12 Ağustos 2013 Pazartesi

Creed – Himalaya (2002)


Creed – Himalaya (2002)  Markanın popüler parfümü.

Sanskrit dilinde "kar barınağı" anlamına gelen, dünyanın en büyük ve yüksek sıradağlarının bulunduğu bölgenin adı Himalaya. Her profesyonel dağcının bildiği ve hayranlık duyduğu bir dağ silsilesi. Yılın on iki ayı erimeyen buzullar sayesinde çok sayıda nehri besleyen koca bir network adeta. Dünyanın çatısı denilen ve gezegenimizin en yüksek zirvesi Everest'i de içine alan bu bölge, Creed parfüm evinin popüler eserlerinden birisine isim babalığı yapıyor.

Doğaya ve doğa yürüyüşlerine olan tutkusu sebebiyle tasarladığı parfümüne Himalaya ismini vermiş Olivier Creed. Bazı söylentilere göre bizzat o yöreye yaptığı seyahatten çok etkilenmiş ve parfümünde bu yörenin adını yaşatmak istemiş. Creed ailesinin altıncı nesil temsilcisi Olivier Creed, baş parfümör olarak yeni bir çok popüler parfümün de arkasındaki isim. Mesela Green Irish Tweed, Millesime Imperial, Silver Mountain Water, Spring Flower, Original Vetiver, Love in White, Original Santal, Virgin Island Water, Love In Black, Acqua Fiorentina, Sublime Vanille, Aventus, Royal Oud ve White Flowers.

Kendi sitelerinde ferah/odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlhamını Himalaya dağlarının, karla kaplı erişilmesi zor zirvelerindeki ihtişamı ve sonsuz güzelliğinden almış. Şişesinin metalik gri olmasının sebebi de o dağlardaki buzlardan etkilenilmesiymiş.

Parfümü ilk sıktığımda karşıma ferah ve serin turunçgiller çıkıyor. Greyfurt ve bergamot çok başarılı kullanılmış. Doğal, temiz, rafine ve müthiş. Himalaya'nın açılışı harika. Uzun zamandır karşıma çıkan en iyi turunçgil kokusu diyebilirim rahatlıkla. İlerleyen dakikalarda parfümün karakteri radikal şekilde değişiyor. Serin turunçgiller neredeyse hiç hissedilmiyor. Onun yerine oldukça tatlı sabunsuluk, yumuşak baharatlar ve misk geliyor. Başlangıcı ile pek benzeşmiyor orta kısım. Oldukça tatlılaşıyor denebilir. Üst notaları kadar ferah ve etkileyici değil orta kısım. Yine de belli kalitenin üzerinde. Son kısımlarda Creed'in bir çok parfümünde karşılaştığım ambergris etkin. Tabiki tatlımsı odunsu notaları da unutmamak lazım. Muhtemelen ambergristen kaynaklanan yapaylık dikkatimi çekti. Bence en başarısız kısmı sonları. Böylece tenden ayrılıyor.


Himalaya'yı iki kısma ayırmak gerek. İlk kısım ferahlatıcı turunçgillerden oluşuyor. İkinci kısım ise tatlımsı sabunsu notaların önderliğinde ambergris ve misk teması üzerine inşa edilmiş. Yani başı ile sonu pek benzemiyor. Ferah başlangıç, neredeyse bir kış parfümü kadar tatlımsı odunsu-amber olarak sona eriyor.

Himalaya, Creed'in en popüler ve çok satan eserlerinden birisi. Bir çok yorumcu Himalaya'nın ferah ve yaz mevsimine uygun kokulardan olduğunu belirtmiş. Bence başlangıcı dışında çok ferah değil. Belki de dört mevsim kullanılabilmesi için parfümör böyle bir yol izlemiştir. Kimileri de yoğun sabunsuluktan bahsetmiş. Deneme sürecinde öyle yoğun sabunsuluk ile karşılaşmasam da temizlik hissi veren sabun-pudra kokusu özellikle orta notaların başlangıcında etkili. Sonrasında oldukça azalıyor etkinliği.

