10 Mayıs 2014 Cumartesi

Hermes – Bel Ami (1986)


Hermes – Bel Ami (1986)

1870 yılında, Fransa-Belçika sınırındaki Meuse Irmağı kıyısında, Sedan bölgesinde gerçekleşmiş bir savaş. Fransa ve Prusya arasındaki savaşta, III. Napoleon yönetimindeki Fransa ordusunun yenilmesiyle sonuçlanan Sedan Savaşı'nın, mağlup Fransa için ciddi sonuçları olmuştu. Ülkede II. İmparatorluk dönemi ayaklanma ile yıkılmış, III. Cumhuriyet ilan edilmişti. Savaşın hayırlısı olur mu bilinmez ama Fransa'nın Cumhuriyete ve demokrasiye geçmesinde önemli bir etkendi 1870 Sedan savaşı.

Paris uzun bir kuşatmanın sonunda Almanların eline geçmişti. Şehrin hatta ülkenin ekonomik olarak zor günler geçirdiğini öngörmek zor değildi. Almanların, savaşı kaybeden Fransızlara yüklü savaş tazminatı ödetmesi de cabasıydı. İşgal günleri ve sonrası Fransa toplumunda büyük çöküntüye yol açmıştı. Sadece maddi anlamda değil, ahlaksal ve toplumsal olarak da zor günler geçiriyordu Fransızlar. Savaşta yenilmiş her ülkenin halkında hayal kırıklığı, yılgınlık ve bunalım yaşanması sosyolojik olarak normal sayılabilirdi.

1880’li yıllarda, Fransa'da böyle bir toplumsal psikoloji vardı. Fakat İlber hocanın dediği gibi "Fransız kültürünü dize getirmek mümkün değildi" Almanlar tarafından. İşte tam da bu yıllarda Fransa edebiyatında Guy de Maupassant isimli bir yazar dikkat çekiyordu. Kendine özgü yazı tarzıyla, Fransa'da 19. yüzyılın sonlarında oldukça popüler olmuştu. Günümüzün "kısa hikaye" tarzının babası olarak kabul ediliyor hala Muapassant. Ve bu genç adam savaş sonrası ülkesinin ahlaki anlamdaki çöküşünün romanını yazmaya karar vermişti.


İsmini Bel Ami (İyi Arkadaş) koyduğu romanında Georges Duroy isimli bir gazeteciden söz ediyordu. Kısa yoldan zengin olmak ve burjuvaziye karışmak isteyen Georges Duroy karakterinin yaşadıkları anlatılıyordu. Yakışıklılığı sayesinde kısa zamanda dönemin sosyetesinin dikkatini çekmişti Duroy. Basın, sermaye ve iktidar ilişkileri sarmalında hızla yükselen Duroy'un, her şeyi menfaate endeksleyen burjuva ahlakında gözlenen çürüme ve acımasızlık, kısa sürede yaşam biçimi haline gelmişti Duroy'un. Romanın yazarı Guy de Maupassant, 1880'li yıllarda medya dünyasıyla iktidar arasındaki ilişkiyi çarpıcı şekilde ortaya koymuştu. İşin ilginç yanı ise, Fransa'da yazılmış bir romandan 130 yıl sonra, günümüz Türkiyesinde, iktidar ile medya arasındaki çarpık ve ahlaksız ilişkilerin aynen devam ettiğini görmek, insanın midesinde çirkin bir ekşime hissetmesine sebep oluyor ne yazık ki.

Konuyu daha da uzatmadan gelelim ilgi alanımıza. Anlaşılacağı üzere, Hermes markası, Bel Ami isimli erkek parfümünün ilhamını, işte bu ünlü romandan almış. Hermes'in eski dönem ağır toplarından olan Bel Ami, bugün için bile en iyi erkek parfüm klasikleri arasında gösteriliyor. Bu anlamda erkeklerin kalbinde önemli bir yeri var Bel Ami'nin. Aynı Guerlain yada Chanel'in meşhur klasikleri gibi. Gerçi ülkemizde pek bilinen bir parfüm değil Bel Ami. Fakat parfüm meraklılarının gayet yakından tanıdığı bir eser. Eski tarz erkeksi parfümlerin başarılı temsilcilerinden birisi olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Kendi sitelerinde çok kısa bir tanım var. O da şöyle: "Dayanılmaz şekilde çekici ve erkeksi. Kakule, paçuli, amber ve derinin cüretkar bir karışımı." Parfümü üzerime sıktığımda beni tozlu bergamot karşılıyor. Eski tarz tozlu bergamota biraz limon ve aromatik otlar eşlik ediyor. Açılış klasik 1980'ler şipresi. Nostaljik sayılabilecek üst notalar kaliteli ve çok güzel. Orta kısımda eski his devam ediyor. Bu sefer yine eskilerin harika notası meşe yosunu karşıma çıkıyor. Meşe yosununa yumuşak tatlımsı baharatlar da katılıyor. Ve parfümün baş aktörü deri kendisini göstermeye başlıyor. Erkeksi çiçekleri de unutmamak lazım. Tozlu turunçgiller hala etkili orta bölümde. Buradaki deri bence karanlık değil. Aromatik turunçgillerin etkisiyle ferah bile denebilir. Son kısımda yine müthiş bir dönüşüm yaşanıyor. Deri geride kalırken, yumuşak ve limonsu tütsü kendisini gösteriyor. Nefis bir tütsü olduğunu söylersem abartmış olmam. Tütsüye yüksek kaliteli vetiver de eşlik ediyor. Ne güzel bir sürpriz!


