9 Şubat 2015 Pazartesi

Parfums MDCI – Invasion Barbare (2005)


Parfums MDCI – Invasion Barbare (2005)

Kelime anlamı olarak kırıcı, kaba, vahşi, yabani ve ilkel anlamlarına gelen "barbar" kelimesinin kökeninin Antik Yunan'a kadar gittiği rivayet ediliyor. Eski Yunanlıların ve Romalıların, o dönemlerde kendileri gibi olmayan ve yaşamayan kişileri, kabileleri ya da toplumları barbar olarak niteledikleri sır değil. Tabii barbarlık kavramının yüzyıllar içinde çoğu halkın üzerine yapıştırılan yafta gibi kullanıldığını da anlıyoruz tarih okumalarından.

Milattan önceki dönemlerde Çinlilerin, Orta Asya'da kabileler halinde yaşayan Türkleri ve o coğrafyadaki insanları barbar olarak görmeleri şaşırtıcı değil. Hatta bu barbarlık yaftası Türklerin üzerinden uzun zaman silinememiş bir türlü. Orta Çağ Avrupasında bile Türklerin barbar oldukları ve hatta ailelerin çocuklarını bile "seni barbar Türklere veririm" diye korkutmaları işin trajik yanı. Genellikle batı dünyası için, doğuda yaşayan vandallar olarak görülen kabileler, M.S. 350 yılları civarında büyük bir göç dalgası ile Avrupa'ya girmiş ve kıtanın bütün dengesini değiştirmişti. Vizigotlar, Ostrogotlar, Vikingler ve diğerleri, tarihin akışını değiştiren barbar kavimler olarak düşünülüyor.

Barbarlık ve vandallık, 21. yüzyıl dünyasında farklı şekillerde karşımıza çıksa da, dünya insanlarının bilinçaltında her zaman için derin izler bırakmış. "Parfümlerle ne ilgisi var bu anlattıklarının Parfüm Merakı" dediğinizi duyar gibiyim. Bence de barbarlık ile parfümlerin hiç ilgisi yok ama ismi "Barbar Saldırısı" olan bir koku karşımıza çıkıverdi 2006 yılında. Fransa merkezli niş parfümevi  Parfums MDCI oldukça tartışılan, hakkında güzel yorumlar olan Invasion Barbare'i genç parfümör Stephanie Bakouche'e emanet etti. Bayan Bakouche'un ismi, büyük üstatların yanında fazlaca geçmese de, bu iddialı parfümün tasarımına imza atmış gibi görünüyor. Kariyerinde L'Artisan Parfumeur için Rose Privee dışında başka ses getiren parfüm yaratamamış gibi görünse de, Parfums MDCI niş parfümevi ona güvenmiş ve ortaya nostaljik fujer severlerin ilgisini çeken bir eser ortaya çıkmış.


Parfums MDCI gibi niş parfümevi için oldukça amatörce hazırlanmış internet sitesinde Invasion Barbare'ın oryantal karakterine güçlüce vurgu yapılmış. Oryantal eğreltiotu, baharat ve aromatik yapısı olduğundan bahsedilmiş. Zaten parfümün daha ilk saniyelerinden itibaren eğreltiotu vurgusunun ne kadar doğru olduğunu anlıyorsunuz. Evet Invasion Barbare'in, erkeksi, şık ve sofistike olduğunun deklare edilmesi benim için çok anlamlı değilse de, bu kadar övgüler alan ve çok konuşulan parfümü denemekten mutlu olduğumu belirtmeliyim.

Lafı uzatmadan geçeyim "Barbar Saldırısı"na. Parfümün başlangıcında eski tarz erkeksi keskin lavanta karşılıyor beni. Lavantaya erkeksi ve tozlu sayılabilecek bergamot da eşlik ediyor. Başlangıcı yeterince fujer, yüksek kaliteli, eski ve güzel. Her ne kadar böylesine verilmiş lavanta benim için fazla olsa da yine de beğendim kalite hissiyatını üst notaların. Orta kısımda hiç şaşırmadığım değişiklikler oluyor. Lavanta, ana yapıdaki yerini sürdürüyor. Yeşil lavantaya aromatik otlar (kekik), baharatlar (kakule ve zencefil) ve plastiğimsi deri eşlik etmeye başlıyor. Tenimde sabunsu menekşe hissiyatına doğru kayan orta bölümün en rahatsız edici tarafı uyumsuz plastiğimsi deri. Kompozisyona neden eklendiğini anlayamadığım bu deri, hem fujer karakterine ket vuruyor hem de yapaylık oluşmasına neden oluyor. Zengin ama karmaşık ve tutarsız orta bölümü sevdiğimi söyleyemem. Geleyim sonlara. Alt notalarda fujer yapı devam ediyor ama koku oldukça zayıflıyor. Kapanışta misk, biraz vanilya ve yumuşak kremsi menekşe ile orta kısma göre daha makul şekilde tenden ayrılıyor. Vanilyamsı menekşe yine fazla tatlı değil. Son kısım sakin ve rafine.

Invasion Barbare, tam bir eski tarz İngiliz Züppesi kokusu. Erkeksi, nostaljik, maço ve atipik. Tatlılığa pek yüz vermeyen bu retro fujerin bende uyandırdığı his şu: Lavantalı, menekşeli, sabunsu, derili, anasonlu, baharatlı bir takım elbise kokusu. Günümüzün yeni nesil bol tatlı-şerbetli baharatlı oryantalleri ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, nevi şahsına münhasır, duruşu ve karakteri olan, soylu, asil, resmi ve ciddi bir parfüm. O, erkeksiliğin ve klasik Fransız modasının bir ürünü adeta.


