Christian Dior etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Christian Dior etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2013 Salı

Christian Dior – Oud İspahan (2012)


Christian Dior – Oud İspahan (2012)

Bir şehir için en büyük övgülerden olsa gerek "Cihanın Yarısı" (Nisf-i Cihan) ismiyle anılmak. Öyle bir şehir ki tarihinin yontma taş devrine kadar gittiği düşünülen. Öyle bir şehir ki Orta Çağ'da dünyanın en büyük ticaret kavşaklarından olan. Öyle bir şehir ki dünyanın en büyük meydanını içinde barındıran. Öyle bir şehir ki sokaklarında Şah İsmail ve Ömer Hayyam'ın şiirlerinin okunduğu...

Dünya sistemiyle bir süredir kavgalı olan İran'ın boyun eğmez karakteri, muhtemelen köklü tarihinden gücünü alıyor. Benimde sebebini anlamaya başladığım bu sürtüşme, İran için yalnızlaşma sebebi olsa da, mevcut durumu çok sorun etmiyorlar gördüğüm kadarıyla. İran'ın dünya pazarlarına kapalı olması, Batı ittifakının gündeminden düşeceğe benzemiyor. Bu durumun yansımalarını hayatın diğer alanlarında da fark edebiliriz. Mesela parfümlerde.

İran'ın kültürel öğelerini merkeze alan bir parfüme şimdiye kadar rastlamamıştım. Muhtemelen Batılı parfüm üreticilerinin ön yargısının sonucu olarak bakabiliriz bu duruma. Eğer bilmiyorsam cahilliğime verin ama karşıma çıkan ilk İran temalı parfüm oldu Oud İspahan. 2012 yılında Christian Dior tarafından çıkarılan bu parfüm, İran'ın üçüncü büyük şehri İsfahan'dan ilhamını almış.  

Modern, temiz, düzenli, huzurlu ve zümrüt yeşili bir şehir olduğu söylenen İsfahan'ın, güzel bulvarları, köprüleri, sarayları, İslam mimarisinin görkemini taşıyan camileri, türbeleri, sinagogları, kiliseleri ve zerdüşt tapınaklarıyla tarihin içinde yolculuk yaptırdığını düşünebiliriz çoğu kişiye.


Parfümün isim seçiminin hangi kritere göre yapıldığını bilemiyorum. Fakat İsfahan'da yetişen gülün, çok ünlü olduğu bilgisine rastladım. Muhtemelen Oud ile gül arasında bağlantı kurulmuş. Zaten Oud İspahan'ın başlangıcındaki yoğun gül aroması dikkat çekiyor.

Christian Dior'un böyle bir parfümü de mi varmış diyen arkadaşlara küçük bir hatırlatma yapayım. Oud İspahan, Dior'un özel koleksiyonuna (La Collection Privee) ait. Bu seri, niş parfümlere rakip olarak tasarlanmış, çok yüksek fiyatlara satılan ve her yerde bulunmayan kokulardan oluşuyor. Oud İspahan'da bu seriye yeni katılmış üyelerden.

Fragrantica'da oryantal çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma yoğun gül kokusu çıkıyor. Ferah sayılabilecek güle öd aroması eşlik ediyor. Çok canlı, gerçekçi ve müthiş. Harika bir açılışı var Oud İspahan'ın. İlerleyen dakikalarda gül-öd birlikteliği gücünü kaybediyor. Onun yerine hayvansal paçuli çıkıyor. Evet tenimde kesinlikle hayvansallık hissediyorum. Hala çok kaliteli fakat benim sevebileceğim gibi değil. Orta kısımda gül ve öd alttan alta destek veriyor paçuliye. Geçeyim alt notalara. Sonlarda büyük değişim göstermiyor kokusu. Orta kısımdan farklı olarak hayvansallık azalıyor ve ortada paçuli ve sandal ağacı kalıyor. Alt notaları, sandal ağacının yumuşatıcı dokunuşuyla daha sevilebilir. Böylece de tenden ayrılıyor.

Karşımda enteresan bir karşım var. Başlangıcındaki ferah gül sularını andıran kokusu olağanüstü. Böylesine sarhoş edici rahiyayı nasıl oluşturmuş Francois Demachy, hayret etmemek elde değil. Yüksek kaliteli ve rafine üst notalar olabilecek en iyi gül-öd temasına sahip belki de. Orta notalardaysa keskin bir değişim var. Özellikle tenimdeki uygulamalarımda her seferinde yoğun hayvansılık hissettim orta kısımda. Biraz Muscs Koublai Khan'a biraz da Absolue Pour Le Soir'in başlangıcına benzettim. Hayvansal deri-misk izlenimi veren orta kısımda, hayvansallık eklenmiş paçuli kullanılması iyi fikir. Fakat benim için giyilebilir değil. Son kısımlardaysa hayvansallığın törpülenmiş olması memnuniyet verici. Alt notalarda sandal ağacının yüksek oranda kullanılmış olması biraz durumu kurtarıyor neyse ki.


Son yılların moda kokusu öd (Oud), Dior'un özel koleksiyonunda bir parfüme isim babalığı yapıyor. Her ne kadar öd kokularını çok sevmesem de özellikle başlangıçtaki kullanımını sevdim. Sonrası içinse çok konforlu bulmadım kokusunu. Evet farklı bir deneme Oud İspahan. Hatta öd kokusu severlerin mutlaka denemesi gereken bir parfüm. Ama benim için hiç de uygun olduğunu düşünmüyorum.

Farklı ve önemli bir durumdan daha bahsedeyim. Oud İspahan'ı kıyafetlerimin üzerine sıktığımda gül kokusunun daha baskın olduğunu fark ettim. Montumun üzerinde ferah ve yüksek kaliteli gül suyu gibiyken, tenimin üzerindeyse hayvansallığın ön planda olduğunu gördüm. Yani kıyafet üzerinde harika bir gül-sandal ağacı kokusu olurken, tenimde rahatsız edici bir hayvansallığa doğru evrildi. Kıyafet üzerinde düz bir çizgi takip eden Oud İspahan, ten üzerinde değişim gösterme eğilimindeydi. İki farklı uygulama alanında (ten ve kumaş), iki farklı kokuyla karşılaşmak oldukça şaşırttı beni. Sanki bu parfüm "beni tenine değil de kıyafetlerinde kullan" demek istiyordu.

