30 Mayıs 2012 Çarşamba

Diptyque – Tam Dao (2003)



Diptyque – Tam Dao (2003)  Markanın unisex kullanıma uygun parfümü.

1961 yılında Paris’te üç arkadaş bir araya gelir. Desmond Knox-Leet ressam,  Yves Coueslant ve Christiane Gautrot tasarımcıdır. 34 boulevard Saint-Germain adresinde küçük bir dükkan açarlar. Asıl amaçları avangart baskılı kumaşlar ve dekoratif ürünler satmaktır. İki sene sonra kokulu mum üretmeye başlarlar. Ve markanın ana işi kokulu mumlar oluverir.

                                                        Diptyque'in kurucusu üç arkadaş. 

1968 yılında parfüm işine girerler. İlk parfümleri L’Eau olan marka bugüne kadar 20’den fazla kokuya imza atmış. Diptyque markasını niche parfüm evi olarak kabul edebiliriz.

Bugün inceleyeceğim parfümleri Tam Dao’nun ismi Kuzey Vietnam’ın koruma altındaki bir bölgesinden geliyor. Tam Dao, Fransız sömürgesi döneminde bir sayfiye kasabası olarak kurulmuş. Bu kasaba şu anda milli parkın sınırları içinde turistik bir yermiş. Diptyque markası bol ormanlı bu bölgeye benzetmiş parfümünü. Evet Tam Dao, ağırlıklı olarak odunsu bir kokuya sahip.


Parfümümüz başlangıcından sonuna kadar çok fazla değişmeyen bir yapıda. Onun için tek tek anlatacak çok bir yanı yok. Açılışı kremsi odunsu ve biraz yeşil notalar ile gerçekleşiyor. Hafif de bir tatlılık var. Tuhaf, anlatması zor ve saf.

Daha sonrasında ise yapay, sulandırılmış misk ve odunsu notalar ile son buluyor. Muhtemelen tütsü. Alt notalarını hiç sevmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.


Tam Dao’nun nasıl koktuğunu, bu parfüm ile ne amaçlandığını bir Diptyque yetkilisine sormayı çok isterdim. Çiçeksi desen değil. Odunsu desen eh işte. Meyveli desen değil. Baharatlı mı diye düşünüyorum. Keşke baharatlı olsa.

Bu parfüm bana sadece beyaz, kremsi sentetik odunsu notalar ve sulandırılmış/seyreltilmiş miskten başka hiçbir şey çağrıştırmıyor. Başlardaki yapay plastiğimsi ağaç kokusu hiç bana göre değil. Sonlarındaki yapay misk ve tütsü de bana uzak. Genel olarak hiç başarılı bulmadığımı söylemek zorundayım.


Tarzları çok farklı olsa da Yves Sain Laurent – Kouros ile birlikte anlatması en zor parfümlerden birisi benim için. Ne söyleyeceğimi ve neye benzeteceğimi bilemiyorum. Ve “pas geçiyorum” Tam Dao’yu. Çok basit, sakin, barışçı ve kendi halinde bir kokuya sahip.

Parfümü çok başarılı eserlere imza atamamış Daniel Moliere tasarlamış. Luca Turin’in kitabında beş üzerinden üç yıldız verilmiş.

Tam Dao unisex olarak piyasaya sürülmüş. Biraz düşündüğümde hak veriyorum bu karara. Ne fazla erkeksi ne de kadınsı.

Artıları:
+ Başlangıcı idare eder.

Eksileri:
- Sonlardaki yapaylık hiç hoşuma gitmedi.
- Başlardaki plastiğimsi odunsular da herkese göre olmayabilir.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/5.5

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Thierry Mugler – A Men Pure Havane (2011)



Thierry Mugler – A Men Pure Havane (2011) Markanın başarılı erkek parfümü.

Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Bir gün kalkıyorum hava buz gibi neredeyse kış gelmiş. Yağmur, rüzgar. Akşama doğru ise güneş çıkıyor bu sefer sıcacık. Ertesi gün sabah pırıl pırıl bir güneş varken öğleden sonra fırtına gibi yağmur.

Hava olaylarının insanların psikolojilerini ne yönde etkilediğine dair mutlaka bir araştırma yapmıştır İsviçreli bilim adamları. Hava böyle bir açık bir kapalı olunca ferah, hafif, bol turunçgilli yaz parfümleri deneyesim gelmiyor. Onun içinde uzun süredir ihmal ettiğim bir parfüme yer vermek istedim.

Pure Havane’yi kışın bir süre kullandım ve memnun kalmıştım. Fakat malum kışın üzerinize giydiğiniz bir sürü kıyafet marifetiyle, parfümleri çoğunlukla kumaş üzerine sıkıyorsunuz. Oysa bir parfüm en iyi performansını ten üzerinde veriyor. Bende Pure Havane’yi ilk defa ten üzerinde inceleme fırsatı buldum. İyiki de bulmuşum.


Biraz Thierry Mugler çılgınlığından bahsetmek istiyorum. Ünlü Fransız modacı Mugler, 1992 yılında Angel (Kadın versiyonu) ve 1996’da ise A Men (Angel Men) parfümleri ile küçük bir deprem yarattı diyebiliriz. Özellikle 1992’de çıkardığı Angel ile büyük bir hayran kitlesi yakaladı. Hala en çok satan kadın parfümlerinden birisi olan Angel’ın erkek versiyonu da erkekler tarafından yoğun ilgi gördü. Her ne kadar ülkemizde çok kullanılan bir parfüm olmasa da yurtdışında A Men bir fenomene dönüşmüş durumda. Benim de geçtiğimiz aylarda incelediğim A Men’in öyle abartılacak bir yanına rastlamamıştım. Ama görünen o ki Mugler markası rüzgarı arkasına almış durumda.

Thierry Mugler, A Men’in piyasaya çıkmasından 12 yıl sonra A Men Pure Coffee’yi çıkardı. İsminden de anlaşılacağı üzere kahve temalı bu parfüm limitli üretimdi. 2009 yılında ise A Men Pure Malt piyasaya sürüldü. Özellikle Pure Malt çok büyük ilgi gördü parfüm severler tarafından. Neredeyse her tarafta Pure Malt’tan bahseden yazılar okumaktan bıktığım bir zamanda onu da denedim. İsmi gibi içki temalı bu kokuda beni kalbimden vuramamıştı. Artık Thierry Mugler’in parfümleri ile ilgili kafamda kuşkular artmaya başlamıştı.


2010 yılında A Men isimli yeni limitli üretim parfüm çıkartmayan Mugler, 2011’de A Men Pure Havane’yi parfüm severlerin beğenisine sundu. Yani bugünkü konuğum Pure Havane’de limitli üretim olduğu için her yerde bulmanız zor. Fakat ben onu kullanmış şanslılardanım neyseki.

