18 Şubat 2014 Salı

Maison Francis Kurkdjian – Lumiere Noire Pour Femme (2009)


Maison Francis Kurkdjian – Lumiere Noire Pour Femme (2009)

Bu aralar bilinçli olarak değil ama elim sürekli kadın parfümlerine gidiyor. Parfüm Merakı'nın erkek parfümleri geneline değil de her türlü parfümün özeline inmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece erkek parfümlerini yazmak, bir elmanın diğer yarısını görmezden gelmek anlamına gelecektir. Oysa erkek parfümleri ne kadar önemli ve özelse, kadın parfümleri de aynı oranda önemli olmalı koku bağımlıları için. Bu tür ayrımlar yapmak bizi tek taraflı düşünmeye sevk edeceği için, kadın parfümlerine biraz daha fazla yer vereceğim ilerleyen dönemde. Kadın okuyucularımızın da gönlünü alabiliriz belki böylece.

Bu düşünceye binaen başarılı bir kadın parfümü var sırada. Fransız niş parfümcülüğünün parlayan yıldızlarından Francis Kurkdjian, koleksiyonuna sürekli yeni parçalar eklemeye devam ediyor. Kısa zamanda bir çok parfüm tasarlaması, onun çalışkanlığı ve rakiplerinin gerisinde kalmama refleksiyle açıklanabilir. Son olarak "mağazasına" Oud serisini de ekleyen Kurkdjian, yine de Lumiere Noir'lerin yakaladığı ivmeyi şimdilik yakalayamamış gibi görünüyor.

2009 yılında markanın ilk parfümleri gün yüzüne çıktığında özellikle Lumiere Noir isimli iki parfüm büyük başarı yakaladı. Lumiere Noir'in erkek versiyonu, çok kibar ve yüksek kaliteli gül kullanımıyla benimde oldukça sevdiğim eserlerden birisiydi. Erkek versiyonu ile aynı yıl çıkan Lumiere Noir'n kadın versiyonu (Pour Femme), erkek kardeşi kadar fenomene dönüşmediyse de parfüm severlerin arasında genel olarak olumlu tepkiler alıyor.


Bugün, Lumiere Noir Pour Femme ile kokuların sihirli dünyasına kendimizi bırakacağız. Kendi sitelerinde baharatlı gül olarak sınıflandırılmış parfümü üzerime sıktığımda karşıma ferah ve canlı gül kokusu çıkıyor. Biraz meyvemsi, gül suyu efektine sahip aroma çok başarılı. Nefis bir başlangıç yapıyor Lumiere Noir Pour Femme. İlerleyen dakikalarda büyük değişim olmuyor. Sadece ferah gülün yerini biraz çiçeksilik alıyor. Burada gül daha bir kadınsı ve çiçeksi. Açıklanan notalarında nergis var. Parfümlerde fazlaca karşımıza çıkmayan nergisten geliyor muhtemelen çiçeksilik. Orta kısımda geri planda baharatlarda hissediliyor. Biber ve kimyon olabilir. Fakat baharatlar ön planda değil. Gül, orta notalarda da etkili. Başlangıcı kadar olmasa da beğendim orta notaları. Sonlara geçeyim. Koku formu hala büyük değişim göstermiyor. Baharatlı güle bu sefer gerilerden paçuli eşlik ediyor. Fakat buradaki paçuli kullanımını kendime yakın bulamadım. Bence parfümün en sıradan yeri sonları.

Lumiere Noir Pour Femme, anlaşılacağı üzere tam bir gül parfümü. Gül, her bölümde oyun kurucu. Gülden sonra ikinci baskın nota nergis. Kokunun çiçeksiliğe evrilmesi nergisten kaynaklanıyor büyük ihtimalle. Üçüncü ana aktör ise baharatlar. Çok keskin ve burun yorucu olmayan baharatlar, güle hatırı sayılır destek veriyor. Son olarak paçuli hissediliyor kapanışta. Etkisi en az olan nota olarak düşünülebilir paçuli.

Parfümümüz, kırmızı hatta pembe bir gül kokluyormuşçasına gerçekçi, rafine ve etkileyici. Özellikle başlangıcı harika. Ferah ve doğal gül aroması çok başarılı verilmiş. Üst notalarındaki ferah gülü, Oud Ispahan'ın başlangıcına benzettim. Aynı baş döndürücü his var adeta. Açık ara parfümün en sevdiğim yeri oldu üst notalar. Orta kısımda baharatlı bir çiçeksilik hakim ama gül hala baskın. Orta bölüm güzel ama muhteşem değil benim için. Son kısımda çok ilgimi çekmeyen paçuli-gül ikilisi kaliteli ama ilginç değil.


