18 Ocak 2013 Cuma

Parfum d’Empire – Cuir Ottoman (2006)



Parfum d’Empire – Cuir Ottoman (2006)  Markanın deri temalı parfümü.

14. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan bir imparatorluk. Gerçek anlamda dünyanın son cihan devleti. Tarihin altı yüzyılına yön vermiş bir medeniyet. Küçük bir uç beyliği olarak kurulmuş. Hızla büyümesinin sonucunda İstanbul'u alarak Doğu Roma İmpartarluğunu tarihten silmiş. En güçlü dönemlerinde, Avrupa kıtasına korku salmış. Daha sonra gerileme dönemine girmiş ve trajik şekilde parçalanmış bir imparatorluk.

Parfüm üreticilerinin neden Osmanlı ismine sahip parfümler üretmediklerini merak etmişimdir. Oysaki birçok tarihi şahsiyet, olay yada ülke ile ilintili parfümler üretiyorlar. Belki bilinç altlarındaki milliyetçi duygular, belki de kendi kültürlerinden olmayana sahip çıkmama refleksi. Fakat 2006 yılında Fransa merkezli niş parfüm evi Parfum d'Empire, sağlam bir duruş sergileyerek Osmanlı isimli bir kokuyu koleksiyonunda sergilemeye başladı. Parfüm İmparatorluğunun (Parfum d'Empire), bir başka imparatorluk olan Osmanlı'ya gönderme yapması da hem ironik hem de ilginç olmuş. Cuir Ottoman (Osmanlı Derisi), markanın ilgi çekici parfümlerinden birisi. Fakat aklımı kurcalayan bir durum daha var. Osmanlı isminin kullanılmasını anlıyorum ama neden deri teması seçilmiş. Çünkü "cuir" Fransızca deri anlamına geliyor.


Tarihçiler Osmanlı Devletinin birçok farklı özelliğini sayabilir. Ama "deri" Osmanlılar için bu kadar önemli miydi ki, ciddi bir parfüm markası böyle isimlendirmiş eserini. Bu konuda bize en çok yardımcı olacak kaynak markanın kendi internet sitesi. Burada 19. yüzyılda Osmanlı devletindeki deri sanatından ilham alındığı gibi bir açıklama var. Fakat bu dönemler tam da Osmanlı devletindeki deri ticaretinin gerilediği zaman dilimi olarak belirtiliyor başka kaynaklarda. 19 . yüzyılda klasik tarzdan tamamen kopularak deri aplike, deri rölyef gibi çeşitli ciltler yapılmış. Barok ve rokoko tarzı ciltler fazlaca rağbet görmüş. Yani bu yıllarda Osmanlı'nın ekonomik hayatındaki deri işleri daha çok "ciltçilik" üzerine yoğunlaşmış denilebilir. Daha fazla detaya girmeye gerek yok tabiki. Konumuz Osmanlı Devletinin ekonomisi değil, Cuir Ottoman isimli parfüm. Yine kendi sitelerinde "Bir öğleden sonra Türk hamamında rahatlamak gibi..." denilerek anlatılmaya çalışılmış kokusu. Ayrıca "Duygusal bir süsen (iris) ve oryantal deri" olarak tanımlanmış kokusunun karakteri. Şimdi geçelim parfümümüze.

Cuir Ottoman'ı kullanmadan önce az çok nasıl bir koku ile karşılaşacağımı tahmin ediyordum. İsmindeki deri ipucu daha ilk saniyelerde kendisini hissettiriyor. Bazı yorumcuların dediği gibi "Ayakkabı boyası" benzeri açılışa sahip. Kimi yorumcular bu kısmı "yeni alınmış deri ayakkabı" kokusuna benzetmiş. Kimisi de hayvansal bir deri olduğunu söylemiş. Bende karanlık, hayvansal bir deriye daha yakınım. Ayrıca hatırı sayılır derecede süsen (iris) algılıyorum. Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit'teki kullanıma benzettim bu tuhaf deriyi. Üst notalarını ilginç bir çiçeksi-deri kombinasyonu olarak tanımlayabilirim. Sonrasında orta notalara geçiliyor. Aynı karanlık deri biraz yapay hale geliyor. Bu kısımdaki deri plastiğimsi bile diyebilirim. Birazda sıcak baharatlar var. Ayrıca orta notalar hatırı sayılır derecede tatlılık barındırıyor. Bu anlamda üst notalardan ayrılıyor. Son kısımda ise açıklanan notalarında bulunmasa da çikolatamsı paçuli ve biraz da odunsu notalar var. Gayet güzel ve çekici son kısmı.


Cuir Ottoman, isminden de anlaşılacağı üzere tam bir deri parfümü. Başından sonuna kadar deri hissediliyor. Her ne kadar son kısımlarda biraz geri planda kalsa da yine de arada kendisini hatırlatıyor. Deriden sonra bence en etkin nota süsen (iris) çiçeği. Buradaki kullanımı ilginç bir şekilde Dior Homme'u andırıyor. Son kısımdaki çikolatamsı, vanilyamsı, amber-paçuli ikilisi ise Serge Lutens - Borneo 1834'ü anımsattı bana. Kimi yorumcular Cuir Ottoman'ı Bulgari - Black'e benzetmişler. Sanırım böyle düşünmelerinin sebebi, plastiğimsi deri. Black'deki nefis bir vanilya ile yumuşatılmış araba lastiği benzeri koku, plastiğimsi deri ve çiçeksi-baharatlı Cuir Ottoman’a çok fazla benzemiyor diyebilirim. Bence ortak tarafları plastiğimsi yapay deri.

O zaman ne hissediyorum Cuir Ottaman ile ilgili. Başlangıcındaki ilginç ayakkabı boyası benzeri deri ve süsen (iris) tuhaf diyebilirim. Sanırım beğendim. Orta kısımdaki tatlımsı yapay deriyi çok sevemedim. Son kısmına ise bayıldım. Yine farklı bir deneyim oldu benim için. Çünkü değişik bir deri kullanımı var. Kimi zaman L'Artisan - Dzing, kimi zaman Bulgari - Black, kimi zaman Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit ve kimi zamanda Serge Lutens - Borneo 1834 esintileri. Cuir Ottoman sanki hepsinden bir tutam almış gibi. Bu anlamda eşsiz ve benzersiz bir kokuya sahip değil. Bir yerlerden tanıdık geliyor sürekli ama karar veremiyorsunuz.

Bence kokusu gayet güzel ve başarılı. Fakat aradaki o plastiğimsi yapay deriye niçin ihtiyaç duyuldu pek anlayamadım. Parfum d'Empire gibi niş bir marka çok daha güzel deri kullanımına imza atabilirdi. Belki de bilinçli olarak böyle bir deri kullanımını tercih ettiler. Kim bilir. Parfümün eleştirebileceğim tek tarafı zaman zaman ayakkabı boyası hissi vermesi. Onun dışında kullanması zevk veren modern bir parfüm. Tatlılık çok baygın veya şekerli değil. Güzel dengelenmiş. Cuir Ottoman hayatımın parfümü olamayacaksa da gönül rahatlığıyla önerebileceğim ortalama üzeri bir çiçeksi deri kokusu. İlgilenenlere duyurulur.


Luca Turin, Cuir Ottaman'ı odunsu amber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş. Ayrıca kitabında şunları yazmış:

"Tiranlar daima uzaktan iyi görünürler ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında çok rağbet görüyordu, başlıca sebebi yönetimlerin yetkisiz hale getirilmesi, şalvarlar, bölgelere duygusal bir müziktir ki bu olmasa herşey katı bir Germanik olurdu. Bu deri aslında tam bir deri gibi değildir, daha çok tatlı odunsu çay kompozisyonu gibidir. Sert ve güzelce bir el sanatıdır ama bir parça buz patenindeki zorunlu hareketler gibi hissettiriyor: sert, keskin, etkileyici ve sürprizsiz."

