1 Aralık 2013 Pazar

Gianfranco Ferre – GF Ferre Lui (2004)


Gianfranco Ferre – GF Ferre Lui (2004)

1944 yılında İtalya'nın Milano şehri yakınlarında doğmuş Gianfranco Ferre. Nasıl bir çocukluk geçirmiş bilemiyorum ama üniversitede mimarlık fakültesini tercih ettiğini biliyoruz. 1969 yılında okulunu bitirip, mimar ünvanını almış. Evet mimarlık okumuştu ama gönlü her zaman moda sektöründeydi. Tasarımcılığa ilgi duyuyordu. İlk işlerini Walter Albini için takı, Fiorucci için tişörtler tasarlayarak yapmıştı.

1978 yılında kadın koleksiyonunu çıkaran Ferre, İtalyan moda sanayisinin dikkatini çekmeyi başarmıştı. 1982 yılında ilk erkek koleksiyonunu da çıkardı. 1989 yılındaysa Ferre'nin hayatının dönüm noktalarından birisi gerçekleşecekti.

Ünlü moda evi Christian Dior, stil yöneticisi Marc Bohan'ın yerine daha iyi bir aday arıyordu bünyesinde çalıştırmak için. Bu göreve kısa süre içinde Gianfranco Ferre seçilmişti. Oysaki Fransa moda dünyasına bomba gibi düşmüştü bu haber. Christian Dior gibi önemli bir markanın koleksiyonlarının tasarımı bu İtalyan'a emanet edilecekti! Fakat Ferre, başarılı tasarımlarıyla, Dior markasına büyük katkılar yaptı. Sekiz yıl boyunca Dior markasının bünyesinde önemli işlere imza atan Ferre, 1997 yılında artık ayrılma vakti geldi dedi ve kendi markasını oluşturdu. Yine önemli başarılar kazandı ismiyle. 2007 yılındaysa ani bir şekilde hayata gözlerini yumdu.

Onun için "modanın mimarı" tanımlaması hafızalara kazınmıştır. Bir söyleşisinde bu tanımı doğrulayan şu sözleri söylemiş: "Mimarlık, biçim, şekil ve renge çözüm bulmayı araştırır. Moda da öyledir. İkisi de işe bir hikayeyle başlar." İşte Gianfranco Ferre'nin kısaca hikayesi de böyle denebilir.


Gianfranco Ferre'nin ilk parfümü 1984 yılına kadar gidiyor. Kendi ismiyle çıkardığı ilk kadın parfümünden bu yana yirmiden fazla kokuya imza atmış marka. Bugün inceleyeceğim parfümüyse çok bilinmeyen ama benim başarılı bulduğum erkek kokusu GF Ferre Lui-Him.

Fragrantica'da odunsu baharatlı olarak sınıflandırılmış GF Ferre Lui. Üzerime ilk sıktığımda biraz bergamot ve keskin odunsu notalar karşıma çıkıyor. Oldukça keskin ve yoğun odunsular, biraz ıslak ve karanlık. Hoşuma gitti başlangıcı. İlerleyen dakikalarda kokusu çok değişmiyor. O dolgun ağaç reçinesi kokusuna biraz da tatlı olmayan baharatlar ekleniyor. Kakule, küçük hindistan cevizi ve kara biber olabilir. Hala başarılı bence. Sonlarda bu baharatlı-odunsu kokuya tütsü de ekleniyor. Gayet erkeksi ve resmi. Böylece de tenden ayrılıyor.

Fragrantica'nın odunsu baharatlı tanımına tamamen katılıyorum. GF Ferre Lui'nin kokusu yoğun ağaçsılık ve kuru baharatlar ağırlığında ilerliyor. 2004 yılı çıkışlı olmasına rağmen çok az tatlılık kullanılmış. Zaman zaman evlerimizde yakılan tütsüleri hatırlattı bana.

Evet başarılı sayılabilecek bir parfümle karşı karşıyayım. Bu parfümün neden bu kadar geri planda kaldığını pek anlayamadım. Gayet güzel ve doğal sayılabilecek rahiyaya sahip. Tatlılık barındırmayan servi ağacı, çam ve tütsü güzel kullanılmış. Baharatlarda olumlu anlamda destek vermiş. Ve ortaya ana akım markaların bir şişesi alınabilecek seviyede odunsu parfüm çıkmış.

Kimi zaman yeni yağmur yağmış ormanda dolaşıyor hissi veriyor. Kimi zaman meditasyon yapılan bir stüdyo daire gibi kokuyor. Üzerinize sıktığınızda modunu değiştiren parfümler vardır. Sizi farklı hissettirir. Bende öyle bir durum oluştu diyebilirim.