Oud İspahan’a verdiğim not ten üzerindeki kokusu üzerindendi. Fakat kıyafet üzerinde rahatlıkla iki puan daha ekleyin siz. Garip bir durum. Acaba kokusu tenime mi uymadı diye düşünmeden edemiyorum. Evet büyük ihtimalle ten uyumu sağlayamadık Oud İspahan’la. Çok yazık.  

Oud İspahan, şüphesiz ki yüksek kaliteli bir parfüm. Pürüzsüz, rafine, güçlü, ayakları yere sağlam basan karaktere sahip. Yeterince cesur ve iddialı. Zaman zaman saldırgan ama aynı zamanda egzotik.

Zaten ismi ve konsepti her şeyi anlatıyor bize. Hem öd kokusunun kullanılması hem de isminin İran'ı çağrıştırması, onun doğu kültürüne gönderme yaptığını anlamamızı sağlıyor. Fakat gerçekten de doğuya mı ait kokusu? Böyle keskin ayrımların çoğu zaman bizi yanlışa sürükleyebileceğini öngörmek zor değil. Evet biraz ilginç kompozisyona sahip. Fakat ismindeki çağrışımlara da körü körüne inanmamak lazım. Soğukkanlı bir analizle, Oud İspahan'ın her kültürden insana uyacağını söylemek abartılı olmayacaktır.


Oud İspahan, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek. Uniseks olarak piyasaya sürüldüğünü anlıyorum. Bence de doğru yapmışlar. Soğuk kış günlerinde daha çok seveceğimi düşünüyorum. Oldukça yüksek fiyatına istinaden denemeden almak riskli. Benden söylemesi.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı nefis.
+ Yüksek kalitesi memnun edici.
+ Kalıcılığı çok iyi.

Eksileri:
- Orta kısmını çok sevemedim.
- Benim için giymesi zor bir parfüm.
- Fiyatı çok yüksek. Her yerde bulmak mümkün değil.

Koku Güzelliği:10/6.5

27 Eylül 2013 Cuma

Christian Dior – Aqua Fahrenheit (2011)



Christian Dior – Aqua Fahrenheit (2011)

Ey Fahrenheit... Sen nelere kadirsin mi diyeyim yoksa ne çektin bu Christian Dior'un elinden mi diyeyim kararsızım.1988 yılında biraz da rastlantı eseri dünyaya gözlerini açtın. Jean-Louis Sieuzac ve Maurice Roger isimli iki parfümörün çalışması olarak kendini kozmetik ve moda sektörünün ortasında buldun. Rekabetin çoğunlukla kıskançlık seviyelerinde gezindiği, egoların tavan yaptığı, alabildiğine hırsın başarı getirdiğine inanılan moda sektöründe en önemli markalardan birisinin parfümü olarak önce anlayamadın nerede olduğunu. Çünkü sen çirkin ördek yavrusuydun.

Diğer kardeşlerin veya diğer cinsdaşların gibi sarı değil, siyah renkliydin. İlk doğduğunda herkes tuhaf bir ilgiyle karşılamıştı seni. Kimileri seni dünyanın en güzel nesnesi olarak görürken kimileri de senden olabildiğince uzak duruyor, nefretini gizlemiyordu. Sana aşık olanlar, aykırılığına, kaba tarzına, erkeksiliğine ve tuhaf çekiciliğine hayranlardı. Senden nefret edenler sinir bozucu tarzına, ukalalığına ve herşeye asi olmana tahammül edemiyorlardı. Dünyanın en çok sevilen parfümü ve en çok dalga geçilen parfümü olmak arasında gidip geliyordun. Böylesine tutku ve nefret öğelerinin birbirinin içinde harmanlandığı çok az parfüm vardır muhtemelen.

Dünyanın en bilinen parfümlerinden birisini tabiki burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Christian Dior ise, Fahrenheit'in peşini bırakmaya niyetli görünmüyor. 2013 yılı itibariyle Fahranheit isimli parfümlerin sayısı sekize ulaşmış durumda. Yedi tanesi Fahrenheit ismine sahip varyasyonlar. Anlaşılan Dior, "bu kapıdan daha fazla nasıl ekmek yeriz" diye kafa patlatmakta. Fahretheit'in en yeni üyesi 2011 yılında Aqua Fahrenheit ismiyle piyasaya sürüldü. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Fahrenheit imzasının yeni dışavurumu. Ateşin sıcaklığı ve yoğunluğu ile suyun ferahlığının patlayıcı gücü şeklinde kombin edilmiştir. Aqua Fahrenheit'ta François Demachy, "kolonya" hissi veren yeni, ferah odunsuluk oluşturmuştur. Aynı zamanda klasik Fahrenheit'in derili menekşe imzası korunmuştur."


Yine kendi sitelerinde ferah odunsu olarak sınıflandırılmış Aqua Fahrenheit. Üzerime ilk sıktığımda tuzlu akuatik turunçgiller karşıma çıkıyor. Ağırlığın greyfurt ve mandalina da olduğunu düşünüyorum. Güzel sayılabilecek üst notalarını biraz Bulgari - Aqua Marine'in başlangıcına benzettim. Biraz da deniz yosunu kokuyor sanki açılışı. Fena değil. Orta notalara geçildiğinde bu tuzlu-yosunlu turunçgiller büyük oranda geride kalıyor. Onun yerine orijinal Fahrenheit'in o çok bilinen aroması karşıma çıktı. Karanlık menekşeli deri, orta kısmı domine ediyor. Arka planda da yapay bir nane hissediyorum. Muhtemelen Calone tarafından sağlanan bu nanemsilik yapaylık sınırında geziyor. Kısaca orta notalar naneli klasik Fahrenheit gibi kokuyor. İlgimi çektiğini söyleyemem. Geçeyim alt notalara. Son kısımda bu seferde menekşeli deri büyük oranda geriye çekiliyor. Onun yerine yapay ve vasat bir kabe samanı (vetiver) geliyor. Ona biraz da odunsu notalar eşlik ediyor. Fakat o da gayet sıradan. Kapanışı açık ara en sevmediğim yeri oldu diyebilirim. Böylece de tenden ayrılıyor.

