13 Mart 2013 Çarşamba

Parfumerie Generale - Cadjmere (2007)



Parfumerie Generale - Cadjmere (2007)  Markanın uniseks kullanıma uygun parfümü.

"Fonksiyonel bulduğum günümüzün parfüm endüstrisini sıkıcı buluyorum. Parfümlerim ile bir hikaye anlatmak istiyorum. Aynı bir film yada resim gibi. Benim parfümümü kullanan birisi, yaratıcı vaadime ve anlattığım hikayeye ortak olur. Gül kokan bir kadın, nane kokan bir erkek, ne budalaca...

Bir çok parfümörün müzikten ilham aldıklarını görüyorum. Ben daha görsel öğelerden ilham alıyorum. Mesela resim, fotoğraf, sinema, mekanlar..."

Yukarıdaki sözler genç bir kimyagere ait. Pierre Guillaume aynı Andy Tauer gibi kimyagerliği bırakıp, parfümör olan isimlerden. Yine Andy Tauer'e benzer şekilde kendi niş parfüm markasını hayata geçiriyor. 2002 yılında kurduğu markası ile şimdiye kadar (2013 yılı başları) 40 civarında parfüme imza atmış. Parfumerie Generale isimli markası ile biraz geri planda kalmayı seviyor belki de. Diğer provakatif ve iddialı niş markalar kadar ortalarda değil. Hatta kendisi de entellektüel ve kullanması zor parfümler tasarımı yapmamaya özen gösterdiğini deklare ediyor.

                                              Parfumerie Generale'nin kurucusu Pierre Guillaume.

Bugün deneyeceğim Cadjmere, 2007 yılında piyasaya sürülmüş ve hem kadınların hem de erkeklerin kullanabileceği belirtilmiş. Kendi sitelerinde kremsi odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı oldukça tatlı hatta şekerli diyebileceğim turunçgiller-meyveler ile gerçekleşiyor. Bana hemen çocukken çok sevdiğimiz şekerli sakızları hatırlattı. Azıcık da yeşil çiçekler hissediyorum. Üst notaları harika değil ama kötü de değil. Orta notalarına geçildiğinde parfümün asıl karakteri ortaya çıkıyor. Tatlılık-şekerlilik biraz azalsa da devam ediyor. Bu andan itibaren yumuşak kremsi baharatlar, odunsu notalar (sandal ağacı olabilir) ve biraz hindistan cevizi hissediyorum. Orta kısım en zengin ve detaylı yeri. Neredeyse tropikal bir his veriyor. Fakat ferah yapıda değil. Son olarak da ortaya yine kremsi vanilya çıkıyor. Bu vanilyaya bir tutam amber ve odunsu notalar eşlik ediyor. Alt notalar harika olmasa da yine de idare eder.

Cadjmere, genel olarak çok yumuşak hindistan cevizli, odunsu vanilya parfümü. Zaman zaman egzotik ve tropikal his veriyor. Bunu da muhtemelen hindistan cevizi sağlıyor. Çok kibar, sakin ve güvenli. Eğer vanilya seviyorsanız bu parfümü oldukça beğeneceksiniz. Orta kısmını çok beğendim. Fakat sonları biraz sıradan kalmış. Ayrıca başlangıcı da etkileyici değil. Yine de olumsuz yönde değil düşüncelerim.

Hindistan cevizi bilindiği gibi tropikal bir meyve. Daha çok yaz mevsimine uygun parfümlerde kullanılıyor. Fakat Cadjmere öyle ferah ve yaz mevsimine yakın bir arkadaş değil. Özellikle dolgun vanilya ve baharatlar, onu sıcak yaz günlerinde kullanmanın zor olduğunu gösteriyor.


Pozitif, sıcak, insana mutluluk veren, hoş, lezzetli ve sevimli bir parfüm. Ama harika koktuğunu söyleyemem. Neden mi? Biraz detaya gireyim. Öncelikle kokusu çok rafine ve pürüzsüz değil. Biraz basit ve uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olma ihtimali var. Kimi yorumcular süte benzetmişler. Haksız değiller. O kremsi hindistan cevizli vanilya size süt hissi verebiliyor. Süte benzemesi sorun değil tabiki. Ama hindistan cevizli süt gibi kokmak ister misiniz bilemiyorum. Ayrıca çok az da olsa uyumsuzluk var sanki. Gönül rahatlığıyla "işte budur" diyemiyorum. Sanki bir şeyler eksik. Her ne kadar yoğun bir yapaylık hissedilmese de üst düzey bir kalite düzeyine sahip değil. Bazen ortalama kalitedeki ana akım parfümü gibi düşünmenize sebep oluyor.