Yine ismi bize ip ucu veriyor. Küba’nın başkenti Havana kullanılmış isimde. Yani buradaki dünyaca ünlü purolara bir gönderme yapılmış. Anlaşılacağı üzere parfümümüz tütün merkezli diyebilirim. Zaten markanın internet sitesinde de kokusu Küba purolarına benzetilmiş.


Pure Havane, oryantal vanilyalı olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı oldukça tatlı bir tütün, vanilya ve biraz da içki ile gerçekleşiyor. Açılışını abisi Pure Malt’a benzettim. Özellikle içki kullanımını. Fakat Pure Malt’tan çok daha güzel. Üst notaları çok başarılı Pure Havane’nin.

Orta notalarına geçildiğinde çok büyük değişiklik yaşanmıyor. İçki teması neredeyse kaybolurken ortaya vişne benzeri meyveler çıkıyor. Bu andan itibaren vişneli tütün kokusuna dönüşüyor. Biraz da çikolatamsı kakao. Tatlılık bu kısımda da devam ediyor. Muhtemelen bal ile sağlanmış tatlılık. Orta notaları da çok güzel. Bir tütün kokusu sever olarak sonunda “aradığım parfümü buldum” hissine kapıldığım ender kokulardan birisine sahip buraya kadar.


Alt notalarda ise parfüm oldukça değişiyor. Tütün ortadan kaybolurken artık Thierry Mugler klasiği haline gelmiş acı kakao ve koyu silhat (paçuli) ile kapanış gerçekleşiyor. Son kısım pek bana göre değil. Bence parfümün en hoş olmayan bölümü.

Pure Havane son yıllarda trend haline gelen “gourmand” parfümlerin güzel örneklerinden birisi. Son kısmı hariç koklamaya doyamadığım parfümlerden oldu. Özellikle vişneli, çikolatamsı, vanilyalı tütün harika. Biraz Tom Ford – Tobacco Vanille’ye benzettim. Sonları büyük abisi A Men’i andırıyor. Keşke o kısım hiç olmasaymış. Yine de şimdiye kadar denediğim en güzel Thierry Mugler parfümü diyebilirim rahatlıkla.

Günlük kullanımda, gece dışarı çıkmalarda ve kulüplerde kullanıma son derece uygun. Tarzları çok benzemese de YSL – La Nuit de L’Homme en büyük rakibi olacak gibi görünüyor. Güzel iltifatlar alacağınızı düşünüyorum. Modern ve seksi. Neredeyse niche parfümlere yaklaşan kalitesi dikkat çekici. Hatta denediğim bir çok niche parfümden bile daha hoşuma gitti. Eğer çok yüksek fiyatlı, tütün merkezli By Kilian – Back to Black ile Pure Havane arasında bir seçim yapacak olsam rahatlıkla Pure Havane’yi seçerdim.


Parfümümüz günümüzün modern, tatlı, baharatlı popüler parfümlerine çok sıkı bir rakip. Fakat en büyük sorun parfümün artık bir çok yerde satışının olmaması. Yani eğer imkanınız varsa yurtdışından getirtebilirsiniz ancak. Bulması zor bir eser. Pure Havane’yi Mugler’in başka parfümlerine de imza atmış Jacques Huclier tasarlamış.

Pure Havane, bence 40 yaşın altındaki genç erkeklere daha çok yakışacaktır. Tam bir sonbahar-kış kokusu.

Artıları:
+ Başlangıcı başarılı.
+ Orta notalar nefis.
+ Tatlı tütün parfümlerinin güzel bir örneği.

Eksileri:
- Son kısmını pek sevmedim.
- Bulması çok zor.

Koku Güzelliği: 10/8.5

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Heeley – Sel Marin (2008)



Heeley – Sel Marin (2008)  Markanın unisex parfümlerinden.

4 Ağustos 1966 yılında, İngiltere Yorkshire doğumlu bir tasarımcı James Heeley. Londra Üniversitesi’nde felsefe ve estetik eğitimi almış. Daha sonra da değişik materyaller kullanarak mobilya tasarımlarına imza atmış. Kendi tarzını modern, minimalist ve saflaştırılmış olarak tanımlıyor. Bir söyleşinde ise tasarımlarındaki ilhamı doğadan aldığını söylemiş.


James Heeley, 1996 yılından itibaren kafayı parfümlere takıyor ve kendisini bu alanda geliştirmeye karar veriyor. Daha sonra sanki kader ağlarını örmüş bir şekilde onu bekliyor. Bir gün ünlü niche parfüm evi Annick Goutal için tasarımlar yapan, Fransa’nın tanınmış çiçekçilerinden Christian Tortu ile tanışıyor. Artık zihninde kocaman bir ışık yanıyor. Ve parfüm tasarım işine girmeye karar veriyor.

Fakat öyle her aklına esenin parfümör olamayacağı çok açık. Bir parfüm tasarlamak için neredeyse kimyagerler kadar bilgiye sahip olmak gerekiyor. Çünkü bizim her gün üzerimize sıktığımız parfümleri oluşturmak için 100’den fazla kimyasal madde bir araya getiriliyor. Ayrıca her elementin ne kadar karıştırılacağı da büyük problemlerden birisi. Bu iş ancak uzun uzun vakit ayrılarak yapılabilecek bir iş. Tabiki en önemlisi de sabır.

                                                                     Markanın kurucusu James Heeley. 

Bazı parfümler birkaç ayda oluşturulurken, kimi parfümlerin tasarlanması bir yılı bulabiliyor. Yani görünen o ki, en iyisi bu işin eğitimini almak. Sadece eğitimini almak da yetmiyor. Algılarınızın açık olması gerek. Yenilikleri ve trendleri takip etmelisiniz. Ayrıca rakipler nasıl parfümler çıkarıyor onları da izlemelisiniz. Bütün bunları yaparken, kendine özgü karakteri olan benzersiz güzellikte kokular meydana getirmelisiniz. Yani anlaşılacağı üzere çok sevmek ve çok emek harcamak gerek parfüm işine.

James Heeley’de zor olan kısmı seçmiş. Kendi kendisini yetiştirmiş parfüm alanında. Ve Heeley isimli niche markasını oluşturmuş. Bu noktada tam da aklıma Andy Tauer geldi. İsviçreli bu parfüm tasarımcısı da kendi niche markasını, kendisini yetiştirerek ortaya çıkarmış. Belki bu isimlere Francis Kurkdjian’ı da ekleyebiliriz.

                                                        Heeley'nin Paris'in merkezindeki mağazası. 

James Heeley'nin Avrupa’nın hayatta olan birkaç bağımsız lüks parfüm evi kurucularından birisi olduğuna vurgu yapılmış. Bu bağımsızlığın da tasarım sürecinde kendisini özgürleştirdiğinden bahsetmiş.

