13 Ekim 2014 Pazartesi

Mona di Orio – Vetyver (2011)


Mona di Orio – Vetyver (2011)

Henüz genç bir kızken, efsane parfümör statüsüne çoktan yerleşmiş Edmond Roudnitska'nın yanında çalışma ve ona asistanlık yapma şansına kaç kişi erişebilmiştir acaba? Altı yıl boyunca bay Roudnitska'nın Grasse yakınlarındaki küçük bir köy olan Cabris'teki atölyesinde çalışan bayan Mona di Orio, muhtemelen ne kadar şanslı olduğunun farkında. Böylesi bir deneyimi, hem de Edmond Roudnitska ile yaşamak, her parfümörün hayali olmalı. Tabii gerçek hayatta biliriz ki hayallerin çoğu gerçekleşmez. Fakat bu genelleme bayan Mona di Orio için söz konusu değil anlaşılan.

Klasik bir parfüm eğitimi alan Mona di Orio, Edmond Roudnitska ile birlikte çalışmanın onurunu yaşamıştı. Sadece onur duymakla kalmadı, onun sayesinde 1920 ve 1930'ların "parfümlerin altın çağı" denilen bu tarihlere öykünen parfümler tasarlamaya da girişti. Zengin, kompleks ve özgün parfümler yaratmak için yola çıktı. Kırk iki yaşında bu amacını gerçekleştirmek için kendi markasını oluşturmaya karar verdi. Ve sonuçta Mona di Orio niş parfümevi ortaya çıktı.

Niş parfüm dünyasında yeni olmasına rağmen, işini ciddiye alıyor gördüğüm kadarıyla. Ülkemizde ve dünyada "Vanille" parfümü ile tanınırken, ben onun biraz daha geri plandaki bir parfümüne göz atacağım. Vetyver, 2011 çıkışlı ve isminden de anlaşılacağı üzere vetiver (kabe samanı) temasına sahip. Markanın "Les Nombres d’Or" serisinin üyesi.


Kendi sitelerinde Vetyver'in "sıcak havalar için mükemmel bir uniseks parfüm" olduğu vurgulanmış. Ayrıca "hem temiz hem de kompleks" olmak gibi zor olan bir görevi de başardığı söylenmiş. Vetyver'i üzerime sıktığımda karşıma tozlu ve kuru vetiver çıktı ilk saniyelerde. Ona geri planda ferah turunçgiller, azıcık aromatik otlar ve yumuşak baharatlar eşlik ediyor. Karanlık sayılabilecek üst notalarını sevdim. İlerleyen dakikalarda kokusu daha çimensi ve yeşile dönüyor. Neredeyse ıslak-rutubetli köksü vetiver orta kısmı domine ediyor. Yumuşak baharatlar orta bölümde biraz daha etkili. Muhtemelen zencefil ve küçük hindistan cevizi mevcut.
Buradaki vetiveri fazlaca yeşil ve ıslak buldum. Ayrıca tuhaf bir şekilde bana plastiğimsi geldi. Orta notaları başlangıcı kadar güzel bulmadım. Son bölüm, orta kısmın paralelinde ilerliyor. Farklı olarak misk ve odunsu notalar (sedir ağacı) ekleniyor. Orta bölümdeki rutubetli köksü vetiver hala kedisini gösteriyor. Kapanışı nispeten orta bölüme göre kompleks ve başarılı. Böylece de tenden ayrılıyor.

Parfümün adı Vetyver. Doğal olarak kokusunun vetiver düzleminde olmasını beklememiz gerekir. Zaten Mona di Orio'da bu beklentimizi boşa çıkarmamış. Baştan sona vetiverin hakimiyetinde bir parfüm olmuş. Fakat kullanılan vetiver yapıları farklı. Mesela başlangıçta tozlu/kuru ve neredeyse tütsümsü bir vetiver varken, orta kısımdan itibaren tatlımsı, günümüze yakın ve rutubetli bir vetiver kullanılmış. Bu anlamda vetiverin iki farklı kullanımını göstermiş bize. Baharatlar ise gayet yumuşak ve ferah. Keskin ya da burnu zorlayıcı baharat kullanımı yok. Sonlardaki sedir ağacı ise çok farklı verilmemiş. Herşey fazlasıyla olması gerektiği gibi.