Başka bir parfüm yazarı Chandler Burr ise Cuir Ottoman'a beş üzerinden dört yıldız vermiş ve şunları yazmış New York Times'daki köşesinde:

"Marc-Antoine Corticchiato'nun (Parfum d'Empire'ın kurucusu) yaklaşımına göre, Cuir Ottoman, Tauer - Lonestar Memories'den daha az sert, Chanel - Cuir de Russie'den daha az lüks ve Hermes - Kelly Caleche'den de daha erkeksidir. Burada gerçek hayattaki gibi deri, harfi harfine uygun bir sanat işidir. Osmanlı hükümdarları tarafından kullanılan deri bu denli özenli bir tarzda mıydı bilemiyorum ama bu deri mükemmel şekilde sunulmuş ve dokulunur durumdadır. Bir kılıfı tutan askıların kokusu veya belki de Topkapı Sarayı'ndaki Sultanın bir sandalı, bir harem kızının kibar parfümlü ayaklarının ucuna kayıp düşme talihidir. Cuir Ottoman'ı sür ve kolunu kokla: deri bir sandal, güneşte ısınmış çiçek gibi bir koku kızları bekliyor."


Parfümümüz uniseks olarak satışa sunulsa da bence erkek kullanımına daha yakın. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yazın denemenizi tavsiye etmem. 25 yaş ve üzerindeki arkadaşlara daha uygun olacak gibime geliyor.

Artıları:
+ Son kısmı nefis.
+ İlginç bir deri parfümü arıyorsanız tavsiye ederim.

Eksileri:
- Plastiğimsi deri neden kullanılmış pek anlam veremedim.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak mümkün değil.

Koku Güzelliği:10/8

15 Ocak 2013 Salı

Thierry Mugler – Alien (2005)



Thierry Mugler – Alien (2005)  Markanın kadın parfümü.

"Reklamın tarihi aslında milattan önceki dönemlere kadar dayanıyor. M.Ö 2000' li yıllarda Mısır’ da reklam kavramının ilk temelleri atıldı; ama yapılanlar tam olarak reklam niteliğinde değildi. Reklam, Orta Çağ’ da üretici-tüketici kavramlarının oluşmasıyla, tüccarların pazarlarda müşterilere ulaşmak için ürünlerini bağırarak tanıtmaları ve satış yapmaya çalışmaları “reklam” olarak tanımlanabilir.

Sanayi Devrimiyle gelen makineleşme nedeniyle tek tipleşmiş ürünlerin farklı özelliklerini ön plana çıkarmak ve bunları anlatabilmek için reklam ihtiyacı bu dönemde arttı. 1895' te ilk billboard reklamı, 1882' de ilk ışıklı reklam panosu örnekleri, reklam kavramının önem kazandığını destekliyor.

20. Yüzyılda şirketler, ürün reklamlarını sloganlarla desteklemeye başladı. 1911' de Woodbury isimli sabun firmasının “sex sells!” sloganı bu konuda verilebilecek önemli bir örnektir. Reklamcılığın sektör haline dönüşmesi ise; 1917' de Amerika’ da ilk reklam ajansının kurulmasıyla başladı. 19. Yüzyılda gazete reklamlarına ara sıra rastlanıyordu; fakat 20. yüzyılda bu reklamlar ancak etkin bir hal aldı. Bunların yanı sıra radyo ve televizyon reklamları da artık müşterilere ulaşmanın yeni bir yolu haline geldi. 1941' de Bulova Saat’ in reklamı ilk televizyon reklamı örneğidir." (http://www.infopik.com)

Reklamcılığın kısa tarihi olarak verilebilecek bu bilgiler, bir çoğumuz için anlamsız olabilir. Fakat parfüm markaları için pazarlamanın önemi çok büyük. Özellikle de ana akım denilen popüler ve çok satan markalar için.


Modern hayatın olmazsa olmazlarından olan pazarlama faaliyetleri için parfüm üreticileri çoğu zaman profesyonel stratejiler izlerler. Bir parfümü henüz tasarlamadan ve vücuda getirmeden önce, kokusunun nasıl olacağından, şişesinin rengine kadar her detay defalarca yapılan toplantılarda belirlenmeye çalışılır. Reklam kampanyasında kimin oynayacağı, sloganın ne olacağı, parfümün kimlere hitap edeceği gibi detaylardan bahsetmiyorum bile.

Bir plan çerçevesinde yürütülen pazarlama faaliyetleri kimi zaman abartılı olabilir. Hatta pazarlama işleri ile çok ilgilenmeyen niş markalar bile gerilla tarzı reklamlara başvurabiliyorlar. Aklıma ilk gelen örnek tabiki Etat Libre d'Orange.

Bugün inceleyeceğim Thierry Mugler parfümü Alien'ın pazarlama kampanyaları oldukça uçuk öğeler taşıyor bence. Sadece reklam videosu değil, şişesinin formu, şişesinin rengi ve basın broşürleri farklı bir parfüm olduğu izlenimi vermeye çalışıyor. Tam da bu noktada bir yorumcunun güzel tespiti aklıma geliyor. Thierry Mugler'in parfümleri neden soyut veya dünya dışı varlıklara gönderme yapıyor. Gerek Angel, gerek Innocent, gerekse Alien, kaynağını soyut kavramlardan alıyor. Bu durum sanırım Thierry Mugler'in kendisi ile ilgili. Muhtemelen bu bir seçim. Markanın kendisini tanımlamasıyla bağlantı olabilir.


Bir parfümün isminin Alien olması ve şişesininde dünya dışından gelen yaratıklara benzemesi hiç kuşkusuz ilgi çekici. Mugler, anlaşılan bu parfümün konsepti ile ilgili başarılı bir işe imza atmış. Ama ya kokusu. Biz parfüm severleri en çok ilgilendiren kısım tabiki kokusu. Yoksa şişesinin rengi yada reklam faaliyetleri ikinci hatta üçüncü planda olmalı. O zaman lafı daha fazla uzatmadan geçeyim Alien'a. Alien, Thierry Mugler'in üçüncü safkan kadın parfümü. Büyük gürültü koparan başarılı parfümü Angel'den sonra piyasaya sürülen kadın parfümü Innocent'in beklenen başarıyı yakalayamaması, çıkacak üçüncü kadın parfümüne gözlerin çevrilmesine neden olmuştu. Hatta bu durumu Thierry Mugler bile bir söyleşisinde dile getiriyor.

Parfümümüz Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığımda karşıma çıkan koku tam bir çiçek buketi. Ağırlık yaseminde. Hatta saf bir çiçek kokusu bile diyebilirim. Ne turunçgil var ne de şekerli tatlılık. Sadece çiçekler. Fakat bence yapaylık sınırında geziniyor. Üst notalar bana biraz fazla çiçeksi geldi açıkçası. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Fakat kokusu neredeyse hiç değişmiyor. Sadece yumuşak odunsu notalar ekleniyor. Fakat yasemin hala çok baskın. Neyseki bu kısım başlangıcına göre daha yumuşak ve sevilesi. Ama hala çok sevdiğim söylenemez. Son kısımda yine süpriz yok. Yasemin baş rolde. Fakat odunsu notalar geri çekilirken ortaya amber çıkıyor. Çiçeksi bir amber. Böylece de tenden ayrılıyor.

Alien’ın resmi tanıtımı ise şöyle: “Alien oldukça sıra dışı farklı bir parfüm. Üç eşsiz notadan oluşan bu parfüm tüm benliğinizi saracak. İsmi ile sihirli sözcükleri anımsatan Alien'in zambak yasemininden gelen nazik, güçlü ve zarif taç yapraklarını andıran büyüleyici kokusuna sizde karşı koyamayacaksınız. Alışkanlık yaratacak bu iddialı parfümden vazgeçemeyeceksiniz.” Görüleceği üzere parfümdeki üç ana nota vurgulanmş. Bunlar yasemin, kaşmir ağacı ve amber.