Lafı yine fazla uzattığımı anlayıp hemen dönüyorum inceleyeceğim parfüme. “Sel Marin” markanın “Cardinal” ile birlikte isminden en çok bahsedilen kokusu diyebilirim rahatlıkla. Bir çok yabancı kaynaklı sitede güzel şeyler okuyabilirsiniz Sel Marin için. O yazılanları bir kenara bırakıp, bakalım bana neler hissettirecek onu sizlere anlatmaya çalışacağım.

Aromatik akuatik olarak sınıflandırılan Sel Marin’in açılışında limon ve deniz esintisi baş rolde diyebilirim. Fena değil ilk izlenim. Daha sonrasında da limona biraz turunçgiller ekleniyor. Deniz efekti arkadan hala hissettiriyor kendisini. Sonlara doğru odunsu notalar ve kabe samanı öne çıkıyor. Limon-odunsu notalar işbirliği ile deniz kokusu biraz azalıyor. Böylece tenden ayrılıyor.


Heeley’nin sitesinde, Sel Marin için güneş, sıcak kum ve deniz havası esintisine vurgu yapılmış. Zaten ismindeki “Marin” kelimesi bize nasıl bir kokuyla karşılaşacağımızın ipucunu veriyor. Sel Marin’in Türkçesi ise “Deniz Tuzu” gibi bir şey. James Heeley’de bir söyleşisinde parfümü için şunları söylemiş:

“Sel Marin’in deniz merkezli bir parfüm olması fikrini seviyorum. Denizi seviyorum. Yüzmeyi seviyorum. Ve deniz tarafından sarılmış olmayı seviyorum.”

Karşımızda “deniz gibi kokan” parfümlerden birisi var. Son yıllarda bu tarz kokular sıcak yaz mevsimi için tercih edilir oldu. Tabiki bu kapıyı ilk açan Kenzo Pour Homme’u da unutmayalım. Sel Marin, Kenzo Pour Homme kadar tuzlu kokmuyor. Daha meyvemsi ve turunçgil-limon ağırlıklı. Biraz Bulgari – Aqua Marine’ye benzettim genel olarak. Biraz da Creed – Millesime Imperial’i andırıyor. Fakat iki parfümden de daha güzel diyebilirim Sel Marin. Bence Sel Marin akuatik esintiler taşımasına rağmen turunçgil merkezli bir ana yapıya sahip. Diğer kokular farklı bir tat yaratmak için eklenmiş gibime geliyor. Yer yer meyvemsi (kavun), yer yer de ferah portakal-limon kombinasyonu ile yazın sıcak günlerinde ve plajlarda kullanım için ideal. Fakat yine de harika bir parfüm olduğunu söylemem zor. Belki de benim akuatik parfümlere olan ilgim gittikçe azalıyor.


Eleştirebileceğim yanlarından birisi de EDP olmasına rağmen kalıcılığı ve fark edilirliği yüksek değil. Ayrıca alt notalara doğru hafiften bir yapaylık hissediliyor. Bu yapaylık muhtemelen odunsu notalardan geliyor. Biraz sıradan geldi son kısmı bana.

Newyork Times gazetesinin parfüm kritikçisi Chandler Burr, Sel Marin’i deniz kenarında kullanmaya en uygun parfümlerden birisi olarak göstermiş. Luca Turin ise beş üzerinden dört yıldız vermiş kitabında.


Sel Marin unisex olarak piyasaya sürülmüş. Bence de hem kadınların hem de erkeklerin kullanabileceği gibi. Yaz mevsiminin sıcak günleri için iyi bir seçenek gibi görünüyor.

Artıları:
+ Deniz temalı parfümlerin başarılı sayılabilecek örneklerinden birisi.
+ Turunçgil-limon kullanımını sevdim.

Eksileri:
- Harika veya vazgeçilmez bir kokusu olduğunu düşünmüyorum.
- Son kısımları pek etkileyici değil.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7

24 Mayıs 2012 Perşembe

Geoffrey Beene – Grey Flannel (1975)



Geoffrey Beene – Grey Flannel (1975)  Markanın ilk erkek parfümü.

Bence bazı insanlar gerek zihinlerinin çalışma şekliyle gerekse olaylara farklı açılardan bakabilme yetenekleriyle diğerlerinden farklı ve “özeller”. Mesela önemli liderler, fikir insanları veya sanatçılar.

Bizim sanatçı derken eline mikrofon alıp şarkı söyleyen insanlar aklımıza geliyor muhtemelen. Yada anlamsız resimler yapan ressamlar. Fakat bence modacılarda sanatçı kapsamına girmeli. Mesela Yves Saint Laurent, Coco Chanel ve diğerleri.

                                                          Markanın kurucusu Geoffrey Beene. 

Geoffrey Beene’de Amerika doğumlu bir isim. Eğitimine tıp alanında başlıyor. Sanırım dünyadaki bir çok anne baba gibi “aman çocuğumuz doktor olsun” hayallerindeler. Fakat herkesin çocuğu doktor olacak olsa diğer işleri kim yapacak meçhul.

Bir süre sonra hayalindeki işin doktorluk olmadığını anlayıp eğitimini yarıda bırakıyor ve kıyafetler tasarlamaya başlıyor. Aşık olduğu işi yapmanın motivasyonu ile başarı basamaklarını hızla çıkmakta hiç zorlanmıyor. Onun için “ Modern Amerikan modasının minimalist babası” diyenler çoğunlukta.


Normalde böyle başarılı bir modacının parfüm işine güçlü şekilde girmesini beklenir. İsminin popülerliğini kullanarak, onlarca parfüm piyasaya sürerek güzel kazançlar sağlaması normal karşılanır. Fakat Geoffrey Beene, 1963 yılında kurulmuş bir marka olmasına rağmen, sadece beş tane parfüme imza atmış. Bugün inceleyeceğim Grey Flannel markanın en bilinen parfümü diyebilirim rahatlıkla.    

1970’li yılların ortalarını hatırlayanlar bugün tahminen 50’li yaşlarında olmalılar. Parfüm merakı blogunu okuyan kaç tane 50 yaş ve üzerindeki kişi vardır bilemiyorum. Hiç böyle bir merakım da olmadı. Ama çok fazla kişi olduğunu sanmıyorum. Yaşı 50 ve üzerinde olan erkeklerin mutlaka bileceği bir parfüm olduğunu tahmin ediyorum Grey Flannel’in. Karşımızda 1970’li yılların en popüler parfümlerinden birisi var. Rahatlıkla klasik diyebilirim onun için.


