17 Aralık 2013 Salı

Parfum d’Empire – Fougere Bengale (2007)


Parfum d’Empire – Fougere Bengale (2007)

“Duyulara hitap eden, hayvansı sarı tütün.

Bu fujer, İngiliz berber dükkanlarındaki gibi taze lavanta notalarıyla başlar. Sonra otun sıcak ve kuru aroması bizi Bengal'e, Assam'daki çay tarlalarına götürür. Belirgin tütün içeriği, tonka fasulyesi ile yumuşayarak Hindistan’ın geniş çayırlarının kokusunu bizlere çağırıştırır. Güçlü ve orijinal Fougere Bengale, maceraperest seyyahlar için evcilleşmemiş bir kokudur.

Edward dönemi züppeleri fujer tarzında parfümler kullanırdı. Bu klasikleşmiş koku ailesi (fujer) lavanta, tonka fasulyesi ve meşe yosununa dayanırdı. Fougere Bengale, bu fujerleri güçlü, ballı sarı tütün akoru ile yeniden hatırlar ve bizleri Hindistan'a götürür adeta. Assam çayı ve sıcak zencefilli çörek notalarının tütün ile birleştiği bu esmerimsi aroma, İngiliz kulüplerini ve Bengal kaplanlarının saklandıkları savanaları çağrıştırır. Eski tip koloniyal zerafet, ot ve tonka fasulyesinin tatlı aromaları ile savan kokularına yol verir.

Daha sonra Hindistan ormanlarının hayvansı, yosunlu ve odunsu notalarına dalarız. Paçuli, ipeksi dokunuşu ile etrafa yayılır, tıpkı Avrupaya ulaşan kaşmir şalları, yol boyunca korudukları gibi. Ve Bengal kaplanının topraklarına yapılan bu seyahat Maharajah sarayında son bulur.”

Yukarıdaki tanıtım metninden anlaşılacağı üzere Parfüm İmparatorluğu, bu sefer bizi Bengal’e çağırıyor. Fransa’nın başarılı niş parfüm evi Parfum d’Empire, yine enteresan bir koku ve hikayeyle karşımızda. Fougere Bengale, farklı yerlerde erkek parfümü olarak geçiyor. Bence de gayet yerinde bir sınıflandırma olmuş. Daha fazla uzatmadan geçeyim parfümümüze.


Fougere Bengale, ismine binaen fujer olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda zengin ve baş döndürücü aromayla karşılaşıyorum. Üst notalarda ilk saniyelerde keskin tatlımsı-ekşi kırmızı meyveler (kiraz, vişne) burnumu yalayıp geçiyor. Fakat asıl üst notaları oluşturan aromatik otlar, lavanta ve tatlımsı baharatlar. Açılışı gayet detaylı, ilginç ve derin. Çok etkileyici diyebilirim başlangıcı için. Orta kısma geçildiğinde lavanta gerilerde kalıyor. Baharatlar biraz daha ağırlığını arttırıyor. Baharatlar derken zencefil öne çıkıyor. Bu arada merkeze tütün yerleşiyor. Evet orta kısım dumansı eski-erkeksi tütün kokusu halinde ilerliyor. Kuru pipo tütünleri gibi. Tütün kokusu sever olarak bayıldım orta bölümüne. Son kısımda da tütün ağırlıkta. Ona meşe yosunu ekleniyor sadece. Biraz da kuru paçuli. Başlangıcı ve orta kısmı kadar hayran kalmasam da başarılı diyebilirim kapanışı için.

Şimdi efendim önce isimden gidelim. Parfümün isminin "Fougere (fujer)" olması tabiki bizim açımızdan önemli anlamlar barındırıyor. Bir kere markanın tanıtımında bahsedilidiği gibi gerçek bir fujer var karşımızda. Lavanta, tütün, baharatlar ve meşe yosunu onun fujer karakterini pekiştiriyor. Bu üçlü, onun kokusuna bariz şekilde erkeksilik katıyor. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki tam bir erkek parfümü. Hem de herşeyiyle.