Öncelikle şunu belirteyim ki Alien tam bir kadın parfümü. Seksi, etkileyici ve cazibeli. Bazı yorumcular uniseks olarak kullanılabilir diyorlar. Ama bunu kabul etmem mümkün değil. Zaten daha başlangıcında öyle bir çiçek saldırısı ile üzerinize geliyor ki, cinsiyetini ve kimleri hedeflediğini gayet iyi anlıyorsunuz. Bence Alien çok dişil bir yapıda. Bu durumu şüphesiz parfümün ana öğesi olan yasemin çiçeği sağlıyor. Normalde yasemini severim parfümlerde. Fakat buradaki kullanımı biraz sabunsu/pudramsı ve hafiften de yapay. Onun için Alien ile ilgili fazla olumlu şeyler söyleyemeyeceğim.

Bilemiyorum belki de bu parfüm bana uymadı. Tenimle yeterince bütünleşemedi. Çünkü Alien, bir çok kişini  bahsettiği gibi etkiler yaratmadı bende. Ama Alien'ın nasıl bir amaçla meydana getirldiğini anlıyorum. Bir kadının çok güçlü ve vurucu bir silahı olması istenmiş. Etraftaki erkekleri etkisi altına alan, hipnotize eden, aynı zamanda mekandaki diğer kadınlara da meydan okuyan bir konsept. Bence günlük kullanımdan ziyade gece kulüplerinde, özel ev partilerinde veya bir erkekle yenecek ilk akşam yemeğinde kadınların en iyi yardımcısı olabilir.


Kimileri vanilyadan söz etmişler. Ben öyle baskın vanilya alamadım. Alien aslında çok tek düze. Başından sonuna kadar yasemin çiçeği temalı. Bu durum uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olabileceği mesajını veriyor. Ayrıca genel olarak kalitesini de başarılı bulmadım. Biraz yapaylık hissediliyor başlarda ve orta notalarda. Alt notalar en iyi yeri diyebilirim. Ama yeterli değil tabiki. Bence denemeden almak iyi bir fikir değil. Aklıma gelmişken söyleyeyim. Alien genel olarak güçlü bir kokuya sahip. Çok az sıkmak (en fazla 2-3 fıs) gerekiyor. Böylece etkisi daha güzel oluyor. Fazla kullanımlarda boğucu ve itici oluyor kokusu.

Luca Turin, Alien'ı odunsu yasemin olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş. Ayrıca şunları yazmış kitabında:

" Alien yarıyarıya Laurent Bruyere tarafından kompoze edilmiştir ki bu kişi daha önce Angel Innocent'ı resmi olarak ilk klonlamış kişidir. Bu işte büyük Ropion'un olması sebebiyle ne olursa olsun düşüncesizce veya aptalca yapılmış olması mümkün değildir. Orijinalliği, yaseminin keskin çiçeksi bazının yerine Arap yasemininin taze, doğal ve zengin notasının Angel'daki sentetik çekirdeğin sert ve madeni bir hisle kaplanarak bağlanmış olmasıdır. Tende kalan son bölümü çok daha iyidir, Bulgari Black'in sessiz versiyonu yerine vanilya çökmesi gibidir. O kadar kötü olmamasına rağmen bir yeteneğin boşa çıkmasıdır. Yine de şişesi çok iyi."


Kokusunun tasarımını bir çok ünlü parfüme imza amış Dominique Ropion ve çok büyük hit parfümler yaratamamış Laurent Bruyere birlikte yapmışlar. Alien'in iki versiyonu var. Birisi EDT diğeri de EDP. Benim denediğim Eau de Parfum (EDP) versiyonuydu. Ayrıca flanker olarak dokuz ayrı modeli mevcut. Sonbahar-kış kullanımına daha yakın duruyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran parfüm sever Fatih kardeşime teşekkür ederim.

Artıları:
+ Sonları fena değil.
+ Çekici ve seksi kokusu.

Eksileri:
- Başlangıcı biraz fazla çiçeksi.
- Düz çizgide ilerliyor. Kokusu neredeyse hiç değişmiyor.
- Genel anlamda kalitesini başarılı bulamadım.

Koku Güzelliği: 10/6

13 Ocak 2013 Pazar

Bois 1920 – Classic 1920 (2005)



Bois 1920 – Classic 1920 (2005)

Tutkularının, aşkının ve hayallerinin peşinden cesurca giden insanlara aslında hepimiz imreniriz. Bir taraftan konforlu hayatlarımızı bırakmak istemeyiz. Risk almayız. "Aman düzenimi bozmayayım" deriz. Fakat sürekli hayatımızda çok büyük bir boşluk olduğunu hissederiz. O boşluğu bir türlü kapatamayız. Bazen yogaya, meditasyona meraklanırız. Bir dönem artık birbirinin aynısı haline gelmiş kişisel gelişim kitaplarına dadanırız. Hatta Feng Shui'den bile medet umar hale geliriz. Ama ne yapsak da o boşluk hiç bitmez içimizde. Hatta bazen daha da büyür.

Tutkularının peşinden bir çocuk saflığıyla koşan insanları aynı zamanda içten içe kıskanırız çoğu zaman. Hatta o insanları "tuhaf, deli" diye yaftalayarak kendimizi rahatlatmaya çalışırız. Aslında bu bir savunma mekanızmasıdır. Karşındaki kişi çoğunluğun yargılarına uymayı reddediyorsa ve kendisine başka bir yol çizmek isterse hemen önüne olmadık taşlar koyarız. Çünkü biliriz ki bizim hiç bir zaman yapmaya cesaret edemeyeceğimiz şeyleri, o insanlar gerçekleştirirler. Belki de hayatın anlamını çözerler. Mutludur o insanlar. İçlerinde kocaman bir boşluk yoktur çoğunlukla. Mutlulukları yüzlerine yansır. İşlerine yansır. Ve sürekli başarılı olurlar. Her ne yaparlarsa...

Oysaki biz o küçük dünyamızda hala kendimizi kandırmaya devam ederiz. Hayatı "bir evim, bir arabam, bir de emekli maaşım olsun" basitliğinden ve kısır döngüsünden çıkarmak kendi elimizdedir. Fakat çok azımız buna cesaret edebilir.


Bundan tam 93 yıl önce İtalya'da bir adam tutkularının, rüyalarının peşinden gitmeye karar verir. Cesurca ve çocukça. Guido Galardi ismindeki bu adam, Floransa'nın çevresindeki tepelerde dolaşır ve olgunlaşmış lavantaları toplardı. Onlardan elde ettiği koku ile başka kokuları karıştırmaya başladı zamanla. Böylelikle basit ama sihirli koku formülleri üretmeye koyuldu. 1920 yılında ise ilk dükkanını açmıştı. İsmini ise "Bottega Italiana Spigo" (İtalyan lavanta mağazası) koymuştu. Onun bu girişimi etraftaki bir çok koku severin, dükkanında buluşmalarını da sağlamıştı. Guido Galardi en büyük hayalini gerçekleştirmişti.

Fakat beş yıl sonra bu hayalinden vazgeçmek zorunda kalacaktı. Çünkü dükkanını kapatmak zorunda kaldı. Oğlu Renato Galardi ise baba mesleğine hiç ilgi duymadı. Ve uzun yıllar sonra ise küçük bir mucize yaşandı belki de. Baba mesleği olan kokulara ilgi duymayan ve aile işini devam ettirmeyen Renato Galardi'nin oğlu Enzo, kokulara karşı çok ilgiliydi. Muhtemelen dedesinin genlerini almıştı. Ve süpriz bir şekilde dedesinin açtığı yoldan ilerlemeye karar verdi. Dedesinin parfüm işine başladığı yıl olan 1920'yi kendi markasının ismi olarak seçti. Dedesinin hatırasını yeniden yaşatmak için çalışacaktı artık.

                                                                               Enzo Galardi.

2005 yılında Enzo Galardi, Bois 1920 ismiyle niche parfüm markasını oluşturdu. Enzo'nun amacı en iyi malzemeleri kullarak, yüksek kaliteli parfümler yaratmaktı. Onun, parfümleri aracılığıya insanlarda uyandırmak istediği hisler benzersiz olmalıydı. Oluşturduğu her materyalde sanatsal bir ifade yaratmaya çalışıyordu. Bugün inceleyeceğim Bois Classic, anladığım kadarıyla dedesinin 1920 yılında oluşturduğu parfümlerden birisinin yeniden yorumlanmış hali.