Bel Ami'nin ana yapısını tozlu turunçgiller, erkeksi çiçekler, meşe yosunu, deri ve tütsünün oluşturduğu söylenebilir. İlginç şekilde bergamot destekli turunçgiller, parfümün sonlarına kadar etkili. Bu anlamda aromatik yönü gayet güçlü. Deri ceketler gibi kokmayan Bel Ami'de iyiki böyle kullanılmış turunçgil destekli deri. Kimi yorumcular onun karanlık koktuğunu söylese de bence pek doğru değil. Bu kadar aromatik ve turunçgilli yapı kolay kolay karanlık kokamaz gibime geliyor.

Bel Ami, 1980'li yılların ortalarının esintilerini burnunuza taşıyor. 1986 yılında piyasaya sürüldüğünde, o sene hiç de yabana atılmayacak rakipleri vardı. 1986 çıkışlı Obsession For Men, Xeryus ve Zino Davidoff'un en büyük rakibiydi Bel Ami. Fakat kokusu hiç birine benzemiyordu. O aslında bir deri parfümüydü. Her eski kafa deri parfümünde olduğu gibi erkeksi ve maçoydu. Evet Bel Ami, bariz bir erkek kokusu. Çok sert ve acımasız olmasa da yine de rengini belli ediyor, karakterini ortaya koyuyor.

Günlük kullanıma uygunsa da biraz resmi bir duruşu var Bel Ami’nin. Daha çok takım elbise kokusu gibi. Tam bir beyefendi parfümü. Aristokrat, şehrli, Parisien, entelektüel, saygılı, olgun ve karakterli. Nostaljik ve eski koktuğunu inkar edemem. 1930’lu yıllarda, şık takım elbise giymiş, fötr şapkalı ve elinde şemsiyesi ile Paris yada Roma sokaklarında dolaşan centilmenlerin parfümü olmalıymış Bel Ami. Eski dünyanın rafine geleneklerini günümüze taşıyan bir misyon kokusu adeta.


Bu aralar kendime yeni adet çıkardım farkındaysanız. Parfümleri hem ten üzerinde hem de kıyafet üzerinde kullanıp, ikisini karşılaştırıyorum. Unutmazsam bu yönlerini de yazacağım artık parfümlerin. Çünkü bazen oldukça farklı kokulara dönüşebiliyor parfümler. Bel Ami'yi ten üzerinde denediğimde turunçgil, meşe yosunu, baharat, deri ve tütsü kısmının öne çıktığını fark ettim ki gayet sevdim. Tende üst-orta-alt nota ayrımları fark ediliyor. Basit ve tek düze değil. Değişken ve sürprizli. Kıyafet üzerinde kullandığımda aromatik otlar ve deri yönü kendisini gösterdi. Garip ve ekşi hale gelen kokusu şaşırtıcı oldu. Böylece ten üzerinde çok daha iyi sonuç verdiğini söyleyebilirim. Tavsiyem odur ki kıyafetten ziyade ten üzerinde denenmeli. İlk günler kullandığımda kendime yakın bulamadığım Bel Ami, ilerleyen günlerde ne yaptı etti kendisini sevdirmeyi başardı. Biraz şans verin ona, hemen vazgeçmeyin. Kullandıkça değerini anlıyorsunuz.  

Tabii ki Bel Ami bir klasik. Aynı Equipage, Drakkar Noir, Polo Classic, Kouros, Insense, Egoiste, Habit Rouge yada Antaeus gibi. Bu anlamda saygı duyulması gereken bir yere sahip. Fakat bu, onu eleştirmeyeceğimiz anlamına gelmez. Yin de Bel Ami'nin çok rahatsız eden yanına rastlamadım. Genel olarak kaliteli, çok katmanlı, zengin ve güzel bir parfüm. Kokusu "eski" anılarını çağrıştırıyor olabilir. Günümüzün modern parfümlerine benzemediği açık. Genel olarak tatlılık kullanımı az. Artık bol şekerli yeni nesil piyasa parfümlerinden bıkmaya başladık sanırım. Onun için de böylesi tatlılığı sınırlandırılmış kokulara karşı ilgim artıyor. Hermes, yine iyi iş çıkarmış Bel Ami ile.

