3 Ekim 2013 Perşembe

Hermes – Eau d’Orange Verte (1997)


Hermes – Eau d’Orange Verte (1997)

Geçtiğimiz haftalarda incelediğim Hermes'in ilk Eau de Cologne kokusu 1979 yılında parfümör François Caron tarafından meydana getirilmişti. Aromatik şipre olarak sınıflandırılabilecek bu Eau de Cologne, sonrasında Hermes için yeni bir kapıyı da aralamıştı. Aslında Hermes'in böyle bir adım atması gereklilikti. Çünkü güçlü rakipleri Guerlain, Chanel, Acqua di Parma ve Penhaligon's'un Eau de Cologne parfümlerine bir karşılık vermesi gerekiyordu ki, bu alanda söz sahibi olabilsin.

Başarılı sayılabilecek 1979 çıkışlı Eau de Cologne, ilerleyen yıllarda isim, şişe ve koku olarak yeniden yorumlanacaktı. 1997 yılında bu önemli değişiklik gerçekleşti. Parfümün EDC olan konsantrasyonu aynı kaldı fakat ismi Eau d'Orange Verte haline geldi. Şişe formu değişmezken renginde farklılıklara gidildi. Parfümörü de yine François Caron oldu. Yani aslında Eau d'Orange Vert parfümü, 1979 yılında çıkarılan Eau de Cologne'nin devamı niteliğinde. Parfümörü dışında, ismine kadar neredeyse tamamen değiştiği için, onu ayrı bir parfüm olarak değerlendiriyorum. Zaten Hermes'in bugün bile en sevilen klasiklerinden birisi olarak varlığını sürdürüyor.

Eau d'Orange Verte. İsminin anlamı olarak "Yeşil Turunçgilin Suyu" karşıma çıktı. Kendi sitelerinde kısaca şöyle tanıtılmış: "Odunsu bir imzayla yoğun ve canlandırıcı tazelik." Çiçeksi yeşil olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda canlı, enerjik asidik limon, tozlu turunçgiller ve aromatik otlar karşıma çıkıyor. Ağırlık, otların geri plandan destek verdiği ferah limonda. Şimdiye kadar denediğim en güzel limon kokularından birisinin etkisi altındayım. Harika bir açılışı var Eau d'Orange Verte'in. İlerleyen dakikalarda büyük değişim geçirmiyor kokusu. Şipreye kayan bir hali var orta notalarında. Hala aromatik turunçgillerin etkisinde. Fakat eski tarz tozlu portakal yönüne doğru evriliyor. Bu kısım da çok güzel. Son kısımda hissedilir derecede meşe yosunu eksenine giriyor. Biraz da silhat (paçuli). Alt notaları da gayet başarılı fakat başlangıcı kadar aklımı başından alamadı.


Eau d'Orange Verte, çok basit bir kokuya sahip. Eski tarz neşeli, güneş gibi parıldayan limon, tozlu şipremsi turunçgiller (ağırlık portakalda) ve meşe yosunu. Bence bu üç notanın ağırlığı bariz. Son kısmı dışında düz çizgide ilerliyor. Zaten klasik bir Eau de Cologne tarzı üzerine inşa edildiğini düşünürsek, bu kadar basit kokması anlaşılabilir. Bu anlamda eleştirmek pek insaflıca olmaz.

Çok sayıda şipre denemiş birisi olarak buradaki enfes limon-turunçgil kokusu karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. Müthiş doğal, kaliteli, rafine, olgun ve ferah. Bu kadar gerçekçi bir esans nasıl meydana getirilmiş inanılır gibi değil. Aromatik otların desteklediği eski tarz tozlu limon-turunçgil mükemmel. Eşine az rastlanacak gibi diyebilirim. Parfümün açık ara en sevdiğim kısmı üst notalar. Orta kısım görülmeye değer bir şipreye dönüşürken, koklamaya doyamıyorum bu harika turunçgilleri. Son kısım klasik bir meşe yosunu kapanışı. Aynı 1970'ler hatta 80'ler gibi. Erkeksi, şık ve biraz resmi.

Değerli orta yaşlara adım atmış parfüm severler. Yaş otuz beş, yolun yarısına geldik diye düşünmeyin. Malum ortalama yaşam süremiz sürekli artıyor. Şöyle yaşıma uygun, kaliteli, olgun ve elegant bir turunçgil parfümü arıyorum fakat bulamıyorum diyorsanız size müjdem var. Çünkü o parfüm muhtemelen Eau d'Orange Verte.

Nefis bir aromatik şipreyle karşı karşıyayız. Olabilecek en kaliteli kokulardan birisine sahip olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Yaz mevsimine uygun böylesi rafine, canlı, hayat dolu bir klasiğe fazla rastlanacağı kanısında değilim. Onun için mutlaka ona bir şans verin.