Başlangıcındaki karanlık sayılabilecek kuru vetiveri kendime daha yakın buldum. Abartmayacağımı bilsem Encre Noire'deki vetiver kullanımına benzeteceğim üst notaları. Orta kısımdaysa genel olarak temiz, sakin ve yeşil bir vetivere dönüşüyor. Daha çok Grey Vetiver tarzına yakın. Hatta Creed - Original Vetiver'i de andırıyor azıcık.


Vetyver, kimi zaman ferah, köksü ve steril kokarken bazen de gayet karanlık ve kasvetli hale dönüşebiliyor. Tam meyveli vetiver diye aklımdan geçirirken, plastiğimsi vetiver kokusu geliyor sanki bir yerlerden. Kullanım sürecinde kafamı ciddi anlamda karıştırdı. Hayır o çok kompleks ya da bol katmanlı değil. Hatta basit sayılabilecek aromaya sahip. Galiba onu sevdim mi yoksa sevmedim mi noktasında sonunda kararımı verdim: Kendime yakın bulamadım.

Neden mi? İlk olarak canım öyle istediği için (sanırım böyle bir özgürlüğüm var). İkinci olarak ise kokusu Encre Noire'den ziyade Guerlain - Vetiver ve Tom Ford - Grey Vetiver tarzına daha yakın olduğu için. Ferah sayılabilecek, yeni kesilmiş çimen hissi veren köksülük, benim için sihirli formül değil. Karanlık ve tütsülü vetiver sever birisi olarak "işte budur!" cümlesini bana söyletemedi. Evet güzel, hoş ve kaliteli bir deneme ama fazlaca değişik yanı olmayan, harikalar yaratmayan, aklınızı başınızdan alamayacak ortalama bir vetiver kokusu olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.

Eğer vetiver temalı parfümleri seviyorsanız, denemenizi öneririm. 230 dolar civarındaki etiketi ile niş markaların bile çoğundan yüksek fiyata sahip Vetyver'i denemeden almanızı tavsiye edemeyeceğim. Ne olur ne olmaz.


Eau de Parfum (EDP) formundaki Vetyver'in başlangıcı dolu dolu gerçekleşiyor. İlerleyen dakikalarda ortalamanın biraz altında seyrediyor farkedilirliği. Kalıcılık idare eder. Kendi sitelerinde uniseks olarak sınıflandırmışlar fakat bence erkek kullanımına daha yakın. 20-35 yaş arası arkadaşlara uyacaktır. Temiz, ferah ve sakin yapısı, günlük kullanımda rahatlıkla kullanabileceğiniz anlamına geliyor. Yine sıcak sayılabilecek sonbahar günlerinde kullandığım Vetyver, hiç rahatsızlık vermedi. Üstelik serin akşamlarda da fena iş çıkarmadı. Onun içindir ki dört mevsimde de kullanılabileceğini düşünüyorum.

Kokusunun tasarımına, markanın kurucusu Moni di Orio imza atmış.

Koku Güzelliği:10/6.5

10 Ekim 2014 Cuma

Issey Miyake – Pleats Please (2012)


Issey Miyake – Pleats Please (2012)

İlk defa 1989 yılında ortaya çıkan bir kavram Pleats Please. İssey Miyake modaevinin, üzerine yeni tasarımlar ekleyerek geliştirdiği bu kıyafet serisi, 1993 yılında görücüye çıkmaya hazır hale gelmişti. Markanın ilkbahar-yaz koleksiyonunda kendi ayakları üzerinde duran bir kıyafet serisi olarak dünyaya sunumu yapılmıştı.

Bizler parfüm meraklıları olarak İssey Miyake ismini duyduğumuzda aklımıza piyasaya sürdükleri parfümleri gelir. Oysa Japonya'nın dünyaya mal olmuş en büyük küresel markasını düşünmemiz gerekir. Modern hayat tarzının kıyafet tasarımlarını yapmanın peşinde koşan İssey Miyake'nin, 2012 yılında çıkarttığı yeni kadın parfümü Pleats Please'de, anlaşılacağı üzere, bu kıyafet serisinden ilhamını ve ismini almış.