Luca Turin'in kitabında Bel Ami, deri turunçgil olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan verilmiş. Ayrıca bay Turin, parfümün reformüle edildiğinden bahsetmiş. Bazı platformlarda eski Bel Ami'nin kokusunun daha güzel olduğu, yeni formülünün pek başarılı olmadığı söylense de bence bu hali bile gayet iyi.


Bel Ami'nin tasarımını  Jean-Louis Sieuzac yapmış. Sonbahar-kış mevsimi için uygun olduğunu düşünüyorum. Yaş olarak genç arkadaşları hedeflemiyor. Otuz hatta otuz beş yaş üzeri erkeklere önerebilirim.

Koku Güzelliği:10/8

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Tom Ford – Oud Wood (2007)


Tom Ford – Oud Wood (2007)

Ne tik ağacı ne sedir ağacı ne servi, çam, ceviz, gürgen. Sizi bugün dünyanın en pahalı ağacıyla tanıştırmamı ister misiniz? Reçineli sınıfına giren, kokulu özütünün pek çok isim olan bir ağaç "Öd (Oud, Agarwood)". 20 kilo Agar ağacından sadece 12 ml. Öd özütü çıkabildiğini düşünürsek, neden dünyanın en pahalı esansı olduğu anlaşılabilir Öd'ün. Sadece çok az bulunması olarak da değerlendirilmemesi gerekir konunun. En iyi kalitede öd yağını elde etmenin tek yolu, yüz yaşını aşmış Agar ağaçları sayesinde olduğu düşünülürse, kolay ulaşılabilir bir esans olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir doğal Öd'ün.

Farklı kalitelerdeki tamamen doğal öd yağlarının fiyatları oldukça değişiklik gösterse de, birinci kalitedeki doğal öd esansının bir kilo fiyatının 18.000 Euro civarında  satıldığı konuşulduğuna göre, ödün, parfümlerde neden sentetik halde kullanılmak zorunda olduğu görülebilir. Ve evet bazı markalar aksini iddia etselerde sektörün neredeyse tamamı sentetik öd kullanır parfümlerini oluştururken. Belki Arabistan merkezli bazı markalar doğal içerik kullanıyorlardır. Fakat onların parfümlerinin de fiyatlarının nasıl yüksek olabileceğinin tahminlerinde bulunabiliriz.

Parfümlerinin içeriğinde öd kullandığını iddia eden ana akım markalar bile var. Mesela M7, M7 Oud Absolu, S.T. Dupont Oud Oriental, Roberto Cavalli Tiger Oud, Carven Oud Thameen, Fahrenheit Absolute, Dirty English For Men, Ermenegildo Zegna Indonesian Oud, Versace Oud Noir gibi örneklerde doğal öd esansı kullanılamayacağı, satış fiyatlarından anlaşılabilir. Hatta Maison Francis Kurkdjian, Montale, Mancera, Bond No.9 gibi üreticilerinde sentetik öd kullanımına yöneldikleri sır değil.


Niş parfümcülüğün özellikle son on yılda en sevdiği esans oluverdi Öd. Neredeyse her marka bir yada daha fazla, isminde veya içeriğinde Öd olan parfümlere yer veriyor koleksiyonlarında. Bu Öd furyasına Amerikan modasının yeni ikonu haline gelen Tom Ford markasının kayıtsız kalması düşünülemezdi. Güçlü niş rakipleriyle mücadele etmenin zor olduğunu bizden çok daha iyi biliyorlar şüphesiz. Fakat iddialı ve hırslı Tom Ford, Öd temalı parfüm yarışında geride kalmayacağını ispat etmeye çalışıyor. Hem de "Private Blend" serisinin bir üyesi ile.

Tom Ford'un niş parfümlerle kıyaslanabilecek özel serisinden Oud Wood ile birlikteyiz şimdi de. Kendi sitelerinde "zor bulunan, egzotik ve kendine özgü" olarak duyurulmuş. Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Üzerime sıktığımda beni tatlı öd ve tatlı yumuşak baharatlar (kakule ve biber) karşılıyor. Öd, gayet yapay ve ilaç gibi verilmiş. Baharatlar ise tatlı biberimsi ve gayet güzel. Zıtlıkları içinde barındıran açılışı var. Güzel baharatlar ve hastane gibi kokan öd. Buyurun siz karar verin başlangıcı başarılı mı yoksa kötü mü. İlerleyen dakikalarda baharatlar geride kalıyor. Tatlımsı/kremsi ödün etkinliği devam ediyor. Orta kısımda öd ağacına bu sefer yapay kremsi sedir ağacı ve vanilya eşlik ediyor. Sedir ağacının vanilyayla birleşimi en sevmediğim tarzda gerçekleşmiş. Orta notaların bana hitap etmediği açık. Alt notalarda vanilyalı, kremsi sedir ağacı devam ediyor. Bu ikiliye kremsi yapay sandal ağacı da ekleniyor. Son kısımda iç açıcı değil. Ne büyük hayal kırıklığı!