Kullanması ve sevmesi kolay yapısı var. Bu tip parfümler genellikle kadın kullanımına uygundur diye genel bir düşünce hakim. Evet hafiften kadınsılık barındırıyor. Ama içeriğindeki odunsu notalar erkeksi kullanıma da uyacağını bize gösteriyor adeta.

Cadjmere tuhaf isimli, sıradışı sayılamayacak, konforlu, güzel, sakin, modern ve yumuşak bir arkadaş. Evet bu parfümü tek kelimeyle anlatmaya kalksam "Yumuşak" derim. Otuz yaşın altındaki genç arkadaşlara tavsiye edebilirim. Zaman zaman tatlılık biraz rahatsız ediyor. Eğer parfümlerde tatlılıktan hoşlanmıyorsanız ilginizi çekemeyebilir.


Luca Turin'in kitabında Cadjmere, odunsu hindistan cevizi olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç yıldız verilmiş. Bir çok niş marka Eau de Parfum (EDP) olarak ürünlerini piyasaya sürerken, Cadjmere EDT konsantrasyonunda. Kalıcılığı çok iyi değil. Sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Küçük bir not ekleyeyim. Cadjmere parfümüne, marka, 18 numarasını vermiş. Yani kimi yerlerde ismi Cadjmere 18 olarak da geçebilir. Kafanızı karıştırmasın.

Artıları:
+ Orta kısmını beğendim.
+ Genel beğeniye uyacak başarılı kokusu.
+ Modern bir hindistan cevizi-vanilya kokusu arıyorsanız tavsiye edebilirim.

Eksileri:
- Sonları biraz basit kaçmış.
- Yüksek kaliteli bir niş parfüm hissiyatı veremiyor.
- Kalıcılığı tatmin edici değil.

Koku Güzelliği:10/7

9 Mart 2013 Cumartesi

Tom Ford – Tuscan Leather (2007)



Tom Ford – Tuscan Leather (2007)  Markanın Private Blend serisine mensup parfümü.

"Şarabın ve Rönesansın vatanı" tabiri çok hoşuma gitti. Etkileyici sanatsal geçmişi, güzel doğası ve her gidenin hayran kaldığı sevimli köyleri ile Toskana bölgesi, İtalya'nın en güzel yerlerinden birisi denebilir. Sadece doğal güzellikleri ile değil, çok zengin tarihi ile de dikkat çekiyor Toskana.

Petrarch, Dante, Boccaccio, Botticelli, Michelangelo, Niccolò Macchiavelli, Leonardo da Vinci, Galileo Galilei, Amerigo Vespucci, Luca Pacioli, Amedeo Modigliani ve Giacomo Puccini. E daha kim olsun. Avrupa ve dünya sanatında yeni bir sayfa açan Rönesansın çıkış yeri olarak kabul edilen Floransa, Toskana bölgesinin başkentiymiş. Eğik duran Pisa Kulesi, Roma Konut Mimarisine (Toskana düzeni) katkısı, Floransa'daki tarihi yapıları, Toskana bölgesinin diğer güzellikleri olarak sıralanabilir.

İşin ilginci bu güzel coğrafyanın parfümlere de ismini vermesi. Aramis'in klasiklerinden Tuscany, Estee Lauder'in Tuscany Per Donna'sı, Salvatore Ferragamo'nun Tuscan Soul'u, Il Profumi di Firenze'in Tuscania'sı, Acqua di Parma'nın Cipresso di Toscana'sı ve diğerleri. İtalya'nın bu bölgesinin bir çok parfüme isim babalığı yapması gayet anlaşılabilir. Hatta bir parfüm var ki belki de son yılların en popüler Toskana isimli kokusu. Tahmin edebileceğiniz gibi Tom Ford'un Tuscan Leather'ından bahsediyorum.