Geçeyim biraz daha detaya. Fougere Bengale'in başlangıcı çok kaliteli, derin ve zengin. Aynı zamanda doğal kokuyor. Yani bir parfümden istenebilecek her şartı yerine getiriyor. Lavantayı çok sevmesem de burada müthiş kullanılmış. Üst notalarda hissedilen ve öne çıkmayan aromatik otlar harika. Baharatlarsa enfes. Bazı yorumcular köri de denilen acı sosuna benzetmişler kokusunu. Evet çağrıştırıyor. Bu efekti muhtemelen biber-kara biber ve zencefil karışımı veriyor. Tabi bu baharatlar kokuyu da oldukça sıcak yapmışlar. Modern ve ayarında kullanılmış tatlılık memnun edici. Başlangıcı kusursuz diyebilirim.

Orta kısımda kokunun yönü çok değişiyor. Ortaya müthiş bir tütün çıkıyor. Uzun zamandır en severek kokladığım ve zevk aldığım tütüne burada rastladım. Neredeyse hiç tatlılık olmayan kuru-tozlu-eski tütünden bahsedebilirim. Biraz maço ve bolca erkeksi. Pipoları yada pipo tütünlerini çağrıştırıyor. Hatta pipo içilen bir odaya girdiğinizde duyduğunuz o dumansılık vardır ya, işte neredeyse ona benziyor. Tütüne eşlik eden baharatlarla uyum şahane. Kimi yorumcular tütüne kuru ot ve ölmez otu notalarının eşlik ettiğinden bahsetmiş. Şöyle bir düşündüğümde yine hak veriyorum. Tozlu-eski tarz fujer tütünü, kuru otsu his verebilir. Belki de bu notalar gerçekten vardır. Zaten varsa da hiç şaşırmam. Orta bölümü nefis bir dumansı tütün kokusu olarak hafızama kazınıyor.


Son kısımsa orta notalarla paralel ilerliyor. O dumansı tütün hala etkili. Fakat artık baharatlar yok. Onun yerine eski bir dost olan meşe yosunu var. Kimi yorumcular vanilyadan da bahsetmişler. Fakat ben algılayamadım. Alt notalar biraz ortalama olmuş sanki. Daha ilginç bir vanilya kullanımı olsaymış, rahatlıkla on puan verilebilecek parfüm olabilirdi.

Fougere Bengale, bence sert ve alışması zor bir parfüm. Hele ki tütün kokusunu sevmiyorsanız hiç denemeyin. Kullanım sürecinde daha ilk gün hayran kaldım kokusuna. Algıları zorlayan, kimilerine tuhaf gelebilecek, günlük kullanıma çok uymayabilecek, karşı cinsten güzel övgüler alamayacağınız bir parfüm olacağını düşünüyorum. Yani günümüzün modern tatlımsı baharatlı piyasa parfümlerinin oldukça uzağında. Çok güvenli kokmuyor. Deneyen çoğu kişi beğenmeyebilir.

Sigaradan ve sigara dumanı kokan her yerden nefret etsem de tütün merkezli parfümleri seviyorum. Hele hele pipo tütününe benzer parfümlere rastladığım zaman çok memnun oluyorum. Onun içinde Fougere Bengale'i sevdim ve benimsedim. Benim için bir şişesi alınabilecekler listesine girmiş durumda.

Fougere Bengale, yüksek kaliteli bir parfüm. Yapaylığa rastlanmıyor. Kimileri onun "ilaç" gibi koktuğunu söylese de katılamayacağım bu görüşe. Sevmesi ve alışması zor bir parfüm olduğundan dolayı 1-2 defa denemek yanıltıcı sonuçlar verebilir. Eğer hala sevemediyseniz zaten size uygun değildir. Fazla zorlamayın.