Bir süredir denediğim en güzel odunsu parfümlerden diyebilirim. Yapaylığa rastlanmayan, niş parfüm kalitesinde olmayan, ortalama fiyatıyla cebinizi yakmayacak bir seçenek olarak düşünülebilir. Erkeksi, çamsı, ağır başlı, olgun ve sade bir hali var. Takım elbise giyen bir erkeğe çok yakışacağını düşünüyorum. Günlük spor kıyafetlerle kombinlemeye pek uymaz sanki.


Eminim ki bu parfümün üzerindeki Gianfranco Ferre etiketini çıkarıp, Comme des Garçons etiketi yapıştırsak, daha ses getirecek bir parfüm olacaktı. Sanırım burada biraz da insanların ana akım markalara ve onların parfümlerine ön yargıyla yaklaşmalarının etkisi var.

Biraz Lalique'in Encre Noir'ine benzettim. Encre Noir, daha kaliteli ve lüks kokarken, GF Ferre Lui, daha sevilebilir ve günlük kullanıma uyabilir. Hatta Kenzo - Tokyo'yu da andırıyor hafiften.

Biraz da beğenmediğim taraflarından bahsedeyim. İlk olarak çok değişmiyor kokusu. Oldukça tek düze. Başından sonuna kadar neredeyse aynı. Bu bence en büyük zaafı. İkinci olarak da kalıcılık ve fark edilirliği iyi olmadı bende. İlk sıktıktan yarım saat sonra pek duyulmaz oluyor. Keşke daha güçlü olabilseymiş.

Parfümü ismi pek duyulmamış burunlardan  Jean-Charles Niel tasarlamış. EDT olarak satılıyor. Erkek parfüm olarak çıkarılmış. Bence de kesinlikle doğru. Oldukça erkeksi ve modern koktuğunu hatırlatmamda fayda var. Soğuk kış günleri için daha uygun olacağını düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/7

28 Kasım 2013 Perşembe

Comme des Garçons – Harissa (2001)


Comme des Garçons – Harissa (2001)

300 yıla yakın Osmanlı Devletinin egemenliğinde kalan Tunus'un yemek kültürünün, Osmanlılardan etkilenmemesi mümkün görünmüyor. Kimi yazarlar Tunus yemekleri için "Arap, Berberi, Türk ve Fransız mutfağından etkilenmiş tipik Akdeniz mutfağı olarak tanımlanabilir" diyorlar. Bana da gayet anlamlı geliyor bu tanım.

Zeytinyağı, hamur işleri, baharatlar, domates ve deniz mahsullerinin, Tunus Mutfağı’nın temelini oluşturduğu söylenebilir. Tunus Mutfağı’nı diğer Akdeniz ülkelerinden ayıran en belirgin özellik, acı baharatlara daha fazla yer vermesiymiş. Acı, Tunus yemeklerinin hemen hepsinde az ya da çok kullanılıyormuş. Sadece acı değil, baharatlarında yeri ayrı görünüşe göre. Kakule, kişniş, kimyon, karabiber, toz kırmızı biber ve tarçın, kullanılan baharatların başında geliyor anladığım kadarıyla.

Tunus Mutfağı’nda adı sıkça geçen “Harissa”nın, acı ve bol baharatlı yemek seven Tunuslular için hemen her yemeği lezzetlendiren özel bir sos olduğunu öğreniyorum. Kurutulmuş kırmızı biber, sarımsak, kimyon, kişniş ve zeytin yağıyla hazırlanan Harissa’nın, acısını zeytinyağı ile incelterek damak tadınıza göre ayarlayabilmeniz de mümkünmüş. Avrupa mutfağında ise sandviç ve dürümlerin içine de konuluyormuş Harissa. Görüleceği üzere her kültür, kendi damak beğenisine göre, farklı şekilde kullanabiliyor Harissa'yı. Zaten dünya üzerindeki farklı yemeklerin ortaya çıkmasının nedeni de büyük ihtimalle bu tür coğrafi ve kültürel yönelimler.


İşte tam da bu noktada ilgi alanımız olan parfümlere geçelim. Başarılı ve enteresan parfümlere imza atmasıyla tanınan Comme des Garçons'un 2001 yılında piyasa sürülen "Red" serisi beş parfümden oluşuyordu. Bu serinin popüler parfümü olan Sequoia'yı geçtiğimiz aylarda incelemiştim.Şimdi serinin başka parfümü olan Harissa'ya göz atma zamanı. Parfümün ismi, Tunus mutfağında bol bol kullanılan bir acı sos olan Harissa'dan geliyor. Zaten açıklanan notalarında kırmızı acı biber mevcut. Artık geçelim parfümümüze.