Oud Wood, gerçekten de ismi gibi kokuyor. Öd ve odunsular en belirgin elemanlar. Üçüncü olarak vanilya öne çıkıyor. Fakat burada gayet vasat ve sıkıcı. Sonlardaki sandal ağacı ise evlere şenlik. Gayet yapay sandal ağacı aynı orta notalar gibi vanilya kremsiliğine boğazına kadar batmış.


Parfümün iki farklı sektörden oluştuğu söylenebilir. İlk kısım hastane/antiseptik hissi veren öd ve yumuşak baharatlar. Bu bölüm canlı, saldırgan, biraz Arap etkili ve tuhaf. İkinci bölümde karakter tamamen değişiyor. Evet öd yine oralarda  bir yerde ama vanilya kremsiliği ve yapay sedir-vetiver-sandal ağacı işbirliği, orta ve son kısmın bel kemiğini oluşturuyor. Bu kısım daha stabil, sakin, dingin ve sıradan.

Oud Wood, genel olarak tatlı ve vanilya kremsiliğine sahip. Özellikle orta kısımdan itibaren vasat kalitedeki vanilya önemli rol oynuyor öd ve sedir ağacını dengelemekte ve yumuşatmakta. Nispeten başarılı olsa da bu durum koku güzelliği olarak değil de sinir bozucu yapaylık olarak yansıyor ana yapıya. Kokusunun genelinde tatlılığın bolca kullanıldığını söylersem yanlış olmaz. Buradaki tatlılık bal-tonka fasulyesi sayesinde verilmiş olabilir.

Başından sonuna kadar yapaylık ve uyumsuzluk hissedilen Oud Wood, şaşırtıcı derecede kalitesiz ve sıkıcı kokuyor. Başlangıcındaki güzel baharat kullanımı dışında çok sevilesi yanına rastlayamadım. Adeta günümüzün modern yapay-vasat odunsu parfümlerini hatırlatıyor. Hatta Bulgari Man'a benzettim yapay odunsu kısmını. Kimi yorumcuların Oud Wood'u, Joop Homme'a benzetmelerini anlayabiliyorum. Sentetik plastiğimsi sandal ağacı muhtemelen bu hissi veriyor. Evet zaman zaman Joop Homme'un o plastiğimsi yapısını aklınıza getirmiyor değil.


Sanırım bu soruyu sormak zorundayım. Karşımda Tom Ford'un inanılmaz yüksek fiyatlara satılan özel serisine ait bir parfüm mü var? Ciddi misin Tom Ford. Bu arkadaşın Serge Lutens, Amouage, Nasomatto'lar ile rekabet edebileceğini düşünüyor musun? Eğer öyle olduğunu düşünüyorsan parfüm biriminin tası tarağı toplayıp, dükkanı kapatmasının vakti geldi demektir.

Eau de Parfum konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek. Sonrasında tene yakın kalıyor. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Luca Turin, Oud Wood'u, ferah odunsu olarak sınıflandırmış ve beş üzerinde üç puan vermiş.

Oud Wood, sıradan bir kompozisyondan öteye geçemeyen, öylesine ve aceleyle çıkarılmış izlenimi bıraktı bende. "Bir çok parfüm piyasa sürelim, elbet insanlar kendilerine yakın buldukları birini alır kullanır, bizde bol bol şişe satarız" düşüncesini Tom Ford abimize yakıştıramadığımı dile getireyim. Başka ne söyleyeyim bilemiyorum. Daha fazla canımı sıkmadan burada bitireyim ve Hande Yener'in bol cıstaklı şarkılarını yüksek sesle dinleyeyim de moralim yerine gelsin:

"Kim bilebilir aşkı
Aşktan ölene kadar
Sınırlarda yaşatır inan
Kendi gidene kadar"


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5

4 Mayıs 2014 Pazar

Pascal Morabito – Or Black (1981)


Pascal Morabito – Or Black (1981)

3 Mayıs 1945 yılında Fransa'nın Nice şehrinde doğmuş Pascal Morabito. Fransa'da doğmasına rağmen ailesinin kökeni İtalya'ya kadar uzanıyormuş. Ailesi kuyumculuk işi ile ilgilenen Morabito, mimarlık eğitimi almış. Sonrasında ailesine ait tasarım atölyesinde çalışmaya başlamış.

Özel ve uluslararası müşterileri için pırlanta takı setleri hazırlamış. Ünlü sanatçı arkadaşları Cesar Baldaccini, Salvador Dali ve Armand Fernandez (Arman) için farklı tasarımlar ve küçük heykellere imza atmış. Zaten mücevherat, altın, gümüş, porselen, kristal, cam, kaliteli saatler, kozmetik, deri ürünleri, moda ve takılar, mimari, dekorasyon, ev mobilyası, otel tasarımı üzerine çalışıyormuş bay Morabito. Ayrıca arkeolojiye büyük bir tutkuyla bağlıymış. Bunun sonucunda da tasarımlarında arkeolojik keşiflerden ilham alıyormuş.

