15 Ocak 2014 Çarşamba

Tom Ford – Noir de Noir (2007)


Tom Ford – Noir de Noir (2007)

Kombinasyonlar, hayatımıza farklılık getirir. Kendimizi "diğerlerinden" ayırmanın yollarındandır bence. İnsan olmanın sonuçlarından birisi de kendisini başkalarından farklı görme arzusunda olmasıdır. Farklı kıyafetler, farklı arabalar, farklı arkadaşlar, farklı zevkler, farklı parfümler ve farklı kokular.

Her ne kadar bir matematik terimi gibi görünse de kombinasyonlar, hayatımızı başkalarınınkinden ayrıştıran karmaşık algoritmalardır bence. Bir modacının zihninde, tasarladığı kıyafetlerle ilgili onlarca kombinasyon geçerken, bir mimar, cephe tasarımında yüzlerce kombinasyona başvurma şansına sahiptir. Hele ki sanatçıları düşünürsek bu işin ucu bucağı olmadığı söylenebilir.

İşte parfüm tasarımcılarının da tam olarak yaptığı iş bu: kombinasyon. Dünyaca ünlü parfümörler ellerindeki koku skalası içinde değişik kombinasyonlarla yaratacakları eserlerine istikamet çizmeye çalışırlar. Uzun uğraşların sonunda kendilerine göre mükemmele en yakın formüle ulaşmayı denerler. Onlarca molekülü ve akoru karıştırırlar, başaramazlar, yeniden denerler. Tütün ile portakal çiçeği denenir, kakule ile fesleğen karıştırılır, mimoza ile amberin uyumuna bakılır, paçuli tütsünün içinde eritilir, gül ile çikolata kombinasyonu koklanır. Ve karar verilir. Nasıl ki hayatımız da ince bir dengeye oturmuşsa, parfümör de yapıtını belli dengeleri gözeterek oluşturur.

İyi de bir dakika! Son maddede gül ve çikolata mı dedim? Gül aromalı çikolata, yada çikolata parçalarının arasına eklenmiş kırmızı gül yaprağı. Sanırım iki kombinasyon da aynı noktada buluşacaktır. Şunu belirtmek gerekir ki gül ve çikolatanın işbirliği fikir olarak harika. Peki ama uygulama nasıl? İşte bu sorunun cevabını, Tom Ford'un kozmetik birimi cevaplamış. Bu yanıtın ismini de Noir de Noir koymuş.


Tom Ford'un her yerde satılmayan ve çok yüksek fiyat etiketine sahip özel parfüm serisi "Private Blend"in son yıllarda öne çıkan aktörlerinden birisi Noir de Noir. Bir çok parfüm platformunda övgüyle söz edilen ve bolca tavsiye edilen Noir de Noir, Parfüm Merakı'nın da kıskacında şu andan itibaren. Bir süredir kullandığım Noir de Noir'i elimden geldiğince sizinle tanıştırmak istiyorum.

Kendi sitelerinde "karanlık bir oryantal şipre" olarak sınıflandırılmış. Ve kısaca şöyle tanıtılmış: "Bu koku safran, siyah gül, siyah truffle ve çiçeksilikle örülmüştür. Geri planda vanilya, paçuli, öd ağacı ve ağaç yosununun keskin yumuşaklığı, şehvetli bir koku deneyimi sağlıyor."

Noir de Noir'in açılışı yoğun bir gülle gerçekleşiyor. Karanlık, sağlam, derin ve koyu. Üst notalarda çok büyük bir gül egemenliği hakim. Bu anlamda biraz Montale'lere benziyor. İlerleyen dakikalarda kokusunda büyük değişim görünmüyor. Güle safran ekleniyor. Bu durum onu biraz içkimsi-tütünsü hale getiriyor sanki. Güle azıcık öd ağacı da eşlik ediyor. Orta notalarda güle hissedilir oranda paçuli de ekleniyor. Kuru paçuli ve gülün birlikteliği etkileyici. Tabi truffle denilen bir tür tatlıyı da unutmamak lazım. Hatta burada acımsı kakao, tatlılık olmayan bitter çikolata hissi bile var. Son kısımda gülün etkinliği azalırken, ortaya çok rafine olmayan tek düze vanilya çıkıyor. Alt notaları biraz sıradan olmuş gibi. Böylece de tenden ayrılıyor.


Noir de Noir, ismi gibi siyah daha doğrusu karanlık bir parfüm. Özellikle başlangıçtaki gül suyu efekti enteresan. Buradaki gül, Oud İspahan'ın başlangıcındaki gibi ferah değil. Çok daha acımsı, sert, yoğun ve gizemli. Başarılı kullanılmış üst notalarda gül. Fakat yine de bir çok gül parfümüne benziyor doğal olarak. Mesela ucunda kıyısından Black Aoud'u andırıyor. Fakat hepsinden daha karanlık. Lyric Man'deki güle de benzettim Noir de Noir'deki kullanımı. Özellikle başlangıcını.

Orta kısımda gülün baskın yapısı devam ediyor. Fakat safran hemen kıyısına ilişiyor gülün. Safranı pek sevemiyorum parfümlerde. Burada da çok hoşuma gitmedi. Safrandan sonra ikinci yardımcı oyuncu tütün. Evet o bir tütün kokusuna sahip değil fakat zaman zaman burnunuzu ıslak/dumansı tütün yokluyor. Yada zihnim beni yanıltıyor. Orta notaların en güzel sürprizi paçuli. Gül ile harika bir uyum sağlamış. Keşke bu ikili çok daha fazla öne çıkabilseydi. Paçuli, şekerli değil gayet kuru ve erkeksi kullanılmış. Ve bir çok kişinin bahsettiği çikolata bölümü. Günümüzün yeni nesil bol şekerli parfümlerine hiç benzemiyor. Bitter çikolata veya kuru kakao gerçekten de var arka planda. Fakat lezzetliden ziyade koyu ve karmaşık bir aura yaratıyor bu durum.

Noir de Noir, düz çizgide ilerliyor gibi görünüyor. Fakat ana eksenin etrafında kümelenmiş farklı nüanslar dikkat çekici. Gül, ana aksı oluştururken, diğer notalar, konunun bütünlüğünü sağlama görevini yerine getiriyor. Adeta niteleme sıfatı yada yardımcı fiil gibiler. Amaç, gül kokusunu yükseltmek ve onu yüceltmek.