Markanın "Private Blend" serisine ait Tuscan Leather, yurt dışındaki parfüm platformlarında en çok konuşulan ve tartışılan eserlerden birisi olarak göze çarpıyor. Yani Private Blend'in ilgi çeken popüler parfümlerinden kendisi.

Parfümün ismini "Toskana derisi" olarak çevirebiliriz sanırım. Burada Toskana bölgesindeki deri işleri yapımına bir gönderme olduğunu düşünüyorum. Yoksa Toskana ve İtalya temalı bir parfümün daha çok Akdeniz otları ağırlıklı olması beklenir. Ama burada deri öne çıkarılmış. Bize de parfümü koklamak ve düşüncelerimizi söylemek kalıyor geriye.

Tuscan Leather, Fragrantica'da deri olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı tozlu garip bir meyve ile başlıyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Ahududu görünüyor. Bir çok kez ahududu yemiş olmama rağmen bu açılış ile ahududu meyvesi arasında bir bağ kuramadım. Bence üst notaları tozlu-kirli paçuli benzeri meyveler ile gerçekleşiyor. Fakat meyvelerin rolü az diyebilirim. Başlangıcını sevdiğimi söyleyemem. Orta notalarında parfüme ismini veren deri kendisini gösteriyor. Başlangıçtaki tozlu his azalıyor. Onun yerine aromatik otsu diyebileceğim yapı ile deri işbirliği var gibi. Ama biraz eski kokan, garip ve yapay. Kimi yorumcular buradaki kokuyu kültabağına benzetmişler. Haksız da sayılmazlar. Orta kısmını da pek sevdiğimi söyleyemem. Son kısımda ise yine deri baş rolde. Burada deriye karanlık sayılabilecek tütsü eşlik ediyor. Böylece de tenden ayrılıyor.


Tuscan Leather, açıkcası pek beklediğim gibi çıkmadı. Normalde deri parfümlerini severim ve ilgi çekici bulurum. Fakat Tuscan Leather'deki gibi eski, tozlu, yapay kokan, plastiğimsi deriye hiç tahammülüm yok. Kimi yorumcular mobilya boyasına kimi yorumcular ayakkabı boyasına benzetmiş. Şimdilerde pek kalmayan ayakkabı tamircilerinin o küçük atölyelerine girdiğinizde burnunuza gelen kokuya benziyor. Yada lostra salonlarında yeni boyanan bir deri ayakkabı. Hatta bir yorumcunun Fahrenheit'teki gibi mazot kokan deriye bezetmesi ise çok ilginçti. Fahrenheit'ı da andırıyor sanki o yapay karanlık deri kullanımı ile. Genel olarak çok tatlılık barındırmıyor. Bu anlamda günümüzün modern deri parfümlerinden ayrılıyor.

Tuscan Leather, ne yazık ki hiç hazetmediğim şekilde deriyi kullanmış. Oldukça erkeksi izlenimi veren deriye eklenmiş diğer unsurlarda parfümü sevmeme yol açamadı. Benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Acaba eski tarz şipre deri kokularına mı gönderme yapılmaya çalışılmış anlayamadım. Oysa parfüm 2007 yılında piyasaya sürülmüş. "Neden eski parfümleri taklit edeceğine yeni ve devrimci bir kokuya imza atmaya çalışılmamış" diye düşünürken, kendi sitelerindeki kısa açıklama ile aydınlandım. Orada eski klasik bir deri kullanımından ve şipre karışımından söz ediyordu. Evet şimdi her şey net benim için.

Parfümü biraz Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit'in başlangıcına benzettim. Zaman zaman kültabağı, mazot, ayakkabı boyası yada mobilya cilalarını andıran tarzıyla Tuscan Leather hiç bana göre değil. Düz çizgide ilerleyen ve fazla değişmeyen kokusu bu kadar yüksek fiyat etiketini hakediyor mu şüpheliyim. Denemeden almak ciddi bir risk. Çok tuhaf ve zor bir kokusu var.


Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Tuscan Leather "yeni araba" kokusuna benzetilmiş ve beş üzerinden iki yıldız verilmiş.