Fragrantica'da aromatik fujer olarak sınıflandırılmış Harissa. Üzerime ilk sıktığımda karşıma tatlımsı meyveler, biraz turunçgil ve baharatlar çıkıyor. Gerilerden de aromatik otlar destek veriyor. Normalde keskin olması gereken baharatlar ferah diyebilirim burada. Bence sıradan başlangıca sahip. İlerleyen dakikalarda kokusundaki baharat oranı artıyor. Kırmızı biber ve karanfil daha öne çıkıyor gibi. Hala meyvemsi bir baharat hissi veriyor. Kimi yorumcular domatesten bahsetmiş. Ben domates kokusu alamadım. Geçeyim son kısma. Alt notalarda odunsuluk artıyor. Ferah bir tütsü ve çam ağacı kokusu alıyorum. Birazcık da ferah baharatlar var. Son kısmı da beğendim.

Harissa, ismi gibi biber-baharat ağırlık bir parfüm. Kırmızı biber, karanfil, tarçın ve odunsuluk ana gövdeyi oluşturuyor. Baharat derken, çok yoğun, ağır ve ağdalı değil. Gayet ferah, köşeli ama sevilesi. Arada kendisini hissettiren tatlımsı turunçgil ve kırmızı meyveler hoşuma gitti. Sonlardaki yüksek kaliteli odunsular gayet başarılı. Demem o ki başlangıcı dışında Harissa'yı beğendim.


2001 yılında piyasaya sürülmesine rağmen fazla tatlılık barındırmıyor. Bu da memnun edici. Tatlılık sadece baharatlarda biraz hissediliyor. Bir de turunçgilde. Onun dışında biraz köşeli sayılabilecek bir arkadaş. Yani kokusu çok güvenli değil kanaatimce. Herkesin hoşuna gitmeyebilir.

Parfüm platformlarında hakkında büyük tartışmalar yapılmamış. Genel olarak geri planda kalmış parfümlerden birisi. Çoğu kişi de  çok olumlu şeyler yazmamış. Kimileri kokusunu domatese kimileri de ketçapa benzetmiş. Açıklanan notalarında domates var ama ketçapa benzediğini düşünmüyorum.

Harissa, markanın öne çıkan parfümlerinden olmadığı için, çoğu yerde rastlamak zor. Zaten Red serisi genel olarak fazla ortalarda görünmüyor. Yurt dışında uygun fiyatlara satılan Harissa yeterli kalitede bence. Ne şahane ne de vasat. Orta sınıf bir parfüm bence.

Harissa'nın tasarımcısı ünlü burun Bertrand Duchaufour. EDT olarak satılıyor. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın bence. Kimileri yaz için uygun olduğunu söylese de bence daha serin havalarda kullanılsa iyi olur.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

24 Kasım 2013 Pazar

Calvin Klein – Obsession (1985)


Calvin Klein – Obsession (1985) Markanın başarılı kadın parfümü.

Fransızların egemenliğindeki moda sektöründe Amerika'nın bayrağını dalgalandıran en önemli ve eski isimlerden birisi hiç kuşkusuz Calvin Klein'di. Şöhretli Fransız rakipleriyle moda ve tasarım alanlarında yarışmak tabiki kolay değildi. Fakat başarıya giden yolun zor taşlarla örülü olduğu gerçeği, herkesin ömrünün bir döneminde karşısına çıkmıştır. Fakat Amerikan ekonomik sistemi, özellikle pazarlama anlamında başarılı çalıştığından, markaların işlerini daha da kolaylaştırdığı söylenebilir. Artık dev reklam kampanyalarıyla küresel anlamda ciddi sonuçlar almak mümkün.

İşte 1985 yılnda da Calvin Klein, büyük ses getirecek bir kampanyayla Obsession isimli kadın parfümünü piyasaya sürdü. Markanın üçüncü parfümü olan Obsession, kendisinden önce çıkan Calvin Klein Women ve Calvin'in büyük başarılar yakalayamamasının da baskısını hissediyordu üzerinde. İlerleyen yıllarda görüldü ki, 1985 tarihi, Calvin Klein parfüm birimi için milat sayılacaktı.

Bir şişesinin 170 dolardan piyasa sürüldüğü söylenen Obsession'un kadın versiyonu, büyük pazarlama kampanyalarıyla satışa sunulmuştu. İlk on ayda on yedi milyon dolarlık inanılmaz reklam bütçesiyle, bütün parfüm sektörünün ilgisi çekmişti Obsession. Ağırlıklı olarak çıplaklık ve erotizmin kullanıldığı pazarlama yöntemi, hem tepki çekmiş hem de çoğu kişide merak uyandırmıştı. Bu nasıl bir parfümdü ve neden bu kadar iddialıydı?


