompozisyona sahip.
Traversee du Bosphore, 2010
yılında çıktığında oldukça ilgi çekmişti. Fakat son zamanlarda ismi pek
geçmiyor parfüm platformlarında. Kimi parfüm severler hakkında olumsuz
yorumlarda da bulunmuş. Bu kadar eleştirilmesini pek anlamlı bulmadım. Evet
kokusu muhteşem yada benzersiz değil. Tatlılık oranı kimi arkadaşlara da
sıkıntı verebilir. Fakat ben giyilebilir ve sevilebilir buldum. Başlangıcı
alışılmadık olsa da bence fena değil. Orta notaları zengin ve lezzetli. Sonları
biraz ortalama sadece.
Yukarıdaki satırda zihnimden
geçen "lezzetli" kelimesi, tam da doğru söz aslında. Evet bu parfüm
kesinlikle leziz kokuyor. Bu anlamda gourmand tarafa kayıyor gibi görünüyor.
Şekerleme kokulu baharatlar, çiçekler ve meyveler. Fikrin güzel olduğu kesin.
Uygulamada da kötü değil. Bence güzel bir deneme Traversee du Bosphore.
Her ne kadar severek kullansam
da çoğu kişiye özelikle başlangıcı hoş gelmeyebilir. Oldukça cesur bir deneme
olmuş Traversee du Bosphore. Diyeceksiniz ki başka lokum temalı parfümleri de
var niş markaların. Evet olabilir fakat burada safranlı-güllü lokuma baharatlar
ve deri eklenmiş olması, onu diğer rakiplerinden biraz farklı yere taşıyor.
İyi de İstanbul ve boğaz, bu
parfüm gibi mi kokuyor? Tabiki hayır. Malum İstanbul'un artık karman çorman
yapısı, absürd yeni mimari binaları ve sürekli çarpık büyüyen şehirciliğini
düşünürsek, o egzotik ve gizemli baharat-lokum kokusunun artık nostaljiden
ibaret olduğunu görebiliriz. Fakat bir batılının zihninde böyle resmedilmişse
İstanbul ve boğaz, ona da anlayış göstermek ve itiraz etmemek gerekir belki de.
Sonuçta parfüm tasarımı da bir tür sembolizmdir.
Yapısı itibariyle soğuk kış
günlerine uygun olacaktır. Eau de Parfum konsantrasyonuna sahip. Yüksek
fiyatına istinaden denemeden almamak gerekir.
Not: Hem kadınların hem de
erkeklerin rahatlıkla kullanabileceği bir parfüm Traversee du Bosphore. Fakat siz
yine de aynı evin içinde kızlı-erkekli bu parfümü sıkmayın. Mazallah yoldan
çıkabilir, canınız sevişmek isteyebilir, vatana-millete hayırsız evlatlar
haline gelebilirsiniz. Neme lazım…
Artıları:
+ Orta kısmını sevdim.
+ Yapaylık hissedilmeyen
kaliteli kokusu.
+ Çoğu kişinin seveceğini
düşündüğüm modern tarzı.
Eksileri:
- Sonları biraz sıradan olmuş.
- Biraz fazla tatlılık
barındırması, bazı kişilerin hoşuna gitmeyebilir.
- Fark edilirliği zayıf kaldı
tenimde.
Koku Güzelliği:10/7
6 Kasım 2013 Çarşamba
Guerlain – Mitsouko (1919)
Guerlain – Mitsouko (1919)
Fransız bir adam. Türkiye dostu olduğu
söylenen. Atatürk ile kişisel dostluğu olan. "Türklerin Manevi Gücü"
isimli kitaba imza atmış bir adam. İsmi İstanbul'da caddeye verilecek kadar
benimsenmiş bir adam. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında kendi
ülkesini eleştiren ve Türkiye'yi öven bir yazar. Bu yüzden kendi ülkesinde ve
Avrupa'da zor zamanlar geçirmiş bir isim. Claude Farrere’yi hiç duydunuz mu?