Aqua Fahrenheit, isminin hakkını verircesine açılışında akuatik temaya sahip çıkan bir görüntü sergiliyor. Tuzlu turunçgiller ana oyuncu. Harika olmasa da kabul edilebilir. Orta kısımsa tamamen klasik Fahrenheit'a gönderme halinde gelişiyor. Fakat karanlık deriye eşlik eden nanemsi koku pek başarılı değil. Gerçi bu orta kısma serinlik/soğukluk katıyor. Ama yine de hoşuma gitmedi. Alt notalardan ise bahsetmeye bile gerek yok. Örneğine yüzlerce yeni nesil parfümde rastlanabilecek yapay/vasat kabe samanı-odunsu notalar hiç olmasa da olurmuş. Çok yazık.

Aqua Fahrenheit, başlangıcından sonuna kadar kaliteli bir parfüm hissi vermiyor. En beğendiğim tarafı olan başlangıcı bile ortalama turunçgil kokusundan öteye gidemiyor. Ve ne yazık ki zaman zaman baş ağrısı yaptı bende. Bu haliyle bir şişesi alınıp, kullanılacak gibi değil kendi açımdan.


Bulgari - Aqua Marine ile klasik Fahrenheit'ın kötü bir bileşimi olan Aqua isimli kardeşimizin tek söz etmeye değer yanı derinliği. Üst-orta ve alt notaları her birini size farklı farklı önünüze koyan parfümümüz, teknik anlamda başarılı. Onun dışında fazla da üzerinde durulacak tarafı yok. Sıkıcı bir Fahrenheit varyasyonu olarak tarihin unutulmuş sayfalarına ekleneceğini düşünüyorum.

Şimdi Christian Dior'un parfüm birimine mi kızayım, pazarlama bölümüne mi laf edeyim bilemiyorum. Fahrenheit gibi bir markanın sırtından para kazanmak için üst notalarına biraz tuzlu akuatik turunçgiller eklemek kimin fikriyse o arkadaşla tanışmak isterdim. Hadi eklediniz bari biraz kaliteli yapın şu işi. Özenin, üzerinde çalışın. Denediğim kadarıyla Aqua Fahrenheit, hiç bir karaktere sahip olmayan ucube, hibrid kokuya sahip. Üzerine orta kısımdan itibaren beliren yapaylığı ekleyin. Bir de Fahrenheit ismini ve şişesini kullanın. Bu kadar kolay kandırabileceğini mi sandın bizi Dior?

2013 yılı itibariyle yedi farklı Fahrenheit versiyonu piyasaya sürülmüş durumda. Görünüşe göre bu trend devam edecek. Peki Aqua’dan sonra hangi Fahrenheit’lar gelecek. Fahrenheit Sport, Fahrenheit Intense, Fahrenheit Extreme, Fahrenheit Blue, Fahrenheit Noir de var mı sırada Christian Dior? Umarım işi bu noktaya getirmezler…

Aqua Fahrenheit, erkeksi bir parfüm izlenimi veriyor. Bence orta kısımdaki yoğun deri-menekşe kullanımı dolayısıyla dört mevsimde de kullanılabilir. Kokusunun tasarımına Christian Dior'un başparfümörü François Demachy imza atmış. Denemeden almayın, pişman olmayın.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Klasik Fahrenheit size biraz sert geliyorsa daha yumuşatılmış hali olarak denenebilir.

Eksileri:
- Orta kısmını ilginç bulmadım.
- Sonları vasat.
- Yapaylık ciddi sorun.
- Tuhaf ve karaktersiz yapısı.

Koku Güzelliği:10/5

14 Nisan 2013 Pazar

Christian Dior – Hypnotic Poison (1998)



Christian Dior – Hypnotic Poison (1998)  Markanın başarılı kadın parfümü.

Bu hikaye belki de ilk insanlar kadar eskidir. Adem ile Havva'ya uzanır muhtemelen. Havva'nın, ilk insan olan Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığına inanır Hristiyan mitolojisi. Bu sahneyi resmetmiş bir çok ünlü ressamın tablosunu bulabiliriz. Olaylara tamamen farklı açılardan bakan iki cinsiyet. Kadın ve erkek. Binlerce yıldır beraber yaşıyorlar. Binlerce yıldır birbirlerine tahammül ediyorlar. Çünkü binlerce yıldır birbirlerine muhtaçlar.

Bazen insanların hayatlarına şekil veren yegane şeyin menfaat olduğunu düşünüyorum. Her insan, nefsi gereği bencil, çıkarcı ve gözü doymaz bir yaratıktır aslında. Ne kadar zengin olursa olsun hep daha fazlasını ister. En güzel kadına sahip olsa bile başkasındadır gözü. Çok mutlu olsa bile diğerinin mutluluğunu kıskanır. Zaten bütün dinler de insanların bu hırslarını ve hatalarını göstermek, o yanlışlarını düzeltmelerini sağlamak için gönderilmemiş midir?

Çoğu zaman evlilikler bile karşılıklı çıkarlar için oluşturuluyor. Çünkü insan aslında çok zayıf karakterli. İnsan aslında çok çabuk yoldan çıkmaya müsait. İnsan aslında çok nankör. Kadın ile erkek arasında binlerce yıldır süregelen hukuk, ana hatlarıyla da olsa çok değişmiyor. Erkeğin çıkarları ve ihtiyaçları ile kadının çıkarları ve ihtiyaçları karşılıklı olarak uyumlu hale gelince yaşanıyor evilikler. Aşk mı? Tutku mu? Sevgi mi? Sizce artık var mı bu duygular?

Her zaman için kadınların erkeklerden bazı üstün yanlarının olduğunu düşünürüm. Ayrıntılardaki farkları görme yetenekleri, olayların başını görüp sonunun nereye varabileceğini anlayabilme, çok güçlü altıncı hisleri, algılamadaki hızları beni her zaman şaşırtır ve hayran kalmamı sağlar kadınlara. Sanırım kadınların yaratılış bilmecesi böyle birşey. Erkeklerin çoğunlukla anlamayamadığı gizemler taşıyor kadınlar.