Çok kompleks, derin, karmaşık, egzotik çağrışımlarla dolu bir seyahat oldu benim için Fougere Bengale. Hayatımın ilerleyen dönemlerinde Hindistan'a gider miyim bilemiyorum. Oradan motorsiklet kiralayıp, bütün Hindastan'ı geçip, Bengal bölgesine yolum düşer mi şüpheliyim? Meşhur Bengal ormanlarında soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan Bengal Kaplanı gibi şahane bir hayvanla karşılaşır mıyım? Toprak yollardan geçip, Assam'ın dünyaca ünlü çaylarından içer miyim? Uzun yıllar sömürge olmuş bu topraklarda, misyonerlerin kurdukları kolonyal mimariye sahip kiliseleri gezebilir miyim? Dünyanın en fakir köylerinden geçerken, ayakları çıplak çocukların bana el sallamalarına karşılık verir miyim? Hava karardığında bir köyde misafir edilir miyim? Evlerindeki tek yemek olan pirinç pilavını büyük bir cömertlikle bana ikram ederler mi? Assam'da derme çatma evlerin olduğu, dünyanın umurunda olmadığı bir köyde, gece yakılan ateşin karşısında uyuklar mıyım? Neden olmasın...


Fougere Bengale, Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında baharatlı lavanta olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört yıldız verilmiş ve çok başarılı bulunmuş. İşte Luca Turin'le aynı fikirdeyiz sonunda.

Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Kokusunun tasarımını, aynı zamanda markanın kurucusu Marc Antoine Corticchiato yapmış. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Sıcak yaz günlerinde denemenizi tavsiye etmem. Oldukça boğucu ve yorucu olacaktır sizin için. Otuz yaş ve üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Tabiki denemeden almayın.

Koku Güzelliği:10/8

13 Aralık 2013 Cuma

Christian Dior – Bois d’Argent (2004)


Christian Dior – Bois d’Argent (2004)

" Christian Dior’un La Collection Privee serisi, zor bulunan ve kişiye özel parfümlerden oluşan bir koleksiyondur. Bu özel serideki kokular, olağanüstü saf materyallerle, sadece özenle seçilip kullanılarak oluşturulan, erkek ve kadın için otantik ve şık parfümlerdir. Dior'un parfüm yaratım atölyesinde geliştirilen La Collection Privee serisi, Dior'un uzmanlık ve ar-gesini ifade eder."

Yukarıdaki alıntıyı Christian Dior'un internet sitesinde bulabilirsiniz. Dünyanın en büyük kozmetik ve moda markalarından olan Dior'un, parfüm alanındaki ağırlığını anlatmama gerek yok sanırım. Onlarca parfümüyle pazarda büyük bir yer kaplayan Dior'un, üst düzey parfümcülüğü simgeleyen "niş" alanında ürün vermemesi düşünülemezdi.

Bu amaçla, sadece Dior butiklerinde ve bazı özel internet sitelerinde çok yüksek fiyatlara satılan La Collection Privee serisi, 2004 yılında hayata geçmiş bir proje olarak önümüzde duruyor. İlk olarak üç parfümle başlayan Dior'un özel parfüm serisi, 2013 yılı sonu itibariyle on beşe ulaşmış durumda. Hepsi aynı şişe tasarımına sahip bu serinin, niş parfümlere rakip olması planlandı muhtemelen.



Bugün inceleyeceğim Bois d'Argent, La Collection Privee serisinin ilk çıkan üç parfümünden birisi. Tanıtımı kısaca şöyle yapılmış: "Özel ve derin, değerli bir içeriği zarifçe sarmalayarak form oluşturur. Pudralı ve biraz odunsu. Bu koku kavrayıcıdır. Algısal ve tamamen benzersiz."