Oryantal odunsu olarak sınıflandırılmış Grey Flannel. Başlangıcı küçük bir şok etkisi yarattı bende. Algıları zorlayan, tuhaf ve sevmesi zor bir açılış. Nasıl anlatayım bilemedim. Tozlu, kuru, sert bir lavanta-bergamot ikilisine benzettim. Sanki binlerce yıl öncesinden gelen bir koku. Başlangıcı bana çok uzak. Biraz eski lavanta kolonyalarına benzettim.

Orta notalara doğru neyseki bu gaddar koku ortadan kayboluyor. Onun yerine bol sabunsu-pudralı koku geliyor. Bu sabunsuluğa erkeksi çiçekler de eşlik ediyor. Muhtemelen menekşe. Çünkü bu parfümü Fahrenheit’e benzeten epey kişi var. Bu benzerlik iki parfümdeki menekşe notası sayesinde olabilir. Orta notalar da hiç bana göre değil. Grey Flannel alt notalarda ise yine değişim gösteriyor. Sabunsuluk azalırken, odunsu notalar kendisini öne çıkarıyor. Biraz da tatlılık ekleniyor. Bence sonları parfümün en güzel ve etkileyici kısmı. Alt notalara benden on puan.


Evet Grey Flannel hakkında ne düşündüğüm çok açık. Böylesi eski kokan sabunsu bir parfüm hiçbir zaman tercih edeceğim gibi değil. Evet o bir klasik. Eskilere her zaman saygımız var. Ama bu parfümün özellikle üst ve orta notaları bana çok çok uzak.   

Grey Flannel’in alt notaları bana tuhaf bir şekilde Amouage’ları hatırlattı. Onlar kadar detaylı ve zengin olmasa da Grey Flannel’in son kısmı bence Amouage – Gold Men’i biraz anımsatıyor.

Pudramsı-sabunsuluk ve menekşe benim parfümlerde hiç de sevdiğim kokular değil. Yani Grey Flannel’den nefret etmek için çok sebebim var. Fakat çok başarılı alt notalarının hatırına kötü şeyler söylemek istemiyorum. Yine de hiçbir zaman bir şişesini alıp kullanacağımı sanmıyorum. Grey Flannel ile ayrı dünyaların insanlarıyız. Bu çok açık.


Bazı yorumcular Fahrenheit’a benzetmişler kokusunu. Evet biraz orta notalara doğru andırıyor. Onun sebebi muhtemelen menekşe. Fahrenheit daha motor yağı gibi kokarken, Grey Flannel sabunsu.

Eğer yaşınız 40 ve üzerindeyse, zıpır, modern, şekerli parfümler ilginizi hiç çekmiyorsa ve bol sabunsu, erkeksi bir parfüm arıyorsanız Grey Flannel’e bir şans verebilirisiniz. Luca Turin kitabında beş üzerinden beş yıldız vererek çok beğendiğini anlatmış. Biraz şaşırdım açıkçası bu kadar yüksek bir nota. Piyasaya sürüldükten bir sene sonra 1976’da FIFI tarafından “En başarılı erkek parfümü” seçilmiş.


Grey Flannel, keskin yapısından dolayı sonbahar-kış mevsiminde kullanıma uyacak gibi görünüyor. Genç arkadaşlar pek denemesinler. Çünkü ilgilerini çekeceğini sanmıyorum. Biraz “yaş” istiyor tarzı. Benim için bile fazla yaşlı kokusu. Denemeden kesinlikle almayın.

Artıları:
+ Alt notaları çok konforlu ve başarılı.
+ Yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Başlangıcındaki kokuyu sevmedim.
- Orta notaları da bana göre değil.
- Eski ve nostaljik kokusu çoğu kimsenin ilgisini çekmeyebilir.

Koku Güzelliği:10/6

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Annick Goutal – Eau d’Hadrien (1981)


Annick Goutal – Eau d’Hadrien (1981)  Markanın uinsex olarak piyasaya sürülmüş parfümü.

Üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarının öneminin ne kadar farkındayız diye sorsam sanırım gelecek cevapları hepimiz az çok tahmin edebiliriz. Hayır bize öğretilen “Asya ile Avrupa kıtasının birleştiği yer” gibi klişelerden uzaklaşmak istiyorum. Çünkü ömrümüz bu tür laflarla ve övünmelerle geçiyor.

Dünyanın en eski yaşam olan coğrafyalarından birinde ikamet ediyoruz. Bu toprakların tarihi binlerce yıl öncesine kadar giderken, kaçımız bu muazzam tarihi biliyoruz. Yada ilgileniyoruz. Mesela M.S. 325 yılında yapılan İznik konsülü ile Hristiyanlığın en önemli dönüşümlerinden birisini yaşadığını kaçımız biliyoruz.

Romalılar, Antik Yunan, Selçuklular, Osmanlılar bu coğrafyada yaşamış bazı uygarlıklar. Romalılardan öncesini ise saymıyorum bile. Ülkemizin neresini 2-3 metre kazsanız tarih fışkırırken, sanata ve mimariye verdiğimiz önem ne alemde acaba?

Ekonomik gelişmeyi TOKİ’nin yamuk yumuk çirkin ve kalitesiz apartmanlar yapması olduğunu sanan yöneticiler, acaba hiç Aya Sofya’yı, Efes ve Olimpos harabelerini, Anadolu’daki mimari harikası antik tiyatroları, Mimar Sinan’ın şaheserlerini görmüyorlar mı? Üstelik bu eserlerin bir çoğu burunlarının dibi olan İstanbul’dayken.

Binlerce yıllık inanılmaz bir tarihin, mimarinin ve medeniyetin üzerinde otururken, biz “muhafazakar sanat olur” mu gibi saçmalıkları tartışıyoruz. Yada Kars’daki heykeli “gölge yapıyor” diye dümdüz edip yıkıyoruz. Çok merak ediyorum artık ne zaman kafamızı çalıştırmaya başlayacağız. Körleşmiş gözlerimiz ne zaman görmeye başlayacak? Neden ileriye doğru gitmek varken geriye doğru gitmeyi tercih ediyoruz? Yoksa ülkece başımıza gelen bütün sıkıntıları hakediyor muyuz?

Yahu parfüm merakı bu tarih eleştirisi de nereden çıktı? Biz kör topal yaşıyoruz bu memlekette. Daha iyi bir hayat bizim neyimize. Niye rahatımızı bozmaya çalışıyorsun diyenlerdenseniz zaten söyleyecek sözüm yok.


Bugünkü parfümün konusu aklıma ister istemez Anadolu’nun tarihini getirdi. Annick Goutal’ın inceleyeceğim parfümü en bilinen Roma imparatorlarından olan Hadrian’dan (Hadrianus) esinlenmiş. Daha doğrusu Marguerite Yourcenar’ın "Memoirs of Hadrien” isimli romanından ilham almış. Hayatının büyük bölümü Anadolu yollarında savaşlara giderek geçmiş olan İmparator Hadrian’ın ismi bir niche parfüm evinin kokusu olarak karşımızda. Yani yine “hikayesi olan parfümlerden” birisi Eau d’Hadrien.