Bois 1920 çok bilinen bir niche parfüm evi değil. 2013 yılının başı itibariyle sadece 15 adet parfüme imza atmışlar. Elimdeki Classic 1920 ise markanın "Classici" serisine ait. Bu seride birde Classic 1920 Extreme isimli parfüm var.  Kendi sitelerinde "baharatlı-amber" olarak sınıflandırılmış. Fragrantica'da ise oryantal baharatlı olarak tanımlanmış.

Parfümün başlangıcı yapaylık sınırında dolaşan turunçgiller ve fesleğen ile gerçekleşiyor. Çok ilginç, etkileyici yada sıra dışı değil. Ortalama bir açılışı var. Pek sevdiğimi söyleyemem üst notaları. Sonrasında orta notalara geçiliyor. Burada turunçgiller biraz geride kalıyor. Ortaya yeşil çiçekler (fesleğen, lavanta ağırlıklı), ilginç baharatlar (küçük hindistan cevizi, biber, karanfil olabilir) ve tatlımsı meyveler (şeftali, kayısı, greyfurt benzeri) çıkıyor. Classic 1920'nin en detaylı yanı orta notalar diyebilirim. Oldukça yeşil kokan bu kısım bana Bond No.9'ın yeşil çiçeksi akuatiklerini hatırlattı. Son kısımda ise meyvemsi amber ve sandal ağacı hakim. Alt notaları gayet güzel geldi bana.


Classic 1920 kabaca meyveler, baharatlar, amberden ve odunsu notalardan oluşan bir kompozisyona sahip diyebilirim. Ana eksen baharatlar ve meyvelerde. Meyveler daha çok yumuşaklık katsın diye eklenmiş olabilir.

Classic 1920'yi ilk denediğimde oldukça kadınsı buldum. Tatlı şeftali ve pudramsı baharatlar ön plandaydı. Fakat oldukça sevmiştim. Daha sonraki denelerimde ise garip bir şekilde yeşil kokan çiçeklere rastladım orta notalarda. Sanki lavanta ön plandaydı. Bu denemelerimde nasıl birbirinden bu kadar farklı iki karaktere bürünür bir parfüm anlayamadım. Burada sanırım parfümün ten seçen bir arkadaş olduğunu düşünebiliriz. Bir günü bir gününe uymuyor. Karşınıza ne çıkacağı belli değil. Açıkçası değerlendirmemi hangi koku üzerinden yapacağımı şaşırmış durumdayım.

Fakat sanırım doğru olanı tatlımsı pudralı meyveler, baharatlar, amber ve odunsu notalar. Ağırlık meyveler ile yumuşatılmış baharatlarda. Zaten parfümün en sevdiğim tarafı bu baharat kullanımı. Tam da bu noktada ilginç bir durumdan bahsedeyim. Bazı parfümler vardır. Müthiş bir auraya sahiptirler. Etraftaki herkesin başını döndüren, "bu koku nereden geliyor" dedirten kadın parfümleri vardır. Gucci'nin yada Dior'un gösterişli parfümleri gibi. Classic 1920'nin aynen böyle nefis bir aurası var. Canlı, pozitif, biraz pudramsı meyveler etkileyici ve çok lezzetli. Şık ve lüks. Parfümün beni en etkileyen tarafı burası. Özellikle soğuk havalarda daha bir güzelleşiyor kokusu.


Classic 1920, başlangıcında hayal kırıklığı yarattı. Ama sonrasında gayet güzel bir parfüme dönüştü tenimde. Özellikle sonlarına bayıldım. Fakat yine de herkesin sevebileceği gibi olmayabilir kokusu. Onun için almadan önce denemek isabetli olacaktır. Sıcak ve biraz köşeli kokusu çoğu kişinin ilgisini çekmeyebilir.

Parfümümüz uniseks olarak piyasaya sunulmuş muhtemelen. Bence zaman zaman kadınsı tarafı daha ağır basıyor. Ama erkek kullanımına da uyacaktır. EDT konsantrasyonuna sahip. Parfümün tasarımcısı ise markanın kurucusu Enzo Galardi. Sonbahar-kış mevsimi için daha iyi bir seçenek olacaktır.

Artıları:
+ Orta kısmındaki baharatlar gayet ilginç.
+ Sonları çok güzel.

Eksileri:
- Başlangıcını sevemedim.
- Zor bulunan bir marka. Fiyatları da oldukça yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

10 Ocak 2013 Perşembe

Comme des Garçons – 2 Man (2004)



Comme des Garçons – 2 Man (2004)  Markanın başarılı parfümü.

"Bizim parfümlerimiz özellikle erkekler yada kadınlar için tasarlanmamıştır. O kişinin kendisi içindir. Comme des Garçons parfümü, Comme des Garçons'un ruhunu hissetmenin başka bir yoludur." diyor Comme des Garçons’un kurucusu Rei Kawakubo.

Evet bende farkındayım. Bir çok alanda olduğu gibi kadın-erkek arasındaki sosyal roller hala yerli yerinde. Erkek babalık ve evine ekmek getiren "avcı" rolünde. Kadın ise çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmeye çalışan, evin düzenini sağlayan, eksikleri temin ederek "toplayıcılık" yapan anne rolüne alışkın. Binlerce yıldır devam eden fakat zaman içinde dönemlere göre dönüşüm geçiren sosyal roller, 2013 yılının sanayi sonrası toplumlarında acaba nasıl şekillenmeli?

Modern hayatın ilgi çekici dönüşümlerinden birisi erkek-kadın kimliği üzerinden gerçekleşiyor. Kadınların aktif çalışma hayatına katılmaları, toplumsal rollerin değişmesini sağlıyor kuşkusuz. Artık kadın, erkeğin eline bakmıyor. Ona muhtaç değil. Bağımsız ve kendi ayakları üstünde durmak istiyor. Belki de kadınlar binlerce yıllık esaretlerinin acısını çıkarmak istiyorlar. Ve isyan ediyorlar. Artık kadınlarda erkeklerin yaptığı her işe rahatlıkla talip oluyorlar. Ve çoğu zamanda başarılı oluyorlar. Şu bir gerçek ki kadınlar inanılmaz gözü pek savaşçılar. Hırslarının ve inatlarının önüne kim geçebilir ki? Onun için kadınlara olan hayranlığım her zaman çok fazladır. Acaba erkeklerin pabucu dama atılır mı ilerleyen yıllarda? Neden olmasın.

Dünyadaki toplumsal ve yaşamsal kurallar değiştikçe bu durumdan parfüm sektörünün etkilenmemesi mümkün mü? Parfüm endüstrisi uzayda yaşamadığına göre içinden geçilen çağlara ayak uyduracaktır. Nasıl ki değişen yaşam stilleri ve alışkanlıklar hayatlarımızı etkiliyorsa, parfüm sektörü de bu değişimlerden payını alıyor. Acaba önümüzdeki on yıllarda karşımıza nasıl parfümler çıkacak? Bekleyip görmekten başka şansımız yok.

Muğlaklaşan kadın-erkek ilişkileri acaba parfümlere nasıl yansıyor. Sanırım bu sorunun cevabı yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Yanıtı "Cinsiyetsiz Parfümler" olabilir mi? Yani hem kadınların hem de erkeklerin kullanabileceği kokular daha fazla öne çıkacak sanırım. Zaten modacı Rei Kawakubo'nun da amacı bu anladığım kadarıyla. "Moda sektöründe cinsiyet kavramının zayıflatılması." Comme des Garçons parfümleri için basit ve kullanan kişileri iyi hissettirmekten başka amacı olmayan kokular diyebiliriz.


2004 yılında piyasaya sürülen Comme des Garçons 2 Man, ilk bakışta 1999 yılında üretilen Comme des Garçons 2'nin devamı gibi duruyor. Sadece isminin sonuna Man ilave edilmiş. Ama pek göründüğü gibi değil. 2 ile 2 Man’in kokuları başlarda benzerken daha sonrasında birbirinden ayrılıyorlar. 2 Man ismindende anlaşılacağı gibi erkek parfümü olduğunu çağrıştıryor bize. Fakat genel olarak uniseks kullanıma daha yakın diyebilirim. Yani sondaki Man kısmını çok da gözünüzde büyütmeyin.