Genel olarak denediğim bazı Creed'lerden kalite anlamında daha başarılı. Bazılarından ise daha alt düzeyde. Yani benim için ortalama bir Creed parfümü oldu. Fakat ana akım bir parfümden daha yüksek kalite hissiyatı verdiğini kabul etmek lazım. O anlamda Olivier bey fena iş çıkartmamış. Hayatınızın parfümü olacak kadar etkileyici mi? Pek sanmıyorum.

İsmi ve şişesinin rengi dolayısıyla daha ferah, serin hatta soğuk dağ havası gibi koku beklerken, karşıma tam anlamıyla öyle bir arkadaş çıkmadı. Daha sıcak ve tatlımsı odunsulukla karşılaştım. Sonları dışında yapaylık hissedilmemesi ise sevindirici oldu.

Himalaya'nın kokusunu, markanın diğer popüler parfümü Silver Mountain Water'a biraz benzettim. Oysaki çoğu kişi Paco Rabanne'in XS'ine benzetmişler. Aslında haklılar. Fakat XS'den daha rafine ve başarılı genel yapısı.


Himalaya'nın, kendi sitelerindeki açıklamalarında erkek kullanımına daha uygun olduğu belirtilmiş. Fakat bazı kaynaklarda uniseks olarak değerlendirilmiş. Bence de erkek kullanımına yakın. Özellikle baskın odunsu notalar pek kadınlara uyacak gibi değil.

Luca Turin, Himalaya'yı sabunsu biber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş. Anlaşılan pek beğenmemiş Turin. Diğer bir çok Creed gibi Millesime konsantrasyonuna sahip. Dört mevsim kullanılabilir. Otuz beş yaş ve altındaki arkadaşlar için daha uygun seçim olabilir. Kalıcılık ve fark edilirlik anlamında oldukça sınırlı. Zaten diğer kullanıcılarda zaman zaman şikayet etmişler bu durumdan. Ve tabiki altın kuralımız: "Denemeden almayın, pişman olmayın."

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı çok başarılı.
+ Genel kalitesi tatmin edici.

Eksileri:
- Son kısmı pek başarılı değil.
- Eşsiz ve benzersiz değil.
- Kalıcılığı ve fark edilirliği düşük.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği: 10/7

8 Ağustos 2013 Perşembe

Cartier – Roadster (2008)



Cartier – Roadster (2008)  Markanın erkek parfümü.

Nedense küçüklüğümden itibaren saat takma alışkanlığım olamadı. Bileğime taktığım o saat, sanki beni sınırlandıran ve boyunduruğu altına alan pranga gibi gelir. Neyseki cep telefonları yaygınlaştı da saat takmak gibi zorunluluğum kalmadı. Ama saat ile ilgili aklıma gelen en matrak isim Hürriyet gazatesi yazarı Kanat Atkaya.

O da benim gibi saat ile arası iyi olmayanlardan. Cep telefonları da henüz yaygın değilken, saati öğrenmek için önünden geçtiği dükkanların içindeki duvarlara bakar ve orada bir saat görürse öyle öğrenirmiş saati. Bu hallerini esprili şekilde anlatırdı yazılarında. Şöyle bir düşündüğümde hiç de fena fikir değilmiş hani.

Malum, yaş biraz ilerleyince insanların neden saat taktıklarını yavaş yavaş anlamaya başladım. Evet ilk amaç zamanı öğrenmek olabilir. Son yüzyılın en önemli bilim insanlarından olan Albert Einstein’in geliştirdiği Genel Görecelik Kuramına göre zamanın evrenin farklı noktalarında farklı hızlarla aktığı, hatta durabildiğini göstererek, mutlak bir kavram olmadığını, değişken bir algı olduğunu ispatlıyor. Aslında saatlerinize baktığınız zaman, gerçek zaman olmayabilir. Buyrun çıkın çıkabilirseniz işin içinden!

Sadece bilimsel anlamda değil, insanın kendisini toplum içinde konumlandırmasıyla da ilgili sanırım saat kullanma kavramı. Burada tabiki çok yüksek fiyatlara satılan lüks saatlerden bahsediyorum. Mesela Tag Heuer, Vacheron, Rolex veya Cartier. Yüksek fiyatlı saatin, girilen sosyal ortamlarda dikkat çekmesi gerekiyor belki de. Bu anlamda aslında parfümler ile saatler arasında bağ kurabiliriz. İkisi de sizi mutlu ediyor, ikisi de size statü sağlıyor, ikisi de bireyselliğinizi okşuyor, ikisi de size "özel" olduğunuzu hissettiriyor.