Anlaşılacağı üzere Annick Goutal parfüm evi, Roma dönemine gönderme yapmış bu parfüm ile. Bir parfümde 2000 yıl önce yaşamış imparatora atıf yapılması, hatta parfüme onun ismi konulması bir anlamda kendi tarihine sahip çıkmak olarak düşünülebilir. Bizim bir türlü beceremediğimiz şeyi yani.


Detaylara geçmeden önce benim denediğim EDT versiyonu olduğunu söyleyeyim. Bir de EDP olanı varmış. Onu henüz denemedim. “Hadrien’in Suyu” anlamına geldiğini anladığım Eau d’Hadrien kendi sitelerinde turunçgilli olarak sınıflandırılmış. Açılışı tam bir limon egemenliğinde gerçekleşiyor. Parlak, canlı, taze, doğal ve çok gerçekçi bir limon. Nefis bir başlangıcı var. Eğer limon kokularını seviyorsanız daha iyisini bulabilirmisiniz şüpheliyim. Üst notaları biraz Penhaligon’s – Blenheim Bouquet’i anımsattı bana.

Orta notalara doğru limon biraz geride kalırken ortaya turunçgiller çıkıyor. Greyfurt mu desem, portakal mı, mandalina mı karar veremedim. Bu kısım başlangıcı kadar başarılı olmasa da fena değil. Alt notaları ise parfümün en vasat yeri diyebilirim. Limon-turunçgile odunsu notalar ekleniyor. Fakat çok doğal ve yüksek kaliteli bir his yok. Ortalama bir ferah odunsu kapanış yapıyor Eau d’Hadrien.


Parfümümüz aslında çok basit bir kokuya sahip. Bolca limon, turunçgiller ve odunsu notalar. Anlaşılacağı üzere yaz mevsimine uygun, yumuşak, ferah, kullanımı kolay bir parfüm. Bence deneyen bir çok kişinin sevebileceği gibi. Ama harika mı? Tabiki değil. Yani bu kadar basit bir kokuya böylesi yüksek bir fiyat verilir mi derseniz de haklısınız. Bir niche markadan çok daha ilginç bir parfüm beklemek sanırım hakkımız.

Eau d’Hadrien, sanki limon ağaçlarının içinde geziniyormuşsunuz gibi hissettiriyor sizi. İmparator Hadrian’ın sarayının özel bahçesindeki çeşit çeşit meyveler aklıma geliyor bu parfümü giydiğimde. İmparator yine uzun bir yolculuktan gelmiş ve dinlenmek için odasına gitmek istiyor. Fakat daha önce en sevdiği şeylerden olan gizli, küçük bahçesine uğruyor. Son gördüğünden beri kendi elleriyle diktiği limonlar büyümüş. Bir tanesini koparıyor ve kokluyor. İçinin mutlulukla dolduğunu hissediyor. İşte Eau d’Hadrien bana böyle bir tablo çağrıştırıyor.


Şimdi şöyle bir durum var. Açıkçası parfümü denemeden önce onun 1981 yılı çıkışlı olduğunu gördüğümde acaba yine Christian Dior – Eau Sauvage gibi “eski” kokan bir şipre-turunçgil ile karşılaşır mıyım diye düşündüm. Fakat parfümü deneme sürecinde işin hiç de öyle olmadığını gördüm. Eau d’Hadrien düşündüğüm gibi “eski veya demode” bir kokuya sahip değil. Sanki 2-3 sene önce tasarlanmış gibi. Bu da gösteriyor ki aradan geçen on yıllar hiç de eskitmemiş kokusunu. Yani Eau d’Hadrien için “zamansız” bir parfüm diyebilirim. En azından kendi adıma durum böyle. 

2008 yılında bağımsız parfüm organizasyonu FIFI tarafından “Onur Ödülüne” layık görülmüş Eau d’Hadrien. 2009 yılında ise reformüle edildiğine dair bir bilgiye rastladım. Parfümün tasarımını ise bizzat Annick Goutal yapmış. Luca Turin kitabında beş üzerinden üç yıldız vermiş ve “odunsu limon” olarak sınıflandırmış.


Eau d’Hadrien, ferah, hafif bir limon-turunçgil kokusu olarak ilkbahar-yaz ayları için ideal. Yüksek sayılabilecek fiyatı yüzünden denemeden almamak daha iyi bir fikir. Unisex olarak satışa sunulmuş. Bence de doğru bir karar. Hem erkeklerin hem de kadınların rahatlıkla kullanabileceği yapıda.

Artıları:
+ Başlangıcındaki limon kokusu çok başarılı.
+ Sıcak yaz günleri için iyi bir alternatif.

Eksileri:
- Sonlara doğru kokusu biraz sıradanlaşıyor.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7.5

18 Mayıs 2012 Cuma

Carolina Herrera - Herrera For Men (1991)



Carolina Herrera - Herrera For Men (1991) Markanın ilk erkek parfümü.

Tütün kokusu merkezli parfümlere merakım beni 1991 yılındaki pek yeni sayılamayacak bir yere kadar götürdü. Geçtiğimiz haftalarda büyük bir hevesle denediğim Miller Harris’in Feuilles de Tabac’ı biraz hayal kırıklığına uğratmıştı beni. Bugün yine tütün ağırlıklı olduğunu okuduğum bir koku olan Carolina Herrera For Men’i inceleyeceğim.

Fragrantica’da odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı buruk turunçgiller, aromatik otlar ve lavanta ile gerçekleşiyor. Biraz eskileri hatırlattı bana açılışı. Zaten 21 yaşında bir parfümden bahsediyoruz. O kadarcık “nostalji” olsun. Orta notalara gelindiğinde lavanta ve aromatik otlar geri çekilirken ortaya baharatlar çıkıyor. Evet bu kısımda baharatların hakimiyeti daha güçlü. Tarçın yada karabiber benzeri bir kokuya buruk meyvemsi turunçgiller eşlik ediyor. Çok garip bir hal alıyor bu andan itibaren. Pek alışıldık bir tarzda değil. Çok sevdiğimi söyleyemem. Sonlara doğru bence parfümün en güzel tarafı kendisini gösteriyor. Ferah sayılabilecek tütün, misk ve biraz da amber gayet başarılı. Asıl sürprizi sona saklamışlar anlaşılan.