Tuscan Leather hem erkeklerin hem de kadınların kullanabileceği gibi uniseks olarak sınıflandırılmış. Fakat bence tam bir erkek parfümü. Kadınlar için çok uygun olduğunu düşünmüyorum. Kalın, dolgun, sert, erkeksi ve eski kokan tarzıyla üst yaş grubundaki erkekleri hedeflediği açık. 20'li yaşlarındaki genç aradaşlar için uygun olmayacaktır. Diğer Private Blend eserleri gibi Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Parfümün tasarımcısı ise Harry Fremont.     

Artıları:
+ Son kısmı nispeten iyi.
+ Kalıcılığı çok iyi.
+ Eski tarz deri parfümü arayanlar deneyebilirler.

Eksileri:
- Başlangıcını sevmedim.
- Orta notaları da bana yakın değil.
- Yapaylık hissedilen garip ve tozlu deri herkesin sevebileceği gibi değil.

Koku Güzelliği:10/5.5

6 Mart 2013 Çarşamba

Bond No.9 – Andy Warhol (2011)



Bond No.9 – Andy Warhol (2011)  Ünlü sanatçı Andy Warhol’a ithaf edilmiş parfüm.

Nazi Almanyasının orduları, 1940 yılında, Avrupa’nın neredeyse tamamını işgal etmeye başladıklarında, kuşkusuz sanata da büyük darbe vurmuştu. Dünya tarihinin en kanlı savaşlarından olan İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa kıtasındaki bir çok sanatçı, artık yaşanamaz hale gelen bu coğrafyadan ayrılmışlardı. Okyanusun ötesinde ve savaşın hiç bir etkisi hissedilmeyen Amerika, en güvenli limandı. 1950'li yıllar bu anlamda sanatın Amerika'da yükselişine tanıklık ediyordu. Bu sanatçı akımı yeni sanat yorumlarına neden olacaktı. Hatta soyut dışavurumculuğa tepki olarak doğacak bir sanat akımı, popüler kültüre göndermeler yaparak müthiş bir ilgi odağı haline gelecekti. "Pop Art" denilen yeni bir sanat akımının doğumuna tanıklık ediliyordu 1950'li yılların sonlarında.

Aslında herşey İngiltere'de başladı denilebilir. 1956 yılında sanatçı Richard Hamilton, "Just what is that makes today's homes so different, so appealing?" isimli kolaj çalışmasını gerçekleştirmişti. Türkçeye "Günümüz evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?" olarak çevirilebilecek bu eser, büyük merak uyandırmıştı sanat çevrelerinde. Bu tuhaf kolajın merkezinde şişirilmiş kasları ile duran bir erkek figürü vardı. Elinde tuttuğu kocaman lolipop, geri planda zamanın popüler kültür öğelerine yaptığı göndermeler (elektrik süpürgesi ile temizlik yapan kadın, duvarda asılı duran çizgi roman, bir tiyatronun giriş bölümü ve kafasında abajur olan çıplak kadın) ilk bakışta hiç bir anlam ifade etmiyordu. Oysa kolajdaki herşey o yılların kültür öğeleri ile alay ediyordu ve çok ironikti. Bu kolaj çalışması adeta bir işaret fişeğiydi.

                                       Pop Art akımının başlangıcı kabul edilen Richard Hamilton'un absürd kolajı.

Cevap fazla gecikmeden Amerika'da yaşayan sanatçılardan geldi. 1960'lı yıllarda Amerika adeta dünya sanatına yön veriyordu. Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi sanatçılar her türlü popüler kültür öğesini sanatlarında kullanmaya başladılar. Neler yoktu ki bu nesnelerin içinde. Coca Cola şişeleri, Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri, arabalar, konserve kutuları, pizza, patlamış mısır, hazır çorba ve ketçap kutuları sanat eserlerine konu ve nesne oluyordu.