Bois d'Argent'i üzerime ilk sıktığımda karşıma oldukça şekerli pudra kokusu çıktı. Bu aşırı tatlı pudra, çiçeksilik barındırıyor denilebilir. Açıklanan notalarında iris (süsen) var. Muhtemelen iristen geliyor bu pudramsılık. Fakat karamelize edilmiş gibi. Başlangıcını çok sevdiğimi söyleyemem. İlerleyen dakikalarda orta kısma geçiliyor. Burada radikal değişim var. Yoğun pudramsılığın yerini burnu yoran kuru tütün-eski mobilya benzeri koku alıyor. İlk kokladığımda kül tabağına benzettiğim bu kokunun reçinemsi metalik odunsular, yapay amber ve tozlu paçuliden geldiğini söyleyebilirim. Ama orada bir yerlerde tütün olduğunu düşünüyorum. Bu tuhaf ve kuru orta kısmı da çok sevdiğimi söyleyemem. Geçeyim alt notalara. Son kısımlarda bu sefer pudramsı ve kuru vanilya ve misk hissediyorum. Parfümün en beğendim tarafı kapanışı oldu. Böylece de tenden ayrılıyor.

Bois d'Argent'in, genel olarak şekerli pudralı çiçekler, reçinemsi odunsular ve kuru paçuliden oluştuğunu düşünüyorum. Başlangıcının benim için bile fazla tatlı olduğunu özellikle vurgulayayım. Orta kısımdaysa tuhaf bir yapaylık daha doğrusu uyumsuzluk hissediyorum. Ağzına kadar dolu kül tabağı kokusuna benzettiğim orta kısmı biraz zorlama buldum. Herkesin sevebileceği gibi değil. Biraz köşeli burası. Son kısımdaysa çok hafif pudralı vanilya harika olmasa da yine de en kabul edilebilir tarafı benim için.


Bois d'Argent, niş parfümlerle rekabet etmesi gereken bir arkadaş. Kokusunu genel olarak yüksek kaliteli bulmadım. Çok rahatsız eden yapaylık olmasa da yine de burnu büken bir tarafı var. Güvenli değil kokusu. Denemeden almamak lazım.

Özellikle başlangıcındaki şeker oranı diyabeti olan insanlara hiç de iyi gelmeyecektir. Buradaki tatlılık büyük ihtimalle balla sağlanmış. Zaten açıklanan notalarında bal var. Başlangıçta bıktırıcı olan balın etkisi, neyseki ilerleyen saatlerde azalıyor. Fakat hala tatlı sayılabilecek yapısı var. Eğer bu tür tatlı kokuları sevmiyorsanız size uygun olmayacaktır.

Kimi yorumcular Dior Homme'a benzetmişler. Bois d'Argent ile Dior Homme arasında nasıl bir bağlantı kurulmuş çok anlayamadım. Bir kere Dior Homme'daki o makyaj malzemesi kokusu burada yok. Evet iki parfümde de iris kullanılmış. Dior Homme'da çok daha baskın olan iris, burada çok daha az kullanılmış. Zaten kalite olarak da Dior Homme'un yanına yaklaşabilecek gibi değil.

Bios d'Argent, bazı kaynaklarda uniseks bazı kaynaklarda erkek parfümü olarak geçiyor. Başlangıcı için kadınsı denebilir, itirazım olmaz. Fakat ikinci bölüm için erkeksi diyebilirim. Garip bir parfüm. Nasıl bir tarzı ve amacı olduğunu anlayamadığımı itiraf ediyorum. Çok başarılı olmayan, akılda kalıcılığı az, benim için bir şey ifade etmeyecek sıradan bir parfüm olarak hatırlayacağım Bois d’Argent’i.


Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında odunsu badem olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç yıldız verilmiş. Yorumu yazan Tania hanım süt ve balın birlikteliğinden bahsetmiş.

Parfümümüz ünlü burunlardan Annick Menardo'nun eseri. EDC konsantrasyonuna sahip olmasına rağmen kalıcılığı gayet iyi. Fark edilirliği oldukça zayıf. Zaten bir çok yorumcu bu durumdan şikayet etmiş. Bence ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde kullanmak daha uygun olacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

12 Aralık 2013 Perşembe

Kadın Olmanın Keyfi – JOY


Kadın Olmanın Keyfi – JOY

Kimya bölümünde okuyan bir koku sever Batuhan. Parfümler ve kokularla ilgili yaklaşımı beni mutlu ediyor. Eğitimini aldığı bölümü sırf bitsin de gideyim diye okumuyor. Öğrenmeye çalışıyor, araştırıyor ve ilgileniyor. Darısı diğer üniversite öğrencilerinin başına.