Pascal Morabito’nun bizi ilgilendiren tarafı ise parfüm işine de girmiş olması. 1980 yılından itibaren kendi ismiyle parfümler piyasaya sürüyor. İlk parfümü 1980 çıkışlı kadın kokusu Or Noir. Bu parfüm fazla ses getirmemiş. Ondan bir yıl sonra 1981’de ikinci parfümü bu sefer erkekler için Or Black tasarlanmış. Or Black, parfüm severler tarafından çok sevildi ve özellikle koleksiyon meraklıları tarafından her yerde aranan bir parfüm oldu. Bende uzun zamandır merak ediyordum bu önemli erkek parfüm klasiğini. Nihayet tanışma şerefine nail oluyoruz.

Or Black, ilk piyasaya çıktığında siyah uzun dikdörtgen şişeye sahipti. Geçtiğimiz yıllarda üretimi durdurulmuş olan Or Black, 2014 itibariyle yeniden üretilmeye başlandı. Şu andaki parlak şişe, orijinal şişesi değil Or Black'in. Bizzat Morabito ailesinden aldığımız bilgiye göre 33 yaşındaki bu parfüm üç defa reformülasyon geçirmiş. Ve şişe tasarımları da değişmiş. İlk formülasyon olan siyah şişeyi artık bulmak neredeyse imkansız. Benim denediğim ikinci formülasyon. İncelememi de bu formül üzerinden yapacağım. Yani nispeten “Vintage” sayılabilecek versiyonuna ulaştım.


Bir de 2014 yılında en yeni formülasyonu piyasaya sürüldü. Fakat son formülasyon, okuduklarım kadarıyla pek beğenilmemiş parfüm severler arasında. Kullandığım ikinci fomülasyonda, kokunun ana karakterinin korunduğu belirtilmiş Morabito ailesinin bir üyesi tarafından. Bakalım bu kadar peşinden koşulan Or Black ile tanışmamız nasıl geçecek?

Kendi sitelerinde şipre ve deri olarak sınıflandırılmış Or Black. Üzerime sıktığımda ilk anda karşıma eski tarz tozlu bergamot ve aromatik otlar çıkıyor. 1980'li yılların aromatik nostaljik şiprelerini hatırlatan tozlu turunçgiller fena değil. İlerleyen dakikalarda orta kısma geçiliyor. Koku formu tamamen değişiyor. Artık deri bütün ağırlığıyla baş rolde. Zaman zaman hayvansal zaman zaman sabunsu kokan deri, plastiğimsi efekte sahip diyebilirim. Bariz yapaylıktan bahsedilemeyecekse de oldukça erkeksi ve eski tarz deri kullanımına sahip. Tatlılık minimum düzeyde. Karanlık sayılabilecek deri, parfümün ana karakteri olduğunu size kabul ettiriyor. Geçeyim son kısma. Burada deri etkisi sürüyor. Fakat ciddi anlamda meşe yosunu, misk ve amber eşlik etmeye başlıyor deriye. Alt notalardaki meşe yosunu harika bir sürpriz yapıyor burnunuza. Böylece de tenden ayrılıyor.

Or Black, şipre ve deri tarafını size göstermekten çekinmiyor. Başlangıçtaki aromatik otlar ve tozluluk hissi, 1980'li yıllar parfümü için gayet anlaşılabilir. Orta bölümdeki deri ise oldukça erkeksi, sert, sağlam ve ödünsüz. Buradaki deride biraz plastiğimsilik hissediyorum. Belki de parfümün geçirdiği reformülasyon sonucu böyle olmuştur. Adeta Bulgari - Black'in o araba lastiği kokan derisi gibi dumansı ve daha az tatlı hali gibi. Orta notalardaki karanlık derinin, parfümün ismine gönderme olduğunu düşünüyorum. Bu sevmesi zor ve maço deri için ilginç diyebilirim. Sonlardaki meşe yosunu ise çok güzel verilmiş. Meşe yosununun yeni parfümlerde yasaklanması ve kullanılamıyor oluşu çok üzücü.


Or Black, 80'li yılların önemli klasiklerinden olarak kabul ediliyor. Koku karakteri anlamında Guerlain - Derby'i hatırlattığını düşünüyorum. Fakat koku güzelliği olarak Derby'den bir basamak geride kaldığı söylenebilir. Meşe yosunu kullanımı ise biraz New York'u hatırlattı bana. Gerek New York gerekse Derby kadar çarpıcı bulamadığım Or Black, eski tarz sert erkeksi deri kokusu severlerin mutlaka denemesi gereken klasiklerden birisi olarak düşünülebilir. Hafiften Antaeus ve Rive Gauche Pour Homme esintileri bile var sanki. Yada Parfum d'Habit'teki ayakkabı boyası tarzı deriyle karşılaştırılabilir. Neyse ki Parfum d'Habit kadar itici değil deri kullanımı. Yine de benim için fazlasıyla zorlayıcı ve erkeksi kullanılmış deri. Onun içindir ki favori parfümlerimden olamayacak gibi görünüyor Or Black.