Yahu Hermes ve François Caron. Nasıl bu kadar gerçekçi bir limon-turunçgil kokusuna imza atmışsınız böyle. Düşünüyorum acaba günümüzün modern parfümlerindeki berbat, yapay turunçgili kullanmak yerine, bu parfümden birazcık ders alsalar ya. Bence her parfümör önce bu parfümün kokusunu özümsemeli. Ondan sonra parfümlere imza atmalı. Çünkü onun kokusundan öğrenecekleri şeyler olduğunu görebiliyorum.

Biraz da bardağın boş tarafından bakmaya çalışayım. Bu parfümün eksi yönleri neler diye düşünüyorum. İlk eleştirim çok derin veya kompleks kokmadığına dair olabilir. Genel olarak oldukça basit koktuğu aşikar. İkinci olarak da fark edilirliği oldukça düşük. Zaten bazı platformlarda da eleştiriliyor bu durum. Kalıcılığı çok tatmin edici görünmüyor. Peki bu eleştirilere nasıl cevap verilebilir?

Tekrardan vurgulamak isterim ki Eau d'Orange Verte, bir Eau de Cologne. Yani bizim tabirimizle bir kolonya. Gerçekçi olmak gerekirse bir kolonyanın çok derin, bol katmanlı olması yada üst-orta-alt notalar kuralına uyması beklenmemeli. Çünkü o, ferahlatıcı bir serinlik verebilecek kolonya. İkinci eleştiri konusu olan kalıcılık ve fark edilirliğinin zayıflığı da yine onun kolonya olmasıyla açıklanabilir. EDC konsantrasyonuna sahip bir kokunun, EDT yada EDP kadar performanslı, etraftan hissedilebilen, saldırgan, arkasında iz bırakan yapıya sahip olması mümkün görünmüyor. Zaten onun amacı bu değil ki. Neden ona olması gerekenden fazla misyon yükleyelim. Bu haliyle bile bence işini gayet iyi yapıyor.

Bazı yorumcular kokusunu Christian Dior’un önemli klasiği Eau Sauvage’a benzetmişler. İki parfümün başlangıcı için benzerlikten bahsedilebilir. Hatta orta kısımda biraz andırıyor. Fakat sonlara doğru ciddi farklılıklar var ikisinin arasında. Eau Sauvage’ın daha yüksek kalitelisi daha temiz kokanı ve daha aromatik hali dersem umarım yanlış yapmış olmam.


Farklı kaynaklarda kokusunun uniseks olarak sınıflandırıldığına rastladım. Evet kadınlar da kullanabilir tabiki. Fakat bende erkek kullanımına daha yakın olduğuna dair güçlü izler bıraktı. Sonuç olarak o safkan bir centilmen kolonyası sanki. Eğer parfüm koleksiyoncusuysanız mutlaka dolabınızda şişesi olması gerekir. Fakat parfümü sırf başkaları duysun, fark edilir olsun, etraftan bolca övgüler alayım diyenlerdenseniz tercih etmemenizi tavsiye ederim.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Eau d'Orange Verte'i iyi bir kolonya olarak değerlendirmiş ve beş üzerinden dört yıldız vererek oldukça beğenmiş. Küçük de bir bilgi vereyim bitirirken. 2012 yılında Vogue dergisi ünlü niş parfüm evi sahibi Frederic Malle ile söyleşi yapmış. Malle, Eau d’Orange Verte’in doğa gezilerinde kullanılabilecek en iyi parfümlerden birisi olduğunu söylemiş ve onu “lezzetli, parlak, temiz ve züppe” olarak tanımlamış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı harika.
+ Orta kısmı çok güzel.
+ Rafine, şık, doğal ve koklamaya değer bir klasik.
+ Orta yaş ve üzerindeki erkekler için en iyi yaz mevsimi kolonyalarından birisi muhtemelen.

Eksileri:
- Sonlarına, başlangıcı kadar hayran olamadım.
- Çok basit ve düz çizgide ilerliyor.
- Kalıcılık ve fark edilirliği ne yazık ki düşük.

Koku Güzelliği:10/8.5

30 Eylül 2013 Pazartesi

Acqua di Parma – Mirto di Panarea (2008)


Acqua di Parma – Mirto di Panarea (2008)

2000 yılında Unesco'nun Dünya Kültür Mirası listesine giren Aeolia Adaları, İtalya'nın Tiren denizindeki yedi adadan oluşuyor. Lipari Adaları olarak da bilinen bu coğrafyanın, jeolojik olarak iki milyon yılda oluştuğu tahmin ediliyor. Bu yedi güzel adanın oluşması muhtemelen büyük bir volkanik patlama sonrası gerçekleşmiş. Zaten adaların zengin bitki örtüsüne sahip olması, bu kanıyı güçlendiriyor.