Lumiere Noir Pour Femme, markanın genel kalitesini size hissettiriyor. Pürüzsüz ve rafine yapısı tatmin edici. Gerçek bir niş parfüm kokladığınızı anlıyorsunuz. Etrafa yaydığı lüks aura için bile denemeye değer. Kibar, şık, zarif ve tam bir Fransız parfümü imajı çiziyor.

Parfümün ilginç yanlarından birisi de tatlılık kullanımı. Hatta neredeyse hiç tatlılık hissetmiyorsunuz. Günümüzün bol tatlı ve şekerli parfümlerine benzemiyor. Artık gül parfümlerinde bile tatlılık oranı giderek artıyor. Fakat burada fazlaca tatlı yada şekerli değil. Varsa da gayet dengeli ve yerinde kullanılmış.

Evet karşımızda bir kadın parfümü var. Notalarda kadınsılığı çağrıştırıyor. Popüler kadın parfüm teması olan gül kullanılmış. Yani onun dişil tarafı öne çıkıyor. Fakat bir sürü gül parfümü denemiş birisi olarak, bir çok erkek gül parfümü kadar kadınsı diyebilirim. Yani bence bir erkek kullanabilir fakat kadınsı yanlarını kabul ederek ve göze alarak.

Lumiere Noir'in hem erkek versiyonunu hem de kadın versiyonunu denemiş birisi olarak ikisini de gayet başarılı ve kullanılabilir buldum. Kalite hissiyatı yüksek, çarpıcı, canlı, parlak parfümler. Fakat bir erkek olarak ikisi arasında tabiki erkek versiyonunu tercih edeceğim. Diğer erkek arkadaşlarıma da böylesini tavsiye ederim.

Parfümün genel anlamda düz çizgide ilerlediğini söyleyebilirim. Çok zengin ve katmanlı bir tarzı yok. Fakat gül parfümlerinde bu tür etkiler görülebiliyor. Bunu da bir eksiklik olarak mı söyleyebiliriz karar veremedim.


Baharatlı yapısından dolayı sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Fark edilirliği başlarda yüksek. Orta kısımdan itibaren normale dönüyor. Kalıcılığı çok iyi. Parfümün tasarımın bizzat Francis Kurkdjian yapmış.

Koku Güzelliği:10/7.5

17 Şubat 2014 Pazartesi

Ali


Ali

Ali. Ona sadece Ali diyeceğim. Annesinin kuzusu Ali. Henüz on dokuz yaşındaydı. Yirmi bile değil, on dokuz. Delikanlıydı. Her delikanlı gibi kanı deli akıyordu. Hangimiz öyle değildik ki on dokuz yaşında. Kim Freud okuyordu ki on dokuzunda yada Bach dinliyordu.

Ah o uğursuz 2 Haziran gecesi. 23.57 sıralarında geçtiği sokakta alçakça ve korkakça pusuya yatmış kişiler tarafından yere düşürüldü önce. Çünkü herkes bilir ki sadece alçaklar ve korkaklar pusu kurar. Ellerinde sopalar olan yetişkin altı kişi yere düşmüş ana kuzusu Ali'ye sopalarla vurmaya başladılar. Vurdular, vurdular, vurdular... Defalarca vurdular. Dakikalarca vurdular Ali'ye. Yerde yatan ve sadece on dokuz yaşındaki Ali'ye hala vuruyorlardı. Acaba Ali ne düşünüyordu o anlarda. Ne yapmıştı ki daha önce hiç görmediği bu insanlara. Bu korkunç nefretin ve öfkenin sebebi neydi?

Karın boşluğuna, sırtına, böbreklerine ve kafasına yediği darbeler durmuyordu ki bir şey hissedebilsin Ali. İlerleyen dakikalarda yedinci bir devlet görevlisi de dayağa katılmıştı. Ne kadar adil ve cesurca değil mi? On dokuz yaşındaki yerde yatan Ali'ye yedi yetişkin ellerindeki sopalarla vuruyorlardı. Bir türlü bitmiyordu. Darbeler şekil değiştiriyordu ama durmuyordu. And içmişlerdi. Gözleri dönmüştü. Öldüreceklerdi Ali'yi, kıyacaklardı ona linç kültürünün korkakları...