1960'lı yıllardan yanlışlıkla 2006 yılına ışınlanmış uzay-zaman yolcusu gibi duruyor Invasion Barbare. Dumansı, lavantalı, menekşeli fujerlerin hakimiyetindeki eski dünyanın bir oyuncusu. Kendisine arkadaş olarak Sartorial veya Mouchoir de Monsieur'un eşlik edebileceği, biraz derinlere inersek efsanevi kült Brut ile yakından akraba çıkabilecek bir kardeşimiz. Caron Pour Homme ile de ara ara takılabilir Invasion Barbare. Aman yadırgamayın çünkü karakteri böyle. Nasıl ki Britney Spears ile Leonard Cohen'i aynı sahnede düşünemezsek, 1 Million ile de Invasion Barbare'yi aynı karede düşünemeyiz. Olmaz arkadaşlar zorlamayın doku uyuşmazlığı var.

Bence Invasion Barbare'e en yakın parfüm yukarıda da değindiğim üzere Penhaligon's'un erkeksi fetişi Sartorial. Alfa veya baskın erkek kokusuna meraklı ve hafiften eşcinsel karşıtı, Amerikan Cumhuriyetçilerine oy veren Orta Amerikalı tutucu ve silahlara meraklı kovboy kılıklı erkeklerin kokusu olabilir Invasion Barbare. Hey, Mr. Bush; Teksas'taki çiftliğinde kullanman için sana bir parfüm daha buldum. Umarım beğenirsin!

Bu tarz menekşeli, sabunsu lavantalı, baharatlı, fazlaca maço unsurları öne çıkaran kokulara gıcık değilim ama kendime yakın bulamıyorum. Sanki benim için değil de 63 yaşındaki dayıma daha çok uyacağını hissediyorum böyle kokuların. Onun içindir ki uzun zamandır merak ettiğim bu arkadaş için harika övgüleri arka arkaya sıralamayacağım. Onun yerine şunu yapayım: "Denemeden almayın, pişman olmayın" klişesini tekrar edeyim ve aradan sıyrılayım.


Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak için daha uygun bence. Luca Turin'in kitabında Invasion Barbare, baharatlı odunsu olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden beş verilerek en iyi parfümler listesine alınmış. Bir kere daha beni şaşırtıyor bay Turin verdiği notla. Fakat yine de değerli abimize saygıda kusur etmemek gerekiyor.

Eau de Parfum (EDP) formundaki Invasion Barbare, anlaşılacağı üzere tam bir erkek parfümü. "Yok benim alt komşu söylediydi, uniseks kullanıma uygunmuş Parfüm Merakı" derseniz size cevabım Funda Arar'ın o can alıcı bedduası olur: "Aşksız kal, aşksız kal, aşksız yalnııııızzz"

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

5 Şubat 2015 Perşembe

Givenchy – Pi (1998)


Givenchy – Pi (1998)

Yamuk dikdörtgen şişesiyle, içerisindeki açık sarı sıvısıyla, sade-beyaz kutusuyla ve üzerinde matematiğin en bilinen sabit terimi Pi yazısıyla Givenchy’nin ünlü parfümü karşımızda. Sanırım Pi’yi anlatmama ya da tanıtmama gerek yok. Çünkü muhtemelen dünyanın en popüler erkek parfümlerinden birisi kendisi. Kimi yerlerde 1998 yılında piyasaya sürüldüğü belirtilen Pi'nin bazı kaynaklarda da 1999 yılında çıktığı iddia ediliyor. "Zamanın, tarihlerin, yılların ve saatlerin ne önemi var şu uçsuz bucaksız evrende" derseniz de söyleyecek bir şey bulamam, çünkü haklısınız.

Pi'yi sadece ülkemizde popüler sanan arkadaşlara iyi haberi vereyim. Hiç de öyle değil! Daha ilk çıktığı zaman bile Givenchy markasının gücünü arkasına alarak dünyanın en çok satan erkek parfümleri listesine girmekte zorlanmadı. İyi de Pi'nin böylesine sevilmesinde Givenchy markasının ne kadar rolü vardı? Muhtemelen oldukça sınırlı. Peki Pi nasıl oldu da bu kadar büyük fenomene dönüştü? Bu soruya cevabım şu olabilir: Rochas Man, Le Male, 212 Men, Acqua di Gio, L'Eau d'Issey Pour Homme, Code For Men neden böylesine sevildiyse aynı sebepten. Pi, bir şekilde büyük kitlelerin ve milyonlarca insanın kalbini çalıvermişti. Çünkü hiçbir pazarlama kampanyası bir parfümü bu kadar çok sattıramazdı.

Kokularla veya parfümlerle azıcık ilgilenen herkesin muhakkak bildiği Pi, Givenchy'nin yeni nesil parfümlerini temsil ediyordu 1990'lı yılların sonlarında. Efsane burun Alberto Morillas imzalı Pi, 2000'li yıllara geçiş kokularından birisiydi. Kendisinden önce fazlaca tatlılık barındıran ve gourmand koku olmamasının avantajını kullandı belki de. Bu anlamda hemen hemen aynı tarihlerde piyasaya sürülmüş Rochas Man ile yakın bir kulvardaydılar ve rakiptiler. 1990'lı yıllar artık sona eriyordu ve doğal olarak koku trendleri de değişiyordu. İşte Pi, bu değişimin öncülerindendi.