Parfümün resmi tanıtımının, kokuyu tasarlayan genç burun Aurelien Guichard tarafından Japonya'daki Tokyo Mid Town'da yapıldığını biliyoruz. Karşılıklı konuşma şeklinde geçen tanıtımda Guichard, markanın ve sektörün üst düzey yöneticilerine, parfümünün geri planını anlatmış. Hatta çocukluğuna gidip, küçükken futbolcu olmak istediğini, fakat parfümör babası ve heykeltıraş annesinin etkisiyle parfümörlük mesleğini seçtiğini bile anlatmış çok sayıdaki konuğa.


Kendi sitelerinde Pleats Please kısaca şöyle tanıtılmış: "Bu parfüm, markanın en ikonik kıyafet tasarım çizgisinden ilhamını almıştır: Pleats Please. Neşeli, keyifli, kararlı modern moda. Ünlü Pleats serisinin ilk parfümü. İyimser, dinamik ve canayakın ruha sahip enerjik, renkli Pleats Please; eğlenceye bir davettir. Eğlenceyi etrafa yay!"

Resmi tanıtımında çiçek buketinden, alt notalardaki vanilya ve canlı odunsu notalardan bahsedilmiş. Ayrıca "nashi" denilen melez bir Japon meyvesinin kullanıldığı söylenmiş. Üzerime ilk sıktığımda gerçekten de meyvelerle karşılaşıyorum. Armudun etkisinin hissedildiği tatlımsı modern meyveler gayet güzel ve neredeyse ferah. İlerleyen dakikalarda kokusuna şekerli çiçekler hakim olmaya başlıyor. Meyveler hala orada. Çiçeksilik ise artık ön planda. Beyaz çiçeklerden oluşan çiçek demeti, kokuyu ciddi anlamda kadınsılığa doğru çekiyor. Orta bölümü pek sevmedim. Son bölümde çiçekler geriye çekiliyor. Tatlı paçuli, misk ve azıcık da vanilya var artık kapanışta. Sıradan ve yapay alt notalar, ilgi çekici değil ne yazık ki.

Pleats Please'in başlangıcı fena değil. Lezzetli meyvemsilik, armudun ağırlıklı olduğunu düşündürtüyor. Tatlımsı meyveler doğal ve canlı. Orta kısımda çiçeklerin devreye girmesiyle artık iyice karakterini belli ediyor. Son kısımlarda yapaylık hissediliyor. Paçulinin kullanımı, miskin verilişi ve muhtemelen ambergris, hiç bana göre değil. Alt notalardaki yapaylık, bende ciddi baş ağrısı yaptı her seferinde.


Pleats Please, hiç şüphesiz ki tam bir meyve-çiçek kombinasyonu. Örneğine çokça rastlayabileceğimiz modern tatlımsı yumuşak meyveler ve çiçekleri merkeze almış. Bu anlamda çok özgün ve radikal bir yanı yok. Fakat kullanan çoğu kadının kendisinden bir şeyler bulabileceği güvenli koku forumuna sahip parfümlerden olduğu söylenebilir. Yani bu anlamda riskli bir seçim olmayacaktır.

Tatlı, meyveli-çiçeksi, genç kızları hedefleyen, modern, pozitif, hayat dolu bir parfüm Pleats Please. Genel beğeniye uygun olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Zaten Issey Miyake gibi ana akım markanın, çok riskli bir koku formuna imza atması beklenemez. Fazlaca bir numarası olmayan, tek düze, kalite hissi vermeyen, vasat piyasa parfümü olarak düşünülebilir. Bir şişesini alıp kullanmaya değeceğini sanmıyorum. Yine de seçim ve karar sizin.