Evet farkındayım gül parfümlerinin hepsinin birbirine benzediğinin. Noir de Noir'de rakiplerini andırıyor. Bir parça Lyric Man, azıcık Black Aoud, hafiften Oud İspahan ve diğerleri. Fakat onu diğerlerinden farklı kılan dozunda bir içki teması olduğunu düşünüyorum. Evet tam olarak gül kokulu şarap mı desem, ıslak tütün yapraklarının üzerine dökülmüş gül kokusu mu desem, paçuli ağacına damlatılmış gül özütü mü desem karar veremedim. Ama kimi yorumcuların onu biraz yapay ve ilacımsı bulmasını anlıyorum ve hak veriyorum

Noir de Noir, agnostik, karamsar, çarpıcı, cinsiyetsiz, gotik, mistik, sarhoş, bohem bir parfüm. Çok rafine ve pürüzsüz değil. O, Orta Çağ Avrupa'sının karanlık dehlizlerle dolu şatolarının kokusu olabilirmiş. Yada derebeylerin veya Rönesans öncesi skolastik dönemin parfümü olsa hiç yadırgamazdım. Hatta Avrupa krallıklarında etkili Hristiyan papazların, acımasız şövalyelerin veya korkutucu cadı hikayelerinin kokusu olabilir ancak. Osmanlı devletindeki saray entrikalarını bile aklıma getiriyor Noir de Noir.

Kendi sitelerindeki karanlık oryantal şipre çok doğru bir tanım. Şipre tarafı yoğun olarak hissedilmese de kokusunda eski/tozlu bir yanı var. Yani bu parfümü on sekiz yaşındaki genç arkadaşlara öneremeyeceğim. Biraz daha yaş isteyen herkese hitap etmeyecek farklı bir deney. Benim için bir şişesi alınacak gibi değilse de eğer gül kokularını seviyorsanız muhakkak denemeniz gereken seçeneklerden birisi gibi görünüyor. Kullanması ve sevmesi zor. Bence hiç de konforlu ve güvenli değil. Bu anlamda denemeden almak, çok yüksek fiyatına istinaden iyi fikir olmayabilir.

Geleyim başka önemli konuya. Farklı kaynaklarda Noir de Noir'in uniseks olduğu görülüyor. Aslında ilginç bir dengeye oturtulmuş. Başlangıçtaki yoğun gül kadınsı mesajlar veriyor. Orta kısımdaki safran ve paçuli erkeksilik katıyor. Sonlardaki vanilya yine kadınsılığı çağrıştırıyor. Geriye çekilip düşündüğümde hem kadın hem de erkeklerin kullanabileceği bir parfüm gibi görünüyor. Ama küçük bir farkla erkeksi yönünün öne çıktığını düşünüyorum.


Kokusunun tasarımını Harry Fremont yapmış. Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Parfüm kritikçisi Luca Turin, Noir de Noir'i gül çikolatası olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört puan vermiş. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun gibi görünüyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

12 Ocak 2014 Pazar

Ormonde Jayne – Ormonde Man (2004)


Ormonde Jayne – Ormonde Man (2004)

Ormonde Jayne markasının hikayesi, tam bir mükemmeliyetçi olan Linda J. Pilkington'un tutkuyla, hobisinin peşinden gitmesi sonucunda başladığı söylenebilir. Linda'nın parfümcülüğe ilgisi, çok genç yaşlarına kadar gidiyor. Parfümlere ve parfüm şişelerine büyük bir aşkla bağlı olan bu genç kız, kariyerine mis gibi kokan çiçekler satarak başlamıştı. Daha sonra kokulu mum ve banyo ürünlerinin yapımını öğrenmeye başladı.

İlerleyen yıllarda çıkılan bir dünya turu. Güney Amerika, Afrika ve Uzak Doğu'ya yapılan seyahatler. Detaylı gözlem gücüyle, gidilen yerlerden toplanan doneler. Dört tarafı nefis bitki örtüsüne sahip fantastik coğrafyalar ve oraların sarhoş edici kokuları. Linda'nın çocukluk hobisi olan egzotik yağları ve esansları araştırması. Kokular dünyasını öğrenmeye ve anlamaya çalışması.

Ve eve dönüş... Artık kokulara aşık olduğunu fark etmesi ve parfüm yapımına başlaması. Yeni parfüm koleksiyonunu Londra'da görücüye çıkarması. Onun ilham verici vizyonunun, ilgi odağı haline gelmesi. Kendi yüksek standartları dikkate alınarak doğan, Ormonde Jayne'in parfüm serisi. Her birini tutkuyla oluşturduğu parfümlerinin şişelemesini ve paketlemesini Londra'daki stüdyosunda yapması.


İngiltere merkezli niş parfüm evi Ormonde Jayne'in hikayesi neyse ki mutlu sonla bitiyor. Çünkü "Parfumista"ların oldukça ilgisini çeken bir marka haline dönüşmeye başlıyor gördüğüm kadarıyla. 2014 yılı başlarına kadar on altı parfüme imza atmış durumdalar. İnternette rastladığım bir söyleşisinde iddialı da bir söz veriyor koku bağımlılarına bayan Pilkington: "Biz hiç bir zaman parfümlerimizi reformüle etmeyeceğiz ve onların üretimini bitirmeyeceğiz." O zaman bize de bu sözün takipçisi olmak düşüyor.

Ormonde Man, markanın az sayıdaki erkek parfümünden birisi. Hatta en popüler ve en çok konuşulanı dersem yanlış olmaz. Kendi sitelerinde odunsu olarak sınıflandırılmış. Parfümün üst notalarında karşıma ardıç meyvesi ve bergamot çıkıyor. Yüksek kaliteli, neredeyse ferah, yeşil, rahatlatıcı ve müthiş. Başlangıcı etkileyici Ormonde Man'in. Orta kısımda hissedilir oranda değişiyor kokusu. Bu noktadan itibaren odunsu notaların ağırlığı hissediliyor. Yine başlangıcı gibi aromatik kullanılmış çam-sedir gayet iyi bir ikili olmuş. Parlak ağaçsılara yine aromatik/yeşil yumuşak baharatlar ekleniyor. Muhtemelen kakule ve pembe biber. Evet bence ağırlık biberde. Gerilerden biraz da kabe samanı (vetiver) ve yeşil aromatik otlar hissediyorum. Orta kısmını da başarılı buldum. Geleyim sonlarına. Alt notalarda yine değişim söz konusu. Baharatlar iyice geride kalıyor. Onun yerine parlak süetimsi odunsuların ağırlığı artıyor. Alt notalar artık İso E Super destekli yapaylık sınırındaki odunsu notalara göz kırpıyor diyebilirim. Sanırım parfümün en beğenmediğim yeri kapanışı.