İçeriğindeki fazlaca kullanılmış tatlılık (neredeyse yanık şeker), benzoin, vanilya, badem onu daha önce pek de benzerine rastlanamayan bir karaktere bürümüştü. Bu anlamda Pi'nin başarısı aslında daha önce yapılmayanı yapmasıydı. Zamanın ötesinde bir koku formuna sahipti. Bu ileri görüşlü parfüm, piyasaya sürülmesinden yaklaşık on yedi yıl sonra, sanki geçen yıl piyasaya çıkarılmış gibi tanıdık ve modern kokuyor. Çünkü o doğru ata oynamış ve geleceğin koku trendi olan gurme tarzına yatırım yapmıştı. Ve tabii ki kazanan oldu.

Uzun zaman önce (sanırım 4-5 yıl oldu) denediğim Pi'yi fena bulmamış ve onun genel yapısını biraz ağır ve yapay bulsam da kabul edilebilir olduğunu düşünmüştüm. Aradan geçen bunca zaman sonra Pi'yi yeniden kullanmak istedim. Bakalım eski anılara geri götürebilecek mi beni.

Kendi sitelerinde odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış Pi. Üzerime sıktığımda beni kremsi turunçgiller karşılıyor. Buruk ve yapay mandalina üst notaların tek hakimi gibi. Başlangıcını çok güçlü ve sağlam bulmadım. Üst notalarını beğenmedim Pi'nin. Orta notalara geçildiğinde kremsi mandalina bir süre daha kendisini gösteriyor. Sonrasında ise gerilerden gelip, parfümün baş köşesine kurulan pudralı vanilya ve benzoin'e fazla direnemiyor. Nane ya da çam ağacı efektine sahip bebek pudrası kıvamındaki vanilya ve yapaylık hissi veren benzoin orta bölümü domine ediyor. Bu andan itibaren kokunun tatlılık oranı artıyor ve neredeyse şekerli hale geliyor. Evet vanilyayı severim fakat burada fazlasıyla sıkıcı, vasat ve yapay kullanılmış. Orta notaları da başlangıcı gibi hayal kırıklığı yaşatıyor. Geleyim sonlara. Sanırım parfümün en sevdiğim yeri alt notalar oldu. Pudralı vanilya, son bölümde sakinleşiyor daha kabul edilebilir hale geliyor. O karamel benzeri şekerli yapı geri çekiliyor. Yumuşak ve tatlımsı odunsu notalar durumu toparlıyor neyse ki. Biraz da sütlü çikolata algılıyorum. Kapanışı harika bulmasam da fena değil diyeyim de ayıp olmasın bu popüler arkadaşa.


Pi, şekerli, pudralı, mandalinalı, bademli, benzoin destekli karamel-vanilya kokusu benim için. Basit, derinliği olmayan, tek düze ilerleyen vasat bir kokuya sahip. Başlangıçtaki kremsi mandalinayı hiç sevmedim. Sanki seyreltilmiş gibi eğreti duran mandalina, burada olmamış. İlginç olan ise bu seyreltilmiş hissini orta bölümde de yaşadım. Sanki parfümün içeriğinden, onun güçlü yapısını ve ruhunu çıkarıp, başka bir hale getirmişler. Burada sanırım parfümün ciddi bir reformülasyon geçirdiğini düşünmemiz gerekiyor. Zaten birçok yorumcu da bu durumdan şikayetçi. Benim denediğim en yeni Pi, şekerli su kıvamına getirilmiş adeta. Çok yazık.

Pi, rakipleri gurmelerden Rochas Man ve Lolita Lempicka Au Masculin'e az da olsa benziyor. Zaman zaman orta bölümde anasonlu bir koku alıyorsunuz. Bu da onu biraz Lolita Lenpicka'ya yaklaştırıyor bence. Fakat Pi'de vanilya ve karamel oranı Lolita Lempicka'ya göre oldukça fazla. Bir de Pi, diğerlerinden daha pudralı ve bademli. Tatlılık konusunda da rakiplerinin gerisinde kalmıyor. Sadece Rochas Man ve Lolita Lempicka Au Masculin’e mi benziyor Pi?  Mesela ikonik kadın parfümlerinden Hypnotic Poison'a az da olsa benzemiyor mu? Hypnotic Poison'daki o bademli, vanilyalı yapı ile Pi'deki daha mütevazi koku birbirini andırıyor olmasın? Hatta işi abartıp Pi'nin kadın parfümleri arasında eşdeğeri olarak Hypnotic Poison'ı gösterebilir miyiz? Hey bir dakika! Pi ile Hypnotic Poison'un aynı yıl yani 1998 yılında piyasaya sürülmeleri de mi tesadüf? Haydi bakalım, buyurun çıkarın kuyuya attığım taşı :)

Eğri oturalım doğru konuşalım. Evet Pi, bir zamanların en büyük hitlerinden birisiydi. Aradan geçen yıllar ve yeni çıkan güçlü rakipleri sayesinde eski popülaritesini kaybetmiş gibi görünüyor. İşin daha da kötü yanı Pi, bu son haliyle oldukça yapay ve vasat kokuyor. Kalite hissiyatı çok düşük. Başlangıcı ve orta kısmı oldukça başarısız. Bu haliyle Pi'nin ilerleyen yıllarda fazlaca şansı görünmüyor sert rekabette.