Peki bir kadına yaratılış anlamında verilmiş bazı üstünlükler yeter mi? Tabiki yetmez. Bir kadın her zaman daha iyisini ve fazlasını ister. Hatta bazen neyi tutkuyla istediğini bile bilemez. Ama yine de ister. Arzulanan kadın olmak, beğenilen kadın olmak, kendisinden bahsedilen kadın olmak, acı çeken kadın olmak, acı çektiren kadın olmak, mutlu olmak, huzurlu olmak ve daha onlarcası. Peki bunların hepsini bir parfüm verebilir denilse sizce bir kadın ne düşünecektir. Tabiki ona sahip olmak isteyecektir.


Bugün karşımızda 1990'lı yılların sonlarında üretilmesine rağmen, klasik olmaya aday parfümlerden Hypnotic Poison var. Şu bir gerçek ki bu parfüm ilk piyasaya sürüldüğünde küçük çaplı bir deprem yaşanmıştı. Çünkü kokusu öylesine etkileyici ve seksiydi ki yüzbinlerce kadın bu parfüme sahip olmak için birbiriyle yarıştı. Ve Christian Dior'un en çok satan parfümlerinden birisi olmayı başardı. Aradan geçen on beş yıl ise Hypnotic Poison'un popülaritesini ve kadınlar için arzu nesnesi olma durumunu değiştiremedi. Hala dünyanın en çok satan kadın parfümlerinden birisi. Hatta o kadar başarılı oldu ki, ismini aldığı serinin ilk parfümü Poison'ın bile önüne geçti. Onu ikinci plana attı.

Dahi parfümör Annick Menardo'nun kadınlara armağanı olan Hypnotic Poison, oryantal vanilya olarak sınıflandırılmış bir çok yerde. İlk sıktığımda karşıma yapay pudramsı vanilya ve acı badem çıkıyor. Sanki biraz da tatlı kırmızı meyveler var. Başlangıcı ilginç ama yapay. Orta notalara geçildiğinde koku karakteri büyük değişikliğe uğramıyor. Aynı acı bademli vanilya devam ediyor. Farklı olarak tatlımsı modern çiçekler ve baharatlar ekleniyor. Muhtemelen yasemin ve biraz sümbülteber. Fakat çok baskın değil çiçekler. Adeta vanilyaya boyun eğmiş durumdalar. Son kısım da ise biraz odunsu notalar, biraz paçuli ve yine kirli sayılabilecek vanilya var. Fakat başlangıçtaki gibi yapay değil. Bana göre parfümün en güzel yeri alt notaları. Böylece de tenden ayrılıyor.

Parfümün resmi tanıtımı şöyle yapılmış: "Dior'un efsanevi yasak meyvesinin gizemi ile kadınsı bir cüretkarlığın, sihirli ve modern aşk iksirinin karışımı. Bu parfüm dört zıt yöne sahiptir. İnsanı kendinden geçiren acı badem ve kimyon tohumu, gösterişli yasemin, gizemli Jacarandra (mavi tropikal bir çiçek) ve şehvetli vanilya ve misk. Sarhoş edici ve abartılı."

Parfümün ana eksenini çok rafine olmayan vanilya oluşturuyor. Biraz tozlu, biraz yapay, biraz pudralı ve biraz yağlı vanilya. Yani çok temiz ve pürüzsüz değil. Parfümün bence ikinci unsuru tatlımsı modern meyveler. Açıklanan notalarında erik, kayısı ve hindistan cevizi var. Zaman zaman hindistan cevizi aromasını hissediyorsunuz. Fakat genellikle yaz mevsimine uygun parfümlerde rastladığımız gibi ferah kullanılmamış hindistan cevizi. Sonrasında ise plastiğimsi çiçekler var tabiki. Fleur du Male’deki kadar rahatsız edici değilse de dikkatli bir kullanıcı algılayacaktır yapaylığı.
  

Hypnotic Poison'u ilk sıktığımda nedense bocalıyorum. Bu nasıl bir koku? Ne anlatmak istiyor bana? Yoksa tam tersi mi? Benim mi bir şeyler söylememi istiyor? Onun ruhunu okşamamı, ona ilgi göstermemi, onu iltifatlara boğmamı mı bekliyor? Hayır bana sadece bakıyor. Bende ona dikkatlice bakıyorum. Onu tanımaya, ruhunu anlamaya çalışıyorum. Fakat işimin zor olduğunu daha ilk saniyelerde fark ediyorum. Çünkü karşımda güçlü ve baskın karakteri olan bir koku var.

Şu isme bakar mısınız? Hypnotic Poison. Böylesine iddialı bir ismi kim kolay kolay parfümüne verebilir. Sanırım bir parfümün ismi ile kokusu ancak bu kadar uyumlu olabilir. Hele ki o kırmızı ve şehveti hatırlatan yuvarlak şişesi. Kadın bedeninin yuvarlak hatlarından ilham almış sanki. Bu zehiri ilk sıktığınızda adeta vücudunuza iğne yoluyla değil de koklayarak alıyorsunuz öldürmeyecek kadar az zehiri. Koku molekülleri ilk önce burnun içindeki sinirleri uyarıyor. “Daha önce rastlamadığımız bir tür” diye alarm veriyor bağışıklık sistemi. Bu aşık eden zehir, yavaş yavaş etkisine alıyor sizi. Ne öldürüyor ne de eski ve monoton hayatınıza geri dönmenizi sağlıyor. Sizinle oyun oynuyor belli ki.

Hypnotic Poison bana neyi hatırlatıyor derseniz işte cevabım: Camdan bir zindanın içindesiniz adeta. Dışarı çıkış için hiç bir yol yok. Ne bir kapı ne bir pencere. Sadece hava almanız için küçük delikler. Ve bir anda kapkaranlık odanın ışıkları yakılıyor. Karşımda son derece cazibeli, kırmızı bir elbise giymiş kadın oturuyor. Bacak bacak üstüne atmış. Kendimi "Temel İçgüdü" filminin karakteri gibi hissediyorum. Sharon Stone bütün etkileyiciliği ile karşımda oturuyor sanki. Gözlerini ise gözlerime dikmiş. Hiç konuşmuyoruz. "Bazen susmak da çok şey anlatmaktır" derler. İşte karşımda oturan kırmızılı kadın gözleri ile aslında herşeyi anlatıyor. İsmini, kaç yaşında olduğunu, neden orada oturduğunu ve benden ne istediğini...