Herrera For Men’i deneme sürecinde bir parfüme çok benzediğini düşünüp dururken yardımıma bu kokuyu denemiş arkadaşlar yetişti. Şimdi şöyle söyleyeyim benzettiğim parfümleri: Başlangıcı benim hiç sevmediğim Burberry For Men’i andırıyor. Orta notalara doğru Paco Rabanne XS’e oldukça yakın kokusu. Son kısım ise şaşırtıcı derecede Dolce & Gabbana Pour Homme’a yakın. Sanki Herrera For Men bu üç parfümün birleşiminden oluşuyor. Fakat parfümümüz bu üç arkadaştan da daha eski olduğu için sanırım “esinlenme” diğerleri tarafından gerçekleşmiş. Sanki bu üç parfüm merkeze Herrera For Men’i alarak kokularına şekil vermişler. Zaten parfümlerin çıkış tarihleri de birbirlerine yakın. Tabiki bu benim düşüncem. Böyle bir resmi bilgiye rastlamadım.


Herrera For Men, 1990’ların hemen başında üretilmiş aromatik fujer klasiklerinden birisi benim gözümde. Bu anlamda 1980’li yılların keskin, sert ve çok erkeksi şiprelerine benzemiyor. Zaten şiprelerde pek bulunmayan tatlılık, Herrera For Men’de bolca var. Fakat öyle bayık şekerli bir tatlılık değil. Daha kontrollü.

Herrera For Men genel olarak çok büyük değişiklik göstermeden ilerleyen bir kokuya sahip. Bu anlamda küçük bir eleştiri getirilebilir. Bir de orta notalardaki o garip baharatlı kısımı sevemedim. Bence bu parfüm aynı şişesi gibi “gri” bir kokuya sahip. Eğer Burberry For Men ve Paco Rabanne XS’i seviyorsanız deneyebilirsiniz. Genel olarak olgun ve üst yaş gruplarını hedefleyen bir yapısı var.


Parfümün tasarımını Rosendo Mateu ve Carlos Benaim birlikte yapmışlar. Luca Turin’de kitabında beş üzerinden üç yıldız vermiş. Herrera For Men sonbahar-kış mevsimi kullanımına daha uygun gibi. 30 hatta 35 yaş üstü erkeklere daha yakışacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Son bölümdeki koku gayet başarılı.

Eksileri:
- Orta notalardaki garip kokuyu hiç sevemedim.
- Herkesin beğenebileceği “güvenli” bir yapıda değil. Denemeden almayın derim.

Koku Güzelliği:10/6.5

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Comme des Garçons – Sequoia (2001)



Comme des Garçons – Sequoia (2001)  Markanın “Red” serisine mensup unisex parfümü.

Ana vatanı Kuzey Amerika kıtası olan bir ağaç düşünün. Boyu 100 metreyi aşan. Gölgesi bile 400 metre civarında olan. Gövde çapı 16 metreye kadar ulaşan. Sürekli olarak yeşil kalabilen. Dünyanın en uzun yaşayan ağaçlarından sayılan. Çok kalın kabukları olan. Ve dünyanın en büyük ağaçları arasında yer alan.

Türkçeye “Sekoya yada Mamut Ağacı” olarak çevrilen bu dev mucizenin asıl adı Sequoia. Bu ağacın keşfi de oldukça ilginçmiş. Şöyleki:

                                                                     Bir Sequoia ağacı.

1853 yılının bir ilkbahar sabahı, karşısına çıkan bir ayıyı kovalayan altın arayıcısı tarafından keşfedilmiş Sequoia ağacı. Adam 99 metreye kadar yükselen bu ağaçlarla karşılaşınca o kadar hayret etmişti ki, takip ettiği ayıyı bile unutmuş. Sequoia ismi, hayatını bir kızılderili alfabesi hazırlamaya vakfeden Cherokee kabilesi reisi Sequoia'ya izâfeten verilmiş. Bazı ağaçların ise 3.000 yıllık olduğu tahmin ediliyormuş.

Bu akıl almaz ağaçların bizi ilgilendiren kısmı ise bir parfüme isim babalığı yapması. İlginç bir marka olan Comme des Garçons, 2000 yılından itibaren farklı bir konsept ile karşımızda. Bu tarihten başlayarak her sene bir tema seçerek parfümlerini o konsepte göre hazırlıyorlar. Mesela 2000 yılındaki parfümlerinin teması “Leaves” idi. Bu seride beş parfüm yer aldı. 2001 yılında ikici teması ise “Red” idi. Bu seride de beş parfüme imza attılar. Bugün inceleyeceğim Sequoia, Red serisinin bir üyesi. Hatta Red serisinin en popüler üyesi bile diyebilirim.


Parfümümüz odunsu olarak sınıflandırılmış. Kesinlikle doğru bence de. Sequoia’nın başlangıcı karmaşık bir koku ile gerçekleşiyor. Açıklanan notalarına baktığımda daha önce hiç içmediğim bir içki olan Rom var. Başlangıcındaki alkol benzeri koku muhtemelen Rom’dan geliyor. Biraz da odunsular. Açılışını çok sevdiğimi söyleyemem.

Bir süre sonra alkol benzeri koku geri çekilirken odunsu karakter kendisini göstermeye başlıyor. Orta notalar tartışmasız parfümün en beğenilesi ve zengin kısmı. Kırmızı meyveler, reçine, kozalak, çam hafif bir tatlılık ile harmanlanmış. Çam derken aklınıza Polo Classic gelmesin. Çok daha modern ve derin. Alt notalarında ise orta notalarındaki zenginlik ve şamata kalmıyor. Çok sade bir tütsü benzeri odunsu koku derinlerden kendisini hissettiriyor. Parfümün notaları arasında “Öd Ağacı”da var. Son kısım büyük ihtimalle öd ağacına ayrılmış. Fakat bu bölümde parfüm o kadar zayıflıyor ki hissetmek güç.

Sequoia, ismini bir ağaçtan aldığını bize gayet güçlü bir şekilde hissettiriyor. Parfüm neredeyse odunsu-ağaçsı kokular üzerine inşa edilmiş. Diğer unsurlar yardımcı oyuncu gibi. Tabiki burada aromatik ağaçsı kokulardan bahsediyorum. Sert ve keskin değiller hiçbir zaman.


Bu parfümü daha ilk denediğimde bir kokuya çok benzediğini anladım. Uzun süre düşündüm ve sonunda buldum. Geçtiğimiz aylarda denediğim Serge Lutens – Fille en Aiguilles’i andırıyor. Ama Sequoia onun kadar başarılı ve etkileyici değil. Serge Lutens’in kokusu çok daha kaliteli ve harmanı güçlü.

Sequoia ortalama üzeri bir modern, aromatik odunsu kombinasyon. Ana akım markalardan bir basamak yukarıda gibi görünüyorsa da çok yüksek kaliteli bir parfüm hissi vermedi bana. Koku güzelliği anlamında da harikalar yaratmıyor. Yine de bu tarzın meraklılarının oldukça seveceğini düşünüyorum. Denemeden almak çok iyi bir fikir değil.