Çok geçmeden Obsession, dünyanın en çok satan ikinci parfümü haline gelmişti. Bir yıl sonra piyasaya sürülen erkek versiyonuyla birlikte vücut ürünleri de dahil, 1987'nin sonunda yüz milyon dolarlık satış gerçekleştirmişti. Bu inanılması zor rakam bugün bile orta ölçekli bir çok işletme için hayalken, sadece iki parfüm ve onun yan ürünleriyle böylesine başarı yakalamıştı Calvin Klein.

1990'lı yıllarda da hala çok satanlar listelerine giriyordu Obsession. Markanın kurucusu Calvin Klein ise 1985 yılında kısaca şunları söyleyecekti parfümü için:

"Obsession ismi büyüktür, aynı bu dönemin (1980'lerin) film afişleri gibi. Şimdiye kadar yaptığım her işte, ne kadar da saplantılıydım. 1980'lerde herkes saplantılıdır. Ve tabiki, bir saplantıdan gelir ismi parfümün. Bir kadının, bir erkeğe olan saplantısından."

Fragrantica'da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış Obsession. Üzerime ilk sıktığımda tuhaf portakal çiçeği ve sabunsu yeşil notalarla karşılaşıyorum. Karmaşık, yoğun ve ilginç. Sevmesi ve kabul etmesi zor açılışı beğendiğimi söyleyemem. İlerleyen dakikalarda orta notalara geçiliyor. Şölen burada başlıyor. Orta kısımda karşıma yoğun baharatlar çıkıyor. Hafif tatlımsı baharatların karanfil, tarçın ve kara biber olduğunu sanıyorum. Baharatlara alttan alta da hayvansal vanilya, amber ve tütsü destek veriyor. Orta notalar çok güzel. Geçeyim sonlara. Alt notalarda yine performans düşüyor. Cazibeli hayvansal vanilya kaybolurken, ortalama bir tatlmsı meyvemsi odunsular yerini alıyor. Kötü değil kapanışı ama harika da değil.

                       Kült yönetmen David Lynch'in, 1988 yılında Obsession parfümü için çektiği video.

Obsession, gördüğüm kadarıyla sıcak baharatlı bir parfüm. Oldukça erkeksi kullanılmış baharatlar ve hayvansal vanilya onun kadın parfümü olduğu konusunda şüpheye düşürüyor beni. Başlangıcındaki alışılmadık koku ilk başlarda itici gelmişti. Sonraki kullanımlarda daha kabul edilebilir buldum fakat yine de sevemedim başlangıcını. Orta kısımsa şahane. Nefis baharatlar, derin, kaliteli ve etkileyici. Hayvansal vanilya ve tütsü çok seksi. Parfümün açık ara en sevdiğim yeri burası. Son kısımdaysa ortalama bir odunsu kapanış yapıyor. Keşke daha ilginç olabilseymiş alt notalar.

Obsession, şüphesiz ki önemli bir klasik. Dünyanın en çok satmış kadın parfümlerinden birisi. Ona tabiki gereken saygıyı göstermeliyiz. Özellikle dozunda kullanılmış hayvansallık ve tatlımsı egzotik baharatlar çok başarılı. Bu anlamda bana ciddi oranda Obsession'un erkek versiyonuyla benzerlik gösterdiğini düşündürttü. Evet iki parfümün isminin aynı olması dışında, kokuları da belli oranda benziyor. Fakat erkek versiyonunu daha kullanılabilir ve oturaklı bulduğumu söyleyebilirim.

Obsession'da biraz karmaşa hakim sanki. Havada uçuşan notalar, ne olduğu belli olmayan çiçekler... Çok rafine bir parfüm gibi davranmıyor. İnceden yordu beni Obsession. Belki çok derin ve zengin koktuğundan. Belki de harmanındaki dengesizlikten. Erkek versiyonu varken, alıp kullanacağımı sanmıyorum.


Başka bir durumda kokusunun günümüze uyup uymayacağı sorunsalı. Malum otuz yaşına yaklaşıyor Obsession. Kokusunun biraz eski koktuğunu kabul etmek gerekir. Ama eski tarz şiprelerle karşılaştıracak olursam, gayet modern diyebilirim. Bence günümüzde rahatlıkla kullanılabilir. Dolgun, ağır, hacimli bir parfüm. Yirmili yaşlardaki arkadaşlara uymayacağı çok açık. Biraz yaş veya deneyim istiyor sanki.

Obsession, neredeyse otuz yıllık parfüm olmasına rağmen, şaşırtıcı derece tatlılık barındırıyor. Gerek baharatların tatlılığı, gerekse amber ve vanilyanın tatlılığı, 1980’ler parfümlerinde sık görülen durum değil. Eğer parfümlerde tatlılık sevmiyorsanız, size gore olmayabilir.