O kesinlikle ikonik bir kokuya sahip. Öylesine bir parfüm ki hakkında çokça efsaneler anlatılıyor. Mesela bazı Arap ülkelerinde cazibeli ve etkileyici kokusu olduğu için yasakladığından tutun da hava yollarında çalışan hosteslerin bu parfümü kullanmamaları yönünde sürekli uyarı aldıkları gibi. Etrafında dönen bu söylentiler hiç kuşkusuz ona olan ilgiyi daha arttırıyor ve insanların daha da merak etmelerini sağlıyor.

Yapaylık barındıran vanilya, hastane odası gibi kokan çiçekler, çok rafine olmayan badem. Genel olarak çok büyük değişimler göstermiyor kokusu. Biraz düz çizgide ilerliyor. Bu söylediklerimin her birisi parfümün rahatlıkla eleştirilebilecek yönleri. Ki hepsi de sonuna kadar haklı. Parfümün genelinde yapaylık hissediliyor. Bu anlamda yine böyle yapay bir klasik olan Gucci - Rush'a benzettim yapısını. Koku anlamında büyük benzerlikleri olmasa da yapay-modern-cazibeli parfüm olmaları anlamında paralellik kuruyorum. Hatta ikisininde şişesinin renginin kırmızı olması ve Rush'ın, Hypnotic Poison'dan sadece bir yıl sonra çıkarılması tesadüf olamayacak kadar ilginç geldi bana. Size garip gelebilir ama Hypnotic Poison ile Thierry Muler'in çığır açan parfümü Angel (kadın versiyonu) arasında görünmez ve ince bir bağ var sanki. Yada bana öyle geliyor.

Hypnotic Poison, “kadın parfümü nasıl olmalı” ismi ile uygulamalı ders veriyor adeta. Her şey gözünüzün ve burnunuz önünde gerçekleşiyor. Şüpheye mahal yok. Çünkü o kadar iyi biliyor ki ne yapmak istediğini. Bu parfümü sıkıp da bir mekana giren kadının etrafta koparacağı fırtınayı hayal etmek zor değil. Yüzler ve burunlar size çevrilecek muhtemelen. Çünkü öylesine iddialı ki diğer kokuları bastıracak kadar hırslı ve güçlü. "Koridor yada asansör" kokusu denilebilir rahatlıkla. Arkanızda iz bırakacağınız bir eser o.

Eğer bir kadın istediği erkeği elde etmek istiyorsa, bunun yollarından birisi de Hypnotic Poison bence. Bu parfümü koklayıp da o kadının peşinden gitmeyecek erkeği, dünyada hiç bir şey avucunuza almanızı sağlayamayacaktır. Buna emin olabilirsiniz.


Bu sefer soruyu tersten sorayım. Bu parfümü nerelerde kullanmak uygundur değil de, nerelerde kullanılmamalı sorusuna cevap arayalım. Kesinlikle iş görüşmelerinde kullanılmamalı. Sevgilinizin ailesi ile ilk tanışma yemeğinde de kullanılmamalı mesela. Pazar günü gidilen sinemada, romantik bir komedi filmi izlemek için de iyi fikir değil Hypnotic Poison. Hele ki Gotik Metal çalınan bir Rock Bar'da kullanmayı düşünmeyin. Yada spor salonuna giderken olacak şey değil bu kokuyu sürmek.

Kırmızı şişesinin içindeki sıvı kesinlikle mütevazi yada mülayim değil. Agresif, cesur, frapan, meydan okuyan, rekabete hazır, kendisine güvenen ve umursamaz bir tarzı var. Onun hiç kimsiye ihtiyacı yok. Fakat ona öylesine çok kişinin ihtiyacı var ki.  

Can alıcı sorulardan birisi de bu parfümü erkekler kullanabilir mi? Okuduğum kadarıyla yurt dışında bu parfümün çok fazla erkek kullananı var. Benim gibi kadın-erkek parfümü gibi ayrımlara inanmayan birisi için sorunun cevabı basit. Rahatlıkla kullanılabilir. Hatta bazı yorumcular uniseks olarak bahsediyorlar. Ben o kadar ileri gidemeyeceğim. Her ne kadar bu ayrıma katılmasam da onun genlerinde dişilik yattığını hissediyorum. Bunu da göz ardı edemem. Fakat bu güzelliği yaşamak isteyen erkekler ise hiç düşünmesinler. Dolaplarında durmalı bir şişesi.

Hypnotic Poison'un geçtiğimiz yıllarda reformülasyona uğradığından bahsediliyor. İlk versiyonunun çok daha güzel olduğu söyleniyor. Bende eski anılarımda müthiş bir parfüm olarak hatırlıyorum bu zehiri. Fakat deneme sürecinde sanki parfümün içinden bir şeyler eksilmiş. Anlatması zor. Daha basite indirgenmiş gibi geldi bana. Sanki o derinlik kaybolmuş. Yada zihnimin oynadığı bir oyun bu. Kim bilir.


Luca Turin bu parfümü bademli oryantal olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vererek çok başarılı bulmuş.

Otuz yaş üstü kadınlara uyacağını düşünüyorum. On sekiz yaşındaki bir genç kız için fazla iddialı olacaktır kokusu. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Eau de Toilette (EDT) olmasına rağmen, hem kalıcılığı hem de fark edilirliği çok iyi. Bu anlamda sizi üzmeyeceğine emin olabilirsiniz.

Ve son sözü bizzat Christian Dior söylesin. Kendi parfümünü kısaca şöyle anlatmış ünlü modacı: "Bu parfümü tutkusunun peşinden giden her kadının kullanması için yarattım."

Artıları:
+ Cazibeli ve kışkırtıcı kokusu.
+ Dikkat çekmek isteyen kadınlar. İşte en kısa yolu buldunuz.
+ Kalıcılığı ve fark edilirliği iyi.

Eksileri:
- Başlangıcındaki yapaylığı pek sevmedim.
- Çok popüler olması sebebiyle başkalarıyla pişti olma durumunuz var.