Parfümün tasarımını genellikle niche markalar için çalışan Bertrand Duchaufour yapmış. Unisex olarak sunulmuş. İçeriğindeki yüksek miktarda odunsu notalar sayesinde erkek kullanımına daha yakın görünüyor. Sonbahar-kış mevsimine uyacak gibi. Yazın biraz rahatsız edici olabilir.

Artıları:
+ Orta notaları çok zengin ve ilginç.
+ Ağaçsı, çamsı, tütsümsü kokuları seviyorsanız sizi tatmin edecektir.

Eksileri:
- Başlangıcını çok sevmedim.
- Büyük boy şişesi alınacak kadar enteresan gelmedi.
- Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

13 Mayıs 2012 Pazar

Clinique – Happy For Men (1999)



Clinique – Happy For Men (1999)  Markanın başarılı erkek parfümü.

1967 yılında dünyanın en prestijli moda ve magazin dergilerinden Vogue’da bir yazı yayınlanır. Derginin güzellik editörü Carol Philips ve Dr. Norman Orentreich’in yazdıkları makalenin ismi “Nasıl harika bir tene sahip olunabilir?” idi. Bu yazıyı Lauder ailesinden Eveyln Lauder’in okuması ve Estee Lauder’e anlatması ile Clinique firmasının temelleri atılmış oldu.

Bugün dünyanın en büyük cilt bakım ürünleri satıcılarından olan Clinique, ilk parfümünü 1971 yılında Aromatic Elixir ismi ile çıkarmış. 20’den fazla parfüme imza atmışlar. Kadınlara yönelik ürünleri ağırlıklı olarak sattıkları için parfümlerinin neredeyse tamamı da kadınlara hitap ediyor. Sadece iki tane erkek parfümlerine rastladım. Happy For Men markanın oldukça bilinen bir parfümü.


Küçük bir not daha ekleyeyim Clinique ile ilgili. Ten kimyasalları ve kozmetik ürünleri üreten bir marka olarak hayvanları denek olarak kullanmıyorlarmış. Ayrıca kalitesiz kimyasal maddelerde bulunmuyormuş ürünlerinde. Hatta bir çok farklı testten geçiyormuş ürünleri. Clinique’in parfümleri ile ilgili olarak da kullandıkları bazı elementler sayesinde her cilt tipine uygun kokular olarak üretiliyormuş. Artık onların yalancısıyım.

Happy For Men aromatik turunçgilli olarak sınıflandırılmış. Tamamen katılıyorum bu görüşe. Zaten ilk sıktığınızda adeta turunçgil patlaması sizi karşılıyor. Taze mis gibi bir portakal burnunuzu okşuyor adeta. Çok doğal ve güzel bir başlangıcı var. Açıklanan üst notalarına baktığımda yeşil limon, turunçgiller ve mandalina var. Sanki bu üç kokunun karışımı gibi. Bence gayet başarılı.


Happy For Men sonrasında çok büyük değişikliğe uğramadan devam ediyor. İlerleyen saatlerde turunçgillere biraz yeşil notalar ekleniyor. Fakat portakal aroması hep baskın. Orta notalar başlangıcı kadar doğal olmasa da bence yine de başarılı. Koklamaktan zevk alıyorum. Ne yazık ki parfümün en vasat kısmı sonları. Alt notalarında yine büyük bir portakal etkisi var. Fakat yapaylık hissedilen odunsu notalar biraz kaliteyi düşürüyor. Keşke daha güzel ve doğal olabilseymiş.

Happy For Men, şişesinin turuncu rengi ile adeta bütünlük gösteriyor. Tam bir portakal-turunçgil kokusu. Başından sonuna portakal hep başrolde. Eğer bu kokuyu bir renge benzet deseniz kesinlikle turuncu olurdu.


Happy’nin başlangıcındaki o nefis portakal aromasını biraz Hermes – Terre d’Hermes’in açılışındaki portakala benzettim. Tabiki sonrasında iki parfümde tamamen farklı karakterlere bürünüyorlar.

Happy For Men aynı ismi gibi mutlu bir parfüm. Canlı, enerjik, genç, pozitif ve mutluluk veren. İnsanı rahatlatan, ferah bir portakal parfümü arıyorsanız tavsiye ederim. Zaten parfümün resmi tanıtımında şöyle bahsedilmiş: “Turunçgillerin serin ve canlandırıcı etkisi. Erkekler için ferahlatıcı bir koku. Kullandıkça mutlu olun.” Fakat dediğim gibi sonlara doğru biraz sıradanlaşıyor.


Birde eleştirdiğim yanını yazayım. Happy For Men çok basit bir kokuya sahip. Turunçgil, yeşil notalar ve biraz da odunsular. Başından sonuna kadar da çok fazla değişmiyor. Biraz daha ilginç olabilirmiş kokusu. Luca Turin kitabında bu parfüme beş üzerinden üç yıldız vermiş.

İçeriğinden de anlaşılacağı üzere tam bir yaz parfümü. Sıcak ilkbahar aylarında da kullanılabilir. 30 yaş ve altındaki genç arkadaşların oldukça hoşuna gideceğini düşünüyorum. Daha üst yaşlar için çok uygun değil sanki. Bence deneyen bir çok kişinin sevebileceği parfümlerden.

Artıları:
+ Başlangıcındaki portakal kokusu çok güzel.
+ İnsanı mutlu eden, pozitif bir tarzı var.
+ Genel beğeniye uyacaktır diye düşünüyorum.

Eksileri:
- Sonlara doğru hafiften beliren yapaylık hoş olmamış.
- Farkedilirliği biraz düşük.
 - Çok basit bir kokusu var.

Koku Güzelliği:10/7.5

10 Mayıs 2012 Perşembe

Serge Lutens – Jeux de Peau (2011)



Serge Lutens – Jeux de Peau (2011) Markanın unisex olarak sunulan parfümü.