Hakkında ilginç şehir efsaneleri çıkartılan parfümlerden birisi Pi. Benim duyduğum iki efsaneyi paylaşayım sizinle. İlki, Pi'nin şişesinin üzerinde erkeğe yönelik bir ibare olmaması. Mesela Pour Homme ya da For Men gibi tabirlerin bulunmaması kimilerince Pi'nin hem erkekler için hem de kadınlar için uygun olduğuna yönelik bir inanış oluşturmuş. Gerçi Givenchy'nin kendi sitesinde Pi, erkek parfümleri bölümünde bulunuyor. Fakat kokusundaki hafiften feminenlik, insanların Pi'nin uniseks kullanıma uygun olduğu için erkek ibaresi konulmadığı düşüncesine yol açmış olabilir. İkinci konu ise parfümün konsantrasyonu. Eski formül Pi, oldukça güçlü, saldırgan ve sağlam bir parfümdü. Kalıcılığı ve farkedilirliği çok yüksekti. Yine şişesinde hiçbir ibarenin bulunmaması sebebiyle Pi'nin EDP olduğunu iddia ediyordu bazı parfümseverler. Yine kendi internet sitelerinde EDT konsantrasyonunda olduğu yazıyor Pi'nin. Zaten kullandığım bu son halinde farkedilirlik oldukça düşük. Adeta kolonyamsı bir hale dönüşmüş Pi'nin performansı üzücü. Eğer bulabilirseniz eski formülasyon şişelerden alın kendinize. Çünkü yeni hali gerçekten de kullanılacak gibi değil.


Parfümün şişe tasarımına Serge Mansau imza atmış. Usta burun Alberto Morillas'ın eseri Pi, Luca Turin'in kitabında da yerini almış. Bay Turin Pi'yi "sweet nothing" olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden bir vererek en kötü parfümler listesine dahil etmiş.

Sonbahar-kış mevsimi için uygun olacaktır. Aman sıcak yaz günlerinde denemeyin. Yaş olarak genç arkadaşları ya da parfümlere yeni giriş yapan kullanıcıları hedefliyor bence. Otuz yaşın üzerindeki koku severlere pek tavsiye edemeyeceğim.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/4

2 Şubat 2015 Pazartesi

Serge Lutens – Serge Noire (2008)


Serge Lutens – Serge Noire (2008)

Hayatının çoğu moda dünyasının merkezi sayılan Paris'te geçmiş bir mistik denebilir Serge Lutens için. 1967 yılında Christian Dior için çalışması teklif edildiğinde hayır dememişti. İyiki de dememişti çünkü Dior'un çatısı altında makyaj alanında devrimsel işlere imza attı. Christian Dior'u, on üç sene sonunda dünyanın en iyi makyaj malzemeleri üreten markasına çevirmişti. Hatta onun için dünyanın en iyi makyaj uzmanı denilmesine bile sebep olmuştu bu durum. Oysa ki pek de umurunda değildi bu tanımlamalar ve abartılı övgüler Serge Lutens için.

Moda dünyasının içinde, prova odalarının göbeğinde, defilelerin hemen arka odasındaki koşuşturmanın içinde yer aldı yıllarca. Kadınları farklı makyaj teknikleri ile güzelleştirirken, belki de kendisini arıyordu şu kocaman evrende. Acaba "benim ne işim var burada" diye düşünüyor muydu, lüks takım elbiselerle ve yüksek kaliteli pamuklu kumaşlarla dolu odalarda. Eğer Serge Lutens'i birazcık tanıyorsak muhtemelen bu sorgulamaları yapıyordu.

Sonrasında ünlü Shiseido için çalışmaya devam etti. Ve yine büyük başarılar yakaladı makyaj konusunda. Hani bazı insanlar vardır ellerini hangi işe atsalar başarılı olurlar, kendilerini kabul ettirirler. Belki de bay Lutens'in kaderi, ona başarı yollarını cömertçe açıyor. Sebebi ne olursa olsun maestro Serge Lutens'in zihnindeki parfüm evreni, bizim düşündüğümüzden farklı olabilir.


2008 yılında piyasaya sürdüğü Serge Noire isimli parfümünde küçük bir kelime oyunu yaptığını düşünebiliriz. Serge kelimesinin tekstil alanında kullanılan bir tür kumaş olduğunu biliyoruz. Bay Lutens, bu parfümüne kendi ismini verirken, acaba yıllarca içinde bulunduğu moda sektörüne bir gönderme mi yaptı yoksa benliğinden bir parça olarak mı düşündü Serge Noire'i? Küllerinden yeniden doğan mitolojik Anka Kuşu'nu mu simgelemek istedi yoksa? Antika bir sandalyenin üzerinde unutulan eldivenler miydi düşünmemizi istediği? Geçmişimize ait zaman zaman aklımıza gelen enstantaneler mi Serge Noire parfümünün hedefi? Yanmış ağaç kokusuna karıştırılan bir tutam tütsü mü vaat ediyor Serge Noire bize? Koklayalım ve görelim.