Ara ara kendisiyle haberleştiğimiz Batuhan, parfüm ve kokularla ilgili araştırmalarının sonucunda bana yazılar da gönderiyor. Ve bende bu tür ilginç hikayelere sayfamda yer vermeyi kendime zul görmüyorum. Okuyacağınız satırlar konuk yazarımız Batuhan tarafından kaleme alındı. Parfümler ve kokularla ilgili bu tür farklı konuları bana ulaştırırsanız, sitemde memnuniyetle yer veririm.

Batuhan, Jean Patou’un efsane kadın parfümü JOY’u anlatan bir metinle karşınızda. Artık aradan çekileyim ve sizi JOY’un hikayesiyle baş başa bırakayım.  

“Wall Street borsası 1929 yılında çöktüğünde, tüm sanayileşmiş batı ülkelerine etki eden ve on iki yıl boyunca süren büyük buhran dönemi başlamıştı. Ekonomik çöküşün yarattığı şok etkisi bütün dünyaya dalga dalga yayıldı. Bütün olumsuzlukların arasında, mali krizi aşabilmek, seçkin müşterilerine en iyi hizmeti vermek isteyen Jean Patou, bu buhrana ''Dünyanın en yüksek maliyetli parfümü''nü yaratma planı ile tepki verdi. Sonuç; JOY'du!


İlk başlarda insanlar Jean Patou'nun deli olduğunu düşündüler. Ekonomik çöküşün getirdiği sıkıntılı dönemden kurtulmanın çaresi sadece bir parfüm müydü? Düşüncesinden emin olan Jean Patou, kendi modaevinin baş parfümcüsü olan İspanyol Henri Almeras'a istediği malzemeden, istediği kadar kullanma özgürlüğü tanıyarak, şu ana kadar dünya üzerinde yaratılmamış güzellikte bir parfüm yaratmasını istedi. Bu fikri büyük şaşkınlık ve sevinç içerisinde kabul eden Almeras, 28 düzine Bulgar Gülü ve 10.600 tane Grasse Yaseminini bir araya getirerek, o güne kadar hiç bir burunun erişemediği koku elde etti. Jean Patou'nun JOY'u artık dünyaya ayak basmıştı. 

Bu olağanüstü zengin ve güçlü ikiliden alınan tek nefes, sizi yedinci cennet katına çıkartacak kadar büyüleyiciydi. JOY o kadar konsantre parfüm ki, hiç bir sabitleyiciye ihtiyaç duymaz. Tamamen katışıksızdır. Romantizmin zirvesidir. Parfümlerde ulaşılabilecek en üst mertebedir. Kadınsı bir dinamittir o. Rakipsizdir ...

JOY'un mükemmelliğine gölge düşürmek istemeyen Jean Patou, JOY'un şişesinin de,  kokusu kadar mükemmel olmasını istedi. Bunun için Art Deco sanat akımının öncülerinden mimar Louis Sué'den, JOY’un şişesini tasarlamasını istedi. Sadeliğin, romantizmin, gücün ve eşsizliğin tasviri olan bir şişe ortaya çıktı. JOY artık tam anlamı ile hazırdı.


Ekonomik krizin böylesine muhteşem bir sonuç ortaya çıkaracağı kimin aklına gelebilirdi? Jean Patou'nun aklına geldi ve bizlere JOY'u sundu. Yapımı en pahalı parfüm. En eşsiz parfüm. En rakipsiz parfüm. Dünyanın en çok satan parfümleri arasında ikinci sıradaki yerini ısrarla koruyor. Birinci sıra tahmin edebileceğiniz gibi Chanel No:5 'in. Fakat kimi yorumcular JOY'un, No:5'ten çok daha üst seviyede bir parfüm olduğuna inanıyor. Umarım JOY, bir gün karşınıza çıkar ve bu sayede cennetin kapılarını aralarsınız...”