Cartier'in, insanların bu iki haz nesnesine yönelik ürünleri doğal olarak radarımıza takılıyor pafüm severler olarak. İlhamını Cartier'in aynı isimli saat serisinden almış Roadster. Bu anlamda Cartier'in diğer parfümleri ile aynı yol izlenmiş isim konusunda. Yeni sayılabilecek parfümlerden. Kendi sitelerinde fujer ailesine yakın olduğu belirtilmiş. Daha önce duymadığım mineral-fujer akorundan da bahsedilmiş. Bakalım nasıl bir arkadaş çıkacak karşımıza.

İlk sıktığımda nane-mentol ile kabe samanı karşıma çıkıyor. Ağırlık nane de. Kabe samanı geri planda. Sanki biraz biber de var. Fena değil başlangıcı. İlerleyen dakikalarda nane etkisini devam ettirirken yapaylık sınırında dolaşan odunsu notalar kendisini göstermeye başlıyor. Bu kısım başlangıcına göre daha tatlı. Sanki biraz aromatik otlar veya baharatlar da var. Orta notalar genel beğeniye uyacak gibi. Sonlarda ise vanilya hissediyorum hatırı sayılır derece de. Ona odunsu notalar eşlik ediyor. Güzel diyebilirim alt notaları için.

Roadster, ferah başlıyor, tatlılaşarak devam ediyor ve neredeyse oryantal gibi sona eriyor. Bir çok kişi kokusunun ferah olduğundan bahsediyor. Bunun sebebi şüphesiz önemli oranda kullanılmış nane aroması. Zaman zaman serinlik hissettiren bu naneyi bazıları diş macunlarına benzetmiş. Bence öyle yoğun bir diş macunu efekti yok.

Genel itibariyle ortalamanın biraz üzerinde kaliteye sahip. Başlangıcında yapaylığa rastlanmıyor. Oldukça pürüzsüz diyebilirim. Orta kısımda ise yapaylık odunsu notalardan geliyor. Muhtemelen sedir. Hatta bir parça Iso E Super kullanılmış. Anlaşılan bana rahatsızlık veren aktör o. Sonlarında ise güzel bir vanilyayla teninize veda ediyor.


Modern, parlak, pozitif, herkesin sevebileceği gibi kurgulanmış ana akım parfüm olarak görüyorum Roadster'ı. Harikalar yaratmıyor. Niş parfüm kalitesinde değil. Ama nane kokusunu sevenler için az sayıdaki örnekten birisi. Öyle bir şişesinin peşinden koşulacak kadar başarılı bulmadım. Bende pek iz bırakmadıysa da kötü parfüm olduğunu söylemek mümkün değil. Cartier'in diğer denediğim parfümlerindeki dikkat ve özen burada da gösterilmiş. Açıkçası benim için "Eh işte" güzelliğinde.

Nane ile ilgili duruşum biraz farklı. Normalde bitki halindeki naneyi çok severim ve kokusunun da dünyanın en nefis rahiyalarından birisi olduğunu düşünürüm. Hatta markete veya manava gittiysem özellikle taze nane bitkisini koklarım. Fakat o güzelim nane kokusu parfümlerde kullanılınca bir türlü sevemiyorum. Bitkisinin o doğal, mis gibi kokusunu veremiyor parfümörler. O gerçekçiliği denediğim hiç bir nane temalı parfümde bulamadım. Bu anlamda çok ilginç bir bitki.

Bu haliyle genç yaştaki arkadaşları hedeflediğini düşünüyorum Cartier'in. Zaten parfümün ilk çıktığı yıl olan 2008 yılındaki bir basın bülteninde genç erkeklere yönelik düşünüldüğü bilgisine rastladım.

İlk kullandığım zamanlarda oldukça beğendiğim kokusu, zamanla biraz sıradan gelmeye başladı. Sanrım bir parfümü 4-5 günden fazla kullanınca sıkılmaya başlıyorum. Bu da benim için ciddi bir tehlike. Haydi hayırlısı.