Bu adaların en küçüklerinden birisi Panarea. Özellikle son yıllarda oldukça ilgi çekici turizm destinasyonu olmuş durumda. Kış mevsiminde yaşayanların sayısı sadece yüzlerle ifade edilse de yaz mevsiminde dünya jet sosyetesinin uğrak yerlerinden birisi olduğu söyleniyor. Hatta Capri ve Sardunya gibi İtalya'nın popüler turizm merkezlerine bile rakip olmaya başlamış.

Bembeyaz duvarlı dar sokakları, tek katlı klasik Akdeniz mimarisine sahip evleriyle Panarea, küçük bir balıkçı kasabası aslında. Bu anlamda bana Yunanistan'ın Akdeniz'deki o nefis adalarını hatırlatıyor. Enteresan şekilde Akdenize kıyısı olan bütün ülkelerde (Yunanistan, İtalya, Fransa) bu mimari dikkatle korunurken, bırakın kıyıları yerleşime açmayı, eski evlerinin pervazlarının hangi renge boyanacağına bile özen gösterilirken, ülkemizdeyse plansız, kimliksiz, kaba bir köşe dönmece aygıtı olarak kullanılıyor turizm ne yazık ki. Çirkin beton yığınları haline dönmüş durumdaki Akdeniz sahillerimizle ne kadar övünsek azdır gerçekten de... Ah be arkadaşlar. 2013 yılının Eylül ayında mı aklınıza geldi bu kıyıların işgal altında olduğu ve doğal güzelliklerinin kaybolduğu. Kıyılardaki Sit alanlarını ben mi imara açtım? Oraya kıyı kanununu çiğneyen beş yıldızlı otellerin dikilmesine ben mi izin verdim? Turizm böyle mi gelişir? Elindeki doğal güzellikleri koruyup, restore edemedikten sonra ne önemi kalıyor hepsi birbirine benzer beton yığını otellerin. İşte önünüzde bir sürü örnek. O beğenmediğiniz Yunanistan'ın Santorini, Mikanos, Simi adalarına bir bakın da geleneksel mimari nasıl özenle korunuyor ve yaşatılıyor görün.


Evet konumuzdan uzaklaşmadan Panarea adasında yetişen mersin ağacına geçebiliriz. Yüz civarında türü olduğu söylenen mersin ağacının İtalyacası Mirto, İngilizcesiyse Myrtle. Özellikle Akdeniz kıyılarında kendiliğinden yetişen, Mayıs-Haziran ayları arasında, beyaz renkli çiçekler açan, yapraklarını  dökmeyen bir ağaççıkmış. Mersin ise meyveleri nohut büyüklüğünde, beyaz üzerine morumsu siyah lekeleri olan bir yemiş türü.

İşte tam da bu noktada asıl ilgi alanımıza geleyim. İtalyan niş parfüm evi Acqua di Parma, yine kendi ülkesinin iki güzel nesnesini bir araya getirmiş parfümünde. Panarea adası ve mersin bitkisi. "Panarea'nın Mersini" anlamına gelen ismi ne kadar da Akdenizli. Hiç merak etmeyin çünkü Acqua di Parma, bu parfümünü Blu Mediterraneo serisine layık görmüş. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış Mirto di Panarea:

"Bu parfüm Panarea'nın saf ve aydınlık doğasını, adada kendiliğinden yetişen sakız ağacı, sabır otu (agave) ve katır tırnaklarının arasında ortaya çıkan mersin ile yansıtır. Akdenizin bu tipik makisi, parlak yeşil yaprakları, küçük, zarif beyaz çiçekleri ve bunların mor meyveleriyle, bu vahşi mitsel çalı, yoğun ve kuvvetli bir koku yayar. Huzur verici, sakinleştirici, temizleyici özellikleri ve özündeki aktif içerikleri sayesinde önemli ölçüde yenilenme gücü sağlamasıyla antik dönemlerden beri bilinmektedir."


Fragrantica'da odunsu aromatik olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma ferah turunçgiller, yeşil sabunsu yapraklar çıkıyor. Biraz da buruk aromatik otlar. Muhtemelen fesleğen baş rolde. Başlangıcı için fesleğenli yeşil turunçgiller diyebilirim. Doğal, ferah ve güzel. Beğendim üst notalarını. İlerleyen dakikalarda kokusunda büyük değişim olmuyor. Yeşil koku geri plana geçerken, turunçgillere tatlımsı meyveler ekleniyor. Sanırım parfüme ismini veren mersin meyvesi. Aromatik otlar hala etkili bu kısımda. Azıcık da çiçekler (gül, leylak veya yasemin). Parfümün en sevdiğim yeri orta notalar oldu. Gayet başarılı buldum. Geçeyim sonlarına. Ferah turunçgillerin biraz kalitesi düşüyor burada. Pek sevmediğim amber ve standart odunsu notalar ekleniyor kapanışta. Bence parfümün en sıradan kısmı alt notaları olmuş.