Ten üzerine uyguladığım Or Black her seferinde orta notalarda sabunsu yanını öne çıkardı. Grey Flannel tarzı rafine sabunsuluğun deriye eşlik ettiğini söyleyebilirim. Kıyafet üzerindeyse daha koyu ve şipremsi bir deriye dönüştü. Bu anlamda kıyafet üzerindeki kokusundan daha memnun kaldım. 

Atraktif, hardcore, acımsı, asi, kaba, hırpani, karamsar, somurtkan, sinirli, erkeksi, ekspresyonist bir parfüm bence. Herkesin harcı olmayan, güvenli liman sayılamayacak, günlük kullanıma uymayacak, eski dünyaya ait, karısından ayrılmış orta yaş grubuna mensup adam kokusu bence. "Kirli Harry" tam da bu parfümlük bir karakter olabilir. Nedenini bilmiyorum ama bu parfüme Blink 182'nin I Miss You şarkısını yakıştırıyorum.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Or Black'i karanlık fujer olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş puan vererek en iyi parfümler listesine almış. Acaba Turin ilk formülasyonu mu denedi de beş yıldız verdi merak etmekteyim.


Kalıcılığı ortalama seviyede. Fark edilirliği düşük. Otuz beş yaş ve üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Genç işi değil kesinlikle. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Yaz mevsiminde kullanmak iyi sonuçlar vermeyebilir. Kokusunun tasarımını Bel Ami, Fahrenheit, Dune, Opium gibi önemli işlere imza atmış olan Jean-Louis Sieuzac yapmış. Denemeden büyük boy şişesini almak iyi fikir olmayacaktır.

Koku Güzelliği:10/7

2 Mayıs 2014 Cuma

Hermes – Terre d’Hermes (2006)


Hermes – Terre d’Hermes (2006)

Yaşanan yıllar, artan deneyimler, tanışılan insanlar, okunan kitaplar, sohbet edilen kişilerin çoğu hayatımızda küçük de olsa iz bırakıyor. Mahallenin bakkalından duyulan bir cümle, bindiğimiz taksinin sürücüsünün başından geçmiş ilginç olay, kütüphanede karıştırdığımız ansiklopedinin daha önce hiç bilmediğimiz bir şeyi fark etmemizi sağlaması ve daha sayılamayacak kadar çok uyaran, zihnimizi, fikrimizi, hayata bakış açımızı etkiliyor. Daha önce düşünemediğimiz yada göremediğimiz gerçekleri/yanlışları fark etmemizi sağlıyor.

Evrendeki her şeyin enerji olduğunu düşünürsek ve bu enerjinin sürekli hareket halinde olduğunu varsayarsak, aslında farkında olmadığımız inanılmaz hızlı bir hayatın içinde yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde herkes ve her şey hareket halinde. Fikirler bile! Niye olmasın, fikirler neden değişmesin. Zaten bir fikir nasıl sabit kalabilir ki. Değişmeli, gelişmeli, yenilenmeli, çağa ayak uydurmalı.

Yaklaşık iki yıldır hiç kullanmamıştım fakat kullandığım zamanlarda kokusuna hiç ısınamamıştım Terre d’Hermes’in. Oysa ki çoğu parfüm severe ve sektörün önde gelenlerine göre devrimci kokuya sahipti. 2014 yılının serin sayılabilecek ilkbahar günlerinde, bu arkadaşa yeniden şans vermek istiyorum. Bakalım ilerleyen yıllar, fikrimin değişmesini sağlayabilecek mi?

2006 yılında piyasaya çıkar çıkmaz Hermes'in en çok satan parfümü olmayı başarmıştı Terre d'Hermes. Bir yıl sonra ödüller kazanmış, yurt dışında büyük hayran kitlesi oluşturmuştu kendisine. Oysa ki diğer ana akım markalar gibi büyük reklam bütçeleri ayrılmamıştı onun için. Tanıtım videosunda ünlü mankenler yada şarkıcılar da yoktu. Fakat onu öne çıkartan bir şey vardı. O da kokusunun dünyasallığa ve insanın ham maddesi olan toprağa yaptığı vurguydu. Acaba Guerlain'in Jicky'si ile başlayan "soyut" parfüm kavramına başkaldırı mıydı "dünyasal" bir parfüm? Belki de evet.


İyi de "Hermes'in Toprağı" isimli bu parfüm neden son sekiz yılın en ses getiren aktörü oldu? Sanırım daha önce hiç yapılmayanı, müthiş bir kalite ve rafinelik ile yapabildiği için gözler üzerine çevrilmişti. Bir parfümde toprak temasını kullanmak riskli olarak görülebilir. Kokunun pazarlamasında "mineral" notasından bahsedilmesi de pek alışıldık değildi. Muhakkak ki Terre d'Hermes'de ne mineral diye bir nota kullanılmıştı, ne toz-toprak, ne de çakmak taşı. Aslında bütün iş Iso E Super denilen mucizeydi.