İlk mesleği askerlik olan Claude Farrere'in, Fransız ordusundaki görevinden ayrılmasından sonra yazdığı kitaplar, çoğu zaman
eleştirilmesine rağmen, ilerleyen yıllar onun haklılığını ortaya çıkaracaktı.
1909 yılında yazdığı La Bataille (Savaş) isimli kitabındaysa farklı bir aşk
hikayesini anlatıyordu.
1905 yılındaki Rus-Japon savaşı sırasında
geçen bir aşk hikayesini anlatıyor La Bataille kitabı. İngiliz deniz subayı ile
bir Japon güzeli arasındaki aşk öyküsü, geleceği olmayan imkansız bir sevda
romanıydı. İşin ilginç yanıysa bu romandan, parfüm dünyasının en önemli
klasiklerinden birisinin fikrinin çıktığı söylenir.
Guerlain'in 1919 yılında piyasaya sürdüğü
Mitsouko, hala en önemli parfüm klasiklerinden birisi olarak bilinir. Bu
meyveli şipre, ismini La Bataille romanındaki Japon kadın karakterinden alır.
Romandaki ismi Mitsuko olan Japon güzelinin ismi, Guerlain tarafından Mitsouko'ya
dönüştürülür ve parfümünde kullanılır. Japonca'da "gizem" anlamına
gelen Mitsuko'nun ismi, bir parfümde, neredeyse yüz yıldan beri yaşıyor. Ne
büyük şans!
Fakat internette karşıma çıkan şu ilginç
alıntıyı da vermem gerekir. Aybala Yentürk'e göre durum biraz farklıymış:
"Başarılı tiyatro eserlerinin,
romanların, operaların ya da karakterlerinin parfümlere ilham kaynağı olması,
Avrupa’da, özellikle Belle Epoque döneminde yaygın bir pazarlama yöntemiydi.
Bunlara en güzel örnekler, 1905 yılındaki Japon-Rus Savaşı’ndaki bir aşkı konu
eden Claude Farrere’in “La Bataille” romanından esinlenilerek 1919’da Guerlain
tarafından üretilen “Mitsouko”, yine Guerlain tarafından Puccini’nin “Turandot”
Operası’ndan esinlenilerek 1929 da üretilen Liu parfümü, 1908’de Gaston
Leroux’nun L’Illustration Dergisi ile dağıtılan tefrika romanı “La Dame en
Noir” ile aynı adı taşıyan Lentheric firmasına ait parfüm, ilk kez 1890 yılında
sahnelenen Borodin’in “Prince Igor” operasından esinlenen ve 1909 yılında V.
Rigaud tarafından üretilen Prince Igor parfümü." (Aybala Yentürk)
Başka bir iddiaya göreyse Jacques Guerlain,
ünlü Coty firmasının 1917'de piyasaya sürdüğü Chypre isimli parfümünü çok
beğenmiştir. Ona rakip olabilecek bir parfüm tasarlar ve iki yıl sonra da
herkesin beğenisine sunar. Oluşturulma sebebi veya öyküsü her ne olursa olsun,
karşımızda çok değerli bir parfüm var. Güzel kokular evreninin ikonlarından
birisi Mitsouko. Hem de doksan altı yıldan beri.
Mitsouko parfümü neden bu kadar önemlidir
sorusunu duyar gibiyim. Burada işin biraz teknik kısmı devreye giriyor. Baş
parfümör Jacques Guerlain, yapay şeftali kokusunu (Aldehit C14) ilk defa
kullanmıştır Mitsouko'da. Bu molekül 1908'de icat edilmiş. Çok güçlü ve yoğun
aromaya sahip bu molekülü ilk defa kullandığında ayarını tam olarak
tutturamadığı ve bol miktarda kullandığı iddia edilir Bay Guerlain'in. Bu
enteresan tesadüfün, Mitsouko'nun şeftalimsi kokmasını sağladığı anlatılır. Aslında
meşe yosunu kokusunu merkeze almış bir şipredir Mitsouko. Anlaşılacağı üzere
Mitsouko'yu böylesine önemli ve özel yapan, yoğun oranda Aldehit C14 molekülünün
kullanılmasıdır.