Ormonde Man, aromatik odunsu baharat kokusuna sahip diyebilirim. Genel olarak erkeksi, parlak, ferah, aromatik otsu yeşil yapısı dikkat çekici. Baharatlar tatlı değil, kuru olarak kullanılmış. Odunsu notalar depresif ve koyu değil, şeffaf ve anlaşılabilir olarak düşünülmüş. Yani Encre Noir tarzı karanlık odunsuluk yok. Tamamen açık, kabul edilebilir, sevilebilir, kullanılabilir ve bir çok kişi tarafından favori ilan edilebilir.


Başlangıcı ve orta kısmı gerçekten güzel ve farklıyken, sonlarında pek bir numara olmayan ortalama yapay odunsular, küçük çaplı hayal kırıklığına mazhar etti beni. Hayal kırıklığımın çapı ile koku güzelliği arasında doğru yada ters orantı yok. (Bu cümlede ne demek istediğimi bende anlamadım)

Çam ağacı, reçine, aromatik baharatlar, kozalak, otsular, soğuk havada ormanda kamp yapmak ve Serdar Kılıç geliyor aklıma serbest çağrışım anlamında. Bir dağ evindeyim. Hava soğuk ama güneş var. Şömineyi yakmak için odun kesmem gerekiyor. Evin verandasına bağlı kocaman sibirya kurdu köpeğim beni izliyor. Kucağıma aldığım ıslak yosunlu kütükleri içeriye taşıyorum. İşte o sırada burnuma gelen ağaç kokusunu hatırlattı bana Ormonde Man.

Modern, günümüze uygun, şık ve günlük kullanımda sırıtmayacak bir arkadaşımız olarak görüyorum Ormonde Man'i. Özel günlerde, gece davetlerinde, belediye başkanından plaket alınacağı gün kullanmak doğru zamanlama olmayabilir.

İlk denediğim andan itibaren bir parfüme yada kokuya çok benzettim ama kesinlikle hangisi olduğunu çıkartamıyorum. Daha sonra biraz düşündüm ve aslında bir parfüme benzemediğini fark ettim. Garip bir "gözüm ısırıyor ama nereden" hissi yaşattı bana. Çok benzemese de Fille en Auguilles ve Comme des Garcons - 2 Man'i andırıyor uzaklardan.


Parfümün tasarımını aynı zamanda markanın kurucusu Linda Pilkington yapmış. Dört mevsimde de kullanılabilecek yapıda. Bu anlamda oldukça işlevsel olduğu söylenebilir. Yeşil, çamsı, aromatik baharatlı parfümleri seviyorsanız muhakkak deneyin. Başarılı bir seçenek. Sonları dışında.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Luca Turin beş üzerinden beş puan vererek, en beğendiği parfümlerden birisi olduğunu söylemiş. Ayrıca yeşil odunsu olarak sınıflandırmış. Bir başka parfüm yazarı Chandler Burr’de beş üzerinden beş puan vermiş Ormonde Man’a.

Koku Güzelliği:10/7.5

9 Ocak 2014 Perşembe

Lolita Lempicka Au Masculin (2000)


Lolita Lempicka Au Masculin (2000)

Evet farkındayım Lolita kelimesinin zihinlerde yaptığı çağrışımı. Lolita kelimesinin genel anlamda negatif olarak düşünüldüğünü fark etmemek mümkün değil. Nasıl olmasın ki. Edebiyat dünyasının tanınan isimlerinden Vladimir Nabokov'un yazdığı roman, aslında bir çok kişinin, gizli kalmış duygu dünyasını bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarıyordu. Nabukov, Lolita ismiyle kaleme aldığı romanında, bir adamın çocuğu yaşındaki kıza karşı hissettiği büyük aşkı anlatıyordu. 21. yüzyılın ahlak anlayışına göre kınanması gereken bu davranış bozukluğu, edebiyat tarihinin en sıradışı kitaplarından birisinin konusu olmuştu. Okuyan herkesi derinden etkileyerek.

Lolita karakterinin büyük kitlelere ulaşması, yine Amerikan film endüstrisi ile gerçekleşmişti. Kült yönetmen Stanley Kubrick'in aynı isimli Nabukov'un romanından uyarladığı 1962 yılı yapımı filmi, dünya çapında büyük ses getirdi. Kimi yorumcuların şiddetle eleştirdiği filmin konusu, alışılmamıştı. Her şok edici fikir gibi, bu dramatik aşk hikayesi de dirençle karşılandı. Fakat Kubrick gibi bir ustanın yönettiği film, kısa süre içinde önemli klasikler arasına girdi.

Böylece "Lolita" kelimesinin etrafında efsunlu bir hale oluştu. Çoğu zaman kısık sesle söylenen kimi zaman müstehzi bir gülümsemeyle bahsedilen kimi zaman konusu geçtiğinde sözü değiştirilen bir kavram olarak karşımıza çıktı Lolita. Hatta psikolojide "Lolita Sendromu" bile konuşulmaya başlandı. Fakat ok yaydan çıkmıştı. İnsan ruhunun derinliklerindeki bir çok karanlıktan birisiydi günaha davet. Ve her yasak, doğal tepki olarak, ona olan ilgiyi ve merakı arttırıyordu.


İşte bütün bu etkileri veya ön yargıları düşünerek yaklaşıyorum Lolita Lempicka markasına. Özellikle isminden dolayı tam bir kadın markası imajı veriyor. Bir çok kişi tarafından böyle algılandığına şüphe yok. Zaten durumlarından çok da şikayetçi olmadıkları anlaşılıyor. 2014 yılı başı itibariyle piyasaya sürdükleri 39 parfümün, 35'inin kadın kokusu olması, hedef kitlelerinin kim olduğunu rahatlıkla anlamamızı sağlıyor.