Bir ara ayağa kalkacak gibi oldu. Kaldırıma oturmuştu can havliyle. Fakat ayaktaki kişinin, yüzüne attığı tekme yine yere uzanmasına sebep olmuştu Ali'nin. Belki de sonun başlangıcı aldığı o son tekmeydi on dokuz yaşındaki Ali'nin. Dakikalarca süren dayağın sonunda ise neredeyse kendinden geçmekte olan Ali'nin dudaklarından sadece şu cümle dökülebilmişti: "Durun, vurmayın, ölüyorum."


Hani derler ya insan kimi zaman öleceğini hissedermiş. Belki de içine doğdu Ali'nin o cehennemden çıkamayacağı. Çıksa bile çok yaşamayacağı... Hadi empati denilen o sihirli sözcüğün neler yapabildiğine bakalım. Yani kendimizi, yerde yatan ve dakikalarca dövülen Ali'nin ailesinin yerine koyalım. Ne düşünürsünüz? Ne yaparsınız? Ne söylersiniz? Nasıl dayanırsınız? Nasıl avutmaya çalışırsınız kendinizi?  Bunu yapanların insan olma olasılığı nasıl midenizi bulandırmaz? Onu döverek öldürenler insansa, kendi insanlığınızdan nasıl utanmazsınız? Peki onlar insansa biz neyiz?

Aklıma Kafka'nın dünya edebiyat tarihine geçmiş romanı "Dönüşüm" geliyor. Hani sabah uyandığında kendisini böceğe dönüşmüş olarak bulan adamın hikayesi. Kimisi böceğe dönüşüyor, kimisi hayatını kaybediyor, kimisi "destan yazma güzellemeleri" yapıyor. Oysa, koca bir ülkenin insanları, hepimiz birden böceğe dönüşüyoruz. Farkında mıyız peki? Vicdanını, aklını, masumiyetini, utanmasını kaybediyor bir ulus.

Bu yazıyı neden mi kaleme aldım? Çünkü korkuyorum. Hayır "destan yazan görevlilerden, paralel olan veya olmayan  yapılardan" değil. Onların hiç birisi umurumda değil. Tek korkum Ali'den. Adaleti şaşmaz olan Allah'ın hesap günü gelip çattığında karşıma Ali çıkar ve "neden benim içinde iki satır yazmadın, o kadar değersiz miydi benim ölümüm" derse cevap verememekten korktum. Biliyorum senin için sayfalarca yazmak gerekiyor ama bazen sözün bittiği yerde, sözü de bitirmek lazım. Mekanın Cennet Bahçeleri olsun Ali...

15 Şubat 2014 Cumartesi

Prada – Prada (Amber) (2004)


Prada – Prada (Amber) (2004) Markanın ilk kadın parfümü.

İtalyan moda evi Prada, yüz yıllık tarihinde moda dünyasında ezber bozan çizgisini korumaya çalışıyor. İtalya'nın bu anlamda medar-ı iftiharı olmayı çoktan başarmış ve küresel anlamda cazibe markası olmuş durumda. Böylesine eski tarihe sahip Prada'nın parfüm işine girmesi nedense 2000’li yılların başında gerçekleşmiş. İlk özel parfüm serisini 2003 yılında çıkartan Prada, 2004 yılında ana akım parfümlerini piyasaya sürmeye başladı.

2004 yılındaki parfümleri Prada Amber (Kadın versiyonu), çok büyük başarı yakalamış gibi görünmese de, markanın parfüm alanındaki boşluğunu doldurmak için atılmış önemli adımdı. Sonrasında daha hızlı davrandığını görüyoruz Prada'nın. İlerleyen yıllarda Amber'in erkek versiyonu da piyasaya sürüldü. 2014 yılının başlarında otuzdan fazla parfümle boy gösteriyorlar artık.

Bugünkü konuğum markanın ilk kadın parfümü. Kimi kaynaklarda sadece Prada kimilerindeyse Prada Amber olarak geçiyor. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Amber kokularının tarihindeki yeni akım. Hipnotize edici ve bağımlılık yapan. Prada'nın 2004 yılında ilk parfümünün lansmanı, en merak edilen parfüm tanıtımlarından biriydi. Bu amber evreni, Prada'nın daimi arayışı olan geçmişin yeniden keşfi ile geleceğin yaratılmasını ifade eder. Saf ve doğal özellikleriyle antik uçucu yağların modern şekli. Bu parfüm amber kokuları tarihinde yeni bir çağın geldiğinin haberini vermiş oldu."


Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılan Prada Amber'i üzerime ilk sıktığımda karşıma neredeyse şekerli kremsi turunçgiller (ağırlık mandalinada) çıktı. Mandalinanın meyvemsi hatta çikolata gibi kullanıldığını söyleyebilirim. Fazlaca karşıma çıkan bir turunçgil kullanımı değil. Kötü değil ama sevdiğimi de söyleyemeyeceğim. İlerleyen dakikalarda turunçgiller geri çekilirken farklı, meyvemsi ve tatlı amber kendisini gösteriyor. İlk kullanımlarda fark edememiştim bu tatlımsı amberi. Evet biraz egzotik ve neredeyse ferah. Ambere benzoin ve paçuli de eşlik ediyor. Başlangıcıyla benzer hissiyatı veriyor orta kısım. Son bölüme geçildiğinde paçulinin ağırlığı artıyor. Angel'ı andıran kremsi paçuli bence parfümün en güzel kısmı. Paçuliye yumuşak odunsu notalar ve hafiften de sandal ağacı eşlik ediyor. Gayet güzel.

Prada Amber’in, üst ve orta notaları benzer yapıda. Sonlardaysa kokusu değişiyor. Genel olarak şekerli meyvemsi amber, paçuli, sandal ağacı, tatlı baharatlar, buruk-ekşi çiçekler ve miskten oluştuğu söylenebilir. Kadın parfümü olmasına rağmen yoğun feminenlik yok. Özellikle sonlardaki paçuli, neredeyse erkek kullanımına bile uyabilir. Hissedilir orandaki tatlılık muhtemelen bal ile sağlanmış.

Prada Amber'i çok sevdiğimi söyleyemem. Zaman zaman fazlaca kullanılmış tatlılık rahatsız edici oluyor. Zaman zaman da garip-buruk çikolatamsı-portakallı amber alışıldık gelmiyor. Rahatsız edici yapaylığa rastlanmasa da ortalama koku güzelliğine sahip, fazlaca ses getiremeyecek bir parfüm olarak düşünülebilir. Zaten genel olarak parfüm platformlarında ismi fazlaca geçmiyor. Prada'nın ilk kadın parfümü olması bakımından merak ettiğim bu arkadaş, fazlaca etkileyemedi beni. Tek güzel yanı, alt notalardaki paçuli kullanımı.


Farkındayım parfümün ismi Amber. Buradan amber kokusunun ön planda olmasını beklemeliyiz. Fakat Prada Amber'de paçuli her zaman daha baskın. Amber adeta yan rolde karşımıza çıkıyor. İlginç olan ise Prada Amber'in erkek versiyonunda da benzer uygulama var. O parfümün de ismi amber olmasına rağmen, amber fazlaca hissedilmiyordu. Sanırım Prada'nın isim-koku bağlamı üzerinde biraz daha çalışması lazım.

Prada Amber, Eau de Parfum (EDP) formunda. Genel olarak tene yakın kalıyor. Kalıcılığı iyi. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak uygun olacaktır. Sıcak yaz günlerinde fazlaca tatlımsı kaçabilir. Genç kadın arkadaşlarımıza tavsiye edebilirim. Modern, ortalama koku güzelliğine sahip, ortalama bir kadın parfümü olarak tarihteki yerini alacağını düşünüyorum.

Parfümün tasarımını Carlos Benaim, Max Gavarry ve Clement Gavarry yapmış. Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında amber paçuli olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. Tania hanım, Angel ile benzer DNA'ya sahip olduğunu ama onun başarısız bir meyveli çiçeksi versiyonu olduğunu belirtmiş. Bence de kesinlikle haklı bu konuda.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

13 Şubat 2014 Perşembe

Slumberhouse – Jeke (2008)


Slumberhouse – Jeke (2008)

"Muhtemelen parfüm tasarımcıları arasında, en az kalifiye ve eğitimi olmayan kişiyim. Deneyimlerim yoluyla tamamen kendi kendimi eğittim. Parfümlerimi oluştururken ilhamımı kurgusallık, doku, zaman, içinde bulunduğum mod ve diğer başka her şeyden alıyorum.