Obsession'u kullanan ünlüler arasında Anna Friel, Diana Ross, Heather Stewart Whyte, Liza Minelli, Rosie Perez ve Whitney Houston olduğu bilgisine ulaştım.

Şimdiye kadar denediğim erkek parfümüne en çok benzeyen kadın parfümü Obsession oldu diyebilirim. Bu anlamda rahatlıkla uniseks olarak piyasaya sürülebilirmiş. Erkekler kadın parfümü olduğuna bakmadan kullanabilirler. Çünkü oldukça da erkeksi bir tarafı var.

Parfüm yazarı Luca Turin, Obsession'u büyük oryantal olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç yıldız vermiş kitabında. Kokusunun tasarımını Jean Guichard yapmış.


Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Kalıcılığı gayet iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek. Onun için fazla sıkmamanızı tavsiye ederim. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Otuz yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim. Denemeden almayınız dememe gerek yok sanırım.

Artıları:
+ Orta kısmı harika.
+ Baharatlar ve hayvansal vanilyanın güzel örneklerinden birisi.
+ Fark edilirliği yüksek.
+ Uygun fiyatlara bulunabiliyor.

Eksileri:
- Başlarına alışmak zor.
- Sonlarını sıradan buldum.

Koku Güzelliği:10/7.5

21 Kasım 2013 Perşembe

Mancera – Roses Vanille (2011)


Mancera – Roses Vanille (2011)

“Hazırlama Yöntemi: Fırında
Pişirme Süresi: 30 dk.
Kişi Sayısı: 8 kişi

Malzemeler

1 çay bardağı eritilmiş ve soğutulmuş sana yağı
1 çimdik tuz
1 su bardağı un
3 yemek kaşığı mısır nişastası
1 yemek kaşığı pirinç unu
1 su bardağı pudra şekeri
4 adet yumurta sarısı
6 adet yumurta akı
Yarım çay kaşığı krem tartar
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
Yarım su bardağı süt
3 yemek kaşığı gül reçeli
9 çay kaşığı ucunla pembe gıda boyası
3-4 damla vanilya esansı
2 su bardağı pudra şekeri

Hazırlanış

Yumurta sarılarını pudra şekeri ile mikserle bir kapta çırpın. Başka bir kasede yumurta aklarını krem tartar ile çırpın. Bir su bardağı pudra şekerinin yarısına yumurta akı ekleyip sertleşene kadar çırpın. Sonra pirinç unu ve ve kalan pudra şekeri eklenir biraz daha çırpılır. Yumurta sarılarına, vanilya esansı, blendırdan geçen gül reçeli gıda boyası ertilmiş sana yağı eklenir. Bu karışımın içine mısır nişastası, un, kabartma tozu eklenir. Son olarak yumurta akı spatula ile alttan yukarıya karıştırılır. Yağlanmış kalıba dökün. Bir iki ucundan vurun. Kabarcıkları çıkarın. Önceden ısıtılmış fırında 170 derecede 30-35 dakika pişirin. Soğuyunca üzerine pudra şekeri serperek servis yapın.”

Parfüm Merakı sitesinin ismini "Kek Merakı" olarak değiştireceğimi sanmıyorum. Ama bir tatlı sever olarak yukarıdaki tarifi aldığım internet sitesinde çok daha güzel ve lezzetli ip uçları mevcut. Hatta "Cesur Kekler" diye bölüm bile var. Bir kek nasıl cesur olur? Bu soruyu size sorsam? Burada cesaretten kast edilen Bungee Jumping yapmak değil muhtemelen.


Gül reçelli, vanilya esanslı pembe kekin ismi bile kulağa harika geliyor. Hele ki tadı çok daha nefistir, eminim. Peki gül reçelli, vanilya esanslı pembe kek gibi kokan bir parfüme hiç rastladınız mı? Cevabınız hayırsa, bence yazının devamını okumalısınız. Çünkü aradığınız lezzetli kokuyu bulmuş olabilirsiniz.

Tuhaf ve yarı gizemli niş parfüm evi Mancera, kardeş markası Montale gibi ilerliyor yoluna. Kısa zaman içinde arka arkaya bir sürü benzer isimli parfümler piyasaya sürüyorlar. Henüz beş yılda, on dokuz parfüm piyasaya sürdüler. Bugünse ara ara kullandığım Roses Vanille'ye göz atmak istedim.