Kendi sitelerinde “Entre Ciel Eclair” serisine ait olarak gösterilmiş. Bir söyleşisinde "gri oryantal" olarak sınıflandırmış bay Lutens, Serge Noire'ı. Üzerime sıktığımda keskin baharatlar, karanlık kuru ağaçlar ve geri planda hayvansallık karşılıyor beni. Ağırlığın tarçında olduğunu düşündüğüm kuru baharatlar ve tütsü benzeri dumansı odunsu notalar oldukça farklı. Başlangıcını sevmek ve alışmak zor. Bence sıra dışı ve başarılı. Orta kısımda baharatlar hala etkin. Fakat bu sefer tarçın geriye çekiliyor. Karanfil ve kimyondan oluşan yumuşak ve tatlımsı baharatlar ortaya çıkıyor. Başlangıçtaki kuru odunsuluk orta bölümde yok. Hafiften hayvansallık hala devam ediyor. Biraz da tatlımsı paçuli mevcut. Bu kısım başlangıca göre daha konforlu, genel beğeniye uygun ve makul. Orta notalarını sevdim. Son kısma gelindiğinde egzotik amber iyice kendisini gösteriyor. Ambere, tütsü eşlik ediyor. Orta bölümdeki tatlılık sonlarda azalıyor. Kuru odunsu notalar ve tütsü, egzotik amberin gerisinde kalmayı tercih ediyor. Son kısmını üst ve orta notalar kadar farklı bulmasam da fena değil.

Serge Noire, kuru baharatlar (tarçın, biber), amber, tatlı karanfil, tütsü ve odunsu notalardan oluşuyor. Başlangıcı pek alışıldık değil. Kimilerinin ter kokusuna benzettiği başlangıcını bazı parfümseverlerin soğana benzetmelerini anlıyorum. Karanlık ve dumansı sayılabilecek başlangıcını ilk denemelerimde bende beğenmemiştim. İlerleyen günlerde dikkatimi vererek kokladığımda başlangıcının oldukça derin ve detaylı olduğunu fark ettim. Hatta sınırlı da olsa hayvansallığı keşfetmek ise şaşırtıcıydı. Koku güzelliği olarak harika olmasa da verdiği his anlamında gayet başarılı üst notalar. Orta bölümde, başlangıçtaki soyut tablo biraz berraklaşıyor. Tatlı karanfil olduğu anlaşılan orta kısım hem yeterince kaliteli hem de gayet şık. Orta notalarda biraz kuru tütün ya da kül tabağı kokusu da alıyorum sanki. Açıklanan notalarında tütün yok ama sanki arkalarda bir yerde destek veriyor tatlı baharatlara. Tütsü de artık devreye girmeye başlıyor orta bölümde. Kapanışı ise üst ve orta bölüm kadar derin ve kompleks değil. Ambre Sultan’dan tanıdığımız egzotik ve tatlımsı amber alt notalarda önemli yer tutuyor. Tütsü ve odunsu notalar, ambere destek veriyor. Kapanışı sade ve sakin.


Serge Noire'i kullanmadan önce yüksek beklentilere sahiptim. Chergui, Arabie, Ambre Sultan ve Fille en Aiguilles gibi çok başarılı parfümleri hep aklımın bir köşesindeydi Serge Lutens'in. Serge Noire, diğer arkadaşları kadar etkileyici, çarpıcı ve baş döndürücü gelmedi bana. Evet onlar kadar ilk anda insanı vurmuyor kokusuyla. Yavaş yavaş anlıyorsunuz ne anlatmak istediğini. Fakat yukarıda saydığım parfümler kadar kendine özgü karakteri var. Genellikle Lutens parfümlerinde şurubumsu ve şekerli kullanılan baharatlar burada ilginç şekilde kuru ve biberimsi verilmiş. Gerçi orta notalarda karanfil tatlılık seviyesini arttırıyor fakat o klasik Lutens tatlılığı yok Serge Noire'de. Kuru, odunsu, tütsümsü ve tarçınımsı yapıya sahip.

Tütsü, parfümün orta notalarından itibaren kompozisyona yavaş yavaş nüfuz ediyor. Parfüme karanlık bir yan kattığı aşikar. Kokudaki dumansılık muhtemelen tütsüden geliyor. Sonlardaki sedir ağacı benzeri odunsular da dikkat çekici. Reçinemsi verilmemiş ağaçsılık, tütsü ve amberle ile iyi bir ikili oluşturmuş.

Serge Noire, diğer denediğim Lutens'lere göre kalite hissiyatı anlamında üzmüyor. Zaman zaman parlak/metalik koku muhtemelen tarçından geliyor. Kompozisyon genel olarak uyumlu. Ağaçsı-tütsülü baharatlar güzel fikir. Bir şişesini almadan önce denemenizi tavsiye ederim. Genel beğeniye uzak, biraz zor kokuya sahip. Tematik yapısı, onu ve sizi günlük kullanım için zorlayabilir.

Sonuç olarak Serge Noire, kendine özgü farklı karakteriyle sıyrılmayı başarıyor diğer niş rakiplerinden. Genel Lutens parfümlerinin tarzından biraz uzak. Fakat tütsü kullanımıyla, arkadaşlarının verdiği “dumansı gizemlilik” efektini başarıyla sağlamış. Yine de Chergui ve Fille en Aiguilles kadar etkilemedi beni.


Parfümün tasarımcısı olarak, Lutens'in birçok işine imza atmış burun Christopher Sheldrake görülüyor. Eau de Parfum (EDP) formundaki kokusu kalıcılık olarak yeterli. Farkedilirliği ise düşük oldu tenimde. Kimi yerlerde uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsimlerinde daha iyi sonuç verecektir.