Koku Güzelliği:10/7.5

4 Şubat 2012 Cumartesi

Christian Dior – Fahrenheit Absolute (2009)


Christian Dior – Fahrenheit Absolute (2009) Markanın yeni sayılabilecek erkek parfümlerinden.

Sizi küçük bir zaman yolculuğuna çıkarmama ne dersiniz? Evet elimizde bir zaman makinesi yok. Fakat bu bizim 1980’lere gitmemize engel değil tabiki.

1980’li yıllar dünyada büyük değişimlerin yaşandığı, duvarların yıkıldığı ve 2000’leri hazırlayan yıllar olarak kabul edilebilir. Müzikten modaya, sinemadan sosyolojiye, ekonomiden ülke yönetimlerine kadar bir çok alan yeniden şekillendi 1980’lerde.

İki kutuplu dünya ve soğuk savaş, hemen dibimizde yaşanan Çernobil kazası, eşcinsel haklarının batı ülkelerinde hızla kabul görmesi, bilgisayar teknolojisinin gelişmesi, MTV isimli dünyanın bugün bile en popüler müzik kanalının yayınına başlaması, Converse ayakkabılar, Madonna ve Michael Jackson’un adlarını dünyaya duyurması ve daha bir sürü gelişme.

Fakat 1980’lerin sonuna doğru dünyayı sarsan olay kuşkusuz Berlin Duvarı’nın yıkılıp iki Almanya’nın birleşmesiydi. Bu demek oluyordu ki soğuk savaşı ABD öncülüğündeki kapitalist batı dünyasının kazanmasıydı. Bence bugün ülkemizde ve dünyada yaşanan karışıklıkların hepsinin kökeninde bu olay var.

1989 yılında yıkılan Berlin Duvarı’ndan bir sene önce ise yine küçük bir devrim yaşandı diyebiliriz. Christian Dior markası Fahrenheit isimli bir parfüm piyasaya sundu. İlk önce kırmızı şişesi ve tuhaf, benzersiz kokusuyla pek birşeye benzetilemeyen bu parfüm kısa süre içinde dünyanın en bilinen ve en çok satan parfümlerinden oldu. Yaklaşık 24 yıl geçmesine rağmen hala en bilinen erkek parfümlerinden birisi olduğu açık. 2011 yılı itibariyle yazlık, limitli sürümlerini de sayarsak 7 ayrı versiyonu çıkarılmış. Bugün inceleyeceğim 2009 yılında piyasaya sürülen Absolute modeli.

Geçtiğimiz aylarda orjinal Fahenheit’i incelemiş ve koku karekteri olarak kendime hiç yakın bulmamıştım. Ya çok sevilen yada nefret edilen parfümlerden birisi bence. Ben nefret edenler tarafında yerimi almıştım. Bakalım bu yeni versiyonu Absolute nasıl.

Parfümümüz odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Çok fazla misk hissedilmese de odunsu ve çiçeksi kısmına katılıyorum. İlk sıkıldığında orjinal Fahrenheit kokusu karşıma çıkıyor. O tuhaf çiçeksi ve motor yağı karışımı kokusunu unutmak ne mümkün. Evet Absolute’un başlangıcı Fahrenheit’a çok benziyor. Zaten isminindeki Fahrenheit kısmına mutlaka bir gönderme yapılacaktır. Fakat içimde yine de bir ürperme var. İnşallah eski versiyonuna çok benzemez diyerekten.

Neyseki orta notalarında Absolute, o garip motor yağı kokusundan kurtularak odunsu notaların hakimiyetine giriyor. Bu kısım da oldukça tatlılaşıyor. Bu durum biraz şaşırttı beni. Açıklanan notalarına baktığımda tütsü ve öd ağacı görüyorum. Demek ki bu tatlı odunsu kompozisyonu bu iki nota sağlıyor. Öd ağacı ana akım markalarda çok kullanılan bir nota değil. Daha çok niche parfümlerde karşılaşıyoruz. Burada kullanılması gerçekten ilginç. Orta notalar en sevdiğim kısım. Modern ve tatlı odunsu kokusu gayet başarılı.

Alt notalarına gelindiğinde odunsuların yerini biraz karanlık bir deri alıyor. Daha da ilginci orta notalarındaki tatlılık alt notalarında çok hissedilmiyor. Daha çok yapay, plastiğimsi bir deri diyebilirim. Hemen aklıma Bulgari – Black’deki araba lastiği benzeri deri geldi. Evet biraz benzeselerde Bulgari – Black’deki kadar ilginç ve güzel değil deri kullanımı. Düz bir deri kokusuyla tenden ayrılıyor Fahrenheit Absolute.

Absolute’un geneline baktığımda harika bir parfüm olmadığına karar verdim. Başlangıcını sevmedim, orta notalarını çok sevdim, alt notalarını ise biraz yapay buldum. Yani sırf orta notaları güzel diye alacağımı hiç sanmıyorum.    

Olumlu bulduğum yanı ise büyük abisi Fahrenheit’ın daha modernize edilmiş hali sanki. Absolute kararında eklenmiş tatlılık ile bana orjinal Fahrenheit’tan daha giyilebilir bir izlenim verdi. Absolute versiyonu biraz daha karanlık ve sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Yani ikisi arasında silah zoruyla bir seçim yapacak olsam tercihim kesinlikle Absolute olurdu. Fakat şunu önemle belirteyim ki eğer orjinal Fahrenheit’i seviyorsanız büyük ihtimalle Absolute’u da seveceksiniz. Buradan Fahrenheit severlere duyurmuş olayım. Kokusunu ise Dior’un bir çok parfümünü tasarlamış olan Francois Demachy yaratmış.

Kalıcılığı tenimde gayet iyi. Ertesi güne kadar kolunuzda hissedebiliyorsunuz kokusunu. Farkedilirliği çok yüksek olmadı bende. Normal seviyelerde diyebilirim. 25 yaş ve üzeri arkadaşların kullanımına daha yakın gibi. Sonbahar-kış mevsimi için uygun bir hali var.    

Artıları:
+ Orta notalarındaki tatlı odunsu kısmı gayet güzel.
+ Kalıcılığı fena değil.
+ Fahrenheit severlerin denemesinde fayda var.