İngilizce "Popular Art" kelimelerinden geldiği düşünülen Pop Art, şüphesiz 20. yüzyılın en sıradışı sanat akımıdır. Bu akımın en önemli isimlerinden birisi hatta en popüler olanı sanatçı Andy Warhol'dur. 1928 yılında Pennsylvania'da doğan Andy Warhol'un gerçek ismi Andrew Warhola'ymış. Babası Andrej Warhola Rus, annesi Julia Warhola ise Slovak kökenliydi ve Rusya'dan Amerika'ya göç etmişlerdi. İnşaat işçisi olan babası daha sonraları maden işçisi olarak çalışmıştı. Warhol ilkokul üçüncü sınıfta ömrü boyunca etkilerinden kurtulamayacağı bir hastalığa yakalandı. Sinir sistemini zedeleyen, bazen istem dışı hareketler yapmasına neden olan bu hastalık yüzünden Warhol zaman zaman yatağa bağlı yaşıyordu. Bu süreç içinde hastalık hastası olan, hastanelerden ve doktorlardan korkmaya başlayan Warhol'un dehasını annesinin keşfetmesi uzun sürmedi. Ve onu "Aman üniversite okusunda devlet memuru olsun" demeyerek genç yaşında sanata yönlendirdi. Warhol daha sonra Newyork'a taşındı ve burada da sanat çevrelerinin dikkatini çekmesi uzun sürmedi. Seri üretim nesnelerinin sıkça kullanılması temeline dayanan sanatında Warhol, resimlerini afiş tekniği ile çoğalttı. Baskılama tekniğiyle çoğaltma, Warhol’un önderliğinde Pop Art’ın en önemli tekniği olarak öne çıkmıştı. Bu tekniği kullanarak yaptığı Marilyn Monroe tablosu sanatçının en çok bilinen işlerinden birisi.


Amerikan popüler kültürünün öne çıkan imajlarını kullanmayı seven Warhol, çalışmalarında günlük hayatta herkesin kullandığı nesneleri temel alıyordu. Para, ayakkabı, yiyecek, ünlüler ve gazete küpürlerini figür olarak işleyen sanatçı, sıradan ürünleri ya da markaları işlerinde kullanmasını ise şu şekilde açıklıyordu: "Bu ülkenin (Amerika'nın) başlattığı en güzel gelenek zenginin ve fakirin aynı şeyi tüketmesi. Televizyon izleyip Coca Cola içebilirsin ve bilirsin ki Amerikan Başkanı'da Liz Taylor'da bunu içiyor. Cola, Coladır ve hiçbir zaman daha çok para ile daha iyi bir Cola alamazsın. Bütün Colalar aynıdır ve güzeldir, bunu Amerikan Başkanı da bilir Liz Taylor da bilir, dilenci de bilir, sen de bilirsin."

"Birisinin yazdığı kitabı okumaktansa, kendine iç çamaşır alışını seyretmeyi tercih ederim" diyecek kadar alaycı, "Bir gün herkes 15 dakikalığına da olsa ünlü olacaktır" diyecek kadar da ileri görüşlü sanatçı için Newyork merkezli parfüm evi Bond No.9'nın parfüm üretmemesi düşünülemezdi. Parfümlerinde Newyork'un simgelerini kullanan Bond No.9, Andy Warhol gibi Amerikan sanatını dünyaya tanıtmış bir ikona, vefa örneği göstermiş. Hem de ne vefa. 2013 yılının mart ayı itibariyle altı tane Andy Warhol isimli parfüme imza atmış Bond No.9. Bugün inceleyeceğim 2011 çıkışlı yeni bir parfüm. İsmi sadece Andy Warhol bu parfümün.


Andy Warhol, markanın Uptown serisine ait. Fragrantica'da aromatik odunsu olarak sınıflandırılmış. Bana kalsa meyveli, çiçeksi odunsu tarafı daha ağır basıyor. Parfümü ilk sıktığımda karşıma tatlı meyveler çıkıyor. Açıklanan notalarında erik var. Muhtemelen erik-şeftali ve kırmızı meyveler (kiraz, vişne) karışımı. Biraz tatlı, çok modern ve çok güzel. Evet basit ama aynı zamanda ilgi çekici ve sevilesi. Açılışını sevdim Andy Warhol'un. Sonrasında aynı tatlımsı meyveler devam ediyor. Bu lezzetli meyvelere tatlı ve yumuşak gül eşlik diyor. Bir parça da tatlımsı baharatlar mevcut. Ama keskin ve rahatsız edici değil. Orta kısım da gayet güzel. Son kısımda ise odunsu notaların hakimiyeti var. Kimi yorumcular öd ağacından bahsetmişler. Evet haklı olabilirler. Muhtemelen öd ağacı, bu gül benzeri odunsu notalar.