Geçtiğimiz aylarda, çıkardıkları ilk kadın parfümleri olan Lolita Lempicka'yı denemiş ve pek beğenmemiştim. Oysaki çok büyük bir ticari başarıya imza attı 1997 çıkışlı mavi elma şişeli Lolita. Hatta en çok satan kadın parfümleri listelerinde kendisine sürekli yer buldu. Ve Lolita Lempicka'nın, 2000 yılında yeni milenyum ile birlikte erkeklere sürprizi vardı. Bu popüler parfümden üç yıl sonra erkek versiyonu da çıkarıldı Lolita Lempicka'nın. Sadece isminin sonuna Au Masculin eklendi ve erkeklerin beğenisine sunuldu.

Tabi ilk başlarda Lolita isminden çekinmiş olabilir bir çok erkek. İsminin zihinlerdeki algısı malum. Fakat bu parfüm, erkekler için piyasaya sürüldü. Ülkemizde çok büyük ilgi gördüğünü söylemek zor fakat yurt dışında parfüm platformlarında oldukça sevildiğini fark ettim. Hakkında çok fazla konuşulması merakımı cezbetti ve kullanmaya karar verdim. Artık geçeyim parfüme. Kendi sitelerinde "Meyan Kökü Ağacı" olarak sınıflandırılan Lolta Lempicka Au Masculin'in tanıtımı şöyle yapılmış:


"Lolita Lempicka au Masculin, heyecana neden olan yoğun ve büyüleyici zıtlıkları kullanır. Bu parfüm, erkeklerin güçlü ve kırılgan yanlarını temsil eder. Tasarımcısının vizyonu, erkeği bir aşk hikayesinin dünyasına taşımaktır. Lolita Lempicka au Masculin, erkeğin yeni vizyonunu ifade eder.”

Üzerime ilk sıktığımda karşıma keskin ve yoğun anason çıkıyor. Parfümün başlangıcı ne turunçgilli ne baharatlı ne de odunsu. Tamamen anason-meyan kökü. Harika bulmasam da ilginç olduğu söylenebilir üst notaların. İlerleyen dakikalarda anason-meyan kökü kokusu etkisini aynen devam ettiriyor. Orta kısımda anasona tatlımsı pudralı vanilya ekleniyor. Biraz da nane. Bu bölümün Le Male'ye benzetilmesini gayet iyi anlayabiliyorum. Fakat Le Male'den çok daha alkol-anason kokusu hakim. Özellikle kıyafetimde, Bulgari - Black'e benzeyen plastiğimsi deri bile hissettim. Son bölümde anason etkisi azalıyor. Vanilya biraz daha öne çıkıyor. Gerilerden odunsu notalarda hissediliyor. Ama baskın değil. Böylece tenden ayrılıyor.

Lolita Lempicka Au Masculin, genel itibariyle anason-meyan kökü-vanilya aksında ilerliyor. Onun yoğun şekilde anason kokması, ülkemizin milli içkilerinden sayılan Rakı'yı çağrıştırıyor. Bu rakı çağrışımından haraketle, içki temasına yakın buldum kokusunu. Hatta bana katılır mısınız bilmiyorum ama "vanilyalı, şekerli rakı" olarak zihnimdeki yerini alıyor.


Sanırım bu tür anason-meyan kökü merkezli kokuları pek sevemiyorum. Aynı Lolita Lempicka (kadın) ve Fuel For Life'da olduğu gibi baş ağrısına sebep oldu Au Masculin. Bu anlamda çok hoş anılar bırakmadı arkasında.

Bahsetmem gereken bir konu da kokusunun içerdiği tatlılık. Başlangıcından itibaren tatlılık var. Orta kısımda vanilyanın da etkisiyle daha da şekerleniyor. Son kısım nispeten en az tatlı yeri. Buradaki şekerli hissi muhtemelen tonka fasulyesi veriyor. Açıkçası benim için biraz fazla tatlılığa sahip. Olumsuz yönlerinden birisi olarak değerlendirilebilir bu durum.

Bu haliyle bol tatlılık barındıran, piyasa kokusu olmaya çalışan, fazla bir şey vaat etmediğini düşünüyorum. Üzerime ilk sıktığımdan itibaren büyük değişim göstermiyor. Genel olarak aynı çizgide ilerliyor. Sürpriz yok, derinlik yok, farklılık yok. Bu durumun uzun kullanımlarda sıkıcı olacağını tahmin ediyorum. Hatta test sürecinde bile sıkıldım kokusundan.


Lolita Lempicka'da yoğun yapaylık mevcut değil. Fakat yüksek kaliteli yapısı da yok. Ortalama bir içkimsi vanilya kokusu olarak düşünülebilir. Eğer bu tür anason-meyan kökü parfümü arıyorsanız, her yerde uygun fiyatlara bulunabilecek seçenek olarak listenize alabilirsiniz. Onun dışında denemeseniz de büyük kaybınız olmayacaktır.

Parfüm yazarı Luca Turin kitabında Au Masculin’i, meyan kökü kolonyası olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört  vererek oldukça beğenmiş. Parfümün tasarımını ünlü burun  Annick Menardo yapmış. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Sıcak yaz günlerinde bunaltıcı ve bıktırıcı olabilir. Genç arkadaşların denemesini tavsiye ederim. Üst yaş grupları için uygun olur mu şüpheliyim.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.




Koku Güzelliği:10/5.5

6 Ocak 2014 Pazartesi

Miller Harris – L’Air de Rien (2006)


Miller Harris – L’Air de Rien (2006)

"Seks ikonluğu, fotomodellik, modacılık, oyunculuk, şarkıcılık, hayırseverlik, insan hakları savunuculuğu, annelik… Ama onu bu dünyanın en parlak, en albenili yıldızlarından biri haline getiren şey hepsinden öte ilham periliği. En başında ve hâlâ… Unutmadan; insan hakları savunuculuğu mühim. Zira ünlü düşünür Bertrand Russell’ın kuzeni olan Jane Birkin, 12 yaşındayken Uluslararası Af Örgütü’ne kaydolmuş ve sistem karşıtı biri olan babasıyla birlikte idam cezası karşıtı bir yürüyüşe katılmış.