Comme des Garçons 2 Man ile ilgili resmi sitelerinde çok az bilgi var. Sadece şu ifadeye rastlıyorsunuz: "İşçi bir adam, işini seven bir adam". 2 Man'in işçi sınıfını hedefleyen bir tarafına rastlamadım açıkçası kullanım sürecinde. Hatta tam tersi biraz entellektüel takılan bir tarzı var.

2 Man, odunsu şipre olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı tatlı meyveler (ağırlık turunçgil-limon) ve tatlı yumuşak baharatlar ile gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında tropikal bir meyve olan kumkat var. Belki de onun etkisi vardır. Baharat olarak da sanki kakule, kimyon yada tarçın. Tanıdık bir başlangıç. Markanın diğer parfümü 2'ye biraz benzettim. Fakat 2 Man çok daha güzel ve ilginç. Üst notaları güzel.


Sonrasında parfümün ana yapısı değişmiyor. Orta notalarda biraz safran hissediyorum. Tatlı çiçekler (süsen (iris) mi acaba?) ve yumuşak odunsu notalar. Muhtemelen tütsü. Ama çok yumuşak ve neredeyse meyvemsi-turunçgilli bir tütsü. Evet safran güzel kullanılmış ama yine de parfümlerde safranı pek kabul edemiyorum. Orta kısmı eh işte. Son olarak da alt notalara bakalım. Tatlı meyvemsi-baharatlı tütsü devam ediyor. Ancak burada güzel bir kabe samanı (vetiver) ekleniyor. Ayrıca odunsu notalar ağırlığını arttırıyor. Burada turunçgilli kabe samanı ile tütsü merkezde diyebilirim. Son kısmına bayıldım. Çok güzel bir kabe samanı var.

2 Man genel anlamda kibar, yumuşak ve sakin bir parfüm. Kokusu başından sonuna kadar büyük değişimler geçirmiyor. Ana eksen tatlı turunçgilimsi-baharatlı odunsular. Odunsu notalar zaman zaman reçine hissi veriyor. Biraz da kabe samanı-tütsü ikilisi. Hepsi bu. Ama böyle söyleyerek 2 Man'i değersizleştirmek istemem. Çünkü bu basit yapısına rağmen çok ilginç ve güzel olmayı başarıyor.

2 Man markanın belki de en popüler parfümlerinden birisi. Bir çok yerde ismine rastlayabilir yada hakkında yazılanlara ulaşabilirsiniz. Zaten neden bu kadar popüler olduğu açık. Genel olarak herkesin sevebileceği gibi bir kompozisyona sahip. Bu parfümü deneyip de nefret edecek çok kişi olmaz diye tahmin ediyorum. Yurt dışındaki platformlarda yapılan yorumlarda kokusu "kamp ateşine, yanan oduna, kilise tütsülerine, kokulu mumlara" benzetilmiş. Bazıları da yüksek oranda Iso E Super'den bahsetmiş. Sanırım kokusundaki hafif odunsu-dumansılık insanlarda böyle bir his uyanmasını sağlıyor.


Bence orta notaları ve düz çizgide ilerleyen yapısı dışında eleştirilecek fazla bir yanı yok. Comme des Garçons tam da kendi markaları gibi basit, zekice ama bir parça da entellektüel bir parfüm yaratmak istemiş. Kısmen de başarılı olmuş. Fakat uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olacağını düşünüyorum. Çok sofistike ve üst düzey bir niche parfüm değil. Bence en büyük silahı "güvenli liman" olması.

Luca Turin 2 Man'i "mum dumanına" benzetmiş ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Şunları yazmış kitabında:

" Bu akıllı kombinasyon nesneler arasındaki bilinçaltı ilişiklerine dayanmaktadır, özgün bir ahenk için şiirsel bir mantık içinde birleştirilmiştir. Fikir şöyledir: Tek sayıdaki aldehit (dokuz ve onbir karbon), turunçgil alt notasında kuvvetli bir şekilde sonlandırılmış mum karakteri. Günlüğün (frankincense) de turunçgil altyapısı vardır ve mumu hatırlatır, çok sert değildir ama kiliselerde dumanı ile kullanılır. Bunları bir araya getirin, tıpkı Symrise'daki Mark Buxton gibi, karışık olarak hazırlanan bu sentetik mucizeyi bitirin.”     

Güzel sayılabilecek bir haber de vereyim. Comme des Garçons'un parfümleri niche segmentinde kabul edilselerde Türkiye'de bir çok internet sitesinde ve bazı büyük parfüm mağazalarında satılıyor. Yani buralardan deneyip kararınızı verebilirsiniz.


2 Man'da, markanın başka parfümlerine ve daha bir çok markaya tasarımlar yapmış Mark Buxton imzası var. İlginç şişesinin tasarımını ise Rei Kawakubo ile Marc Atlan birlikte yapmışlar.

2 Man bir çok niche markanın parfümünün aksine EDT olarak satılıyor. Fakat kalıcılığı çok iyi. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Bence 35 yaş ve altındaki kişileri hedefliyor. Daha üst yaş grubu için genç işi kalabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet güzel
+ Kokusu genel olarak herkesin sevebilceği gibi.
+ Ülkemizde bir çok yerde bulunabiliyor artık.

Eksileri:
- Orta kısmındaki safran kullanımı biraz sıkıntı verdi bana.
- Düz çizgide ilerliyor. Fazla değişmiyor. Uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olabilir.

Koku Güzelliği:10/7.5

8 Ocak 2013 Salı

Givenchy – Xeryus (1986)



Givenchy – Xeryus (1986)  Markanın klasikler arasında yer alan erkek parfümü.

“………
Deniz doğru özlü Nereus'u yarattı:
En büyüğüdür o bütün çocuklarının,
babacan tanrı derler ona,
çünkü hem dürüst, hem yumuşak huyludur,
doğruluktan hiç ayrılmaz düşünceleri,
hep doğruluktan, iyiden yanadır.
………”   (Theogonia, 233 v.d.)

“………
Ulu anası bir çığlık attı, başladı inlemeye,
denizin dibinde ne kadar Nereus kızı
tekmil tanrıçalar sardı çevresini, varsa...
Glauke vardı, Thaleia vardı, Kymodoke vardı,
Nesaie, Speio, Thoe, gök gözlü Halie,
Kymothoe, Aktaie, Limnoreia,
Melite, İaira, Amphithoe, Agaue,
Doto, Proto, Pherousa, Dynamene,
Deksamene, Amphinome, Kallianeira,
Doris, Ponope, ünlü Galateia,
Nemertes, Apseudes, Kalianassa,
Klymene, İaneira, İanassa,
Maira, Oreithuia, güzel örgülü Amatheia,
denizin dibinde daha ne kadar Nereus kızı varsa
doldurmuşlar gümüş ışınlarla mağarayı,
hepsi de durmadan dövüyorlardı göğüslerini.
………”    (İlyada, XVIII. Bölüm, 38 v.d.)

                                          Bernini'nin dünyaca ünlü heykeli Persephone'nin Kaçırılışı.

Yukarıdaki iki metinden hiçbir şey anlamamış ve şaşkın şaşkın bilgisayar monitörüne bakan değerli Parfüm Merakı okuyucuları. Emin olun yalnız değilsiniz. Duygularımız karşılıklı…

Üniversite yıllarımızda hepimizin çekindiği yada “az not verir” dediğimiz hocalarımız olmuştur. Bunun öğrenciler arasında uydurulmuş bir mit olup olmadığını fazla düşünmeden, o hocaların seçmeli derslerini almamaya özen gösterirdik açıkçası. Ha belki doğruluk payı da vardır. Bu kadar kişi aman dersini almayın dediğine göre…

İşte Yunan Mitolojisi dersi de bizim için böyle riskliydi diyebilirim. Aslında Yunan Mitolojisi çok ilginç bir konu. Eski Yunanlıların pagan kültürünün anlaşılması için eşsiz bir kaynak. Çünkü Yunan Mitolojisinde onlarca hatta yüzlerce Tanrı mevcut. Sadece Tanrılar ile bitmiyor. Bu Tanrılar sürekli birbirleriyle olup, yeryüzündeki insanlara olmadık eziyetler yapıyorlarmış. Bazen bunların hiçbir sebebi de olmuyor. Savaş tanrısı, şarap tanrısı, aşk tanrısı, bereket tanrısı, deniz tanrısı, fırtına tanrısı, hatta tanrıların kralı Zeus ve diğerleri.