Sözü daha da uzatmadan bana
çağrıştırdıklarına geçeyim. Kendi sitelerinde meyveli şipre olarak
sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma eski/tozlu/kuru turunçgiller
çıkıyor. Bergamot baş rolde. Ona limon ve aromatik otlar destek veriyor. Adeta
1920'li yıllara geri döndürüyor beni üst notalar. Çok eski ama kaliteli. Müthiş
bir başlangıcı var. Oldukça etkileyici. İlerleyen dakikalarda turunçgiller
(bergamot) geri çekiliyor. Onun boşluğunu meşhur şeftali aroması dolduruyor. Günümüzün
modern meyveli parfümlerindeki gibi zirzop ve yapay değil şeftali. Çok olgun,
rafine, şık ve biraz eski. Şeftaliye biraz da erkeksi çiçekler ve baharatlar
eşlik ediyor. Muhtemelen yasemin ve tarçın. Dikkatimi çeken şey orta kısımda
hissedilir oranda tatlanıyor kokusu. Sonlara geçeyim. Alt notalarda tam bir
eski dönem parfümü olduğunu ispatlıyor. Günümüz parfümlerinde artık neredeyse
hiç kullanılmayan meşe yosunu baş role geçiyor. Ona odunsu notalar ve kabe
samanı (vetiver) eşlik ediyor. Hatırı sayılır oranda da vanilya hissediyorum
geri planda. Son kısımdaki vanilya nefis kullanılmış. Böylece de tenden
ayrılıyor.
Öncelikle Mitsouko'nun, meyveli-baharatlı
bir şipre olduğunu söylemem gerek. Başlangıcındaki o eski/nostaljik bergamotun
tarifi zor. 1900'lü yılların başlangıcında üretilmiş bir parfüm nasıl kokarsa
muhtemelen öyle üst notalar. Günümüzün modern parfümlerinden çok uzak. Oldukça
erkeksi, rafine fakat kabul etmesi zor. Benim çok hoşuma gitti ama genç bir
arkadaşa koklatsak büyük ihtimalle burun bükecektir. Orta kısımda günümüzün
modern parfümlerine biraz daha yaklaşıyor. Tatlımsı şeftali ve baharatlar, bana
biraz sulandırılmış hissi veriyor nedense. Sanırım parfümün defalarca geçirdiği
reformülasyonların sonucu bu durum. Son kısımdaysa meşe yosununu görmek hoş bir
sürpriz. Ona eşlik eden hayvansal sayılabilecek vanilya beni mutlu etti.
Mitsouko'nun uzun yıllar içinde farklı versiyonları
çıkmış. EDC, EDP, PDN ve EDT olarak farklı formülasyonları var. Benim denediğim
EDT olanıydı. Bu versiyonda başlangıcı dışında çok eski bir parfüm havası
hissedemedim. Sanki yapılan formül değişiklikleri onu günümüzün modern
parfümlerine oldukça yaklaştırmış. Özellikle orta kısımdaki şeftali-baharat
kombinasyonu neredeyse yeni çıkarılan bir parfüm kadar günümüze yakın ve
tanıdık. 1919 yılında çıktığını görüp, çok eskilerde kalmış koku beklemeyin. Bu
anlamda biraz şaşırttı beni.
Mitsouko, şüphesiz yüksek kaliteli bir
parfüm. Fransız, şık, dengeli, ciddi, aristokratik ve muhafazakar. Yapaylığa
veya uyumsuzluğa rastlanmıyor. Fakat o beklediğim derinliği, ilginçliği veya
"tarihi" hissi alamadım bir türlü. Orta kısımdaki o ünlü şeftali
kokusunu biraz sulandırılmış/seyreltilmiş buldum ve hafiften hayal kırıklığı
yaşadım. Evet günümüzün yeni nesil çoğu parfümünden çok daha rafine ama sanki
bir şeyler eksilmiş Mitsouko'dan. Yada bana öyle geliyor.