Jane Birkin 1966'da, henüz 20 yaşındayken beyazperdenin en önemli yapımlarından birinde küçük bir rol kaptı. Michelangelo Antonioni’nin Julio Cortazar’ın öyküsünden uyarladığı Blow Up’ta Birkin, iri gözleri, kahküllü düz saçları, uzun bacakları, androjen bedeni ve pervasız tavırlarıyla kelimenin tam anlamıyla göz dolduruyordu. İki yıl sonra ikinci teklifini aldı genç İngiliz oyuncu. Serge Gainsbourg’un Slogan adlı filminde başrol oynayacaktı. Sözleşmeyi imzaladığı gün, tarihin en müthiş aşk hikayelerinden birinin kahramanı olacağını elbette bilmiyordu.

Rivayete göre, şöyle gelişmiş hikaye… 1960'ların idollerinden Brigitte Bardot’nun sevgilisi 41 yaşındaki Serge Gainsbourg önüne çıkan her kızı yatağa atma girişimlerini hiç ihmal etmemesine rağmen, kırık dökük, anlaşılmaz bir Fransızcayla konuşan, daha da kötüsü rol arkadaşının bir pop kültür tanrısı olduğundan bütünüyle habersiz 22'lik Jane Birkin’e dönüp bakmamış bile. Hatta bir çekim sırasında hoyrat azarlarla küçük hanımefendinin kalbini bile kırmış. Jane’in ağlamaktan öyle gözleri şişmiş, kızarmış ki çekim o gün iptal edilmiş. Alkolik karizma da, yaptığına pişman olup onu yemeğe davet etmiş, bir kadeh şampanyayla gönlünü almak için… Ve işte o geceden sonra bir daha hiç ayrılmamışlar. Paris’in özgür ruhlu mekanlarının, ışıltılı dans salonlarının, travesti kulüplerinin tanık olduğu en fırtınalı aşk hikayesi başlamış.

                                                          Jane Birkin ve Serge Gainsbourg

İkili hiç ayrılmıyor, her yere birlikte gidiyor, konserlerde partilerde boy gösteriyor, bütün dergilerin kapaklarını süslüyormuş. Derken Gainsbourg, aslında Brigitte Bardot için yazdığı Je t’aime Moi Non Plus şarkısını Birkin’le birlikte söyleyince büyük olay patlak vermiş. Şarkının öyle küstah sözleri varmış, Jane öyle seksi bir sesle söylüyormuş, iç çekmeler finalde öyle utanmaz orgazm sesleriyle taçlandırılıyormuş ki İtalya, İspanya ve İngiltere radyolarında anında yasaklanmış. Albüm olarak yayınlanıp bir milyondan fazla sattığında iş daha da büyümüş, zira Papa bu şarkıyı dinlemenin günah olduğunu açıklamış. Jane Birkin o günleri “Birlikte çok eğleniyor ve başka hiçbir şeyi umursamıyorduk” diye anlatıyor. “Serge öyle tatlıydı ki. Dans etmeyi bilmezdi ama yine de Regine’s'e giderdik her gece. Sonra bir Rus kulübüne. Serge Sibelius’un Valse Triste’sini çaldırırdı müzisyenlere ve her birinin kemanına 100 franklık banknotlar sıkıştırırdı. Çıkıp bir taksiye atlar sonra da Meksikalı şarkıcıların sahneye çıktığı şahane bir mekana giderdik. Büyük caz ustası Joe Turner da orada çalardı. Gecenin sonuna doğru kendimizi Madame Arthur’un travesti kulübüne atardık. Serge’in babası savaştan önce orada piyano çalıyormuş. Kulüpte kadın kıyafetlerine bürünmüş beyefendiler dans ederdi. Daha önce hiç böyle bir şey görmediğim için bunu heyecan verici bulurdum. Serge’in kucağına oturur, ona cıvıl cıvıl bir şeyler anlatırlardı. Güneş doğunda Pigalle'de birer kruvasan alır yerdik. Evlerine dönmekte olan fahişelerin hepsi Serge’i tanırdı. Merhaba! Nasılsınız? Bugün hava güzel, değil mi? Küçük konuşmalar ve tebessümler eşliğinde öylece otururduk. Vay derdim içimden. Bu adam ne çok şey biliyor, ne çok kişiyi tanıyor. Fransa onun evi, Paris’in anahtarı onun ellerinde.” (Gülenay Börekçi - http://egoistokur.com)

Yukarıdaki uzunca alıntıda Gülenay Börekçi o kadar güzel anlatmışki Jane Birkin'i, yer vermemek olmazdı diye düşündüm. Her ne kadar 2000'li yıllarda eski popülerliği kalmamış olsa da İngiltere'nin en önemli yıldızlarından birisi Jane Birkin. Yeni nesil genç arkadaşlar aşina olmayacaktır muhtemelen. Fakat yaşı kırkın üzerine olanlar gayet iyi bileceklerdir Birkin'i. Bir çok filmde rol alan ve Oscar ödülüne dahi layık görülen aktrist Birkin, ilerleyen yıllarda kariyerine şarkıcılığı da ekledi. Yukarıda da bahsedildiği üzere onu asıl dünyaya tanıtan film, Serge Gainsbourg ile birlikte rol aldığı "Slogan" olmuştu. Ve rol arkadaşı ile yaptığı Je t’Aime Moi Non Plus şarkısı...

                             Jane Birkin ve Serge Gainsbourg'un ünlü düeti Je t'Aime Moi Non Plus

2006 yılına gelindiğinde Jane Birkin ile parfümör Lyn Harris, ortak arkadaşları fotoğraf sanatçısı Gabrielle Crawford sayesinde tanışırlar. Bu aynı zamanda sıcak bir dostluğun da kurulması için vesile olur. Bir süre sonra Lyn Harris, kendi döneminin kült sanatçısı için parfüm tasarlamaya karar verir. Böylece ortaya L'Air de Rien isimli parfüm ortaya çıkar. Miller Harris markasının kurucusu ve sahibi Lyn Harris, Birkin'e adadığı parfümü için şunları söylemiş bir söyleşisinde:

"Jane Birkin, Shalimar da dahil bazı parfümler kullanıyordu. Bu parfümleri ona her zaman Serge (Gainsbourg) alırdı. Fakat o bir tülü sevdiği gibi bir parfüm bulamamıştı. Ama o yeni deneyimleri sever ve ne istediğini gayet iyi bilen bir kadındır. O, çok güçlü ve ilham verici bir kadındır. Birkin, onun için tasarlayacağım parfüm için adeta benimle birlikte çalıştı. Kokunun içeriğine koyduğum her notayı onayladı. L'Air de Rien'de Fransız meşe yosunu, Tunus turunçgil yağı, tatlı misk, vanilya ve amber kullandık. Birkin kokuyu oluştururken, onun biraz kirli kokmasını ve eski evlere, tozlu kitaplara, parke cilasına benzemesini istedi. Aslında kokusunu serbest bırakmak onun fikriydi ama çok kısa zaman içinde kült bir modern klasiğe dönüştü L'Air de Rien."