Parfümlerimin çoğunda üst notalar bulunmaz. O tarz bir kullanımı sevmiyorum. Parfüm yapmak ile ilgili kendime ait bir yöntem geliştirdim. Parfüm yapımı ile ilgili bazı kitaplar okudum. Eski tarz parfüm yapım tekniklerinde üst-orta-alt notalarla, belli yüzdelerle koku piramiti oluşturulur. Fakat bu yöntem benim umrumda değildi. Kendi yöntemim ile parfüm yapmak istiyordum. Eğer parfümlerimi kimse beğenmeseydi, benim eğitimsiz olduğumu düşünüp, hakkımda öyle karar verecektiniz. Evet parfümör eğitimim yok ama kendi tarzım var." (Josh Lobb – Slumberhouse’un kurucusunun söyleşisi)

Parfüm endüstrisindeki Fransız etkisinin ve gücünün yavaş yavaş kırılmaya başladığı zaman diliminde olabiliriz. Aklımıza gelen neredeyse en önemli ana akım ve niş markaların Fransa kökenli olduğunu düşünürsek, rakiplerinin de boş durduğunu söylememiz zor. Parfüm endüstrisinden daha çok pay almak isteyen Amerika kökenli bağımsız niş markalar, kendilerini dünya piyasalarına sunmaya başlıyorlar. Bunlardan birisi de 2008 yılında kurulan Slumberhouse.

                                                                              Resim: Cafleurebon

Bir çok marka gibi merkezi New York'da değil, Amerika'nın kuzey batı kıyı eyaleti Oregon-Portland'da. Yukarıdaki söyleşiden alıntı da markanın kurucusu Josh Lobb'a ait. Klasik anlamdaki parfüm yapım tekniklerine karşı çıkıyor ve kendi tarzının olduğunu sıklıkla vurguluyor. Bu anarşist adam, şimdiye kadar on beş parfüme imza atmış durumda. Ülkemizde fazlaca kişi tarafından bilinmeyen Slumberhouse'un ilk piyasaya sürdüğü parfümü Jeke ile tanışmış durumdayım bir süredir. Önümüzdeki yıllarda ismi çok daha fazla geçecektir Slumberhouse'un. Yurt dışındaki platformlarda şimdiden önemli bir seven kitlesi oluşmuş durumda Slumberhouse parfümlerinin. Koku severler olarak tabiki takip edeceğiz kendilerini.

Jeke, kısaca şöyle tanıtılmış: "Alacakaranlığın tatlı dumanı. Sonbaharı çağrıştıran tütün kutusundaki bir nefes duman." Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı keskin, karanlık bir ahşap cilası şeklinde gerçekleşiyor. Bir mobilya atölyesine girdiğimizde karşımıza çıkan yeni kesilmiş ahşap ve üzerine sürülmüş cila nasıl kokarsa, Jeke'nin başlangıcı da öyle. Üst notalar bence oldukça odunsu fakat açıklanan notalarının içinde siyah çay var. Biraz düşününce bu kokunun siyah çaya ait olma olasılığını yadsımıyorum. O zaman çay-ahşap ikilisinden bahsedebilirim. Başlangıcını kendime yakın bulmadım. İlerleyen dakikalarda kokusu oldukça değişiyor. Boyalı ahşabın yerini tatlımsı baharatlar (karanfil) ve kuru sayılabilecek tütün alıyor. Müthiş bir dönüşüm. Orta notalar da karanfil ve tütünün uyumu harika. Başlangıcını ne kadar sevemesem de orta kısmını o kadar sevdim. Tam bir zıtlıklar kokusu Jeke. Sonlardaysa tütün artık hissedilmiyor. Onun yerine kuru bir tütsü ve ağırlıklı olarak vanilya baş role geçiyor. Eh işte diyebilirim sonları için. Böylece de tenden ayrılıyor.

Jeke'nin tanıtımında ve konseptinde tütün temasının önemli yeri var anladığım kadarıyla. Bende bu duruma katılıyorum. Genel olarak tatlı tütün, baharatlar, odunsu-çay ve reçine üzerine kurulu bir kompozisyona sahip. Tütün kokularını seven birisi olarak fena bulmadım kokusunu. Orta kısmına bayıldım. Başlangıcını biraz kaba ve rahatsız edici buldum. Son kısmına da idare eder diyebilirim. Aklınızı başından almayacaksa da farklı bir deneyim olarak zihninizin bir yerlerinde durması gereken kokulardan olduğu söylenebilir.