Koku Güzelliği:10/7

30 Ocak 2015 Cuma

Christian Dior – Eau Sauvage Parfum (2012)


Christian Dior – Eau Sauvage Parfum (2012)

Efsane parfümör Edmond Roudnitska'nın 1966 yılında parfüm endüstrisine armağan ettiği kült klasik Eau Sauvage, uzun yıllar dünyanın en çok tercih edilen erkek parfümü olarak raflardaki yerini aldı. Bu başarı simgesi parfüm, kokular dünyasının dönüm noktalarından birisiydi. Daha önce benzerine rastlanmamış bu hüzünlü Akdeniz kolonyası, Christian Dior'un yüzakı olarak tarihteki yerini aldı. Her ne kadar eski şaşalı günlerinden uzak olsa da hala en çok saygı duyulan eski kafa parfümlerin başında geliyor Eau Sauvage.

Dior'un bu zamansız klasiğinin yıllar içinde sadece iki versiyonu çıkarılmıştı 2012 yılına kadar. İlki 1984 çıkışlı Eau Sauvage Extreme'di. İkincisi ise 2007 çıkışlı Eau Sauvage Fraicheur Cuir'di. Bu iki parfüm hiçbir zaman abileri kadar başarılı olamadılar. Zaten olmaları da çok zordu. Tarih 2012 yılını gösterdiğindeyse Eau Sauvage Parfum piyasaya sürüldü. Tabii Eau Sauvage hayranları oldukça heyecanlandılar bu hamleyle.

"Parfum" isimli versiyonlar çıkarmak son yıllarda Christian Dior'un sıkça yaptığı işlerden birisi. Sanırım bunu belli stratejiler doğrultusunda yapıyorlar. Yöntemleri ise şöyle. Çok tutulan, çok satılan ve çok sevilen parfümlerinin "Parfum" isimli yeni varyasyonlarını piyasaya sürüyorlar. Bu işe önce 2012 yılında Eau Sauvage ile başladılar. Aynı yıl ünlü kadın parfüm klasikleri Miss Dior'un "Le Parfum" versiyonu çıktı. 2014 yılındaysa ünlü Fahrenheit'in Le Parfum'u raflardaki yerini aldı. Dior’un son yıllarda büyük başarı kazanan erkek kokusu Dior Homme isimli eserinin "Parfum" versiyonu kendisini nihayet gösterdi. Christian Dior, bu tür "Parfum" hamlelerini devam ettireceğe benziyor. Umarız sonuçları iyi olur ve bizler çok güzel parfümlere kavuşuruz.


Bugün, Dior'un Parfum versiyon modasının ilgi çeken üyesi Eau Sauvage Parfum ile birlikteyiz. İsminin önemli bir klasiğe dayanması kuşkusuz beklentileri de arttırıyor. Bir süredir merak ettiğim arkadaşlardandı Eau Sauvage Parfum. Kendi sitelerinde efsanevi Eau Sauvage'in hikayesinde yeni bir sayfa olarak değerlendiriliyor. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip olduğu vurgulanıyor.

Parfümü üzerime sıktığımda beni buruk ve neredeyse ferah bergamot karşılıyor. Asidik ve hafif tuzlu başlangıç, eski tarz şiprelerdeki turunçgil kullanımını hatırlatıyor hemen. Başlangıcı aromatik otların da desteğinde gelişiyor. Aslında fena değil üst notaları ama bu tür buruk bergamotu bir türlü kendime yakın bulamıyorum. Açılışı yine de iyi. Orta kısma gelindiğinde sürpriz gelişmeler oluyor. O tozlu, otsu bergamot geriye çekilirken oldukça tatlımsı hatta kremsi yapı ortaya çıkıyor. Yumuşak baharatlar, pudramsılık, reçineli sabunsuluk orta kısmı domine etmeye başlıyor. Açıklanan notalarında Türkçeye mür, mürrüsafi olarak geçen myrrh var. Sanırım bu reçinemsi koku mürden geliyor. Orta bölüm başlangıcına göre daha günümüze yakın ve modern kokuyor. Vanilyamsı kremsilik, modernlik hissini veriyor olabilir. Orta notalarını sevemedim Eau Sauvage Parfum'un. Geleyim son kısma. Alt notalarda yine çarpıcı bir değişim var. Orta bölümdeki tatlı sabunsu reçineli yapı artık hissedilmiyor ve yine şaşırtıyor beni. Mis gibi eski limon kolonyalarını hatırlatan canlı ve ferah limon birdenbire karşıma çıkıyor. Tuzlu sayılabilecek limona nefis bir vetiver eşlik ediyor. Derinlerden meşe yosunu da mı geliyor? Sanırım evet. Kapanışı çok doğal, ferah, rahatlatıcı ve keyifli. Parfümün en sevdiğim yeri oluyor alt notaları. Buna eminim.

Eau Sauvage Parfum, genel olarak eski tarz turunçgillerin (bergamot-neroli), tatlı vanilyalı-pudramsı mür reçinesinin, vetiver-limon ikilisinin ekseninde ilerliyor. Parfümün başlangıcı büyük abisi Eau Sauvage'den esintiler taşıyor. İlk saniyelerde burnunuzu yalayıp geçen eski kafa şipremsi turunçgiller hoş bir sürpriz yapıyor. Saniyeler sonra ise oldukça tatlı yapı ortaya çıkıyor. Neredeyse şekerli ve garip mür ilgimi çekmiyor ve itici hale getiriyor orta kısmı. Bu tür kremsiliği hiç sevemiyorum ve ne yazık ki karşıma çıkıyor burada. Şanssızlığım şu ki orta notalar, parfümün en baskın olduğu yer. Alt notalara kadar tahammül ettiğim Eau Sauvage Parfum'un kapanışı nefis. Burada orta bölümdeki tatlılık gidiyor. Eski tarz ferah limonsu şiprelere gönderme yapan kapanışında vetiver önemli rol oynuyor. Ve fazlasıyla kafamı karıştıran olay gerçekleşiyor alt notalarda.