Orta kısmın sonlarından itibaren karşıma çıkan, o tuhaf yapaylık, parfümün en başarısız yeri. Sonlarda da sanırım ambergristen gelen o metalik koku, migren hastalarına hiç de iyi gelmeyecek. Daha önce denediğim diğer Issey Miyake parfümlerinin tamamında baş ağrısı ile karşılaşmıştım. Yıllar içinde değişen bir şey yok. 2012 çıkışlı yeni parfümleri de baş ağrısı atakları haline geldi bende. İssey Miyake bunu nasıl beceriyor bilemiyorum ama her parfümü beni rahatsız etmeyi başarıyor. Oysaki yıllar önce kullandığım L'Eau d'Issey Pour Homme ne de güzel parfümdü.


Geçtiğimiz haftalarda kullandığım Montale'in Wild Pears'ına benziyor Pleats Please. Özellikle başlarındaki armut, iki parfümü birbirine yaklaştırıyor. Hatta Pleats Please'in başlangıcı daha güzel. Son kısımlardaysa ayrı yollara sapıyorlar. Yine de Wild Pears, bir adım daha önde koku güzelliği olarak. En azından Montale, baş ağrısına sebep olmuyor. Tatlılık kullanımında ise iki parfüm birbiriyle yarışıyor adeta. Şekerli denebilecek kadar tatlılık barındıran kokusu, benim için bile rahatsız edici.

Sanıyorum ki Pleats Please, doğru kadında, doğru zamanda ve doğru yerde kullanılınca hoş etkiler yayacak etrafa. Günlük kullanımda rahatlıkla kullanılabilecek parfüm, bende beklediğim sonuçları vermese de, kadınların üzerinde çok daha heyecan verici olacağı düşünülebilir.

Çoğu yorumcu ilkbahar-yaz dönemine uygun olduğunu belirtmiş. Serin ilkbahar mevsimine katılırım ama sıcak yaz günlerinde biraz fazla şekerli gelebilir. Bu dönem dışında her zaman kullanılabilir. 15-30 yaş arası kadınları hedeflediğini düşünüyorum. Benim kullandığım ilk çıkan EDT versiyonuydu. Sonradan bir de EDP (Eau de Parfum) olanı çıkmış. Onu ise denemediğim için aradaki farkı bilemeyeceğim.



Koku Güzelliği:10/6

8 Ekim 2014 Çarşamba

Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)


Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)

Hikayesi 1860'lı yıllara kadar uzanan bir marka Penhaligon's. İlk olarak 1860'lı yılların sonlarında, berber dükkanı olarak Jermyn Street adresinde açılmıştı. Kurucu William Penhaligon, 1870'li yıllarda işlerini büyütmeyi düşündü. Bunun sonucunda parfümeri alanında ürünlere yöneldi. Kısa zamanda çok popüler olan dükkanı, İngiliz Kraliyet Sarayı'nın resmi tedarikçisi bile oldu. Kraliçe Viktorya zamanında kraliyet için aldıkları çalışma izni, yaklaşık yüz yıl boyunca geçerli sayıldı.

William Penhaligon'un, 1870'lerde Jermyn Street'teki dükkanı, bir Türk hamamı ile komşuydu. Zamanla yanındaki Türk hamamı fazlaca ilgisini çekmeye başladı. Oradan çıkan kükürt kokusu ve buhardan ilham alarak, Hammam Bouquet isimli ilk parfümünü hayata geçirdi.1872 yılında parfümün formülünü hazırladı ve üretime geçti. Böylece Penhaligon berber dükkanı, ilk defa parfümeri işine girmiş oldu.


Hammam Bouquet isimli parfümlerinin tasarım aşamasında Türk (O zamanlar Osmanlıydı) etkisini inkar etmiyorlar. Hatta bunun üzerine inşa etmişler kokusunun hikayesini. Resmi tanıtımında hayvansal ve olgun tarafından, eski kitap kokularından, pudralı reçineden ve antik odalardan bahsedilmiş. Sanırım parfümün bu detayları çağrıştırdığı vurgulanmış. Kendi sitelerinde oryantal sınıfına dahil edilmiş. Kaynaklarda genel olarak erkek parfümü olarak geçiyor. Bence de erkek parfümü olarak düşünülmeli.