Kısaca Jane Birkin'den, parfümün oluşturulma sürecini dinleyelim:

"Lyn'in Londra'daki harika laboratuvarına gittiğimde saatler geçirdim orada. Bana karşı çok cana yakındı. Ona, parfümler hakkında hoşuma gitmeyen hiç bir şeyi anlatmak zorunda kalmadım. Lyn'in yaratacağı parfümün, erkek kardeşimin saçı, babamın piposu, tozlu eski kitaplar ve Metrodaki eski günler gibi kokmasını istedim. Ama gerçekte böyle şeyler bir parfümde olamazdı ve bizde mecburen başka şeyler düşünmek zorunda kaldık.


Tasarlamayı düşündüğü parfümü psikolojik yönden ele aldı. Benim için önemli olan bir çok konu ve mekan hakkında zevkle konuştuk. Sanki, İstanbul'da bir kahve dükkanında, masaların altında oturan kediler gibiydik. Lyn, kokulardan oluşan portremi yapmaya çalışıyor gibiydi.

Onunla konuşurken bir taraftan da kağıtlara bir şeyler karalıyordum. O anda elimdeki çizimleri aldı ve "Hadi bunu şişenin içine koyalım" dedi. Yaptığınız şeyin güzel ya da ilginç olduğunu birilerinin söylemesi çok hoş."

Farkındayım sözü yine fazla uzattım. Artık geçeyim parfümümüze. L'Air de Rien, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı yine garip bir Miller Harris tarzında gerçekleşiyor. Üst notaları kokluyorum. Sanırım erkeksi çiçekler, kremsi misk ve biraz lavanta var. Karar vermek zor. Fena değil üst notaları. Orta kısımda kokuda değişim oluyor. Parfümün ana karakteri hayvansal vanilya ve amber baş role geçiyor. Hissedilir oradan da baharatlar da var. Eski kokan bu bölümü azıcık Shalimar'a benzettim. Hatta The Third Men' bile çağrıştırıyor. Belki de Jicky. Gerçekten ilginç ve başarılı hayvansallığa sahip. Uzak ara en sevdiğim yeri orta bölüm oldu. Son kısma geçeyim. Burada pudramsı vanilya var. Ona kremsi odunsu notalar da eşlik ediyor. Çok çarpıcı yada farklı değil sonları. Bence parfümün en sıradan kısmı kapanışı. Böylece de tenden ayrılıyor.

L'Air de Rien, genel olarak hayvansallığın yoğun olduğu bir parfüm. Fakat çok keskin ve rahatsız edici değil. Hayvansallık, vanilya ve egzotik amberle yumuşatılarak verilmiş. Parfümün ana aksını bu üçlünün oluşturduğunu düşünüyorum.Onun dışında başlangıçtaki tuhaf çiçekleri lavantaya benzettim. Fakat kendi sitelerinde neroli var. Daha önce denediğim neroli kokusuna hiç benzemiyor. Üst notalarda turunçgil de hissetmedim. Kremsi beyaz misk yüksek ihtimalle üst notalarda mevcut. Başlangıcı biraz alışılmamış denebilir. Orta kısım zaten hayvansal vanilya ve amberden oluşuyor. Biraz da baharatlar mevcut. Fakat genel kompozisyona fazla müdahil olmuyor baharatlar. Alt notalardaki sıradanlığa anlam veremedim. Sanki öylesine yapılmış veya ihmal edilmiş kapanış bölümündeki odunsular ve pudramsılık, kalite hissiyatından uzak. Keşke daha ilginç olsaymış sonları.


L'Air de Rien, Jane Birkin için tasarlanmış ve kokusu ona ithaf edilmiş. Tamam buraya kadar normal. Kokusunun bu kadar hayvansal olmasını yadırgadım bir kadın parfümü olarak. Bence bu kadar hayvansal parfümler, kadın kullanımına uymuyor. Biz, kadınlara daha çiçeksi kokuları yakıştırdığımızdan dolayı ön yargılı da olabiliriz. Ama bu parfüm bence güçlü erkeksi vurgusu olan yapıya sahip. Yada benim zihnimde bu tür kokuların yeri erkek kullanımı için. Bir kadın neden bu kadar hayvansal koksun ki.

Aslında bu hayvansallığın sebebi yukarıdaki Lyn Harris'in sözlerinde mevcut. Parfümün biraz "kirli" kokmasını Birkin istemiş. Buradaki kirlilik, toz-çamur anlamında değil. Edepsizlik ve erotiklik kast edilmiş. Belki de Birkin'in karakteri ile uyum sağlanmaya çalışılmış. Birkin'in, parfümün "erkek kardeşimin saçı, babamın piposu, tozlu eski kitaplar ve Metrodaki eski günler" gibi kokmasını istemesini anlayabilirim. Burada eskiye duyduğu özlem olabilir. Fakat L'Air de Rien'in kardeşinin saçı, tozlu kitaplar yada babasının piposu gibi kokmadığını düşünüyorum. Hele ki eski günlerdeki Metro kokusu!

L'Air de Rien, sevmesi ve kullanması kolay bir koku değil. Denemeden alınamayacak, herkese hitap etmeyecek kadar farklı ve zor. Onun için önce denemenizi tavsiye ederim. Eğer The Third Man, Jicky, Shalimar, Mouchoir de Monsieur gibi eski tarz hayvansal arkadaşları seviyorsanız, L'Air de Rien'e modern bir yorum olması bakımından şans verebilirsiniz.

Genel olarak büyük değişim göstermedi tenimde. Kalite hissiyatı belli seviyenin üzerinde. Kullandığınız zaman bol bol övgüler alabileceğiniz bir kardeşimiz değil. Daha mod veya ambians kokusu gibi duruyor. Günlük kullanıma uyabilir ama belki havanın kapalı olduğu depresif günlerde. 2006 yılında çıkarılmış olmasına rağmen, bence eski ve nostaljik kokuyor L'Air de Rien. Eskinin aristokratik olgun parfümlerine gönderme olarak düşünülebilir.


Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında "Kiber Geçidi" olarak tanımlanmış. Ayrıca beş üzerinden dört puan vererek çok sevdiğini söylemiş. Luca Turin kadar kokusunu kendime yakın bulamasam da benden beş üzerinden üç puan çalışır.

Eau de Parfum olarak satılıyor. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence erkekler rahatlıkla kullanabilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Belli yaşın üzerindeki (30 ve üzeri) arkadaşlara tavsiye ederim.

Koku Güzellği:10/7

3 Ocak 2014 Cuma

Yves Saint Laurent – M7 (2002)


Yves Saint Laurent – M7 (2002)

“Sex Sells”

Türkçeye kabaca "cinsellik her zaman talep görür" olarak çevrilebilecek bu söz, özellikle son yıllarda pazarlama şirketlerinin sıkça başvurduğu yöntemlerden birisi. Cinselliğin ürünlerin pazarlanmasında kullanılmasının, satışları arttıracağı öngörüsüne dayanıyor. Gösterişli ve sansasyonel pazarlama kampanyalarıyla, şirketler büyük kitlelere ulaşmaya çalışıyorlar. Ve tabiki asıl amaç daha çok satmak ve karlılığı arttırmak.

Anglo-sakson tarzı liberal sayılabilecek kültürlerde cinselliğin kullanıldığı reklamların etkisinin fazla olduğu söylenebilir. Fakat her kültür, yoğun cinsellik kokan reklamlara bu kadar özgürlükçü bakmayabilir. Hele ki bizim gibi muhafazakar sayılabilecek ülkelerde fazlaca alıcısı olur mu bu tür reklamların bilemiyorum.

Cinsellikten korkmayan bir adam olan Tom Ford, on iki yıl önce yine yapmıştı yapacağını. 2002 yılında Yves Saint Laurent markasının tasarım yöneticisiyken, M7 isimli bir parfümün üretilmesine onay verdi. Hatta bu parfümün pazarlama kampanyasıyla ilgilendi. M7'nin çok konuşulan ve kimileri için "şok edici" olarak nitelenen reklam afişleri her şeyi anlatıyordu.

Fransız erkek manken ve dövüş sanatları şampiyonu Samuel de Cubber'in M7'in reklam afişlerinde boy göstermesinin, normalde hiç bir problem yaratmaması gerekir. Fakat bu afişlerde Samuel de Cubber'ın çırılçıplak olarak poz vermesi ve bunun resmi tanıtımın bir parçası olması, muhtemelen çoğu kişi için (Avrupa'da olsa bile) kabul edilebilirlik sınırlarını aşma anlamına geliyordu. Hatta bir çok dünyaca ünlü moda dergisi bile sayfalarında bu afişleri sansürleyerek verdi okurlarına.

                  İşte Samuel de Cubber'li olay yaratan afiş. Mecburen afişin alt kısmını sansürledim :)

Şimdi burada can alıcı nokta biraz farklı. M7'nin reklam afişlerinde düzgün vücutlu ve çıplak bir erkek olması, onun farklı çağrışımlar yapmasına sebep oldu. Özellikle erkek eşcinsellerin (gay) çok daha dikkatini çekmişti M7’nin pazarlama kampanyası. Çünkü bir erkek parfümünde neden çıplak erkek figürü kullanıldığı sorusu gündeme geliyordu. Muhtemelen M7'nin fikir babası sayılabilecek Tom Ford'un da eşcinsel olması, böyle bir algı yaratmıştı. Tabiki burada "M7 eşcinsel erkeklerin parfümüdür ve onlara hitap etmektedir" gibi bir yaklaşımın altı fazlasıyla boş olacaktır. Yurt dışı merkezli parfüm platformlarında M7'nin çok büyük bir hayran kitlesi olduğunu anlamak zor değil. Neredeyse her parfüm severin koleksiyonunda bulunuyor M7. Hatta bir çok koku sever büyük kızgınlık duyuyorlar M7'nin üretiminin bitirilmesine. Yani M7 şimdiden parfüm severler arasında kült olmuş bir parfüm dersem yanlış olmayacaktır.   

Buradan hareketle Tom Ford’un amacına ulaştığı söylenebilir. M7 piyasaya sürüldüğünden itibaren büyük sükse yapmıştı ve sektördeki gözlerin ona çevrilmesini sağlanmıştı. Peki garip bir şifreye benzeyen M7 ismi ne anlama geliyordu? Yves Saint Laurent'in yedinci erkek parfümü olan M7, aslında "Male/Masculen 7"'nin kısaltılmış haliydi. Şişesini bile Tom Ford'un tasarladığı söylenen M7'nin provakatif reklamları için kısaca şöyle söylemişti Ford: "M7 için hazırlanan reklam kampanyasında saf ve bilge bir çıplaklık vardır. Parfümü nasıl olsa tenimizde kullanıyoruz, onun üzerine kıyafet giymeye ne gerek var ki. M7'nin reklamlarında, doğal ve rahat erkek güzelliği imajı veren bir adam göstermek istedim."

Sözü daha fazla uzatmadan geçeyim kokuya. M7, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda neredeyse şekerli meyveler ve aromatik otlar karşıma çıkıyor. Meyvemsilik daha baskın. Sonrasında orta kısma geçiliyor. Burada aynı tatlı meyvemsi his devam ediyor. Ayrıca bütün ağırlığıyla öd teması ile karşılaşıyorum. Şekerli hale gelmiş öd diyebilirim. Öde hissedilir oranda kuru tütsü eşlik ediyor. Biraz da vetiver algılıyorum fakat çok gerilerden. Öd orta kısımda adeta tek oyun kurucu.  Geçeyim alt notalara. Tatlımsı öd hala baskın sonlarda. Orta notalarla paralel devam ediyor kokusu. Kapanışında kremsi odunsu notalar ve misk var. Böylece de tenden ayrılıyor.


M7, tenimde fazlasıyla düz çizgide ilerledi. Başlangıcındaki kısa süreli tatlı  meyve-aromatik otlar dışında neredeyse hiç değişmiyor. Öd-meyve-sandal ağacının kol kola girdiği bu arkadaş basit ve tek düze yapısıyla şaşırtıyor beni. Bu kadar övgüler alan ve büyük hayran kitlesi bulunan parfümün çok daha ilginç olmasını beklerdim oysaki. Fakat tenimde geçen saatlerin ardından hala o tek düze öd kokusundan başka hiç bir şey yok.