Fragrantica'da oryantal vanilya olarak sınıflandırılmış Roses Vanille. Üzerime ilk sıktığımda karşıma oldukça tatlı vanilya çıkıyor. Canlı ve yoğun vanilyaya ilerleyen saatlerde biraz gül ekleniyor. Orta kısımda tatlılık biraz daha artıyor. Neredeyse şekerli bir vanilya aromasına dönüşüyor. Son kısımda kokusu hiç değişmiyor. Sadece hissedilir oranda misk ekleniyor şekerli vanilyaya. Böylece de tenden ayrılıyor.

Roses Vanille, ismi gibi vanilya üzerinden ilerleyen bir parfüm. Fakat isimdeki gül vurgusu, kokusunda fazla öne çıkmıyor. Genel olarak çok şekerli vanilya kokusu şeklinde varlığını sürdürüyor. Sonlardaysa miskle paylaşıyor iktidarını vanilya. Onun dışında başka hiç bir kokuya rastlayamadım.


Parfümün orta kısmı gül kokulu lokumlara da benziyor, annelerimizin evlerde yaptıkları vanilyalı keklere de benziyor. Hani o kekler yapılırken bütün evi yoğun bir şekerli vanilya kokusu sarar ya, işte aynen o hissi verdi bana Roses Vanille. Zaten baştaki espri olsun diye verdiğim kek tarifini de çağrıştırmıyor değil kokusu. Yanmış, karamelize edilmiş bir vanilya diyebilirim kısaca. Zaman zaman, çocukken içmeye bayıldığımız muzlu sütlere benzettim kokusunu. Roses Vanille'in bana göre özeti bu.

Birisi bana bu parfümün niş parfüm olmadığını ve arabalarda kullanılan kokulardan olduğunu söyleseydi büyük ihtimalle hak verirdim. Çünkü Roses Vanille, çok basit ve sıradan bir şekerli vanilya kokusu. Hatta o kadar şekerli ki, beni bile rahatsız etti. Bu kadar şekerli parfüme uzun zamandır rastlamamıştım. Tatlılığın ayarı epey kaçmış bence.

Bir başka durumsa kokunun ilerleyişi. İlk sıkıldığından, tenden ayrılana kadar neredeyse hiç değişmiyor. Tek düze yapısı var. Hiç bir ilginçlik yok. Farklılık yok. Sürpriz yok. Derinlik yok. Dümdüz devam ediyor. Uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olduğunu söyleyebilirim bizzat kullanan birisi olarak.

Roses Vanille, kadın parfümü olarak geçiyor kaynaklarda. Evet bence de kadın kullanımına daha yakın. Fakat bol şekerli vanilyadan oluşan parfüm arayan erkekler de deneyebilir. Belki onlar beğenirler.

                                 Roses Vanille'in genel olarak yukarıdaki kek gibi koktuğunu söyleyebilirim.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlarda çok yüksek. Bu anlamda gayet başarılı diyebilirim. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha anlamlı olacaktır. Roses Vanille’in tasarımını Pierre Mancera yapmış.

Koku Güzelliği:10/5.5

19 Kasım 2013 Salı

Chanel – Sycomore (2008)


Chanel – Sycomore (2008)

"Aynı şişeler, saf formlar, lüks sadelik ve Chanel'in dahiliğinin yansımaları."

Yukarıdaki tanım Chanel'in kendi sitesinde karşımıza çıkıyor. Bu anlatımın Chanel marka bir döpiyes için olmadığı aşikar. Yada kapitone çantayı işaret etmediğini söyleyebiliriz. E malumunuz, parfüm sitesi olmamız vesilesiyle, bahsedilen "dahiliğin" kokular evrenine ait olduğunu varsayıyoruz. Fakat biraz iddialı değil mi bu kelamlar.

Lakin devir sert rekabet ve neo-liberalizm devri azizim. İddialı olmak ve görünmek zorundasın. Zayıfsan ezilirsin, yavaşlarsan düşersin, arkana bakarsan takılırsın. Ve tabiki büyük balık küçük balığı yutar. Ne kadar hoş ve naif hayatsal-ekonomik-sosyal mesajlar değil mi? İş arkadaşını terfi edebilmek için satmak, müdürünün arkasından işler çevirmek, patrona hoş görünmek için farklı tarzda artistik taklalar atmak. Gözünü sevdiğimin serbest piyasası. Sen nelere kadirsin.

Bana kalsa konuyu dağıtmaya dünden razıyım. Neyseki yeni bir paragrafa başlıyorum ve her paragraf yeni bir başlangıçtır gibi popüler yazar cümleleri kurmak istemiyorum. Sakın ha pazarlama gurusu/yazar Elif Şafak'a gönderme yaptığım düşünülmesin. İçine Selehattin Duman kaçmış rolü yapmıyorum ama malum parfüm incelemesi yazmak çok önemli ve ciddi bir iş. Karizmayı çizdirmemek, herkesle fazla muhatap olmamak, Olimpos dağında oturan Zeus gibi olanı biteni izleyip, arada bir kükremek en iyisi belki de. Umarım ironiyi anlayan nesle denk gelmişimdir. O zaman, Beşiktaş Kaymakamlığına dilekçe verir gibi her zamanki ciddiyetimle özüme döneyim.