Mirto di Panarea, ferah, kaliteli, temiz, sabunsu, hafiften yeşil kokuya sahip. Güzel turunçgiller her daim ön planda. Orta kısımda ağırlık mersin meyvesine geçerken, sonlarda odunsu amber olarak tenden ayrılıyor. Genel anlamda başarılı ve hoş. Orta kısımdan itibaren biraz tatlılık kazanıyor kokusu. Çoğu kişinin sevebileceğini düşünüyorum bu parfümü. Herhangi zorlama tarafı yok. Dikkat çeken uyumsuzluk yok. Sonları dışında gayet güzel olduğunu söyleyebilirim.

Kullanılan turunçgillerin, aromatik Akdeniz otlarıyla harmanlanması çok iyi fikir. Bu anlamda hakkını teslim etmek lazım. Enteresan kokusu var. Daha önce benzerine rastladığımı hatırlamıyorum. Bir yaz parfümü için yeterli kalitede. Fakat aklınızı başından alacak kadar da değil tabiki. Yine de sıcak yaz günleri için güçlü alternatiflerden birisi olarak düşünülebilir.

                       Sadece Get Lucky değil, bu şarkı da bana Akdeniz sahillerinin sonbaharını hatırlatıyor.

Bu parfüm bana Daft Punk'ın Pharrell Williams ile beraber yaptığı şarkısı Get Lucky'i hatırlattı. Eylül ayının sonları. Panarea adasında denizin kenarındaki küçük bir balıkçı barınağında oturup, masmavi denizi seyrediyorsunuz. Masanızda naneli bir limonata. Arkalardan bir yerden gelen Get Lucky şarkısı önce kulaklarınızı, daha sonra beyninizin sesleri ayırt eden bölgesini mest ediyor. Adadan ayrılan son tatilcilere bakınıyorsunuz. Yanınızda sırnaşık bir sokak kedisi. Sizinle beraber iskeleye bakıyor. Adanın kalabalığının azalmasından o da memnun büyük ihtimalle. Kış mevsiminde sadece üç yüz kişinin yaşadığı bu dünya güzeli adada, bir sonraki yaz mevsimine kadar hayat kendi halinde devam edecek. Sırtınızı verdiğiniz tepeden esen hafif bir rüzgar, mis gibi çiçek kokularını burnunuza taşıyor. Bu bir şölen olmalı... Güzel kokuların şöleni. Hayatın şöleni. Yaşamanın güzelliğinin şöleni. Hedonist bir şölen…

Blu Mediterraneo serisine ait parfümlerin önemli avantajlarından birisi de çok uygun fiyatlara ülkemizde satılmaları. Bu denediğim ikinci Blu Mediterraneo parfümü. Masmavi şişelerine bakıp yine deniz veya su merkezli bir koku beklerken, pek de öyle olmadığını fark ettim. Mirto di Panarea, akuatik izler taşımıyor. Onun yerine meyveli-odunsu turunçgiller ağırlıklı yapısıyla öne çıkıyor.

Parfümümüz diğer kardeşleri gibi uniseks olarak satılıyor. Zaman zaman biraz kadınsı yanları olsa da başarılı şekilde denge kurulmuş. Bence hem erkekler hem de kadınlar kullanabilir.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı güzel.
+ Orta kısmı nefis.
+ Genel olarak temiz kokan, kaliteli bir arkadaş.
+ Deneyen çoğu kişinin beğeneceğini düşünüyorum.

Eksileri:
- Sonlarını sevemedim.
- Fark edilirliği düşük.

Koku Güzelliği: 10/7.5

27 Eylül 2013 Cuma

Christian Dior – Aqua Fahrenheit (2011)



Christian Dior – Aqua Fahrenheit (2011)

Ey Fahrenheit... Sen nelere kadirsin mi diyeyim yoksa ne çektin bu Christian Dior'un elinden mi diyeyim kararsızım.1988 yılında biraz da rastlantı eseri dünyaya gözlerini açtın. Jean-Louis Sieuzac ve Maurice Roger isimli iki parfümörün çalışması olarak kendini kozmetik ve moda sektörünün ortasında buldun. Rekabetin çoğunlukla kıskançlık seviyelerinde gezindiği, egoların tavan yaptığı, alabildiğine hırsın başarı getirdiğine inanılan moda sektöründe en önemli markalardan birisinin parfümü olarak önce anlayamadın nerede olduğunu. Çünkü sen çirkin ördek yavrusuydun.