                                                                   Botticelli - Venüs'ün Doğuşu

Şu bir gerçek ki bugünkü Avrupa medeniyetinin Antik Yunan’dan oldukça etkilendiği aşikar. Kültürel, düşünsel hatta mimari anlamda Avrupa uygarlığının temellerini oluşturuyor Antik Yunan kültürü. Onun içinde Avrupalı parfüm üreticilerinin bazı kokularına Yunan Mitolojisinden isimler seçmesi çok yadırganmamalı. Ben bunu bir anlamda tarihlerine ve kökenlerine sahip çıkmak olarak da görüyorum. Yani bizim pek yapmayı beceremediğimiz şeyi.

Madem yeri geldi kısaca bahsedeyim. Tarihine sahip çıkmayı körü körüne “ecdat güzellemesi veya kutsaması” sanan arkadaşlara Allah akıl fikir versin. Mimar Sinan gibi dahiye en büyük hakaret onun muhteşem bir camisinin “çakmasını” Çamlıca tepesine dikmeye kalkmaktır. Rahat bırakın o mimari harikası camileri de “Sinan Usta” huzurla uyusun mezarında. Oysaki önüne gelen her boş araziye alışveriş merkezi dikmeyi ekonomik büyüme ve gelişme sanan saftiriklerde var bu ülkede. Şehirlerimiz mimari anlamda yeterince çirkin değil mi? Daha da berbat etmek için bu uğraş neden bir anlayabilsem. Neyse konumuza dönelim artık. Yoksa söyleyecek çok şeyim var bu konularda.
  
Bugün bahsedeceğim Givenchy’nin Xeryus parfümü ismini Nereus denilen bir deniz tanrısından almış. Nereus’un sözcük anlamı “akıcı” olarak geçiyor. Toprak ana Gaia’nın Pontos’la birleşmesinden oluşmuş. Ayrıca “deniz ihtiyarı” da deniliyormuş Nereus için. Elli kızı ile birlikte Ege Denizi’nde Tekirburnu açıklarındaki mağarasının içindeki, gümüş bir sarayda, altın taht üzerinde otururmuş. Kısaca Nereus’un hikayesi böyle.


Xeryus, Givenchy’nin çok popüler olmayan parfümlerinden birisi. Pi, Insense Ultramarine, Xeryus Rouge gibi çok satan popüler parfümlerin yanında Xeryus hep geri planda kalmış gördüğüm kadarıyla. Bunun sebebinin 1980’li yılların ortalarında üretilmesi ve kokusunun genel olarak çok modern olmamasına bağlanabilir. Muhtemelen de üretimi bitirilmiş durumda.

Xeryus, aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Açılışı 1980’ler etkisinde. Eski kokan bergamot, kolonyamsı tozlu turunçgiller ve aromatik otlar size merhaba diyor. Oldukça yeşil kokuyor desem yanlış olmaz. Başlangıcı fena değil. Sonrasında orta notalara geçiliyor. Başlangıçtaki koku pek değişmeden devam ediyor. Sadece aromatik otlar biraz daha belirginleşiyor. Yanında da çam benzeri ağaç kokusu alıyorum. Baharatlar ve erkeksi yeşil çiçekleri unutmayayım. Hala yeşil, hala eski kokuyor. Son kısımda ise klasik aromatik fujerların olmazsa olmazı meşe yosunu ve bir parça deri yüzünü gösteriyor. Gayet güzel kullanılmış burada. Hoşuma gitti açıkçası.


Karşımızda yine tipik bir 1980’ler aromatik fujerı var. Başlangıcından sonuna kadar döneminin koku karakterini taşıyor. Başlangıcındaki eski/tozlu bergamot ne kadar da tanıdık. Sanki Xeryus değil de Karl Lagerfeld – Photo, YSL – Jazz ya da Hugo Boss – Number One kullanmış gibiyim. Fakat bence üst notalar hepsinden daha başarılı.

Orta notalarda biraz baharat ve yeşil erkeksi çiçekler ile çam benzeri odunsu kokular hala eski kokuyor. Evet bir çok kişi modası geçmiş diyebilir bu tür yeşil kokulara. Ama yurt dışında çok seveni var bu tür parfümlerin. Son kısım ise tipik meşe yosunu kapanışı.

Kabul etmek gerekir ki Xeryus yaşadığımız son on yılın parfümü değil. Kökeni daha eskilere giden bir gelenek adeta. Eski, nostaljik, erkeksi ve maço. Zaman zaman sabunsu his veriyor. Bazen de aromatik otlar öne çıkıyor. Hatta deri bile kendisini gösteriyor aradan. Yani diyebilirim ki zengin bir harmana sahip Xeryus. Bu anlamda başarılı buldum.


Genel anlamda çok büyük değişiklik göstermiyor kokusu. Ana aks, yeşil, erkeksi, sabunsu bir fujer. Başlangıcındaki koku sonlara kadar küçük değişiklikler ile devam ediyor. Kafamı karıştıran taraflarından birisi bu parfümün yaz mevsiminde mi kış mevsiminde mi daha iyi sonuç vereceği. Fakat kullanım süresinde bu soğuk havalarda oldukça iyi sonuç verdiğini söylemem lazım. Sanırım yaz mevsimi için biraz fazla keskin olacak.

Xeryus olgun erkek kokusu. Hatta beyefendi parfümü. Genç arkadaşlara tavsiye edemeyeceğim. 30 hatta 35 yaş ve üzerindeki erkeklere uyacak gibi. Eğer babanıza hediye etmek isterseniz düşünülebilir.

Luca Turin, Xeryus’u çiçeksi fujer olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş. Unutmadan söyleyeyim. Parfüm ile ilgili yazılanlarda en dikkat çeken durum kokusunun eski formülünün her zamanki gibi övgüler alması. Eğer bulunabilirse eski formülü alınsa daha iyi olabilir. Ayrıca popüler kardeşi Xeryus Rouge ile aralarında koku anlamında hiçbir benzerlik yok.

Artıları:
+ Her ne kadar bu tip eski kokan fujerları sevmesem de Xeryus fena bir parfüm değil.
+ Doğal harmanı ilgi çekici.
+ Erkeksi ve nostaljik parfüm arayanlar için iyi bir seçenek.

Eksileri:
- Herkesin sevebileceği gibi güvenli bir kokusu yok. Denemeden almak riskli.
- Eski tip erkeksi ve nostaljik parfümleri sevmeyenlerin hoşuna gideceğini sanmıyorum.

Koku Güzelliği:10/7

5 Ocak 2013 Cumartesi

Bond No.9 – Chinatown (2005)



Bond No.9 – Chinatown (2005)  Markanın popüler parfümlerinden.

Şu bir gerçek ki 21. yüzyılın uyuyan devi Çin, 22. yüzyılda hiç de uyumaya niyeti olmadığını her fırsatta gösteriyor. Gerek dünyanın en büyük nüfusuna sahip olması, gerekse son yıllarda yakaladığı müthiş ekonomik gelişme hızı ile artık küresel güç diyebiliriz Çin için.

Tarihi çok eskilere giden bu önemli uygarlığın ilginç de bir özelliği var. Dünyanın birçok ülkesinde Çin mahalleleri bulunması gibi. İngiltere, Avustralya, Arjantin, Brezilya, Singapur, ABD gibi ülkelerde Çin’den göç etmiş insanların oluşturdukları mahalleler sinema dünyasının bile ilgisini çekmiş. Ünlü yönetmen Roman Polonski tarafından 1974 yılında çekilen ve baş rollerinde Jack Nicholson ve Faye Dunaway bulunan Chinatown filmi, bu ismin tüm dünyada daha da tanınmasını sağladı kuşkusuz. Buna Hollywood’un gücü de diyebiliriz.