Sycomore, 1930 yılında Chanel'in piyasaya çıkardığı bir parfüm aslen. Gabriel Chanel'in, dönemin ünlü parfümörü Ernest Beaux'a tasarlattığı Sycomore'un üretimi kısa süre sonra bitirildi. No.5 gibi kült bir klasiğe imza atan Ernest Beaux'un, Sycomore için aynı başarıyı yakalaması şüphesiz mümkün değildi. Chanel'in unutulmaya yüz tutmuş eserlerinden olan Sycomore'un kaderi 2008 yılında değişecekti. Çünkü marka aldığı stratejik bir kararla Sycomore'u yeniden piyasaya sunmaya karar vermişti.


Bu duruma ister renovasyon deyin ister reformülasyon deyin ister reform deyin ister yeni bir sayfa açılmış deyin. Chanel'in baş parfümörü Jacques Polge, Sycomore'u günümüzün moda ve parfüm dünyasının içine çekip çıkartmış. Tabiki günümüzün şartlarına göre yeniden yorumlayarak. 1930 yılındaki ilk versiyondan epey farklı olduğunu söyleyenlere inanmamak için bir sebebim yok.

Sycomore, Chanel'in özel serisine ait parfümlerinden (Les Exclusifs) birisi. Yani markanın niş parfümlerle rekabet eden, çok yüksek fiyat etiketine sahip olan ve her yerde satılmayan kokularının toplandığı seri. Şimdiye kadar 16 adet Les Exclusifs parfümü piyasaya sürdü Chanel. İlerleyen yıllarda bu rakamın artacağını öngörmek zor değil. Sycomore, Coromandel ile birlikte Les Exclusifs'lerin en popüler olanı. İsmi sık sık parfüm platformalarında karşıma çıkıyor. Parfüm Merakı'nında böylesi bir arkadaşa kayıtsız kalması düşünülemezdi. O zaman buyrunuz geçelim detaylara.

Fragrantica'da odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Derin, köklü bir parfüm. 1930 yılında Bayan Chanel, odunsu bir parfümün hayalini kuruyordu. Sonuç Sycomore'du: Kuru, asil ve güçlü. Jacques Polge tarafından oluşturulan bu kompozisyon, Gabriel Chanel'in mükemmel çiziminin, ustaca şıklığa dokunmasıydı: Bu lüks vetiver, baharatlarla zekice çarpıp, büyüleyici aristokratik sadeliğiyle, ardında uzun, sıcak bir esinti bırakır."

Parfümü üzerime ilk sıktığımda keskin bir vetiver ile karşılaşıyorum. Doğal, ferah vetivere biraz da limon eşlik ediyor. Çok şık, gerçekçi ve yüksek kaliteli. Başlangıcı nefis Sycomore'un. İlerleyen dakikalarda büyük değişim göstermiyor kokusu. Ferah vetivere yeşil notalar ekleniyor. Biraz çimensilik hissediyorum. Evet orta kısımdaki en büyük değişiklik sadece yeşilliklerin eklenmesi. Bu kısma hayran kaldığımı söyleyemem. Geçeyim alt notalara. Neredeyse başlangıçtaki koku değişmiyor. Hala ferah ve yeşil vetiver baş rolde. Alt notalarda farklı olarak odunsuluk artıyor. Muhtemelen tütsü ve servi ağacının payı var bu değişimde. İlgimi çeken şeyse kokusunun dumanlı/sisli/puslu hale gelmesi. Evet müthiş bir dumansılık gerçektende.  Zaman zaman yanmış tütsüleri yada ormanda gezindiğimi düşündürdütüyor. Çok güzel olmuş sonları. Böylece de tenden ayrılıyor.


Sycomore'u, rafine bir vetiver parfümü olarak görüyorum. Kokusundaki tek değişmeyen vetiver. Diğer kokular bazen geri plana çekiliyor. Hatta tamamen kayboluyor. Fakat ıslak/nemli hissi veren ferah vetiver hep orada ve emrinize amade. Yazılarımı okuyanlar bilirler ki vetiverle aram hiç bir zaman iyi olmadı. Bir türlü ısınamadık birbirimize. Fakat buraki vetiver kullanımına şapka çıkartmaktan başka seçeneğim yok. Hatta Jacques Polge'dan beklemeyeceğim kadar rafine ve şık bir kokuyla karşı karşıyayım.