Batuhan CEYLAN

10 Aralık 2013 Salı

Profumum Roma – Santalum (2003)


Profumum Roma – Santalum (2003)

Hikayenin 1996 yılında başladığını söyleyebiliriz. Bugünlerde nüfusu 250 kişiye kadar düşmüş küçük bir İtalyan kasabası olan Sant Elena Sannita'da yaşayan Celestino Durante, bıçak bileyiciliği yapıyordu. Bay Durante ve eşi, çocuklarına sağlam bir zanaatkarlık ruhu aşılamıştı.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra aile Roma'ya taşındı. Başkent Roma'da küçük bir dükkan açtılar. Dükkanlarında el yapımı sabunlar, kolonyalar ve diğer güzellik ürünleri satmaya başladılar. 1996 yılında ailenin büyük çocuğu, Profumum (Pro-Fumum Roma) niş parfüm markasını hayata geçirmeye karar verir. Diğer üç kardeş de işin ucundan tutunca, dört kardeş olarak yollarına devam ederler.

Profumum Roma markası olarak felsefelerini, "hafızamızdaki kokular yoluyla, hislere ve duygulara mesajlar göndermek" olarak belirtmişler. "Umarız ki başarılı oluruz ve bu işi yapmaya devam ederiz" diyecek kadar da açık sözlüler.


Bir yerde, parfümlerinde sadece 8-10 esans kullandıklarını ve minimum % 43 oranında konsantre kokulara imza attıklarına rastladım. Bugün yazacağım Santalum, çok öne çıkmış parfümlerinden değil. Kendi sitelerinde şu ilginç yazıyla tanıtılmış:

Kokulu adaklığın dumanları gök yüzüne yükselir.
Çiçekten çelenkler, sütunlar ve heykeller her yerde.
Halılar ve perdeler hazırlanmıştır.
Sıcak ve nemli hava etraftadır
kutsal ormanın kokusu olan.
Tören başladı...

Santalum'un açılışı, çok güzel bir sandal ağacıyla gerçekleşiyor. Yüksek kaliteli sandal ağacına biraz da reçine destek veriyor. Pürüzsüz ve kusursuz başlangıcı pek alışıldık değil. Geçeyim orta kısma. Burada büyük değişim göstermiyor kokusu. Sandal ağacına baharatlar ekleniyor sadece. Muhtemelen tarçın. Fakat çok baskın değil tarçın. Yani öne çıkmaya çalışmıyor kesinlikle. Reçine ve sandal ağacına huşu içinde uyum sağlıyor. Biraz da egzotik amber var. Orta kısmı harika dersem abartmış olmam. Son kısımda yine aynı düzlemde devam ediyor. Fakat alt notalarda tütsü ve kuru paçuli hissediyorum. Hafiften Angel'a benzettim buradaki paçuliyi. Tabiki Angel'daki gibi kremsi ve tatlı değil. Daha kuru, ciddi ve mesafeli. Hatta biraz da çikolatayı andırdığını düşünüyorum. Gayet güzel kapanışa sahip.


Santalum'un, ismi anlaşılacağı üzere sandal ağacından geliyor. Şimdi sandal ağacı isimli bir parfümde baskın öğenin doğal olarak sandal ağacı olması beklenir. Başlangıçtaki baskın sandal ağacını saymazsam, genel olarak reçine, kuru baharatlar, dumansı tütsü aksında ilerliyor.

Santalum'un yüksek kalitesinin karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. İnanılmaz bir pürüzsüzlüğe sahip. Bu kadar doğal, gerçekçi ve rafine notalara şapka çıkartmamak büyük haksızlık olur. Bu anlamda muadili niş markalara adeta fena bir göz dağı veriyor. Çok etkilendim kalitesinden.