Hammam Bouquet'i üzerime sıktığımda karşıma çok eskilerden bir aroma çıkıyor. Tozlu bergamot, nostaljik lavanta ve biraz da hayvansal misk. 142 yıllık parfümden beklenebilecek bir açılışı var. Günümüzün modern, tatlı parfümleriyle ilgisi bile yok. Ferah portakal yada turunçgilleri de unutun. Başlangıcı ve ilk dakikaları oldukça keskin ve güçlü. Fazla uyguladığınız anda rahatsız edebilecek tarzda. Bu tür açılışları sevmesem de saygı duydum üst notalara. İlk yarım saatte lavanta ve tozlu/eski bergamodun etkisi devam ediyor. Kirli/hayvansal denebilecek koku bir süre sonra sakinleşiyor ve geri plana geçiyor. Orta bölümde erkeksi çiçekler hakimiyeti ele alıyor. Yasemin ve karanlık sayılabilecek tozlu gül ilk akla gelen çiçekler. İkisi de gayet erkeksi kullanılmış. Hiç öyle kadın parfümlerindeki gibi feminen çiçekler beklemeyin. Erkeksi çiçeklere gerilerden tatlımsı yumuşak baharatlar destek veriyor. Orta bölüm çok daha giyilebilir ve sevilebilir. Son bölümde ise egzotik amber kendisini gösteriyor. Biraz da misk var. Sandal ağacı da oralarda bir yerde muhtemelen. Kapanışı gayet güzel Hammam Bouquet'in.

Doğru hatırlıyorsam, Jicky ile birlikte şimdiye kadar kullandığım en eski tarihli formüle sahip parfüm Hammam Bouquet. Uzun zamandır ilgimi çeken bu tarihi değere sahip parfümü beğendiğimi söyleyebilirim. Gerçi başlangıcı, burnunuza sağlam bir yumruk atıyor. 1900'lü yılların kirli şiprelerini hatırlatan bergamot, Jicky ve Mouchoir de Monsieur’u andıran antik lavanta, Shalimar veya Musc Ravageur’u düşündüren hayvansallığın birleşimi olan üst notalar, acımasız ve ödünsüz. Size gerçek bir erkek parfümü kullandığınızı ve 1800'lü yılların sonlarında olduğunuzu hatırlatıyor. İlk kroşeden sonra hafif bir sersemleme yaşıyorsunuz haliyle. Bir süre sonra sanki o maço boksör gitmiş, yerine İngiliz asaleti ve emperyalizmi gelmiş. Gayet kibar erkeksi çiçekler, Victorya dönemi İngiliz bahçelerinde dolaşıyormuş efekti veriyor. Baharatlar gayet dengeli ve sakin. Sonlardaki amberin ise parfümün ilhamını aldığı doğu (Osmanlı) kültürüne bir gönderme olduğu düşünülebilir.


Hammam Bouquet, eski/nostaljik duygular yaşatıyor çoğu zaman. Bu da onu kullanması ve sevmesi zor olabilecek kokular sınıfına dahil edilmesine yol açıyor. Birçok yorumcuya göre tam bir gül parfümü olduğu dile getiriliyor. Haklı olabilirler. Belki de sandal ağacı daha büyük rol oynuyor. Baharatlı karanlık gül efektini sandal ağacı veriyor olamaz mı? Hatta tam tersi de olabilir. Bence o, saf bir gül parfümü değil. Baharatlı, aromatik otsu, neredeyse pudralı karanlık-tozlu gül desek daha yerine olabilir. Hissedilir orandaki hayvansallığı da bir yere koymamız gerekir. Bu haliyle eski ve tarihi kokan parfümlere benzediğini söyleyebiliriz.

Hammam Bouquet, dönemin kıta Avrupası geleneklerine göre kurgulanmış, daha ilk saniyelerde üst notalar vesilesiyle köklerinin çok eskilere dayandığını bize hatırlatan, ciddi, mesafeli, muhafazakar, orta bölümden itibaren romantik ve tutkulu, sonlardaysa egzotik ve egzantrik bir parfüm.