Şimdi böylesine önemli ve sıradışı bir sanatçının adına yapılmış parfüm nasıl olmalı. Onun gibi farklı mı olmalı yoksa genel beğeniye hizmet eden popüler bir yol mu izlemeli. Bu noktada Bond No.9 ikinci şıkkı seçmiş anlaşılan. Çünkü Andy Warhol, çok tanıdık, çok basit, çok güzel ve çok kaliteli. Niş parfüm standartlarını size veriyor. Yapaylığa rastlanmıyor.

Andy Warhol acaba fazla mı basit diye içimden geçirmiyor değilim. Başından sonuna kadar büyük değişimler geçirmiyor kokusu. Düz çizgide ilerliyor. Meyveli-çiçeksi yapı baştan sona etkin. Meyve kullanımı hoşuma gitti. Her ne kadar biraz genç işi olsa da uyduruk meyveli ana akım parfümlerinden çok önde. Belli özen gösterilmiş açılışına. Hatta en sevdiğim yanı başlangıcı oldu. Sonrasında çok değişmeyen meyveler ile gül benzeri çiçeklerin karışımı çok hoş. Azıcık da yumuşak baharatlar hareket katmış kokusuna. Sanırım en sıradan bulduğum tarafı alt notaları. Son kısım çok ilginç yada etkileyici değil. Standart bir sonlanışı var. Yine de kötü diyemem.


Evet Andy Warhol harikalar yaratmıyor. Hayatınızın parfümü de olamayacaktır. Fakat ortalama üzerindeki kalitesi, herkesin beğenmesi muhtemel güvenli kokusu, eğlenceli, pozitif tarzıyla bence hiç de fena bir seçenek değil. Eğer otuz yaşın altındaysanız mutlaka deneyin. Günlük kullanıma ve spor giyime uyacaktır. Genel olarak biraz tatlılık barındırıyor. Ama hiç bir zaman bol şekerli yada bıktırıcı değil. Oldukça modern ve yeni bir kokusu var.

Özellikle başlangıcını Costum National Homme'a biraz benzettim. Hatta geçtiğimiz haftalarda yazdığım Robert Piquet - Visa'yı oldukça andırıyor üst notaları. Orta notalarından itibaren ise By Kilian - Incense Oud'e benziyor. Onun daha meyvelisi diyebilirim. Tabiki Incense Oud kadar etkileyici ve çarpıcı değil. Yani başlangıcı biraz Visa'yı devamı ise Incense Oud'u andırıyor.  

Şişesi ise ayrı ilginç. Parfümün şişesinin üzerinde Andy Warhol'un resmi var. 35 yaşındaki Warhol burada güneş gözlüklü, yeni kesilmiş saçları, trench coat'u, beyaz tişörtü ve kravatı ile farklı bir yönden ele alınmış. Şimdiye kadar bir parfümün üzerinde ithaf edilen kişinin resmini hiç görmemiştim. Bu anlamda Andy Warhol'un kendisi gibi sıradışı şişe tasarımına imza atılmış.


Çok sıcak yaz mevsimi dışında her dönemde kullanılabilir. Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Üst yaş grupları için uygun olacağını sanmıyorum. Daha genç işi sanki. Eğer arkadaşınıza hediye etmek isterseniz iyi bir seçim olacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Orta kısmıda güzel.
+ Genel olarak herkesin sevebileceği hoş kokusu.

Eksileri:
- Sonları daha iyi olabilir miydi acaba?
- Çok değişmeyen, düz çizgide ilerleyen yapısı.

Koku Güzelliği:10/7.5

3 Mart 2013 Pazar

Serge Lutens – Arabie (2000)



Serge Lutens – Arabie (2000)  Markanın uniseks kullanıma uygun parfümü.

"Fas, bana parfüm tadı verdi. Orada koku hissi ile diğer duyuları birbirinden ayırmak çok zor. 1968 yılında Fas'a gelmeden önce beşinci hissime hiç dokunulmamıştı. Ve parfümlerden nefret ediyordum! Fas'ın aroması, yoğun bir kalabalık içinde sizin birey olmanızı sağlayan yaşam biçimi ile bağlantılıdır. Buradaki kalabalık, bir hareket, bir ses, bir kahkaha, bir oyun... Son olarak diğer hislerle birleşmiştir koku.