Newyork'a turist olarak gittiğinizi düşünün. İlk defa geliyorsunuz. Önce nereleri görmek istersiniz. Soho, Central Park, Brooklyn Köprüsü, Wall Street, Özgürlük Anıtı, Empire State binası, Times Square... Peki kötü koktuğu söylenen, küçücük restoranlar, açık balık pazarları (kötü kokunun kaynağı) ve sevimli hediyelik eşya dükkanlarıyla (çoğu ürünlerin kaçak olduğu söyleniyor) dolu Chinatown ilginizi çekmez mi?

Chinatown, Manhattan’ın aşağı ve doğu kısımlarında, Canal Street çevresinde yer alıyormuş. Çin mahallesi olarak da bilinen bu semt, Çin dışındaki şehirlerde bulunan Çin mahallelerine verilen isimmiş aslında. Özellikle yoğun göç alan New York ve San Francisco gibi şehirlerde büyük Çin mahalleleri bulunuyor.


Genellikle Çin'den yeni gelen göçmenler buralara yerleşiyorlar. Fakat buradaki Çin mahallesi teriminin bir de sembolik anlamı var muhtemelen. Çin mahallesi terimi aynı zamanda etnik yerleşim bölgesi de demek olabilir. Yani bir bakıma bugün çok popüler olan “öteki” kavramının karşılığı olarak düşünüyorum.

Neredeyse bütün tabelaların Çince olduğu, hatta dükkanları işletenlerin uzun yıllardır Amerika’da yaşadıkları halde İngilizce’yi zar zor konuşabilmeleri, çok dost canlısı olmadıkları bilinen esnafı, sokak standlarında özel baharatlar, tropikal meyveler, şekerlemeler ve doğu kültürüne ait tuhaf etlerin olduğu bir dünya hayal edin. Ve oranın bir parfüme ilham vermesini…


Newyork merkezli niche parfüm evi Bond No.9’ın şehrin simgelerinden olan Çin mahallesi ismi ile bir parfüm üretmesi hiç şaşırtıcı değil. Newyork’un bir çok caddesinin hatta parklarının bile isimlerini parfümlerinde kullandı Bond No.9. Şimdi de sıra Chinatown’da.

Chinatown ilgimi çeken Bond No.9 parfümlerinden birisiydi. Zaten markanın en popüler parfümlerinden kendisi. Uzun süredir denemek istiyordum ama nedense elim bir türlü ona gitmiyordu. Sanırım artık kendimi ona hazır hissediyorum. Ve bakalım beni nerelere götürecek bu parfüm.

Chinatown oryantal çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Açılışı tatlı meyveler ile gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında şeftali çiçeği var. Muhtemelen oradan geliyor meyvemsilik. Hatta kırmızı meyveler bile diyesim var. Belki de kiraz. Üst notalar biraz kadınsı, tatlı, modern, lezzetli meyveler şeklinde. Bence kötü değil.


Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Aynı tatlımsı meyveler hala yerlerini koruyorlar. Şeftali-kiraz benzeri meyvelere biraz yumuşak çiçeklerde ve tatlı baharatlar ekleniyor. Hatta biraz pudramsılık. Sanki iris de (süsen) var. Pudramsılık zaman zaman “makyaj malzemesi” gibi algılanabiliyor. Bu andan itibaren epey kadınsı bir kokuya dönüşüyor. Son kısımda ise meyvemsi-çiçeksi his hala var. Burada yumuşak odunsu notalar, metalik amber ve biraz da misk ekleniyor. Son kısım biraz sulandırılmış/seyreltilmiş hissi veriyor nedense. Bence son kısım en vasat yeri.

Rahatlıkla söyleyebilirim ki Chinatown çiçeksi-meyveli yapıda. Meyveler oldukça tatlı. Hatta başlangıçta karamelize edilmiş gibi. Üst notalarını sevdim diyebilirim. Lezzetli ve ağız sulandıran meyveler güzel işlenmiş. Sonrasındaki çiçekler kadın parfümü hissi vermiş. Oysaki uniseks olarak piyasaya sunulmuş. Fakat parfümün şişesinin rengi bile bize ipucu veriyor içindeki koku hakkında. Bu parfümün kokusunu bir renge benzetin deseler kesinlikle ya kırmızı yada pembeyle ilişkilendirirdim.


Chinatown ilginç bir isme sahip. Koku anlamında esinlendiği Çin kültürü ile pek bir bağ kuramadım. Ama genel olarak kokusunu beğendim. Başlangıcı harika olmasa da yüksek kaliteli. Orta kısmındaki pudramsı çiçekler ve tatlı baharatlar çok ilginç bir aura katıyor kokusuna. Tek sevmediğim tarafı ise sonları. Hele ki yapay/metalik amber. Biraz baştan savma bir hali var alt notaların.

Chinatown kim ne derse desin kadın kullanımına daha yakın. Egzotik, çekici, pembe, kadınsal ve duygusal. Sakin ve baştan çıkarıcı. Eğer kaliteli çiçeksi-meyveli bir parfüm arıyorsanız ve yüksek fiyat etiketini dert etmeyecekseniz tavsiye ederim. Onun dışında “mutlaka alın” listenizde yer alacak kadar üst düzey bir parfüm değil.

Parfümün tasarımını Robert Piquet, Comme des Garcons, Versace, Nina Ricci, Kenzo, Jean Paul Gaultier, İssey Miyake, Davidoff, Azzaro gibi markalara parfümler hazırlamış olan Aurelien Guichard yapmış.


Parfüm yazarı Luca Turin, Chinatown’ı gourmand şipre olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş yıldız vererek en yüksek not ile ödüllendirmiş. Ve şunları söylemiş:

“Sevgili ve cesur Bond No.9 firması ilk ve açık ara ile şaheserini üretti. Jean Roure'un oğlu olan genç Aurelien Guichard tarafından oluşturulmuştur. O da şu ilk koklayışta hemencecik, karşı konulamaz şekilde harika olduğunu düşündüğünüz kokulardandır. Chinatown ilk anda çok tanıdık ve sürprizlidir. Sanki en sevdiğiniz aşk şarkısındaki bir sözün yeniden şiire dönüşmesi gibi, etkileyici ama aynı zamanda yazarı için bile planlamamış hissi verir. Bir diğer yandan da Chinatown; Cabochard, Givenchy III ve ilk Scherrer gibi mağrur yeşil şiprelere yani klasiklere geri dönmektedir. Bir diğer yandan da sıradışı hatta neredeyse ilacımsı bir nota olan kurutulmuş meyve kokusuna sahip olan Prunolu anımsatmaktadır ki bu baz şu an mevcut olmayan De Laire firması için Edmond Roudnitska tarafından ilk olarak oluşturulmuştur. Bu kombinasyon tehlikeli gibi görünse de mesafeli (soğuk) ile tatlılık arasında ikna edici bir denge kurmuştur tıpkı ilk bakışta cazibeli bir kişinin düşündürttüğü hoşluk ve onu tanımanın korkutucu olması gibi. Bazı kişiler onu çok tatlı bulur. Bana göre yaz mevsiminde küçük bir Fransız manavındaymışcasına yer cilası ile olgun şeftalillerin birleştiği bir nokta gibi. Güzel bir şişede, bir hazine.”


Chinatown diğer Bond No.9 parfümleri gibi Eau de Parfum (EDP). Bir erkeğin üzerinde nasıl durur emin değilim. Yine de denemekten zarar gelmez.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Orta kısmı da başarılı.
+ Cazibeli ve seksi yapısı.

Eksileri:
- Sonlarını sevmedim.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7.5

1 Ocak 2013 Salı

Maison Francis Kurkdjian – Absolue Pour Le Soir (2010)



Maison Francis Kurkdjian – Absolue Pour Le Soir (2010)  Markanın uniseks olarak piyasaya sunulan parfümü.