Jeke, erkeksi yanı ağır basan bir arkadaş. Kadınların üzerinde bu kokunun çok cazip hale gelebileceğini sanmıyorum. Hele ki başlangıçtaki o ayakkabı boyası benzeri notaların, kadınların ilgisini çekeceğini söylemek zor. Bu anlamda tarafını belli etmiş bir parfüm diyebilirim.


Yapaylığa rastlanmayan, gayet kaliteli, zaman zaman rahatsız edici zaman zaman kendisine aşık edici zaman zaman "nereden bulaştım bu parfüme" dedirtebilecek karanlık, koyu, dumansı, ağdalı, reçinemsi ve çok katmanlı bir parfüm. Kimi yorumcuların onu çok düz bulmasını ise anlamak zor. Üst-orta ve alt notalar gayet bariz şekilde birbirinden ayrılmış, değişken, sürprizli, ilginç bir kokuya sahip. Eğer bu tür kokulara merakınız varsa, zaman kaybetmeden denemenizi öneririm.

Jeke başarılı bir dengeye oturtulmuş. Mesela başlangıçta kuru ahşap-çayın yanında tatlımsılık da hissediliyor. Ama sanki ikisi birbirine karışmadan yan yana asılı duruyor. Bu tür bir efekte daha önce rastladığımı hatırlamıyorum. Aynı şekilde orta kısımda kuru pipo tütünü kokusunun hemen yanında tatlımsı karanfil mevcut. Gerçekten çok farklı. Son kısımda ise bu tür bir kullanıma rastlamadım. Düz bir vanilya-tütsü kombinasyonu şeklinde sonlanıyor.

Ne yapayım elimde değil seviyorum tütün kokan parfümleri. Burada özellikle orta kısımda itibaren ortaya çıkan tütün, pipoların içini kokladığınızda, dumansı kül tabağı gibidir ya, işte aynen böyle. Tatlılık abartılmamış. Dumansı, gizemli, reçinemsi güzel bir ittifak halinde size kendisini gösteriyor Jeke. Olgun, oturaklı, ağır abi algısı uyandırıyor zihnimde. Puro içen, göbekli, ihale peşinde koşan, "Alo Fatih"lere uymayacak bir parfüm o. Tozlu raflarda kitap karıştırmayı seven, evinde kocaman kütüphanesi olan, pipo kullanan, bohem, grotesk ve alegorik anlatıma sahip eserlere imza atan, biraz asosyal ve ukala erkekler için çok uygun olacaktır.

Bahsetmem gereken önemli bir konu da parfümün konsantrasyonu. En yoğun ve en güçlü konsantrasyon olan Extrait Parfum formuna sahip. Bu durum çok yüksek fiyatlara satılmalarını gerektiriyor Slumberhouse parfümlerinin. Onun için bir şekilde deneyip öyle almanız yerinde olacaktır. Çok yoğun formuna rağmen fark edilirliği yüksek değil. Başlangıcı biraz saldırgan. Orta kısımdan itibaren sakinleşiyor. Kalıcılığı gayet iyi.


Tenime her uyguladığımda çok koyu ve yoğun bir tabaka oluşturdu Jeke. Bu durumun oluşmasında Extrait Parfum konsantrasyonun payı var. Zaten koyu yeşil bir renge sahip sıvısı. Tenime her uyguladığımda koyu yeşil bir tabaka oluştu adeta. Onun için açık renkli kıyafetlerinize sıkarsanız muhtemelen yeşil leke bırakacaktır Jeke. Bu sebeple kıyafette değil de ten üzerinde kullanmak daha yerinde olacaktır. Yoksa bütün kıyafetlerinizi koyu yeşile boyayacak kadar yoğun bir parfüm. Benden söylemesi.

Tam bir sonbahar-kış canavarı. Soğuk havalarda etkisi çok daha güzel olacaktır. Bahardan kalma bu ılık havalarda denediğim Jeke, sıcak sayılabilecek gündüz saatlerinde oldukça tatlımsı sıradan bir haldeyken, havanın soğuduğu akşam saatlerinde müthiş derin bir kokuya dönüştü. İlkbahar-yaz mevsimi parfümü olmadığı gayet açık. Yaş olarak da otuz ve üzerindeki arkadaşlara öneririm.

Koku Güzelliği:10/7.5