Eksileri:
- Başlangıcındaki o klasik Fahrenheit kokusunu yine sevemedim.
- Alt notalarındaki deri oldukça yapay kokuyor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6


2 Temmuz 2011 Cumartesi

Christian Dior – Eau Sauvage (1966)


Christian Dior – Eau Sauvage (1966) Dior’un klasikler arasındaki yerini almış olan parfümü.

Bazı olgular vardır kendinden sonra gelecek olanlara bir anlamda öncülük eder. Bazı şeyler ise zamanın ötesindedir. Bazı şeyler vardır mihenk taşı görevi üstlenmiştir. O bir referanstır diğerleri için. Yeni şeyler bile onunla kıyaslanır, ona göndermeler yapılır. Bu anlattıklarım günlük hayatın bazı rutinleri olsa da aynı durumları bence parfümlere de uyarlayabiliriz. Çünkü nasıl koktuğumuz ve ne kokmak istediğimiz hayatımızın bir parçasıdır. Yani bir anlamda parfümler bizim gayri resmi kimliğimiz gibidir. “O” kokuyla kendimizi anlatırız zaman zaman. Yada “O” kokuyu kullanmayarak bir mesaj veririz aslında. Parfümler aynen hayatımız gibi gerçeklerdir ve çoğu zaman bizimledirler.

Neden böyle bir giriş yaptığımı kısaca açıklayayım. Bugün bahsedeceğim Eau Sauvage, dünya parfüm endüstrisinin henüz yüksek kar hedefleri ve vahşi bir rekabetin olmadığı 1960’lı yıllardan günümüze uzanan bir gelenek. Evet Eau Sauvage sadece bir parfüm değil. O günlerin bir izdüşümü sanki. Bir yaşam şekli yada bir statü sembolü. Karşımızda klasikler arasındaki yeri tartışmasız bir eser var. Lafı uzatmadan geçelim incelemeye:

Parfümümüz bence turunçgil-şipre tarzında. İlk sıkıldığında günümüzdeki parfümlerde görmeye alışık olmadığımız bir turunçgil-limon sizi karşılıyor. Daha çok eskilerden kalma bir hatıra gibi. Büyük halamın evindeki o buruk, tozlu, eski kokan kolonyalara benzettim. Bir süre sonra buruk turunçgile otsu (herbal denilen) bir nota daha ekleniyor. Böylece tam bir 1970-80’ler parfümü kimliği kazanıyor dersek yanlış olmaz. Son olarak da odunsu notalar ve misk ile tenden uçuyor. Fakat o eski, buruk, otsu turunçgil her zaman kendisini hissetiriyor. Yani özetle: Geçmişten gelen bir turunçgil, aromatik ve yumuşak otsu notalar ve misk.

Eau Sauvage’yi koklayıp gözlerimi kapattığımda işte zihnimde canlanan bazı kareler:

Yıl 1960’lar. Bir sonbahar günü. İkinci dünya savaşının etkilerini en az hisseden ülkelerden olan Amerika’dayız. Bir baba her zamanki saatinde kalkıyor işe gitmek için. Eşi ona kahvaltısını hazırlarken o da traşını oluyor. Masaya geçiliyor. Günlük gazetelere  kızarmış ekmek ve kahve eşliğinde acele bir bakış atıyor. Tam kapıdan çıkmadan aklına parfümünü sıkmak geliyor. Daha sonra kapıdan çıkıyor. Bahçeli evin önündeki ağaçlardan yapraklar dökülmeye başlamış bile. Sonbahar çoktan gelmiş. İşte o sokaktaki yaprakların kokusuna karışıyor Eau Sauvage. Adam biraz buruk ama mutlu. Arabasına doğru yürüyor…

Yıl yine 1960’ların sonu. Bu sefer ikinci dünya savaşında en büyük yıkımı yaşamış Almanya’dayız. Hava her zamanki gibi gri ve bulutlu. Savaşın derin ve bezdirici travmasını atlatmaya çalışan 40’lı yaşlardaki mühendis her zamanki gibi saat 08.00’de işinin başında. Ne de olsa Alman disiplini. Günlük işlerini tamamlıyor. Birazdan fabrikanın üretim bölümüne geçip çalışmaları kontrol edecek. O gün nedense içi biraz sıkılıyor. Kendisini hüzünlü hissediyor. Biraz da yanlız. Çekmecesindeki Eau Sauvage’yi sıkıyor alt kata inmeden önce. Hmmm. Kokular gerçekten de insanların duygu dünyalarında fark yaratabiliyor mu acaba diye düşünmeden edemiyor. Artık kendisini biraz daha iyi hissediyor. Kapıdan çıkarken birden geri dönüp odaya dolan kokuyu bir kez daha hissediyor. Bu parfümü seviyorum diyor içinden…

Eau Sauvage kuşkusuz kendi döneminin en önemli eserlerinden birisi. Bir referans noktası. Erkeksi çiçekler ve benzersiz turunçgil kullanımı ile öne çıkıyor. Yapaylık barındırmayan, beyefendi, ağır başlı ve olgun. Bu parfümü 35-40 yaş altındaki arkadaşların denemesini tavsiye etmem. Muhtemelen hiç beğenmeyecekler ve burun kıvıracaklardır. Çünkü her yaştan insanın kaldırabileceği bir yapısı yok.Biraz görmüş geçirmiş, bazı şeyleri aşmış insanlara sanki daha çok uyacaktır. Tatlı bir kokusu yok. Ana öğe şipremsi bir otsu turunçgil. Biraz hüzünlü, biraz romantik ve oldukça erkeksi. Dior markasından bir başka başarılı eser daha... Unutmadan söyleyeyim ilk kokusu çok değiştirilmeden yeniden formüle edilmiş.

Kalıcılık olarak ortalama. Farkedilirliği başta fena değilken daha sonra oldukça tene yakın kalıyor. Bence sonbahar mevsimi için çok iyi bir seçim olacaktır. 35 yaş altına pek olmayacaktır. Denemeden almamak gerek.

Artıları:
+ Zamanın çok ötesindeki kokusu
+ Doğal, baymayan, rahatsız etmeyen kokusu.
+ Şık, dengeli ve erkeksi tarzı.