Neredeyse bütün işlerini Cartier için yapmış olan Mathilde Laurent tasarlamış kokusunu. Dört mevsim kullanmaya uygun yapısı memnun edici.

Artıları:
+ Sonlarını beğendim.
+ Herkesin sevebileceği kokusu.

Eksileri:
- Orta kısmında yapaylık hissediliyor.
- Uzun süreli kullanımda sıkıcı olabilir.
- Rakiplerine göre biraz yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/6.5

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Parfum d’Empire – 3 Fleurs (2009)


Parfum d’Empire – 3 Fleurs (2009)  Kadın kullanımına yakın başarılı çiçeksi parfüm.

Gül, yasemin ve sümbülteber... Üç çiçek... Yani 3 Fleurs...

Önce gülden başlayalım. Göksel mükemmelliği bünyesinde barındırırken dünyasal tutkuları da içeren, dolayısıyla içinde zıtlıkları taşıyan son derece kompleks bir ezoterik semboldür gül. Aynı zamanda dünyanın her yerinde şairler tarafından özel önem atfedilen, yaygın kullanımı olan semboldür. Batı simyasında en önemli çiçek olup kısmen Doğu Ezoterizmi’nde de yer alır. Gül hem zaman, hem ebediyet’tir, hem yaşam hem de ölümdür, hem doğurganlık hem de bekarettir. Gül mükemmelliktir, tamamlanmanın, yaşamın gizeminin, hayatın kalp merkezinin, bilinmeyenin sembolü olup güzellik, zerafet, mutluluk ve aynı zamanda şehvet düşkünlüğü, tutkular, hatta şarapla ilişkilendirildiğinde şehvetin ve baştan çıkarıcılığın sembolüdür. Dişil tanrıçaların çiçeği olarak gül; sevginin, hayatın, yaratılışın, doğurganlığın ve insandaki dişil gücün sembolüdür. (www.astroset.com)

Yukarıdaki alıntıda anlatılmış aslında gül ve onun içinde barındırdığı semboller. Sadece onlar mı? Antik çağlarda, Tapınak Şövalyeleri ve Kutsal Kase inancında, İslam’da, Sufizmde, Kadirilikte, Hıristiyanlıkta, Kabalizmde, Hint felsefelerinde, simyacılıkta, Mısırda, Çinde, Masonlukta, edebiyatta ve Spiritüalizmde. Tarih boyunca hangi inanç ve düşünce sistemi varsa gül bir şekilde orada var. Sanırım bundan sonra da olmaya devam edecek.

Bir de yasemine bakalım. Güzelliğin ve çekiciliğin sembolü deniyor onun için. Yasemin, tarih boyunca afrodizyakların temel notalarından birini oluşturmuştur. Hindistan’daki Müslümanlar onu “aşkın parfümü” olarak isimlendirirler. Fiziksel aşk, romantizm, yakınlıkla anılır yasemin. Esansların en mükemmeli olan yasemin, çağlar boyunca koku endüstrisinin odak noktası olmuştur. Zamanında “Yaseminsiz parfüm, parfüm değildir” şeklinde sözler bile söylenmiştir. (http://maimira.com)



Peki sümbülteber... Büyülü güçleri olduğuna inanıldığını söylesem sümbülteberin, ne dersiniz? Kadınsılığı vurguladığı ise o kadar aleni ki. Burada sözü kısaca Kilian Hennessy'e verelim o zaman: "Hayatımdaki kadınların hepsi sümbülteber kokardı; anneannem, annem, teyzem hepsi… 70’li yılların Paris’ini hayal edin. O zamanlar kadınlar gece dışarı çıktıkları zaman son derece şık giyinirlerdi. Onları tuvaletlerini giymiş, süslenmiş ve etrafa yaydıkları mis gibi sümbülteber kokusuyla hatırlıyorum.” (www.mascarammaxx.com)

Bir süredir Fransız niş parfüm evi Parfum d'Empire'ın eserlerine yer vermediğimi fark ettim. Denediğim Cuir Ottoman ve Wazamba oldukça başarılı parfümlerdi. Şimdiyse koleksiyonun üçüncü kokusuna göz atmak istiyorum. 3 Fleurs, markanın fazla öne çıkamayan parfümlerinden. İlhamını ve ismini yukarıda bahsettiğim üç çiçekten almış. Gül, yasemin ve sümbülteber.