Diğer kardeşlerin veya diğer cinsdaşların gibi sarı değil, siyah renkliydin. İlk doğduğunda herkes tuhaf bir ilgiyle karşılamıştı seni. Kimileri seni dünyanın en güzel nesnesi olarak görürken kimileri de senden olabildiğince uzak duruyor, nefretini gizlemiyordu. Sana aşık olanlar, aykırılığına, kaba tarzına, erkeksiliğine ve tuhaf çekiciliğine hayranlardı. Senden nefret edenler sinir bozucu tarzına, ukalalığına ve herşeye asi olmana tahammül edemiyorlardı. Dünyanın en çok sevilen parfümü ve en çok dalga geçilen parfümü olmak arasında gidip geliyordun. Böylesine tutku ve nefret öğelerinin birbirinin içinde harmanlandığı çok az parfüm vardır muhtemelen.

Dünyanın en bilinen parfümlerinden birisini tabiki burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Christian Dior ise, Fahrenheit'in peşini bırakmaya niyetli görünmüyor. 2013 yılı itibariyle Fahranheit isimli parfümlerin sayısı sekize ulaşmış durumda. Yedi tanesi Fahrenheit ismine sahip varyasyonlar. Anlaşılan Dior, "bu kapıdan daha fazla nasıl ekmek yeriz" diye kafa patlatmakta. Fahretheit'in en yeni üyesi 2011 yılında Aqua Fahrenheit ismiyle piyasaya sürüldü. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Fahrenheit imzasının yeni dışavurumu. Ateşin sıcaklığı ve yoğunluğu ile suyun ferahlığının patlayıcı gücü şeklinde kombin edilmiştir. Aqua Fahrenheit'ta François Demachy, "kolonya" hissi veren yeni, ferah odunsuluk oluşturmuştur. Aynı zamanda klasik Fahrenheit'in derili menekşe imzası korunmuştur."


Yine kendi sitelerinde ferah odunsu olarak sınıflandırılmış Aqua Fahrenheit. Üzerime ilk sıktığımda tuzlu akuatik turunçgiller karşıma çıkıyor. Ağırlığın greyfurt ve mandalina da olduğunu düşünüyorum. Güzel sayılabilecek üst notalarını biraz Bulgari - Aqua Marine'in başlangıcına benzettim. Biraz da deniz yosunu kokuyor sanki açılışı. Fena değil. Orta notalara geçildiğinde bu tuzlu-yosunlu turunçgiller büyük oranda geride kalıyor. Onun yerine orijinal Fahrenheit'in o çok bilinen aroması karşıma çıktı. Karanlık menekşeli deri, orta kısmı domine ediyor. Arka planda da yapay bir nane hissediyorum. Muhtemelen Calone tarafından sağlanan bu nanemsilik yapaylık sınırında geziyor. Kısaca orta notalar naneli klasik Fahrenheit gibi kokuyor. İlgimi çektiğini söyleyemem. Geçeyim alt notalara. Son kısımda bu seferde menekşeli deri büyük oranda geriye çekiliyor. Onun yerine yapay ve vasat bir kabe samanı (vetiver) geliyor. Ona biraz da odunsu notalar eşlik ediyor. Fakat o da gayet sıradan. Kapanışı açık ara en sevmediğim yeri oldu diyebilirim. Böylece de tenden ayrılıyor.

Aqua Fahrenheit, isminin hakkını verircesine açılışında akuatik temaya sahip çıkan bir görüntü sergiliyor. Tuzlu turunçgiller ana oyuncu. Harika olmasa da kabul edilebilir. Orta kısımsa tamamen klasik Fahrenheit'a gönderme halinde gelişiyor. Fakat karanlık deriye eşlik eden nanemsi koku pek başarılı değil. Gerçi bu orta kısma serinlik/soğukluk katıyor. Ama yine de hoşuma gitmedi. Alt notalardan ise bahsetmeye bile gerek yok. Örneğine yüzlerce yeni nesil parfümde rastlanabilecek yapay/vasat kabe samanı-odunsu notalar hiç olmasa da olurmuş. Çok yazık.

Aqua Fahrenheit, başlangıcından sonuna kadar kaliteli bir parfüm hissi vermiyor. En beğendiğim tarafı olan başlangıcı bile ortalama turunçgil kokusundan öteye gidemiyor. Ve ne yazık ki zaman zaman baş ağrısı yaptı bende. Bu haliyle bir şişesi alınıp, kullanılacak gibi değil kendi açımdan.