Neredeyse her öğünde soframızdaki yerini alır. Bir sürü çeşidi vardır. Hatta bazı inançlarda kutsal bir anlam bile yüklenir ekmeğe.
Ekmeğin kabul gören en eski hikayesine göre; ilk insanlar su ile ıslatılmış ve kendi haline bırakılmış buğday kırmasında gözeneklerin meydana geldiğini görmüşler ve gözenekli kütleyi sıcak taşlar üzerinde pişirdikleri zaman lezzetinin iyi olduğunu anlamışlar. Cilalı Taş Devrinde kestane, meşe palamudu gibi bazı bitkisel ürünlerin ezilip suyla karıştırdıktan sonra elde edilen hamurun, kızgın taşlar üzerinde ya da kül içerisinde pişirilerek yendiği de bilinmekteymiş.
İlk ekmeğin yapımı, Mısırlılar tarafından buğday tanelerinin taşlar arasında ezilerek una dönüştürülmesine dayanıyormuş. Sonra da unu hamur haline getirmek için su katmış, yoğurmuş, şekil vermiş, fırına benzer oyuklarda ya da toprağın üzerinde pişirmişler. Ekşimiş hamuru ‘maya’ olarak ilk kullanan da yine Mısırlılarmış. Eski Mısır mezarlarında, bu ekmeklerin taşlaşmış örnekleri bulunmuş. İbraniler de ilk ekmeklerini ince tabakalar halinde fırınlıyor ve dilim dilim kesmek yerine galeta veya peksimet gibi kırıyorlarmış. İşte ilk ekmeğin yapılış hikayeleri böyle anlatılıyor. İyi de parfüm merakı şimdide ekmeklere mi merak saldın. Hani bunun parfümlerle ilgisi diyorsanız buyurunuz efenim.
Bugün benim çok sevdiğim bir niche parfüm evi olan Serge Lutens’in sıra dışı bir kokusuna yer vereceğim. Jeux de Peau’nun ekmekle ilginç bir bağlantısı var. Artık geçeyim detaylara.
Jeux de Peau anlaşılacağı üzere Fransızca. Bu güzel dili bilmediğim için karşıma çıkan anlamlarını yazayım. Konuya hakim olan arkadaşlar bir yanlışım varsa düzeltebilirler.
Türkçeye “Tendeki Oyun” yada “Ten Oyunları” olarak çevriliyor anladığım kadarıyla Serge Lutens’in bu henüz bir senelik parfümü. Bakalım benim tenimde de oyunlar oynayacak mı?

Fragrantica’da odunsu-oryantal olarak sınıflandırılmış. Bu parfümü kimi yorumcular süte, kimisi çikolata sürülmüş ekmeğe, kimisi de tereyağlı tosta benzetmiş. Benim ilk izlenimim ise ekmek oldu. Evet ciddiyim. Bu parfümün başlangıcı ekmek gibi kokuyor. Hatta biraz yağlı gibi. Çok tuhaf ve benzersiz. Güzel mi derseniz o kadar emin değilim. Biraz “uç” bir kokuya sahip. Sonrasında ise çok değişmiyor. Yani düz bir çizgide ilerliyor diyebilirim. Orta notalara doğru ekmek kokusuna biraz kayısı benzeri bir koku daha ekleniyor. Bu kısım daha kabul edilebilir halde. Son olarak da alt notalarında yapay bir amber ve tütsü ile son buluyor. Açıkçası son kısım biraz hayal kırıklığı yaşattı. Sanki özensiz olmuş.
Görüleceği üzere bu parfümde baharatlı, deri, çiçeksi gibi tanımlamalar yapmadım. Çünkü yapamadım! Ama şunu söyleyebilirim ki başlangıçtaki ekmek kokusu silhattan (paçuli) geliyor olabilir. Orta notalardaki meyveli his ise büyük ihtimalle kayısıdan geliyor. Sonları da amber-odunsu notalar işbirliği. Koku tarifini ancak böyle yapabiliyorum.


İlginç bir deneme bence Jeau de Peux. Bol bol vanilya, çikolata ya da kahve aroması kullanılmadan nasıl “gourmand” parfüm yapılırmış adeta kanıtı. Günümüzün bir çok parfümündeki gibi iç bayan bir tatlılık yok. Gayet dengeli kullanılmış.

Evet ekmek kokusu gerçekten dahice ve benzersiz bir fikir. Yani ekmek gibi kokan kaç tane parfüm vardır ki dünya üzerinde. Bu Serge Lutens’in dehasına bir gösterge kuşkusuz. Fakat ekmek gibi kokan bir parfümü bütün gün üzerinizde taşımak ve o kokuyu sevmek ne kadar mümkün büyük bir soru işareti benim için. Yani giymesi ve sevmesi kolay bir parfüm değil. Günlük kullanıma uygun, konforlu ve güvenli bir kokusu olduğunu söylersem hata etmiş olurum. Bu parfüm sanki daha sanatsal yada deneysel bir eser. Yani mümkünse 10 yada 20 ml. decant şeklinde edinip, dolabın bir kenarında duracak parfümlerden. Arada diğer parfümlerden sıkılırsanız değişiklik olması için kullanılabilir. Fakat uzun süreli kullanıma uyacak gibi görünmüyor. Onun için de büyük boy şişesini almak ne kadar mantıklı olur şüpheliyim.


Bu parfüm Fransız pastanelerinin içi gibi kokuyor belki de. O zaman Jeau de Peux’u kimler kullanır düşünelim. Sosyetik semtlerdeki lüks pastanelerin sahipleri. Ya da pazar sabahı kahvaltısı için dışarı çıkan ve sıcacık bir patisserie’yi mekan edinen kalbur üstü gelire sahip insanlar.

Sonuç olarak Jeux de Peau’yi sevdim mi? Bu soruyu kendime sorduğumda net bir cevap veremedim. Bir yanım hoşuma gitti derken, diğer yanım da bu nasıl bir koku böyle. Fazla uçlarda diyor. Yani yanıtım emin olun yok. Ama bir şişesini alıp kullanacak kadar ilgimi çektiğini söyleyemem.

Jeux de Peau, Serge Lutens’in Arap kültürüne göndermeler yaptığı Ambre Sultan ve Chergui’den daha farklı bir yerde. Zaten kendisi ile yapılan bir söyleşide bu parfüm için özetle şöyle söylemiş:


“Çocukluğumun bir kısmının geçtiği kuzey Fransa’daki Lille şehrindeki ekmek fırınına okuldan sonra giderdim. Oradan ekmek almak çocukluğumun en büyülü anılarından birisi.” Buradan da anlaşılacağı üzere Jeux de Peau, Serge Lutens’in çocukluğuna bir yolculuk. Serge Lutens’in kendi sitesinde parfümü şöyle tanımlamış: “Sıcak, yeni fırından çıkmış ekmek: Yalnızlık için bir çözüm…

Jeux de Peau unisex olarak satışa sunulmuş. Bence “cinsiyetsiz” bir kokuya sahip. Yani unisex doğru bir etiketleme olmuş diyebilirim. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Bildiğim kadarıyla EDP konsantrasyonunda.

Artıları:
+ Çok farklı ve benzersiz yapısıyla tuhaf bir deneme. Lutens burada sanatını konuşturmuş adeta.
+ Eğer fırından yeni çıkmış ekmek gibi kokmak isterseniz mutlaka deneyin.

Eksileri:
- Başlangıcındaki yoğun ekmek kokusu biraz itici geldi.
- Günlük kullanıma uyacak konforlu bir yapıda değil.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6.5