Labaratuvar ortamında üretilmiş bir molekül olan Iso E Super, dinamik yapısıyla parfümleri olduğundan farklı kokulara dönüştürebiliyordu. Kadifemsi, parlak ve anlatması zor bir koku olan Iso E Super, düşük maliyeti ile parfüm üreticilerinin ve parfümörlerin kurtarıcısı olmuştu adeta. Günümüzün modern parfümlerinin çoğunda kullanılan Iso E Super, 2006 yılında ilk çıkan Terre d'Hermes'in bel kemiğini oluşturuyordu. Çünkü ilk formülünde %55 oranında Iso E Super'den oluşuyordu formülü. Gerçi 2011 yılındaki IFRA kısıtlamaları sonucunda parfümlerde kullanılabilecek Iso E Super oranları aşağıya çekilmişti. Terre d'Hermes'i böylesine fenomen hale getiren ögenin, Iso E Super'in başarıyla kullanılmış olması gösterilebilirdi.

Terre d'Hermes'in tasarımcısı bay Ellena’nın, 2004 yılında Hermes'in parfüm bölümünün başına geçtikten iki yıl sonra gelen bu eser, onun önceki işlerinin devamı gibiydi. Cartier - Declaration'daki koku formunun benzeri ve daha geliştirilmiş haliydi sanki Terre d'Hermes. Ellena'nın en büyük özelliği olan "minimalizm" burada da kendisini göstermişti. Parfümlerinin formüllerinde çok az içerik kullanan Ellena, bu vesileyle "parfümlerin minimalist babası" ünvanını hala gururla taşıyor. Tam bu noktada kısaca Ellena'ya kulak verelim:

"Tasarladığım parfümlerde kendimi kontrol altında tutarım. Kokuların formüllerinde çok az element kullanırım. Fazla kimyasal kullanmak beni korkutuyor. Basit kokular tasarlamak istiyorum. 2006 yılında tasarladığım Terre d'Hermes'te sadece otuz adet bileşen kullandım. Bu anlamda Terre d'Hemes iyi işti. Ben basit olmak istiyorum. Aynı Japon Haiku şiirleri gibi. Basit olmak, aslında en zor şeydir."


Modern parfümörlerin bir parfümü oluşturmak için yüzden fazla içerik kullandıklarını düşünürsek, sadece otuz kimyasal ile gelen bu büyük başarı, Terre d'Hermes'in en takdir edilecek tarafı belki de. Onun başarısını sadece içeriğindeki kimyasal sayısına bağlamanın yanlış olabileceğinin farkındayım. Tam olarak her şeyiyle başarılı bir konseptti Terre d'Hermes ve her başarılı proje gibi ödülünü fazlasıyla aldı.

Bu uzun sayılabilecek girişten sonra kokusunun tanımını fazla uzatmayacağım. Çünkü parfümlere ilgilenen neredeyse herkesin mutlaka bildiği bir parfüm Terre d'Hermes. Odunsu baharatlı olarak sınıflandırılan Terre d'Hermes'in açılışında müthiş bir tuzlu turunçgil aroması sizi karşılıyor. Çok doğal, tatlı, lezzetli ve asidik portakal, olabilecek en iyisi. Portakala biraz greyfurt ve limon da eşlik ediyor fakat portakal daha baskın. Başlangıcı nefis. İlerleyen dakikalarda parfümün meşhur karakteri ortaya çıkıyor. Orta notalarda o lezzetli portakal hala etkin. Farklı olarak baharatlar (biber) ve o meşhur mineral benzeri vetiver ekleniyor. Bu andan itibaren portakallı-baharatlı vetiver kokusuna dönüşüyor. Baharatlar çok keskin değil, portakal ile paralize edilmiş. Ferah sayılabilecek baharatlar gayet başarılı. Ciddi oranda vetiver de kendisini gösteriyor. Sonlara gelindiğinde odunsu yönü ortaya çıkıyor. Portakal biraz geride kalırken sedir ağacı çok daha baskın. Sedir ağacına vetiver de eşlik ediyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Terre d'Hermes, nasıl kokuyor sorusuna cevabım şöyle olacak: Lezzetli, tuzlu, tatlı portakal, asidik-aromatik tozlu baharatlar ve sedir-vetiver kombinasyonu. Bana göre parfüm bu notalar üstünde yükseliyor. Notaların her biri rahatlıkla algılanabiliyor. Portakal, biber, sedir ve vetiver dörtlüsünün gayet güzel birleşimi diyebilirim onun için.