Arap dünyasının parfümleri zengin ama genellikle çok ağır. Ben Arap parfümlerinin köklerine sadık kalarak yeni kokular yarattım. Böylece parfüm dünyasında yeni bir yol açtım."

Niş parfüm sektörünün önemli isimlerinden Serge Lutens’in söyleşisinden kısa bir bölüm yukarıdaki satırlar. Eski Fransız sömürgeleri olan Kuzey Afrika ülkelerine seyahatleri sonucunda Fas'tan çok etkilenmiş Serge Lutens. Hatta o kadar sevmiş ki Fas'ı, orada bir ev alıp yerleşecek kadar benimsemiş o coğrafyayı. Evinin bir bölümünü parfümlerinin tasarımları için kullandığı laboratuara bile çevirmiş. Kuzey Afrika kültürünün içine girdikçe, bir parfüm sanatçısı olarak izlenim ve duygu dünyasını alt üst etmiş denilebilir. Bu etkileşimin sonucunda parfümlerinde Arap kültürünün öğelerini eklemeyi unutmamış bir ahde vefa örneği olarak.

                                                                                   Serge Lutens.

Özellikle Chergui'yi ilk denememde Serge Lutens'in ilham aldığı kaynakları ve duygu dünyasını kısmen anladım. Beni şaşkına çeviren bu parfüm, Arap kültürüne ait olduğu bilinen keskin ve yoğun baharatların müthiş bileşiminden oluşuyordu. Cami önlerinde satılan hacı yağları gibi kokmadan, nasıl Orta Doğu kültürünün ruhu verilebilir denilse, sanırım Chergui'den daha iyisi olamaz.

Bugün ise Serge Lutens koleksiyonunun yine Arap etkili eserlerinden olan Arabie'ye göz atacağım. Uzun zamandır hakkında farklı şeyler okuduğum Arabie'ye sonunda kavuştum ve tanışma şerefine nail oldum. Markanın "Fouets de Velours / Sudden Sweetness" serisine mensup Arabie, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış.

Parfümün açılışı modern tatlı baharatlar ve tatlı meyveler ile gerçekleşiyor. Baharatlar hafiften Chergui'yi çağrıştırıyor. Ama bire bir aynı değil tabiki. Tatlı lüks meyveler ise klasik bir Serge Lutens kullanımı. Başlangıcını sevdim Arabie'nin. Orta notalarında tatlı şık meyveler geri çekiliyor. Onun yerini ise baharatlar daha da ağırlığını arttırarak dolduruyor. Bu andan itibaren yoğun ve keskin baharatlar baş role geçiyor. Karanfil, karabiber, tarçın, zencefil, küçük hindistan cevizi. Ne ararsanız bir parça var. Adeta baharatların geçiş töreni gerçekleşiyor burnunuzda. Biraz da aromatik otlar kendisini gösteriyor. Her ne kadar biraz karmaşık olsa da yine de güzel orta notalar. Son kısımlarında baharatlar geri plana geçiyor. Bu sefer ortaya dumansı, gizemli tütsü ve odunsu notalar çıkıyor. Bu anlamda alt notalarını, markanın diğer parfümlerinden Fille en Aiguilles'e benzettim.


Arabie, genel itibariyle tatlı Lutensvari meyveler, tatlı modern baharatlar, aromatik otlar ve odunsu notalardan oluşuyor diyebilirim. Fakat baharatlar her zaman ön planda. Başlangıçta tatlı meyveler ile harmanlanmış baharatlar, orta notalarında tek başına ortaya çıkıyor. Neye benziyor acaba? Mesir macunu gibi kokuyor dersem sanırım anlaşılır orta notalar. Zaman zaman karamelize edilmiş baharatlara da benziyor. Hatta zencefilli şekerler gibi adeta. Yada reçinemsi baharatlar. Aşureye bile benzettim. Son kısım ise sanki odanızda bir tütsü yakmışsınız gibi düşünmenize sebep oluyor. Dumansı-odunsu alt notalar ilgi çekici. Sandal ağacı mı desem, çam esintileri mi desem. Karar veremedim.