Kendi sitelerinde "Göz alıcı çiçeksi" olarak değerlendirilmiş. Üzerime ilk sıktığımda karşıma tatlı çiçekler çıkıyor. Muhtemelen kremsi yasemin ve gül suyu. Oldukça iddialı kullanılan yasemin-gül, ilk dakikalarda oldukça baskın. "Bana yaklaşmayın, benimle lüzumsuz muhatap olmayın" der gibi. Yüksek kaliteli, saldırgan ve yoğun. Orta notalara doğru neyseki biraz sakinleşiyor ve evcilleşiyor. Bu andan itibaren yasemine-gül ikilisine sümbülteber eşlik etmeye başlıyor. Gayet pürüzsüz ve gerçekçi kullanılmış. Orta notalarını sevdim. Son kısımlarda çiçeklere misk de ekleniyor. Sümbülteber, hatırı sayılır derecede sabunsuluk ekliyor ana kompozisyona. Son kısımları da yüksek kaliteli. Hala çiçeksi, sabunsu, cazibeli ve çarpıcı. Böylece de tenden ayrılıyor.

3 Fleurs, sıradan bir sümbülteber kokusu gibi olur diye düşünürken, ters köşeye yatırdı beni. Ana öğe iddialı yasemin-gül ikilisi. Evet bu parfüm için doğru sözcük muhtemelen "iddialı". Aynı hissi Thierry Mugler'in çarpıcı parfümü Alien'da da hissetmiştim. Fakat koku olarak biraz Montale – Black Aoud’a benzettim. Hatta parfümün kokusunu üzerimde duyanlar ya gül suyuna yada hacı yağlarına benzettiler açılışını. Son kısmı ise meyveli (şeftali), eski tarz şipreleri hatırlattı bana.



3 Fleurs dolu dolu parfümlerden. Yani gerçek anlamda parfüm kullandığınızı hissediyorsunuz. Her şey ortada. Gül, yasemin ve sümbülteber, bütün cazibeleri ile orada duruyorlar. Sağlam ve güçlü yapısı kadınların özgüvenini arttıracak cinsten. Çok fazla sıkmanızı tavsiye etmem çünkü boğucu olabilir. Özellikle başlangıcının fark edilirliği yüksek. Kokusuysa kabul edilebilir ölçüde tatlı. Çok baygın şekerlilik yok neyseki.

Kimi zaman gül ön plana çıkarken, bazen yasemin kendisini gösteriyor. Arkadan ise sümbülteberin o sabunsu kokusuna rastlıyorsunuz. Hatta yer yer meyveli şipre gibi davranıyor. Mesela sıcak öğle saatlerinde yasemin ve sabunsu sümbülteber baskınken, serin saatlerde gül öne çıkıyor. Bu anlamda zengin ve değişken olduğunu söylemeliyim. Verdiğiniz yüksek bedelin karşılığını almanız olası.

İsminden anlaşılacağı üzere çiçekler üzerine kurulmuş ana kompozisyon. Bu da onu kadın kullanımına yakın hale getiriyor. Bence de kadın parfümü olarak daha etkili olacaktır. Çiçeksi parfüm arayan erkekler için denenmesi gereken seçeneklerden birisi. Kadın parfümlerinde yüksek oranda kullanılan pudra-sabun efekti, burada baskın değil. Sümbülteber ara ara kendisini göstererek bu görevi yerine getirmiş oluyor.

Pürüzsüz, uyumlu, lüks, romantik ve rafine. Ama benim için fazla çiçeksi ve yer yer fazla hacı yağımsı. Özellikle sümbülteberle aramız bir türlü düzelemiyor. Onun içindir ki harika bir parfüm diyemiyorum. Ancak şöyle söyleyebilirim. Bu tür kokuları sevenler için çok güçlü bir alternatif.

Markanın diğer parfümleri gibi Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Dört mevsim kullabilecek yapısı ilgi çekici. Yaş olarak otuz ve üzerindeki arkadaşlara uyacağını düşünüyorum.



3 Fleurs'un kokusunun tasarımını, Parfum d'Empire'ın kurucusu ve sahibi Marc-Antoine Corticchiato yapmış. Yüksek fiyatı göz önüne alınırsa denemeden almak iyi fikir değil.