Bulgari - Aqua Marine ile klasik Fahrenheit'ın kötü bir bileşimi olan Aqua isimli kardeşimizin tek söz etmeye değer yanı derinliği. Üst-orta ve alt notaları her birini size farklı farklı önünüze koyan parfümümüz, teknik anlamda başarılı. Onun dışında fazla da üzerinde durulacak tarafı yok. Sıkıcı bir Fahrenheit varyasyonu olarak tarihin unutulmuş sayfalarına ekleneceğini düşünüyorum.

Şimdi Christian Dior'un parfüm birimine mi kızayım, pazarlama bölümüne mi laf edeyim bilemiyorum. Fahrenheit gibi bir markanın sırtından para kazanmak için üst notalarına biraz tuzlu akuatik turunçgiller eklemek kimin fikriyse o arkadaşla tanışmak isterdim. Hadi eklediniz bari biraz kaliteli yapın şu işi. Özenin, üzerinde çalışın. Denediğim kadarıyla Aqua Fahrenheit, hiç bir karaktere sahip olmayan ucube, hibrid kokuya sahip. Üzerine orta kısımdan itibaren beliren yapaylığı ekleyin. Bir de Fahrenheit ismini ve şişesini kullanın. Bu kadar kolay kandırabileceğini mi sandın bizi Dior?

2013 yılı itibariyle yedi farklı Fahrenheit versiyonu piyasaya sürülmüş durumda. Görünüşe göre bu trend devam edecek. Peki Aqua’dan sonra hangi Fahrenheit’lar gelecek. Fahrenheit Sport, Fahrenheit Intense, Fahrenheit Extreme, Fahrenheit Blue, Fahrenheit Noir de var mı sırada Christian Dior? Umarım işi bu noktaya getirmezler…

Aqua Fahrenheit, erkeksi bir parfüm izlenimi veriyor. Bence orta kısımdaki yoğun deri-menekşe kullanımı dolayısıyla dört mevsimde de kullanılabilir. Kokusunun tasarımına Christian Dior'un başparfümörü François Demachy imza atmış. Denemeden almayın, pişman olmayın.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Klasik Fahrenheit size biraz sert geliyorsa daha yumuşatılmış hali olarak denenebilir.

Eksileri:
- Orta kısmını ilginç bulmadım.
- Sonları vasat.
- Yapaylık ciddi sorun.
- Tuhaf ve karaktersiz yapısı.

Koku Güzelliği:10/5

26 Eylül 2013 Perşembe

Düğün parfümü...


Geçen hafta kuzenimin düğünü vardı. (Yukarıdaki düğün değil tabiki :)) Tanımadığın birisinin düğünü olunca pek umarsamıyorsun ama işin içinde bir çok akraba ve tanıdıklar olunca her konuda daha seçici olmak gerekiyor. Giyeceğin kıyafetten, kullanacağın parfüme kadar...

Düğün akşam saatlerindeydi. Hava 14-15 derece civarıydı. Yani Eylül ayı için biraz fazla serindi. O günlerde kullandığım Frapin - L'Humaniste'i sıkmak istemedim bu özel gece için. Veeee açtım kesenin (dolabın) ağzını. Bir düğüne en yakışacak parfüm hangisi olur diye sihirli çekmeceme bakınmaya başladım.

Önce Amouage'lara baktım. Jubilation XXV yada Reflection sıkayım dedim ama ortama pek uymayacağını anladım. Daha sonra Yves Saint Laurent'in meşhur M7'sine gözüm takıldı ama yok o da değildi aradığım. Ardından Maison Francis Kurkdjian'ın Absolue Pour Le Soir'ini düşündüm fakat fazla hayvansı kaçacağı ortadaydı. Lorenzo Villoresi'nin sevdiğim parfümü Piper Nigrum'da çok baharatlıydı. Creed - Himalaya fazla hafif ve ferah olurdu. Bond No.9 - Chinatown ise fazla kadınsı olabilir dedim. Comme des Garcons - Odeur 71, dişçiye giderken iyi bir seçim olabilirdi ama düğün için iyi fikir olmadığı ortadaydı. Mancera - Cedrat Boise, fazla hafif ve yaza aitti. Daha bir çok parfüme türlü bahaneler bularak eledim.

Oysaki çekmecenin arkalarına bakmak aklıma hiç gelmemişti. Bir çok Bond No.9'ın arasında sessiz sakin Back to Black duruyordu. Hemen önümdeyse Rose 31. Sonunda seçenekleri ikiye indirmeyi başardım. Bir tarafta Le Labo - Rose 31, diğer taraftaysa By Kilian - Back to Black. İşte o zaman doğru parfümün Back to Black olduğunu anladım. Onu makus yanlızlığından kurtarıp, yanıma aldım. Dışarı çıkmadan önce 4-5 defa fıslattım.