Şu bir gerçek ki basit kokuyor Terre d'Hermes. Üst notalardan orta notalara geçildiğinde değişim hissediliyor. Orta kısımdan sonra durağan hale geliyor. Yani orta ve alt notalar arasında fazlaca farklılık yok. Çok zengin, kompleks, karmaşık ve çözmesi zor bir Sudoku ile karşı karşıya değiliz. Gayet basit, canlı, neşeli, hayat dolu, pozitif bir arkadaşla birlikteyiz. Zaman zaman düz çizgide devam ettiği söylenebilir. Tasarımcısının amacının basit parfüm tasarlamak olduğu düşünülürse, hiç de şaşırtıcı değil onun karakteri.

Terre d'Hermes, yüksek kaliteli bir parfüm. Yapaylığa rastlanmıyor. Uyumsuzluk yada zorlama yok. Adeta yanıbaşınızda mis gibi kokan portakal kesmişler de onun kokusu burnunuzu okşuyor. Portakal temasının nasıl bu kadar gerçekçi verilebildiğine şaşırmamak elde değil. Onun asıl karakterini oluşturan toz-toprak-mineral kokusu ise gerçekten ilginç. Kimi yorumcuların "temiz-kir" olarak nitelediği terime de açıklama getirmek gerek. İlk başta temiz-kir sözü oksimoron gibi görünebilir. Burada anlatılmak istenen kokunun hem çok temiz, rafine, doğal ve mis gibi olması hem de o temizlik hissinin üzerinde toz-toprak kokusunun bulunması. İkisinin bir arada gayet başarılı şekilde verilebileceğini gösteren, belki de türünün ilk örneği Terre d'Hermes. Onun içindir ki böylesine büyük deprem yarattı parfüm dünyasında. Eminim ki bu açılan yeni kapıdan, bir çok parfümör de etkilenecek ve ilham alacaktır.

Geleyim asıl bahsetmek istediği duruma. Neredeyse 2 yıldan fazladır Terre d'Hermes'in asıl konsantrasyonu olan EDT versiyonunu hiç kullanmadım. Anladığım kadarıyla reformülasyon geçiren parfümler kervanına katılmış. O zamanlar kullandığım Terre d'Hermes, çok daha tozlu-topraklı kokuyordu. Beni en çok bu durum soğutmuştu ondan. Fakat bu aralar kullandığım yeni versiyonunda o toz-toprak kokusu azaltılmış ve portakal arttırılmış. Evet asıl karakteri biraz sekteye uğramış ama bence kolay kullanılabilir ve sevilebilir hale getirilmiş. İlk formülasyonlarını sevemediğim Terre d'Hermes'in yeni versiyonunu gayet güzel buldum. Yurt dışı kaynaklı platformlarda da küçük çaplı reformülasyon geçirdiği tartışılıyor. Eğer durum böyleyse kendim adına harika bir reformülasyona imza atıldığını söyleyebilirim.


Terre d'Hermes, yaratıcısı Jean-Claude Ellena'nın diğer tasarımlarına oldukça benziyor. Hermes'in yeni çıkan parfümü Voyage'ın ilhamını Terre d'Hermes'den aldığı rahatlıkla görülebiliyor. Ayrıca Jardin serisinin en sevilen üyesi Un Jardin Sur Le Nil'i de andırıyor. Declaration'a benzerliğini söylemeye bile gerek yok. Zaten Ellena'nın imza koku formu haline gelen tatlımsı turunçgil ve tozlu ferah aromatik baharatlar, bir çok parfümde tekrar ediliyor. Ana yapıyı bozmadan, küçük ilavelerle yeni parfümler ortaya çıkarıyor. Bu anlamda Ellena'nın 2004 yılından sonraki tasarımları birbirinden izler taşıyor.

Bu haliyle bir şişesi alınıp, koleksiyonunuzda bulunması gereken parça olarak değerlendirilebilir. Dikkatimi çeken diğer durum ise ilk yıllardaki saldırganlığı azalmış gibi. Onun yerine daha ten kokusu haline gelmiş. Kalıcılığı kıyafet üzerinde bir günden fazla denebilir. Ten üzerinde ise o kadar kalıcı olmadı.

Terre d'Hermes'in minimal çizgisi şişesine de yansımış. Bir çok ana akım markanın gösterişli ve radikal şişe tasarımına karşın, onun şişesi basit ve sade tasarımıyla dikkat çekiyor. Hermes'in baş harfini merkeze alan tasarıma sahip şişe için, kokusu gibi minimal denilebilir.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, kitabında Terre d'Hermes'i ferah bergamot olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç puan vererek ortalama parfümler sınıfına almış.


Neredeyse ferah kokusu, dört mevsimde her dönem kullanılabilir. Fakat bence soğuk kış günleri için tercih edilmese iyi olur. Tam bir serin ilkbahar kokusu olarak düşünüyorum. Ayrıca yaz akşamlarına uyacaktır kokusu. Çok sıcak öğlen vakitlerinde baharatlı yapısı hafiften rahatsız edebilir. Benden söylemesi.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8