Artıları:
+ Orta kısmını sevdim.
+ Yüksek kalitesi memnun edici.
+ Kalıcılığı çok iyi oldu tenimde.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Hatırı sayılır şekilde kullanılmış sümbültebere alışamadım.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/7.5

1 Ağustos 2013 Perşembe

Dolce & Gabbana – Light Blue (2001)



Dolce & Gabbana – Light Blue (2001)  Markanın popüler kadın parfümü.

Bu konsept için bir aşk hikayesi diyebiliriz. Her şeyi ile Akdenizli bir aşk hikayesi hemde.

İlhamını Domenico Dolce'nin memleketi Sicilya'dan alan bir parfüm. Aslında sadece Sicilya ile kısıtlamamak lazım. Çünkü Light Blue parfüm serisi, Akdeniz'in o güzelim mavi suları düşünülürek meydana getirilmiş bir konsept. Gerek kokusu, gerekse pazarlama faaliyetlerinde hep Akdeniz vurgusu var.

2001 yılında ilk Light Blue, kadın parfümü olarak piyasaya sürüldü. Kısa sürede öylesine büyük başarı yakaladı ki, en çok satanlar listesine girmesi hiç zor olmadı. Kadınlar onu sevmişlerdi. Ve ona sahip çıktıklarını ispat ediyorlardı. Çünkü hepimiz biliyoruz ki erkek yada kadın modası olsun, eğer kadınlar tarafından sevilmiyor ve ilgi görmüyorsa başarısız olmaya mahkumdur. İster kıyafet, ister ayakkabı, isterse de parfüm. Moda dünyasını kadınların arzularının şekillendirdiğini artık hepimiz biliyoruz. İyiki de öyle.

Kadın parfümleri içinde büyük hayran kitlesi olan arkadaşlardan birisi de Light Blue gibi görünüyor. Bunu 12 yıldır pek azalmayan popülaritesinden anlıyoruz. Hatta o kadar başarılı oldu ki Light Blue, ilerleyen yıllarda erkek versiyonu da piyasaya sürüldü. Fakat hiç bir zaman kadın versiyonu kadar başarılı olamadı Pour Homme.

                                     Light Blue parfümlerinin tanıtım yüzleri: Bianca Balti ve David Gandy. 

İsmi bize önemli ipuçları veriyor Light Blue'nun. Öncelikle onun hafif ve yumuşak yapıda olduğu vurgulanmış. Blue ile deniz arasında bağ kurulmuş. Yani akuatik merkezli kokusunun olduğu ilk anda akla geliyor. Aynı şeklide şişesi de benzer vurgulara sahip. Şişenin cam kısmı şeffaf olarak tasarlanmış ki suya gönderme olduğu düşünülebilir. Mavi kapağı da denizden ilhamını almış sanki. Resmi tanıtımı ise şöyle: "Şehvetli Akdeniz stilinin yeniden keşfi: Dolce&Gabbana Light Blue Pour Femme. Akdeniz yaşam tarzının seksiliğini yansıtan renkli, ferah, çiçeksi-meyveli kokusuyla, güneşli yaz günleri ve göz kamaştırıcı geceleri yakalayın."

Parfümün başlangıcı ekşimsi turunçgiller, azıcık limon ve meyveler ile gerçekleşiyor. Meyve derken ağırlık elmada diyebilirim. Hani yeşil ekşimsi elmalar vardır aynen öyle. Yapaylık hissedilmeyen elma kokusuna hayran kaldığımı söyleyemem. Orta kısma geçildiğinde büyük değişiklikler yaşanmıyor. Turunçgiller ortadan kaybolurken meyvelerin hakimiyeti daha da artıyor. Çilek-elma benzeri koku artık merkeze yerleşiyor. Biraz da egzotik çiçekler. Hatta gerilerden gül ve misk de geliyor. Bu kısımda hafiften yapaylık emareleri başlıyor. Son kısımda ise yine aynı meyvemsilik var. Fakat onu desteklemek için odunsu notalarda eklenmiş. Muhtemelen sedir ağacı. Miski de unutmayalım alt notalarda. Böylece de tenden ayrılıyor.