Yüksek kaliteli, etkileyici ve seksi bir parfüm olduğu tartışmasız Back to Black'in. By Kilian'ın en popüler ve iddialı kokusu olduğunu düşünüyorum. Gerçi Back to Black'e verdikleri ikinci isim olan "Afrodizyak"ı fazla abartılı bulurum her zaman. Fakat en sevdiğim tarz olan kırmızı meyveler ve tütün kombinasyonuna sahip. Ve bu durum, onu sevme ihtimalimi daha da arttırıyor.

Bütün gece üzerimde rahatlıkla hissettim kokusunu. Hatta biraz fazla sıktığımı anladım. Kimi zaman fazlasıyla burnuma geldi. Bu kadar fark edilir olduğunu unutmuşum. Fakat nedendir bilinmez  kanım bir türlü ısınamadı Back to Black'e. Oysaki tam sevmem gereken bir parfüm. Sanırım "doku uyuşmazlığı" oldu aramızda. Bu kullanımda da kendimi harika hissettiremedi. Yine orta kısımda karşıma çıkan tuhaf pudralık canımı sıktı. Herşeye rağmen güzel parfüm ama benim için değil...

Evet düğün bitti. Ama merak etmeden duramıyorum. Siz, akrabanızın düğünü için hangi parfümü seçerdiniz?

24 Eylül 2013 Salı

Frapin – L’Humaniste (2009)


Frapin – L’Humaniste (2009)  Ünlü konyak üreticisi Frapin’in erkek parfümü.

Orta Çağ Avrupa tarihine meraklı çoğu kişinin bileceği gibi Avrupa'nın uyanışını temsil eder Rönesans. Kilisenin mutlak hakimiyeti altında geçen Orta Çağın karanlık dönemleri, Avrupa tarihinin en ilginç zaman dilimlerinden birisini içinde barındırıyor. Kilisenin ve Papalık kurumunun neredeyse sınırsız yetkileri, büyük ekonomik kaynakları, içe kapanık dış politika, hayatın her alanına güçlüce nüfuz etmiş katı, acımasız din anlaşını besliyordu. Bu öylesine aşırı bir Hristiyanlık yorumuydu ki, zaman zaman şehirlerin meydanlarında yakılan devasa ateşlerin içine cadı olduğu iddiasıyla atılan yüzlerce kadının hikayeleri tarih kitaplarında sıkça karşımıza çıkar.

Bugünkü bilinç düzeyimizle gülüp geçtiğimiz bu ürkütücü cadılık suçlamaları, o zaman için insanların diri diri yakılmalarına referans oluşturabiliyordu. Buna bir de kilisenin insanları afaroz etme yetkisinin bulunmasını eklerseniz, Avrupa kıtası, koyu, aşırı ve yanlış bir Hristiyanlık inancının esareti altındaydı. Halk üzerinde yüzyıllardır biriken korku, nefret; adeta sosyal, kültürel ve ekonomik bir patlamaya yol açmıştı. İşte o patlama "Hümanizm" akımının filizlenmesine yol açacaktı.

Lâtince "Humanus"tan (insan) geldiği tahmin edilen "Hümanizm" kelimesi, Batı dillerinde XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren görülmekle birlikte, 1850'lerde yaygın biçimde ve bugünkü anlamında kullanılmaya başlanmış. Hümanizmin genel anlamı; "insanı merkeze alma, insancıllık/insancılık; insanı, renk, ırk, din ve mevkiini dikkate almadan sevmek ve saygı duymak olarak açıklanabilir. Rönesans çağında Antik Yunan ve Lâtin edebiyatına dönüp, onu araştıran ve kendisine kaynak olarak alan, insani değerlerin savunulmasını esas alan dünya görüşü de diyebiliriz Hümanizm için. Bu anlamda insanın bireyselliğini, özgürlüğünü ve yaratacılığını ön plana çıkartmayı hedefler.


İşte tam da bu noktada sözü Fransa'nın hatta dünyanın en önemli konyak üreticilerinden birisi olan Frapin'e getirmem gerekir. Neredeyse 750 yıllık tarihe sahip bu Konyak üreticisi, 2002 yılında staratejik bir karar alarak, faaliyet alanı dışındaki parfüm sektörüne girmiş oldu. 2013 yılına kadar toplam dokuz parfüm çıkarmış durumdalar. Bugün yazacağım L'Humaniste, 16. yüzyılda yaşamış ünlü Fransız yazar François Rabelais ve onun Hümanizm düşüncesinden ilhamını almış. François Rabelais, yazdığı kitaplarıyla Hümanizm akımının en önemli temsilcilerinden birisi olarak biliniyor. Zaten Frapin'de kendi sitelerinde ona yer vermiş ve şunları söylemişler parfümleri hakkında:

“François Rabelais, Frapin evinin L'Humaniste'ye ithaf ettiği hanedanın en ünlü üyesidir. Turunçgil ile bağlanmış bir ölçü cin, yumuşak tonka fasulyesi ile sabitlenmiş baharatlar ve otlar, onu meraklı, açık fikirli bir Rönesans erkeği gibi duru ve zinde yapar.