Yukarıda da belirttiğim gibi başlangıcını ağrılıklı olarak Mouchoir de Monsieur ve Musc Ravageur’daki o kirliliğe benzettim. Birazcık da Ralph Lauren - Safari'deki artemisya kullanımını aklıma getirdi. Jicky'den sadece on yedi yıl önce ortaya çıkmış olduğunu biliyoruz. Belki de Jacques Guerlain bu iki parfümün tasarımında Hammam Bouquet'ten etkilendi. Kim bilir. Gerçi sonlara doğru her bir parfüm kendi yolunda ilerliyor. Aslında çok benzedikleri söylenemez. Belki pudralı, eski, nostaljik tarafları algımın o yönde işlemesine sebep oluyor.


142 yıldır hala üretimi devam eden bir gelenekle karşı karşıyayız. Hammam Bouquet evet bir parfüm fakat bana yaşattığı duygular bir parfümden çok öte. Kendimi kraliyet dönemi İngilteresinde düşünmemi sağlayan bir koku adeta. Kraliçe Viktorya'nın sarayındaki, sadece soylular ve üst düzey kişilerin davet edildiği bir baloda bulunduğumu hayal ediyorum. İyi eğitimli diplomatlar, yüksek rütbeli subaylar, asilzadelerin züppe çocukları, saray eşrafı ve büyük tüccarlar... Zaman 1880 yılında durmuş. Adet olduğu üzere baloya en son gelen kraliçe bütün konuklarını seviyeli ve resmi şekilde kısaca selamlayarak kendisine ayrılan bölüme geçiyor. Etrafında onlarca yardımcısı ve hükümet görevlileri var. Şimdi giyilip sokakta dolaşılsa komik gelebilecek kıyafetler, o zamanın modasına ne kadar da uygun. Yemekten hemen sonra dansa geçiliyor. Sarayın kocaman dans salonundaki gösterişli avizeler, duvarlardaki ünlü ressamların resimleri, etrafta bekleyen uşaklar... En iyi kalitedeki rom ve viskinin içildiği ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar kahkahaların atıldığı sohbetler bir hayal gibi zihnimde uçuşuyor. İşte Hammam Bouquet'in bende çağrıştırdıkları aşağı yukarı bunlar.

Yapaylık olmayan, kaliteli sayılabilecek Hammam Bouquet'in, formülünün 142 yılda defalarca değiştiğini düşünmek gerekiyor. Orijinal formülünün nasıl koktuğunu büyük ihtimalle markanın yöneticileri bile bilmiyordur. Parfümün şimdiki halini koklayıp, sadece hayal edebiliriz geçmişini. Onda da ne kadar başarılı olabiliriz tartışılır.

Geleyim ten-kıyafet karşılaştırmasına. Ten üzerine uyguladığımda çok daha derin ve ilginç tepkiler verirken, kıyafet üzerinde kullandığımda tek düze ve sıradan oldu. Tende eski karanlık gül, baharatlar ve amberi algılayabiliyordum. Kıyafette ise daha eski kafa hayvansal şipreleri andırdı. Onun içindir ki ten üzerine kullanmanızı öneririm. Kıyafet üzerinde çok tozlu ve kirli kokuyor.

Luca Turin’in kitabında Hammam Bouquet, odunsu çiçekli olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. Ayrıca kitabının bir yerinde şöyle bahsetmiş: “Geç Viktorya dönemi klasik İngiliz erkek parfümleri, tipik şekilde tatlı, miskli, pudralı çiçeksiydi. Bu tarz parfümlerin şu an üretimde olan belki de en iyi örneği Hammam Bouquet, hala oldukça kullanılabilir yapıda.” Ayrıca lavanta-vanilya baskın Fransa kökenli Guerlain’in Jicky’sinin, İngiliz karşılığı olarak Hammam Bouquet’i göstermiş.