Uzun zamandır merak ettiğim ve denemek
istediğim klasiklerden birisiydi. Daha önce okuduklarıma binaen çok seveceğimi
düşünmüyordum. Çünkü genel yapısı benim tarzıma yakın değil. Fakat orta
notaları dışında gayet başarılı buldum. Sonlarına bayıldım. Orta kısımdaki
biraz basit kaçan şeftali kokusu için aklıma farklı bir durum geliyor. Belki de
denediğim EDT versiyonu yüzündendir. EDP'si çok daha ilginç olabilir. Fakat şu
haliyle bir şişesini alıp da kullanacak kadar sevemedim. Kullanım sürecindeyse
bana beklediğim keyfi veremedi. Yada hayatımın parfümü olacak kadar enteresan
gelmedi. Aklımı başından alamadı.
Mitsouko, kadın parfümü olarak çıkarılmış.
Halen kadın reyonlarında satılıyor. Deneme sürecinde hiç de kadın parfümü gibi
kokmadığını anladım. Onu, erkekler rahatlıkla kullanabilir. Hatta erkek parfümü
olarak satışa sunulsa, hiç kimse onu kadınsı bulmayacaktır. Bu anlamda bence
oldukça erkeksi kokuyor. Zaten hatırı sayılır sayıda erkek kullanıyor gördüğüm
kadarıyla. Rahatlıkla uniseks olarak düşünülebilir.
Herşeye rağmen Mitsouko'ya saygı duyuyorum
ve onu doksan altı yıl boyunca severek, hayran kalarak kullanan, üzerinde
taşıyan parfüm severlere doğru karar verdiklerini söylemek istiyorum. Usta bir
parfümörün ve arkasındaki hikayesinin gücü, onu 2013 yılına kadar getirdiyse,
şapka çıkartılması gereken bir başarıdan rahatlıkla söz edebiliriz.
Bu tarz eski kokuları sevin yada sevmeyin.
1920'li yılların şiprelerinden hoşlanın yada hoşlanmayın. Hiç önemli değil.
Fakat Mitsouko gibi bir "yaşayan tarihi" koklamadan veya kullanmadan
"ben parfüm severim" demeyin. Çünkü gerçekçi olmayacaktır.
Mitsouko'yu kullanan ünlüler arasında
Charlie Chaplin, Ingrid Bergman, Jean Harlow, Prenses Diana ve Ava Gardner'ın olduğu bilgisine rastladım. Parfüm kritikçisi Luca Turin, Mitsouko'yu referans
şipre olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş yıldız vererek en iyi
parfümler listesine almış. Bir başka parfüm yazarı Chandler Burr’de Mitsouko’ya
beş üzerinden beş yıldız vermiş.
Küçük bir bilgi daha vereyim unutmadan.
Mitsouko'nun şişesinin, Guerlain'in 1912 çıkışlı başka klasiği L'Heure Bleue
ile aynı olması dikkatlerinden kaçmamıştır parfüm severlerin. Sadece
üzerlerindeki etiketler farklı. Oysa ikisi tamamen ayrı parfümler. Burada
karşımıza çıkan açıklama şöyle: "1914 yılında başlayan ve 1919 yılında
sona eren Birinci Dünya Savaşı'na gönderme yapılmış bu iki aynı şişeyle. Hatta
Mitsouko'nun Birinci Dünya Savaşının sonlanmasını kutlamak amacıyla da piyasaya
sürüldüğü söyleniyor."
Şu haliyle dört mevsimde de kullanılacak
gibi. Ama ilkbahar-sonbahar mevsimlerinde kullanmak hoş olabilir. Üst yaş
gruplarındaki arkadaşları hedeflediği kesin. Otuz hatta otuz beş yaşın üzerindeki
kadın-erkek herkese uyacaktır. Her şeye rağmen denemeden almak iyi fikir değil.
Not: Bu parfümü bana ulaştıran
www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.
Artıları:
+ Başlangıcını ve sonlarını sevdim.
+ Yüksek kaliteli yapısı memnun edici.
+ Dünya parfüm klasiklerinden olan
Mitsouko'yu herkes mutlaka denemeli.
Eksileri:
- Orta kısmını biraz sıradan buldum.
- Fiyatı yüksek.
Koku Güzelliği:10/7
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)