Serge Lutens – Muscs Koublai Khan
Frederic Malle  - Musc Ravageur
L’Artisan Parfumeur – Dzing!
Amouage – Gold Man
Parfumerie Generale – L’Ombre Fauve
Mazzolari – Lui
Yves Saint Laurent – Kouros
Emanuel Ungaro – Ungaro II
Givenchy – Gentleman

On binlerce yıldır insanlar ile hayvanlar arasında karşılıklı bir bağ olduğunu düşünmek mümkün. İnsan ırkı zekasını kullanabilme yeteneği ile bütün doğayı ve hayvanları egemenliği altına alabilmiştir. Yakın zamanın fikirleri en çok tartışılan düşünürlerinden Charles Darwin’de insanlar ile hayvanlar arasındaki ilişkilere geniş yer ayırmış kitaplarında. Ama en ilginç değerlendirme ise Newyork Times gazetesinden gelmiş: “İnsanlar ile hayvanlar arasındaki sevgi hem karmaşık hem de değişken. Hayvanlar bizim en yakın dostlarımız ancak aynı zamanda laboratuar deneklerimiz ve akşam yemeklerimiz.”

İnsanoğlu hayvanlarla olan ilişkisini her zaman yakın tutuyor gördüğüm kadarıyla. Kedi-köpek besleyen ne kadar çok insan vardır kim bilir. Peki insanlar hayvanlara özgü kokuları severler mi? Bu tür parfümleri kullanmaya sıcak bakarlar mı?

Parfüm dünyası ile biraz yakından ilgilenenler değişik tanımlarla karşılaşacaklardır. Bu terimler kokuları daha iyi anlama ve anlatmak için gerekli kimi zaman. Mesela baharatlı parfümler, meyveli parfümler, çiçeksi parfümler yada hayvansal parfümler…

Hayvansal parfümler demek aynı zamanda hayvansal kokan parfümler demek ile eş anlamlı. Peki bir parfüm nasıl hayvansı olabilir. Değişen bir şey yok. Parfümün içine hayvanlardan alınıp da konulan bir içerik değil bahsedilen. Yine laboratuar ortamında oluşturulmuş içeriklerin hayvansal kokular vermesini sağlamak basitçe.

Hayvansallık hissi veren parfümlerde iki önemli koku kullanımı öne çıkıyor. Birisi deri diğeri de misk. Bu iki element hayvansal kokan parfümlerin en çok başvurdukları yardımcılar denebilir. Yani genellikle “pis, zaman zaman idrar kokan, hatta dışkı gibi kokan” parfümler çok sık tasarlanmıyor. Ama üreticiler seyrek de olsa bu tür uç ve marjinal parfümlere imza atıyorlar. Örnek olarak, bildiğiniz ahır gibi kokan L’Artisan Parfumeur’un Dzing’i, Yves Saint Laurent’in edepsiz kült parfümü Kouros, hayvani kokan Givenchy – Gentleman ve diğerleri… “Bir insan neden dışkı, idrar yada kirli iç çamaşırı gibi kokmak ister” dediğinizi duyar gibiyim. Ama zevk bu. Dior Homme’u da sever Kouros’u da.


Yazımın en başında ismi geçen hayvansal veya pis koktuğu düşünülen parfümlere 2010 yılında ciddi bir rakip geldi. Hem de başarılı bir parfümör olan Francis Kurkdjian’dan. Kendi niche markası ile adından oldukça söz ettiriyor Kurkdjian. Fakat şimdiye kadar denediğim farklı temalardaki parfümlerini başarılı bulmamıştım. Daha doğrusu çok yüksek fiyat etiketlerini hak edecek kadar ilgi çekici olduklarını düşünmüyorum. Bugün ise parfüm platformlarında çok daha fazla konuşulan ve tartışılan bir arkadaşa yer vereceğim. Bakalım anlaşabilecek miyiz kendsiyle?

Absolue Pour Le Soir oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığımda burnuma gelen kokuyu çözmekte zorlanıyorum. Bir taraftan tanıdık gelirken, diğer taraftan yabancılık hissediyorum. Sanırım keskin baharatlar (tarçın, kimyon veya karabiber), otlar ve miskin sıra dışı birlikteliği denebilir. Baharatlar ve misk ön planda. Fakat büyük bir sürpriz beni karşılıyor daha başlangıçta. Yoğun bir hayvansallık. Evet neredeyse uzun zamandır yıkanmamış kirli iç çamaşırı kokusu misk sayesinde verilmiş. Çok sevdiğimi söyleyemem. Ama saygı duyuyorum.


Absolue Pour Le Soir’in ikinci kısmına geçeyim. Uzun süren hayvansal misk ilerleyen saatlerde usulca ortadan kayboluyor. Ortaya tatlı modern baharatlar, vanilyamsı amber (bu tür amber kullanımını çok seviyorum), yumuşak odunsu notalar çıkıyor. Ve böylece devam ediyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki en sevdiğim kısım ikinci bölümü. Nefis olmuş alt notalar.

Parfümün başlangıcı olan ve 2-3 saate yakın devam eden hayvansal misk algıları zorlayan, kabul etmesi ve sevmesi zor, kafa karıştırıcı, sıra dışı. Benzerine çok rastlanacak gibi değil. Oldukça rahatsız edici olduğu bir gerçek. Fakat yurt dışındaki parfüm severlerin bu tür kokulara çok ilgili olmalarını anlayamıyorum. Evet cesur bir karar böylesi parfüme imza atmak. Zaten niche markalar dışında kimsenin uğraşmayacağı aşikar. Ama yine de başlangıcı ile orta notaları benim için fazla pis ve fazla sıra dışı. Bazı yorumcuların bu kısmı kokarcaya benzettiklerini küçük bir not olarak vereyim. Kimileri de kokusunu çok erotik ve seksi bulmuş.


Daha güvenli olan son kısım ise bence harika. Çok iyi harmanlanmış yumuşak baharatlar ve vanilyamsı amber baş rolde. Hafif tatlılık hissediliyor. Bu durum bal ile sağlanmış. Ne çok şekerli ne de çok baygın. Tam olması gerektiği gibi. Genel olarak zengin ve derin bir parfüm. İlerici ve sanatsal. Soyut ve şaşırtıcı. Bu parfümü oldukça beğendiğimi söylemem lazım. Yoksa haksızlık etmiş olurum. Hatta şimdiye kadar denediğim en iyi Maison Francis Kurkdjian parfümü oluyor rahatlıkla.

Absolue Pour Le Soir ilginç bir parfüm. Başlangıcındaki yoğun hayvansallık zaman zaman 1980 öncesinin şipreleri gibi davranıyor. Eski bir parfüm kokluyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Ama sonları ise tamamen değişiyor. Ve çok modern bir Fransız niche parfüm kokluyor izlenimi veriyor. Kibar, asil ve rafine. Francis Kurkdjian’ın diğer parfümleri gibi. Aynı parfüm 3-4 saat arayla sizi iki farklı dünyaya götürüyor. Adeta zaman yolculuğuna çıkarıyor. Boyut değiştirmenizi sağlıyor. Ah o başlardaki kısım yok mu. Ona tahammül edebilirseniz sonlarda sizi müthiş bir sürpriz bekliyor.


Absolue Pour Le Soir uniseks olarak satışa sunulmuş. Bence de hem kadınlara hem de erkeklere uyacaktır. Fakat yoğun hayvansallık, erkek kullanımına daha mı yakın olur sorusunu aklıma getiriyor. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Başlangıcı keskin ve yoğun. Sonrasında tene yakın hale geliyor. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Denemeden almanızı tavsiye etmem. Herkesin sevebileceği bir yapısı yok.

Artıları:
+ Sonlarında ortaya çıkan koku nefis.
+ Farklı ve sanatsal kompozisyonu etkileyici.
+ Sadece deneyim olması bakımından bile denenmeli.

Eksileri:
- Başlangıçtaki yoğun hayvansallık biraz fazla geldi bana.
- Çok yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/8