Light Blue, tenimde ağırlık olarak hafif, tatlı, meyveli-çiçeksi-odunsu şeklinde kendisini gösterdi. Tabiki meyveler her zaman ön planda ve baskın. Çilek-elma ikilisi neredeyse ana yapıyı oluşturuyor. Ferah, yumuşak ve sakin diyebilirim genel haline. Çok rahatsız edecek kadar yapaylığa rastlamadım. Fakat yüksek kaliteli parfüm izlenimi vermiyor.

Light Blue, şaşırtıcı derecede Paco Rabanne'in popüler erkek parfümü Black XS'e benziyor. Denemelerim sırasında iki parfümün neredeyse aynı kokuya sahip olduğunu farkettim. Black XS'in Light Blue'dan daha sonra çıkarıldığını düşünürsek bariz bir esinlenme hatta taklit söz konusu gibi görünüyor Paco Rabanne tarafından. Fakat iki parfümün tasarımcısının (Olivier Cresp) aynı kişi olduğunu öğrendiğimde zihnimde netleşti küçük masum sorular.


Light Blue, kadınların çok sevdiği ve kullandığı parfümlerden birisi. Acaba sebebi ne? Bu tür onlarca meyveli-çiçeksi temada kokuya rastlanabilir. Onu diğer rakiplerinden hangi özelliği ayırıyor acaba? Bu sorunun yanıtına bir erkek olarak nasıl cevap verebileceğimi bilemiyorum. Fakat yukarıda bahsettiğim Black XS'in bu kadar sevilmesinin sebebiyle, Light Blue'nun da böylesine ilgi görmesi arasında bağ olduğunu düşünüyorum. Sanırım insanlar bu tür çilek-elma (taze, ekşimsi meyve) konseptini kendilerine yakın buluyorlar.

Parfümün sıkıntılı yönlerinden kısaca bahsedeyim. İlk olarak başından sonuna kadar neredeyse aynı kalıyor. Hiç değişmeden tekdüze devam ediyor. E bu da bir süre sonra sıkıcı olmaya başlıyor. Yani çok basit kokusu var. Karmaşık yada ilginç değil. Belki de yaz parfümü olması sebebiyle böyle basit yapıya sahip. İkinci olarak tene yakın kalıyor. Yani fark edilirliği düşük oldu bende. Üçüncü olarak da orta kısmın sonlarından itibaren yapaylık kendisini gösteriyor. Çok rafine bir parfüm olmadığı aşikar.

Evet Light Blue, kadın parfümü. Fakat şu haliyle erkeklerin rahatlıkla kullanabileceği gibi. Hatta bu parfümü erkeklere sunsalardı hiç sorun olmazdı muhtemelen. Çünkü meyveler kadınsı ve pudralı kullanılmamış.


Değineceğim başka konu ise parfümün akutik yönüne yapılan vurgu. Gerek isminde gerekse pazarlama kampanyasındaki deniz teması kokusuna neredeyse yansımamış. Yani Light Blue için akuatik demek doğru olmayacaktır. Yukarıda da bahsettiğim gibi o tam bir meyveli-çiçeksi. Bu anlamda kokusu ile konspeti arasında uyumsuzluk sezinledim.

Parfüm yazarı Luca Turin, Light Blue'yu turunçgil-amber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden bir yıldız vererek en kötü parfümler listesine koymuş. Başka bir parfüm yazarı Chandler Burr ise oldukça beğenmiş Light Blue'yu. Birbirlerine nispet mi yapmışlar karar veremedim. 

Farklı kozmetik ve güzellik organizasyonlarından ona yakın ödül aldığını küçük bir not olarak vereyim. Kokusunun tasarımını ünlü isimlerden Olivier Cresp yapmış. İlkbahar-yaz mevsimi için daha uygun. 15-35 yaş arasındaki arkadaşlar deneyebilir. Daha üst yaş gurupları için fazla "genç işi" kalabilir. Bir çok kadın parfümünün aksine EDT konsantrasyonuna sahip.


Artıları:
+ Genel beğeniye hitap eden kokusu.

Eksileri:
- Yüksek kaliteli değil.
- Düz çizgide ilerliyor ve bu da onu sıkıcı yapıyor.
- Sıradan bir ana akım parfümden farkı yok.
- Fark edilirliği düşük.

Koku Güzelliği:10/6