Son kısımda pırıl pırıl limonlu tozlu-tuzlu vetiver, günümüzün meşhur bir parfümünü çağrıştırıyor bana az da olsa: Terre d'Hermes. Bana mı öyle geliyor anlayamadım ama son kısımda Terre d'Hermes'in o vetiverli, Iso E Super destekli canlı turunçgillerini andırıyor. Tabii Eau Sauvage Parfum'de aromatik otlar ve limon daha fazla yer tutuyor.  Ayrıca sonlarını hafiften Parfums de Nicolai – New York’un alt notalarında karşımıza çıkan meşe yosununa benzettim. Son kısım oldukça ilgimi çekti diyebilirim.

Eau Sauvage Parfum, 1966 yılındaki büyük abisinin ismini aldığı halde kokusu büyük benzerlik taşımıyor. Evet klasik Eau Sauvage'daki o buruk-hüzünlü bergamot hayalet gibi dolaşıyor 2012 sürümünün üzerinde. Ama kokunun tamamında baskın değil. Parfum versiyonu daha modern, çok daha tatlı, kremsi ve daha kompleks. Üst-orta ve alt notaların ayrımı net olarak izlenebiliyor. Bu anlamda çok katmanlı yapıda olduğu söylenebilir Parfum'un. Sadece bu kriteri düşünürsek iyi çıkarmış Dior.

Peki parfümü sevdim mi? Ya da daha önemli soru, klasik Eau Sauvage'i sevenler Parfum versiyonunu almalı mı? Tabii bir parfümün alım kararını kişinin kendisinin vermesi en doğrusu. Ben sadece fikrimi belirtebilirim. Klasik Eau Sauvage'e birebir benzemese de andırdığı aşikar. İlk Eau Sauvage çok olgun, çok erkeksi, çok kuru ve tozlu kokarken, Parfum versiyonu oldukça tatlı, modernize edilmiş, yumuşatılmış ve kremsilik eklenmiş hali de denebilir. Tabii yine Dior'un kalitesi mevcut. Can sıkıcı yapaylığa rastlanmıyor. Fakat yine de kokusunu çok sevdiğimi söyleyemem. Beni iten bir şey var Eau Sauvage Parfum'de. Zaten klasik Eau Sauvage'i da çok sevmemiştim. Sanırım bu tür buruk bergamot kokularına alışamıyorum. Onun içindir ki tercih edeceğim bir arkadaş değil Eau Sauvage Parfum.


Parfümün tasarımını ünlü burun Francois Demachy yapmış. Eau de Parfum (EDP) formundaki kokusunun kalıcılığı ve farkedilirliği normal seviyede oldu tenimde. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde kullanmak iyi sonuçlar verebilir. Yaş olarak 25 ve üzerindeki arkadaşlara ancak uyum sağlayacaktır. Genç işi olmadığını düşünüyorum. Denemeden almak iyi fikir olmayabilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

27 Ocak 2015 Salı

Frederic Malle – Portrait of a Lady (2010)


Frederic Malle – Portrait of a Lady (2010)

1800'lü yılların sonlarında, edebiyat eleştirileri ve kısa hikayeleri ile Amerikan ve İngiliz edebiyat çevrelerinde çokça övgüler alan yazar Henry James, ilk uzun romanı "Bir Hanımefendinin Portresi" kitabıyla, önemli başarı yakalamıştı. 1881 yılında yayınlanan roman, onun edebiyat dünyasında hızla tanınmasını sağladı. Eserlerinde genellikle insan bilincini, kadınları ve kadınların iç dünyalarını işleyen Henry James'in o zaman ki popüler romanı Bir Hanımefendinin Portresi'nde Isabel Archer'ın başından geçenler anlatılıyordu.

Romanı ne yazık ki okumadım fakat göz gezdirdiğim yorumlara göre Henry James'in erken dönem başyapıtı olarak gösteriliyor Bir Hanımefendinin Portresi. Bu ünlü romanın 1996 yılında sinemaya taşındığını da belirtmek gerek. Başrolünü Nichole Kidman ve John Malkovich'in oynadığı aynı isimli film, çok büyük başarı sağlayamadı bir türlü. Romanın gerisinde kalmış sinema uyarlaması olarak düşünebiliriz beyaz perde çabasını.

Henry James'in 1881 yılında yazdığı romanı Bir Hanımefendinin Portresi, aynı isimle 2010 yılında niş parfümevi Frederic Malle'in koleksiyonundaki bir parfüme de isim babalığı yaptı. Editör Frederic Malle, ünlü burun Dominique Ropion ile işbirliği yaparak Portrait of a Lady'i meydana getirdi. İlginç ismi ve kadınlara yaptığı gönderme ile bir anda niş parfüm sektöründe gözlerin bu parfüme çevrildiğini anlamak zor değil. Gerçi parfüm piyasa çıkalı beş yıl oldu. Artık ilk çıktığı zamanki süksesi olmasa da bir süredir merak ettiğim Malle parfümüydü. Ve işte kavuştuk birbirimize.