EDT konsantrasyonuna sahip Hammam Bouquet, ilk yarım saat oldukça yoğunken, ilerleyen saatlerde tene yakın kalmayı tercih ediyor. Kalıcılığı gayet iyi. Yaş olarak otuz beş ve üzerindeki arkadaşlara hitap edecektir. Kimi yorumcuların onun kokusunu “yaşlı kadınlara” benzetmesini fazla önemsemiyorum. Sonbahar-kış kullanımına uygun olacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

4 Ekim 2014 Cumartesi

Yves Saint Laurent – L’Homme (2006)




Yves Saint Laurent – L’Homme (2006)

Geçmişi çok başarılı parfümlerle dolu bir markadan beklentilerimiz, bilinçaltımızın marifetiyle yüksek olmalı mıdır? Yoksa geçmişi unutup, önümüze mi bakmalıyız? Günümüzün trendlerinin peşinden mi gitmeliyiz, yoksa geçmişe özlem mi duymalıyız? "Nerede o eski parfümler" diyerek hayıflanmalı mıyız, yoksa yeni nesil parfümleri anlamaya çalışıp, keyif mi almalıyız? Sanırım geçmiş ile şimdiki zamanın hatta geleceğin dengesini kurabilmek, insanoğlunun en zorlandığı işlerden birisi.

Yves Saint Laurent'in gösterişli ve zengin tarihi, onların çıkardığı yeni parfümler için bize umut olmaya devam ediyor. "YSL kötü parfüm çıkarmaz" diye düşünmek istiyoruz. Oysaki bu önerme cümlesini test etmek gayet basit. Dünyanın hemen hemen her kozmetik mağazasında satılan 2006 yılı çıkışlı L'Homme, Yves Saint Laurent'in yeni/modern parfüm işinde nerede olduğunu göstermesi bakımından önemli ipuçları veriyor. Neden mi?

Markanın 2000 yılı sonrası yeni nesil parfümlerini temsil eden L'Homme, piyasaya çıktıktan kısa süre sonra dünya çapında en çok satan erkek parfümleri listesine girmekte zorlanmadı. Gerçi güçlü bir reklam kampanyası ile L'Homme'un tanıtımını yaptılar. Televizyon reklamları, dergiler ve afişlerde çoğu zaman L'Homme vardı.

Kısa zaman içinde de reklam kampanyalarının meyvesi alınmaya başlandı. L'Homme, 2014 yılının sonbaharı itibariyle hala kendi sitelerine göre en çok satan erkek parfümü olarak yerini almış durumda Yves Saint Laurent'in. Bugün karşımızda çok satan bir popüler delikanlı var anlaşılacağı üzere.


Uzun zaman önce kullandığım L'Homme'u yeniden gündemime almam, fikirlerimin hangi yönde değiştiğini görmem açısından benim için farklı bir deneyim olacak. İlerleyen zamanlarda bu tür yeniden deneyip, güncelleyeceğim parfümler olacak. L'Homme aslında Malabah ile birlikte bu yöndeki ikinci örnek. Bakalım aradan geçen yıllar, olumlu mu yoksa olumsuz bir etki mi bırakacak bende.

L'Homme’un tanıtımında, ferah ve odunsu notaların kontrasından bahsediliyor. Fragrantica'da odunsu çiçekli misk olarak sınıflandırılmış. Üzerime sıktığımda beni tatlı, kremsi turunçgiller karşılıyor. Hafiften meyveli denebilecek üst notalarda elma da olabilir. Başlangıcı ferah, güzel fakat çok çarpıcı değil. Orta bölüme geçildiğinde tatlı kremsi yapı devam ediyor. Turunçgiller geride kalırken bu sefer ortaya tatlı baharatlar çıkıyor. Aynı başlangıç gibi baharatlarda kremsi ve vanilyalı. Zencefil-kakule ikilisi ön planda denebilir. Son kısımda odunsu notalar öne çıkıyor. Kremsi-pudralı sedir ağacı, vetiver ve tonka fasulyesi kapanışa damga vuruyorlar. Sonlarda bu üç notadan sedir ağacı en baskın olanı. Diğerleri yan rolde gibiler. Kapanış en vasat ve başarısız yeri olmuş ne yazık ki.

L'Homme'un, tatlı, kremsi, neredeyse pudralı-şekerli bir baharat-sedir ağacı-vanilya kokusu olduğunu kabul etmek lazım. Başlangıçtaki turunçgilleri biraz Allure Homme Sport tarzına yakın buldum. Orta kısımdaki yumuşak şekerli vanilyalı baharatları Eros'a yakın buldum. Sonlardaki yapay odunsuları ise Bulgari Man'a yakın buldum.