Santalum, genel olarak basit kokuyor. Düz çizgide ilerliyor. Hatta minimal yapıya sahip diyebilirim. Sandal ağacı, reçine, baharat ve dumansı tütsü. Hepsi bu. Fakat bu az sayıdaki nota o kadar güzel harmanlanmış ki, ortaya müthiş bir parfüm çıkmış. Evet çok gösterişli veya kokoş değil. Derin, azıcık karanlık, sakin, sade, mistik, çok farklı bir "mod" kokusu olduğunu düşünüyorum.


Santalum beni hem şaşırttı hem de sevindirdi. Şaşırttı çünkü derinliği ve farklılığı çoğu kişi tarafından es geçilmiş gibi. Neden bu kadar az bahsedilen bir parfüm olduğunu anlamadım. Parfüm platformlarında hakkında fazla şey olmaması ilginç geldi bana. Diğer taraftan sevindim çünkü gizemli karanlığı, süet pürüzsüzlüğündeki kalitesi, beni farklı bir ruh haline sürüklemesi memnun edici. Böyle bir hissi en son Chergui'de yaşamıştım diye hatırlıyorum.

Santalum, çok modern bir kokuya sahip. Zaten daha on yıllık bir parfüm. Sevindirici olansa fazla tatlılık barındırmaması. Biraz tatlılık hissedilse de rahatsızlık verecek seviyede değil. Bu anlamda güzel bir dengeye oturtulmuş.

Şöyle bir geriye çekilip düşündüğümde Santalum günlük kullanım için o kadar da uygun değil. Ambians kokusu gibi kullanılsa çok daha zevk verebilir. Mesela modern şekilde tasarlanmış küçük stüdyo dairenizde, ışıkların kapalı olduğunu düşünün. Sadece mumlarla aydınlatılan yarı karanlık bir daire. Fonda Sade'in o nefis sesinden By Your Side şarkısını dinliyorsunuz. Saat gece yarısına yaklaşıyor. Yaktığınız tütsünün kokusu odanın içinde yayılıyor. Evinizin camından aşağıdan geçen arabaların farlarından gelen ışıkları izliyorsunuz, ne düşüneceğinizi bilmeden...

Şimdi de Budist ayinindeyiz. Budha’nın insanlığa öğütlediği barış ve kardeşlik öğretisini takip eden müritleri onun ruhuna şükranlarını ve hediyelerini sunuyorlar. Serin geceyi, meşaleler ısıtıyor. Tütsüler ve mumlar yakılmış. Dualar ediliyor. Her dinin takipçilerinin amacı aynı değil mi oysa ki? Dostluğun, adaletin, iyiliğin ve güzel işler yapmanın, hayatımıza egemen olması için çalışmıyor mu din adamları? O zaman neden olmuyor ve savaşıyoruz, acımıyoruz, öldürüyoruz, ötekileştiriyoruz, iktidar kavgaları yapıyoruz, kıskanıyoruz, hep daha fazlasını istiyoruz, başkasının hakkına saygı duymuyoruz?  Neden varlığımıza uygun olmayan kötülüklerin peşinden gidiyoruz? Yoksa özümüz mü kötü? İnsanın gerçekliği bu mu? Hiç sanmıyorum…


İlginç bir durumda parfümün sıvısının rengiyle ilgili. 2003 yılında ilk çıktığında siyah renkliydi Santalum. İlerleyen yıllarda kokusu reformülasyon geçirmiş. Parfümün rengi siyahtan, su rengine dönmüş gördüğüm kadarıyla. Yada şişesinin rengini değiştirmişler. İkisinden birisi.

Uniseks olarak piyasaya sürülmüş olsa da bence erkeksi nüanslar daha ön planda. Sonbahar-kış mevsimlerinde kullanmak çok daha etkili olacaktır. Yirmi beş hatta otuz yaş üzerindeki arkadaşlara öneririm.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8