Eksileri:
- Günümüzün modern parfüm trendlerine uymayan kokusu.
- Farkedilirliği iyi değil.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5

23 Haziran 2011 Perşembe

Christian Dior - Fahrenheit (1988)


Christian Dior - Fahrenheit (1988)  Parfüm dünyasının önemli eserlerinden.

Bazı şeyler vardır “zamanın ruhuna” uygundur. Bazı şeyler vardır o günün şartları için olabileceğin en iyisidir. Bazı şeyler vardır sessizce ortaya çıkar ve insanları peşinden sürükler. Bunun adına tutku mu denir, doğru zamanda doğru şey mi denir çok emin değilim. Fakat bildiğim bir şey var ki bugünkü konuğum parfümlere pek ilgisi olmayan birisinin bile iyi kötü bileceği bir parfüm. O kışkırtıcı ve haylaz kırmızı şişenin içinde bakalım nasıl bir koku yatıyor. Unutmadan söyleyeyim, bu yeniden yazılmış, detaylandırılmış ve güncellenmiş incelemedir.

Parfüme geçmeden önce bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum. Çünkü karşımızda sıradan bir parfüm yok. 1988 yılında dünya parfüm piyasasında küçük çaplı bir deprem yaşanmış anladığım kadarıyla. Kokusu daha önce hiçbir şeye benzemeyen bu parfüm çıktığında ilk üç ay içinde sadece Avrupa’da 1.4 milyon şişe satarak kırılması zor bir rekora imza atmış. Geçen senelerin ardından bir çok yeni parfüm çıkmasına rağmen hala Dior’un en çok satan modeli. Peki çok satması ve popüler olması onun güzel koktuğunu yada başarılı olduğunu gösterir mi? Güzel koktuğunu değil ama çok başarılı olduğunu rahatça anlayabiliriz. Diğer bir soru da çok satan parfümler güzel koktukları için mi bu kadar popüler. Muhtemelen hayır. Bu derin, kısmen felsefik konuları başka bir yazıda detaylandırmak üzere kenara bırakalım ve geçelim kokumuza.

İlk sıkıldığında yapay çiçekler ve biraz da benzine benzeyen bir koku ile açılışı yapıyor. İlk izlenim nasıl mı? Küçük bir şok! Evet daha önce hiç karşılaşmadığım bir yapı. Sanki uzaydan gelmiş gibi. Resmi olarak açıklanan üst notalarında hanımeli var. Muhtemelen bu tuhaf koku hanimeli, menekşe ve o tuhaf benzin kokusunun birleşimi sonucu oluşmuş. Neyse ki bir süre sonra kokusu oturmaya başlıyor. Çiçeklerin etkisi oldukça azalırken silhata (patchouli) çok benzer karanlık bir benzin kokusu gelmeye devam ediyor. Biraz da salatalık benzeri. Anlatması zor. Başlangıcına göre daha tahammül edilir. Fakat benim için hala çok zor. Alt notaları ise en sevilebilen yanı kuşkusuz. Sakin, yumuşak bir deri. Böylece devam ediyor. Özetle: Yapay çiçekler, benzin, biraz salatalık benzeri koku ve deri. Benim algıladıklarım ve hissettiklerim bu şekilde.


Bana göre Fahrenheit’ta tam bir çiçek-deri teması hakim. Harmanı zengin ve detaylı. Benzersiz ve erkeksi. Algıları zorlayan, sevmesi zor, saldırgan ve maço. Bir kadın ne kadar sever bu kokuyu şüpheliyim.

Tam da bu noktada, parfümün Jean Louise Sieuzac ile birlikte yaratıcısı Maurice Roger bir söyleşisinde bakın neler demiş:

“Biz onu çiçeksi bir konsept üzerine inşa ettik. Ama geleneksel olarak kadın parfümlerinde kullanılan yasemin çiçeği gibi feminen değil. Piyasadaki bir çok parfümün içeriğine bakın. Çoğu birbirlerine çok benzerler.”

Roger burada muhtemelen diğer çiçeksi parfümlerden çok farklı ve erkeksi bir konsept yarattık demek istemiş. Gerçekten de bu konuda tamamen haklı. Fahrenheit mahallenin yaramaz çocuğu gibi adeta. Yada ailenin bir baltaya sap olamamış serseri oğlu gibi.


Fahrenheit, şimdiye kadar denediğim en garip ve sevmesi zor parfümlerden. Bu kokunun fanatikleri hiç alınmayın. Ama artık eskilerde kalmış Polo Classic yada Azzaro Pour Homme’u anımsatan erkeksi tarzıyla günümüzün çok uzağında. Hele o açılışı yok mu. Dayanması ve tahammül etmesi zor. Zaten bir çok kişi bu parfümü “ya aşık olursun yada nefret edersin” diyerek anlatıyor. Bende bu tanıma katılıyorum. Ortası kesinlikle yok. Ne yazık ki ben nefret edenler kısmındayım. Biliyorum o bir klasik. O bir efsane kabul ediyorum. Fakat böyle bir kokuyu hiçbir zaman ne sevebilirim ne de kullanabilirim. Denemeden alınmaması gereken saatli bombalardan birisi. Aman dikkat.

Kalıcılığı bende yüksek olmadı. Bu durum da benim tenimde genellikle hiç bir parfümün kalıcı olmamasına bağlayabiliriz. Onun için buradaki kalıcılık değerlendirmelerim size aynen uyacak diye düşünmeyin. Bu durumu da göz önünde bulundurun bence. Farkedilirlik ilk bir saat gayet iyi. Daha sonra azalıyor. Ben daha güçlü bir yapısının olacağını düşünüyordum. Sanırım benim tenimde pek olmadı. Kullanım dönemi olarak dört mevsime de uyacaktır. Fakat siz yine de yaz sıcaklarında çok fazla sıkmayın. Ne olur ne olmaz. Olgun ve maço tarzını dikkate alırsak sanki 25 yaş ve üzerine daha çok yakışacaktır.

Artıları:
+ Harmanı zengin ve dolgun.
+ Alt notalarındaki deri kullanımı gayet başarılı.

Eksileri:
- Açılışı tahammül edilir gibi değil.
- Eskilerde kalmış kokusu.
- Salatalık ve benzin gibi kokmak istemeyeceğimi gayet iyi biliyoum.

Koku Güzelliği:10/4