Bir başka şaşırdığım kısmı orta notalardaki zıtlık. Bu bölümde tatlı meyvemsi öd ağacına kuru ve karanlık tütsünün eşlik etmesi ilgi çekici. Öd oldukça tatlıyken, tütsünün karanlık ve kuru olması garip bir kontrast yaratmış. Hatta Chandler Burr’un dediği gibi hafiften plastiğimsi deri de olabilir. Vanilya destekli kremsilik bile diyebilirim. M7’nin kokusunu şöyle tanımlayayım: Tatlımsı kırmızı meyveler, kremsi odunsu notalar, öd, misk ve sandal ağacı. Kokusunun yumuşak ve uysal olduğunu düşünüyorum. Sert yada köşeli değil. Biraz yapaylık sınırında geziyor. Tatlımsı meyveler bağlamında, Joop Homme ile aralarında görünmeyen bağ var sanki M7’nin. M7’yi, Joop Homme’un çok daha kullanılabilir hale getirilmiş ve kalitesi arttırılmış uzaktan akrabası olarak yerleştiriyorum zihnime. Umarım yanılmıyorumdur.

M7, ağırlıklı olarak öd temasına sahip. Öd öyle büyük bir yer kaplıyor ki diğer notaları adeta eziyor. Yapaylık hissetmediğim öd biraz fazla tatlı geldi bana. Arap parfümlerindeki gibi hacı yağımsı gibi kullanılmamış öd. Modern, kremsi, sandal ağacı gibi ve Avrupalı olarak düşünebilirsiniz. Eğer öd kokusunu seviyorsanız ve niş parfümlere yüksek fiyatlar ödemek istemiyorsanız deneyebileceğiniz çok az seçenekten birisi ana akım markaların arasında.


M7 gerçekten de garip sayılabilecek ve ezber bozan bir parfüm. 2002 yılında böylesine öd ağacı kokusu çılgınlığı yaşanmazken ortaya çıkmıştı. Muhtemelen ilk önce ne olduğunu anlaşılamadı. Fakat ilerleyen yıllar, onu haklı çıkarmıştı. Eski formül M7’de fazlasıyla tatlı kullanılmış kremsi ve meyvemsi (kiraz) öd ağacının şaşırtıcı olduğunu söyleyebilirim. Zaman zaman kadınsı yönlerde taşıyan bu parfüm, söylendiği gibi erkeksi bir kalıba sığmayacak kadar değişken. Hatta bazen kadın ruju kokusu bile aldım M7’den. Bu durumda onu kadınlar kullanabilir mi? Kesinlikle evet. Peki sonuç ne olur? Kim bilebilir ki…

Biraz da ben provokasyon yapayım. M7, hissedilir oranda kadınsılık barındırıyorsa ve erkek parfümü olarak piyasaya sunulduysa, eşcinsel erkeklere hitap eden  ve onlar düşünülerek tasarlanmış bir parfüm mü? Her zaman ki gibi bu tür toptancı yaklaşımları kabul etmiyorum. Bu parfümü eşcinsel erkeklerde, maskülen erkeklerde hatta kadınlarda kullanabilir. Bu anlamda çok yönlü bir kokusu olduğunu düşünüyorum.

Kimileri M7'yi "ya aşık ol ya nefret et" olarak nitelendiriyor. Şöyle bir düşündüğümde ne aşık oluyorum kokusuna ne de nefret ediyorum. Zaten öd temalı parfümlerle aram fazla iyi değil. Belki de onun için M7 beni yeterince içine çekemedi. Bu parfüme aşık olanlardan affımı isteyerek diyeceğim ki, ortalama bir parfüm oldu benim nazarımda.

Bazı yorumcular M7'yi kirazlı öksürük şuruplarına bazıları da ilaç kutularına benzetmiş. Kullandığım eski sürümü (Vintage) olduğu için hiç öyle kokular almadım. Evet o meyvemsi yanı kiraza benziyor. Eski versiyonunda yapaylık yok denecek kadar az. Muhtemelen yeni formülasyonlarında o ilaç kokusu mevcut. Zaten yeni formülasyonundan neredeyse herkes şikayetçi. Parfümün ciddi anlamda farklılaştığı ve yapaylaştığı söyleniyor. Yeni formülasyonu denemediğim için karşılaştırma yapamayacağım.


Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında M7, öd ağacı olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinde dört yıldız verilmiş. Bir başka parfüm yazarı Chandler Burr ise şunları söylemiş M7 için:

"2002 yılında Yves Saint Laurent'in tasarımcıları Tom Ford and Chantal Roos, Alberto Morillas ve Jacques Cavallier'e M7 isimli bir erkek parfümü tasarlattılar. M7 muhtemelen başarısız olmuştu çünkü özü itibariyle kullanması çok zor bir kokuya sahipti. Biraz yanmış plastiğe, asfalt dumanına, yeni dökülmüş asfalta ve kömürleşmiş Gaiac ağacına benziyordu. Onun kokusunun karşılığı, Coen kardeşlerin bir filmi olabilirdi."

Sadece Burr ve Turin değil, ünlü parfümör Roja Dove'da M7 için şunları söylemiş: "M7 tarihsel olarak çok önemli bir parfümdür. O, öd (oud) temasını içeriğinde barındıran ilk parfümdür. Zamanının ötesinde bir öncüdür."

Bay Dove, M7'nin ilk öd temalı parfüm olduğunu iddia ediyor. Tabi böylesi bir ustanın beyanına güvenmekten başka bir seçenek yok sanırım. Yukarıda da bahsettiğim gibi kısa zamanda kült bir klasik haline gelen M7'nin üretimi geçtiğimiz yıllarda bitirildi. Eğer merak ediyorsanız elinizi çabuk tutun yoksa bir kaç yıl sonra M7'yi hiç bir yerde bulamayabilirsiniz.


M7'yi Jacques Cavallier ve Alberto Morillas gibi dünyaca ünlü iki burun birlikte tasarlamış. Kırmızı kışkırtıcı şişesine ise Tom Ford ve Doug Lloyd imza atmışlar. Sonbahar-kış mevsimi için kullanmak daha uygun olacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com’a teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5