Şunu söylemek istiyorum ki, L'Homme, günümüzün modern, tatlı, kremsi baharatlı parfümlerinin en tipik örneği denebilir. Hatta bu yöndeki ilk ciddi örnek mi araştırmak gerekir. Yves Saint Laurent, bu arkadaşla birlikte modern piyasa kokusuna imza atmak istemiş. Ve bunu da başarıyla yapmış. Parfümün ticari başarısından ve satışlarından onun çok sevildiğini ve binlerce erkeğin tercihi olduğunu görmek zor değil. Bu açıdan tebrik edilmesi gerekir belki de.

Oysaki parfümlere satılacak şişe olarak bakmayan ve onda başka duyguları/heyecanları arayan koku severleri tatmin edecek bir parfüm olduğunu söylemek zor L'Homme'un. Gerçi onun böyle bir endişesi olduğunu pek sanmıyorum. Tamamen piyasa şartlarına göre kokusu kurgulanmış, çok satılması düşünülmüş, deneyen çoğu kimsenin bir şekilde hoşuna gitmesi sağlanmak istenmiş, karşı cinsinde beğenebileceği bir oyuncu olduğu söylenebilir. Yumuşak, çekingen ve garantici. L'Homme'u kullanıp gece klübüne gittiğinizde ya da ofis kullanımında etraftan güzel tepkiler almanız sürpriz olmaz.

Geleyim hayatın acı gerçeklerine. Evet hayat çoğu zaman trajiktir ve tozpembe değildir. L'Homme hakkındaki gerçekler, çizilen güzel tablo kadar parlak olmayabilir. Çünkü bu arkadaş, oldukça yapay kokan ve kalite anlamında alt seviyede kabul edilebilecek karakterde. Orta kısımdan itibaren başlayan pudralı yapaylık, sonlara doğru artıyor ve bıktırıcı hale geliyor. Yeni nesil bol şekerli piyasa işi parfümlerden pek farkı yok. Taktik neredeyse aynı. Başlangıçta güzel ve herkesi mest edecek turunçgiller olsun. Orta bölüme vanilyalı-şekerli baharatları ekle. Sonlara da şekerli odunsuları monte et. Al sana onlarca örneği olan bir yapı. Spicebomb, Jump, Eros, Blue Jeans ve diğerleri aklıma geliyor hemen. Zaten başlangıcı ve orta bölümün birazı dışında L'Homme'un ilgi çekecek bir yanı yok. Herhangi bir yenilik vaat etmiyor. Sadece popüler parfümler pazarından pay kapmaya çalışan vasat bir apaçi gibi davranıyor.

Yıllar önce kullanıp fena bulmadığım L'Homme, artık kalitesizliği ve sıkıcılığı ile tahammül sınırlarımı zorluyor. Beni ve birçok parfümseveri, bu basit koku formuyla kandırabileceğini düşünen Yves Saint Laurent'in parfüm birimine de teesüflerimi iletiyorum. Umarım bu tarz yollara daha fazla sapmazlar.


İşin komik tarafı, L'Homme'un "bestseller" olmasından dolayı, aynı isimli ondan fazla flanker çıkmış durumda. Yani isminde L'Homme olan sayabildiğim kadarıyla on iki ayrı parfüm piyasaya sürülmüş. Umarım bu L'Homme çılgınlığının sonunu getirirler artık.

Luca Turin'in kitabında odunsu turunçgil olarak sınıflandırılan L'Homme'a beş üzerinden iki yıldız verilmiş. Bu puanlamasında bay Turin'e gönül rahatlığıyla katılıyorum.

L'Homme'u üç önemli burun Anne Flipo, Pierre Wargnye ve Dominique Ropion beraber tasarlamış. 15-25 yaş arası erkeklere tavsiye ederim. Çok sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Çok erkeksi koktuğunu söylemek zor. Kadınların bile rahatlıkla kullanabileceği yapıya sahip. Kalıcılığı aslında fena değil. Hem ten üzerinde hem de kıyafette on iki saati geçen kalıcılığa sahip fakat fark edilirliği başlangıcı dışında zayıf kalıyor.

Koku Güzelliği:10/5.5