Neden Sycomore'u sevdiğimi kendime soruyorum. Tabiki fazla derinlere değil. Biraz daha yüzeye. İlk sevme sebebimin pürüzsüz ve yapaylık barındırmayan yapısı olduğunu söyleyebilirim. Bir su damlası kadar duru, masum ve berrak. Aynı zamanda güçlü, karakterli ve resmi. Yani bu parfümü çok şık bir takım elbiseyle kullanabilirsiniz. Hatta hafta sonu çıkılan piknikte de tuhaf kaçmayacaktır. İşi abartarak kriket oynayan bir Hintli de kullansa yadırgamam, Tiger Woods onsuz vuruş yapmasa da şaşırmam.

Sycomore hem şık ve resmi hem de ferah ve günlük kullanıma uygun. Başlangıçtaki limon ve orta kısımdaki çimensi yeşillik onu sıcak yaz günleri için uygun hale getirirken, son kısımdaki belirgin odunsuluk, tütsümsü dumansılık da onu soğuk kış günleri için kullanmaya elverişli hale getiriyor. Günümüzün modern parfümlerindeki gibi bolca tatlılık barındırmıyor kokusunda. İyi ki böyle yapılmış. Dikkat çekici şekilde erkeksi koktuğunu söylememde fayda var.

Orta kısmındaki çimensi yeşillik dışında diyebilirim ki denediğim en iyi vetiver parfümü. Eğer çok yüksek fiyatını göze alabiliyorsanız ve vetiver kokusunun en iyi örneklerinden birisini arıyorsanız sizi kapıdan içeriye alalım. Lütfen, buyrun, girin, çekinmeyin...


Aklımdaki bazı konulardan bahsedeyim lafı uzatmadan. İlk olarak Sycomore, Lalique'in sevilen parfümü Encre Noire'e benzetiliyor. Neredeyse ikiz kardeş bile deniyor. Bence de iki parfüm benziyor ama birebir denebilecek kadar değil. Encre Noir'daki o tuhaf mürekkebimsi-küflü odunsu kokuyu rahatsız edici bulmuştum. Sycomore'da o anlamda bir rahatsızlık hissetmedim. Encre Noir daha karanlık bir kokuya sahipken, Sycomore, çok daha ferah, canlı ve parlak. Encre Noir biraz depresif kokarken, Sycomore daha mutlu ve pozitif kokmayı başarıyor.

İkinci durumsa kokusunun dumansı tarafı. Şimdiye kadar karşıma çıkan en başarılı dumansılık Sycomore'da var. L'Anarchiste'deki dumansılık biraz rahatsız ediciydi. Comme des Garcons 2 Man'deki dumansılık bu kadar rafine değildi. Ama burada oldukça başarıyla vurgulanmış.

Evet herkes Encre Noire benzetmiş onu. Fakat bence biraz Terre d'Hermes ve üretimi bitirilen Gucci Pour Homme'u da andırıyor. Azıcık da Comme des Garcons 2 Man. Sanki hepsinin ferah bir kombinasyonu gibi Sycomore.

Geleyim eleştiri kısmına. Genel olarak çok güzel bir parfüm. Dikkatimi çeken yanı tekdüzeliği oldu. Başlangıcından sonuna kadar neredeyse hiç değişmiyor. Düz çizgide ilerliyor. Bu durum, uzun süreli kullanımlarda sıkıcı hale getirebilir kokusunu. Benden söylemesi. Bu kadar yüksek fiyatlara satılan bir parfümün de daha kompleks ve sürprizlere gebe olması gerekmez mi diye sorabilirsiniz. O zaman size bu sorunun cevabının Jacques Polge'da olduğunu söyler ve aradan çekilirim.

Sycomore'un en şaşırdığım yanı ise kadın parfümü olarak sunulması. Bazı kaynaklarda unisek olarak geçse de sanırım kadın parfümü olarak çıkarıldı. Fakat gördüğüm kadarıyla oldukça erkeksi bir kokuya sahip. Bu parfümün kadınlara uyacağını pek sanmıyorum.


EDT konsantrasyonuna sahip Sycomore'un kalıcılığı ten üzerinde gayet iyi. Başlangıcı oldukça keskin. Sonrasında normal seyrine dönüyor. Dört mevsimde de kullanmak sorun olmayacaktır. Otuz yaş ve üzerindeki erkeklere uyacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı harika.
+ Sonları çok güzel.
+ Yüksek kaliteli ve şık kokusu memnun edici.
+ Vetiver kokusu sevenlerin mutlaka denemesi gereken eserlerden birisi.

Eksileri:
- Fazlasıyla düz çizgide ilerliyor kokusu.
- Fiyatı çok yüksek. Her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8