Meyveler ne olabilir? Portakal, mandalina, şeftali, hurma yada incir olabilir. Tatlı meyveler bence Fille en Aiguilles'teki kadar rafine ve güzel kullanılmamış. Yine de başarılı. Baharatlar ise biraz yoğun ve karışık olmuş. Çok pürüzsüz ve rafine olmasa da lezzetli. Bazen plastiğimsi bir yapaylık barındıran baharatlar fazla dolu dolu diyebilirim. Bazı yorumcuların ilaç gibi koktuğunu söyledikleri Arabie'deki yapaylık beni biraz rahatsız etti. Daha çok uyumsuz ve köşeli diyebilirim. Yumuşacık ve pürüzsüz bir kokuya sahip değil. Zaman zaman rahatsız edici. Bu anlamda Chergui kadar etkileyici değil Arabie. Ama en az onun kadar zengin, derin, detaylı, çoşkulu, çarpıcı ve parlak. Kullanması zor bir kokusu olduğunu belirtmem gerek. Onun için denemeden almak riskli olabilir.


İşte Arabie'nin bana düşündürdükleri:

"2013 yılının mart ayı başlarına denk gelen bu yeni tanışma farklı bir yolculuğa daha çıkmamı sağladı. Evet her zaman bir yolculuğa fiziksel olarak çıkılmaz. Önemli olan ruhumuzun o bitmeyen yolculuğu değil midir? Bizi biz yapan ruhaniliğimiz değil mi? Allah'ın bize kendinden üflediği kutsallığı nasıl göz ardı edebiliriz? İnsanın "yeryüzünün en onurlu varlığı" olarak tanımlanmasını nereye koyacağız?

İster mistik bir yolculuğa çıkın, ister transandantal meditasyon yapın. İster kendinizi şaman ayinindeki rahip gibi hissedin. İster Buda'ya iman etmiş bir kul olun. İster Diyarbakır'daki bir siyasal İslamcı olun. İster Kudüs'te ağlama duvarının önünde Tevrat okuyup dua eden Yahudi olun. İster Mekke'de milyonlarca insan Kabe'nin etrafında tavaf edip, ibadetini gerçekleştirirken, o inanılmaz ve anlatılmaz duygu yoğunluğunu yaşayanlardan olun. İster kutsal kabul edilen Ganj ırmağında yıkanan ve günahlarından arınacağını düşünen bir Hintli olun. Hepimizin amacı aynı değil mi? Nereden gelip, nereye gittiğimizi merak etmiyor muyuz? Sahi niye yaşıyoruz bu dünyada? Neden gönderildik buraya? Sadece Adem ile Havva'nın yaklaşmamaları gereken yasak ağaçtan yemeleri mi asıl sebep? Yoksa bu dünyada hepimizin bir görevi mi var? O görevlerimizi tamamladıktan sonra ölüp, ruhumuzu teslim mi ediyoruz? İyi de herkesin bir rolü varsa bu dünyada acaba benim rolüm ne...?"


Eğer daracık Fas sokaklarında dolaşmak ise amacınız Arabie sizin aradığınız yardımcı olabilir. Kuzey Afrika mimarisinin gereği, kıvrımlı hafif loş bir sokakta, kendi halindeki bir baharat dükkanına girdiğinizde hangi kokuları duyacaksanız, Arabie’de size o hissi verecektir. Belki o günkü kazancı çok olmayan ve her zaman aza tamah etme terbiyesi almış, görmüş geçirmiş dükkan sahibi size ballı-zencefilli-karanfilli-kekikli çay bile ikram edebilir. Neden olmasın.

Luca Turin'in kitabında Arabie, tatlı otsu olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört yıldız verilerek çok başarılı bulunmuş. Arabie’yi, Serge Lutens parfümlerinin değişmez burnu Christopher Sheldrake tasarlamış. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Uniseks olarak satışa sunulmuş olsa da sanki erkek kullanımına biraz daha yakın.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Genel olarak egzotik ve ilginç bir sanat eseri.
+ Baharatlı-odunsu bir parfüm arıyorsanız tam yerindesiniz.

Eksileri:
- Biraz fazla karmaşa var kokusunda.
- Baharat kullanımı yoğun ve baş ağrısı yapacak tarzda.
- Köşeli ve hafiften uyumsuz kokusu rahatsız edici olabiliyor.
 
Koku Güzelliği:10/8