Parfümün Fransa'da sanat haline gelmesi Rönesans zamanında gerçekleşmişti. Ve François Rabelais, Thelema Manastırını hümanist kültürün ütopik merkezi olarak hayal ettiği zaman, en hassas, zarif kokuların da kullanımını ilave etmişti.”

Yine kendi sitelerinde L'Humaniste, ferah parlak bir fujer olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma buruk tatlımsı meyveler ve turunçgiller çıkıyor. Parlak, canlı biraz da ekşimsi. Bence tamamen meyveli bir açılışı var. Muhtemelen ardıç meyvesinden geliyor bu his. Biraz da içkimsi geri plana sahip. Kimilerinin tropikal içkilere benzetmesi bu sebepten kaynaklanıyor olabilir. Fakat benim sevmediğim tarzda. Üst notalarını Burberry For Men'e benzettim. Oradaki sinir bozucu, ukala meyveler, adeta burada yeniden hayat bulmuş. Tabiki daha kaliteli ve rafine olarak. Başlangıcı pek bana göre değil. Geçeyim orta kısma. Burada aynı meyvemsilik devam ediyor. Onun yanına tatlımsı yumuşak baharatlar ekleniyor. Kakule, küçük hindistan cevizi ve biber olabilir. Ayrıca gerilerden de aromatik otlar geliyor. Muhtemelen kekik-fesleğen ikilisi. Fakat ağırlık tatlımsı baharatlar ve buruk meyvelerde. Orta kısımda benim için parlak geçmiyor. Alt notalara gelindiğinde tatlılığın sebebi anlaşılıyor. Burada tonka fasulyesi, yumuşak odunsu notalar ve biraz tütün algılıyorum. Sanırım tütün teması sayesinde en sevdiğim kısım sonları oluyor. Gayet başarılı kapanışı.


L'Humaniste, aynen dedikleri gibi tam bir aromatik fujer. Ana aksı tatlımsı meyveler, yumuşak tatlımsı baharatlar ve odunsu notalar-tütün oluşturuyor. Genel olarak oldukça tatlı kokusunuysa tonka fasulyesi sağlıyor gibi görünüyor. Onun için erkeksi bir kokuya sahip diyebilirim. Zaten pazarlaması da erkekler üzerine yapılıyor. Fakat oldukça tatlılık barındıran bir erkeksilik. Eğer "erkek adam tatlı tatlı kokmaz" gibi anlamsız takıntılara sahipseniz sizin için iyi fikir olmayabilir. Yanılıyor olabilirim ama tuhaf bir şekilde kokusunu, özellikle başlangıcını Burberry For Men'e benzettim. Eğer o tarz fujerlerı seviyorsanız çok daha yüksek kalitelisini bulmuş durumdasınız. Sizin için hayırlı olsun.

Fakat benim kullanamayacağım bir kokuya sahip. Her ne kadar sonları ilgimi çekse de başlangıcına ve orta kısmına nasıl tahammül edeceğimi çözemedim. Bu eleştirilerim onun kötü, vasat ve kalitesiz bir parfüm olduğunu düşünmenizi sağlamasın. Tam tersine oldukça rafine ve pürüzsüz bir kokusu var. Ama sanırım ayrı dünyaların insanıyız L'Humaniste ile...

Başlangıcındaki içkimsi kokunun anlaşılabilir yanı olduğunu düşünüyorum. Frapin bir konyak markası aslında. Onların parfümlerinde de bazı içkimsi kokuların kullanılması normal olarak görülebilir. Muhtemelen burada markanın kurumsal kimliğine bir gönderme yapılmış olabilir.      

L'Humaniste bence dört mevsimde de rahatlıkla kullanılabilir. Bu anlamda başarılı bir aroma. Erkek kullanımına daha yakın. Eau de Parfum (EDP) olarak satılmakta. Kalıcılığı ortalama, fark edilirliği iyi oldu tenimde.


Parfümün tasarımını Sidonie Lancesseur yapmış. Bu parfümör ayrıca By Kilian, Azzaro, Comptoir Sud Pacifique ve Olfactive Studio için de kokulara imza atmış. Yeni nesil parfümörlerden birisi olarak ileride daha çok adını duyacağız muhtemelen Lancesseur'un.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Sonlarını beğendim.
+ Kaliteli kokusu niş parfüm standartlarında.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Genel anlamda kokusu bana yakın gelmedi.
- Her yerde bulmak mümkün değil.


Koku Güzelliği:10/6