Kendi sitelerinde parfümün "barok, görkemli ve senfonik" taraflarından, "en güçlü dozajda gül esansına sahip olduğundan", "modern klasik karakterinden, mıknatıs gibi insanları çeken duyumsal güzelliği çağrıştırdığından" bahsedilmiş. Portrait of a Lady'i üzerime sıktığımda beni tatlımsı, derin, karmaşık, yüksek kaliteli bir koku karşılıyor. Gül başat aktör denebilir. Güle, tatlımsı canlı meyveler (çilek veya böğürtlen) eşlik ediyor. Bu tür meyvemsi gül kokularını her zaman için seviyorum. Başlangıcı nefis diyebilirim. Orta bölümde meyvemsi kırmızı gül teması devam ediyor. Farklı olarak tatlı sıcak baharatlar ekleniyor kompozisyona. Muhtemelen biber, orta kısımda kokuya farklı pencere açıyor. Tabii gül hala çok baskın. Baharatlar yan rollerde. Başlangıcı kadar olmasa da sevdim orta bölümü. Son kısımda topraksı olmayan paçuli ortaya çıkıyor. Güle bu sefer ferah sayılabilecek paçuli ve biraz da tütsü eşlik ediyor. Son kısım hafiften yapaylık barındırıyor ve yüksek kalite hissiyatı vermiyor. Kapanışını beğenmedim ne yazık ki.

Portrait of a Lady, kırmızı, mis gibi gerçekçi güllerin etkisi altında son saniyelere kadar varlığını size hatırlatıyor. Başlangıçta enerjik ve mutlu gül, orta kısımda yerini sıcak-romantik güle bırakıyor. Sonlardaysa gül ufak bir evrim geçirip, paçulinin yörüngesine giriyor. Görüleceği üzere baştan sona gül merkezinde ilerliyor. Diğer notalar adeta kokuya zenginlik ve hareket katmak için kullanılmış. Parfümün tasarımcısı Dominique Ropion da gülün varlığını reddetmiyor hatta bu parfümde kullandığı gülün "Türk Gülü" olduğunu söylüyor. Yani uzaktan da olsa parfümünde Türk etkisi varmış.

Özet olarak meyveli, güllü, yumuşak baharatlı, tütsülü, paçulili, miskli bir parfüm arıyorsanız sizin için fena bir seçenek olmayacaktır. Tatlılık baştan sona mevcut, neyse ki fazla değil. Gayet modern, yeni nesil temiz kokan gül parfümlerinden birisi. Tarz olarak Dior'un Oud İspahan'ınına, Francis Kurkdjian'ın Lumiere Noire'ine ve Montale'in Black Aoud'una benziyor. Gül suyu efektini fazlasıyla veren parfüm, bizim gibi bolca ucuz gül esansına maruz kalan medeniyetler için ilgi çekici olmayabilir. Ha bu tarz güllü lokum benzeri kokuların başka coğrafyalarda hayranı var mıdır bilemiyorum fakat benim için fazlasıyla özelliksiz, başlangıcı dışında derinlikten yoksun, ortalama bir gül kokusu olması dışında çok da ilgimi çektiğini söyleyemem.


Son zamanlarda çok fazla gül ve öd temalı parfüm kullandığımdan artık pek çekici gelmiyor gül parfümleri. Yoksa kırk yılın başında gül parfümü kullanan ve deneyimleyen kişilerin Portrait of a Lady'i epey seveceğini düşünüyorum. Sanırım buradaki gül kullanımı fazlaca esansvari ve düz olduğu için aklımı başından alamadı. Belki de ben tozlu-karanlık gül parfümlerinin adamıyım.

Güçlü gül-öd merkezli rakiplerine meydan okuyabilecek kapasitedeki bu Malle eseri, ilginç ismi, farklı esin kaynağı ve markanın gücü ile iş yapar ama müthiş bir arkadaş beklemeyin bence. Yine bir Malle parfümü ve bu da gol değil benim için. Sanırım bay Malle ile bir türlü koku kimyamız tutmayacak.

İsmindeki "hanımefendi" vurgusu ve çağrışımı, onu direkt olarak kadın parfümleri alanına sokuyor gibi görünüyor. Bu isimdeki bir parfüm erkek kullanımı için uygun olabilir mi? Olur olur... Her ne kadar kokusunu kadınsı bulsam da yine de gül seven erkeklerin denemesi gerekebilir. Kimi yerlerde kadın parfümü olarak tanıtıldığını gördüm. Gerçi kendi sitelerinde bu tür bir yönlendirme olmasa da cool ismi, size parfümünüzün ismini soran mahcup kişileri fazlasıyla şaşırtabilir.


Parfümün tasarımcısı Dominique Ropion. Bay Ropion, Malle için başka eserlere de imza atmıştı. Belki de devamı gelir ilerleyen yıllarda bu işbirliğinin. EDP formundaki parfümün kalıcılığı müthiş. Günlerce ne tenden ne de kıyafetten çıkıyor Portrait of a Lady. Farkedilirliği başlarda oldukça yüksek. İlerleyen saatlerde normale dönüyor neyse ki. Bence sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Kullanım yaşı için ise fazlaca genç arkadaşların hoşuna gidebileceğini sanmıyorum.

Koku Güzelliği:10/6.5