1 Kasım 2014 Cumartesi

Paco Rabanne – Invictus (2013)


Paco Rabanne – Invictus (2013)

"Fark etmez kapının ne kadar dar olduğu
Nasıl cezalarla dolu olduğu kitabın
Kaderimin efendisi benim:
Ruhumun dümeni benim ellerimde."

Yukarıdaki dizeler, İngiliz şair William Ernest Henley'in muhtemelen en sevilen ve bilinen şiirine ait. İsmi Türkçeye "Yenilmez" olarak çevrilebilecek şiirin, İngiliz edebiyat dünyasında yerinin büyük olduğunu söylememe gerek yok sanırım. 1875 yılından itibaren etkileri süren, insanların kendilerinden birşeyler bulmalarını sağlayan, hatta Nelson Mandela'nın uzun hapis hayatı sırasında da sık sık bu şiiri okuduğunu söyleyen kaynaklar mevcut. Zamansız olarak nitelenen bu şiirin isminin "Invictus" olması ve kararlı bir duruşu anlatması benim için yeterince ilgi çekici.

Ve günlerden bir gün, elime 100 ml.lik şişesinde Paco Rabanne'in Invictus isimli parfümünün geçmesi, bu şiiri hatırlamama sebep oldu. Güçlü olmayı, vazgeçmemeyi ve korkusuz olmayı öğütleyen İngiliz şairi William Ernest Henley'in Invictus şiiri, 2013 yılında daha çok gündeme gelir oldu. Çünkü aynı isimle, dünya parfüm pazarının en popüler oyuncularından birisinin lansmanı vardı. Paco Rabanne hazır giyim markası, Black XS ve 1 Million gibi çok satan hitlere imza atmıştı. Şimdi ise hedef onların bir basamak üzerine çıkmaktı başarı olarak. Invictus isimli parfümün "modern kahramanların kokusu" olduğunun vurgulanması tesadüf olmasa gerek.

Puig firması tarafından üretilen Invictus için iddialı hedefler konmuş. Puig'in uzun sayılabilecek basın bülteninde bunun ipuçlarını görebiliyoruz. Parfümün tanıtımı için "yerel pazarlara güçlü medya yatırımı yapmayı ve çok yaratıcı şekilde sosyal medya kullanımını" hedeflediklerinden bahsetmişler. Ayrıca 1 Million'un parfüm endüstrisindeki büyük başarısını hatırlatıp şöyle söylemişler: "Biz 1 Million'ın iş planını koruyacağız. Invictus ile çok farklı bir hikaye anlatacağız".


Zaten Paco Rabanne'in pazarlama birimi de Puig'in bu iddiasını doğruluyor: "Invictus çok farklı bir parfüm. 1 Million'dan farklı bir evrene ait. Invictus, 1 Million'dan daha az materyalist ve daha kendine özgü".

Invictus'un resmi tanıtımında yapılan bir konuşmada ise şu cümleler dikkatimi çekti: "Bizim için herşey bir rüya ile başladı. İlk rüyamız bir rock yıldızı haline gelen Black XS'ti. İkinci rüyamız zengin ve ünlü olan 1 Million'dı. Bugünkü rüyamız ise her erkeğin hayali olan bir şey: Şampiyon olmak".

Invictus'un resmi tanıtımında parfümün isminin nereden geldiği de kısaca açıklanmış: "Güçlü erkeksilik ve Latin kimliği". Son yıllarda, adeta stadyumların tanrıları haline gelmiş başarılı erkek sporculardan güçlü referanslar alındığı saklanmıyor pazarlama kampanyasında. "Kahramanlık ve şampiyonluk" övgüsü ve vurgusu da en çok karşılaştığım yönüydü Invictus'un tanıtımında.

Parfümün kokusu hakkında ise şöyle söylenmiş: "Parfümör Véronique Nyberg'in çözmesi gereken sorun, Paco Rabanne'in kendine özgü ferahlık kavramını yeniden ele alıp değiştirmesiydi. Biz Paco Rabanne olarak ondan, geleneksel koku piramidine bağlı kalmayan, tamamen yeni bir yapı tasarlamasını istedik. Sonuç olarak çift kutuplu bir formül ortaya çıktı: Farklı tarafları olan ama aynı zamanda bütünleyici".


2013 yılında, ana akım markalar arasında ses getiren lansmanlardan birisi olan Invictus'un geri planı hakkında bu kadar bilgi yeterli olur sanırım. Konuyu daha fazla uzatmadan parfümün bana hissettirdiklerine geçeyim. Invictus'un ferah odunsular ve baharatlar üzerine inşa edildiğini söyleyeyim ilk olarak.

Parfümü ilk sıktığımda karşıma ferah turunçgiller çıkıyor. Günümüzün modern ve yeni parfümlerinin birçoğunda rastlayabileceğimiz tarzdaki ferah-akuatik turunçgiller portakal-greyfurt ikilisine daha yakın. Başlangıcı sıra dışı değil ama deneyen çoğu kişinin beğenebileceği tarzda. Üst notaları için vasat denebilir. Orta kısma geçildiğinde ferah turunçgiller geri çekilirken, tatlımsı ve yine ferah baharatlar sizi karşılıyor. Kakule ve biber tabii ki başrolde. Baharatlara akuatik hissi veren denizsel notalar hala destek veriyor. Başlangıçtaki vasatlık ve yapaylık burada da devam ediyor. Son kısım ise bu tür parfümlerin kitabına uygun olarak odunsu karakterde. Yapay sedir ağacı (belki de Iso E Super), ve diğer bilumum yapay ağaçsılar. İşte size Invictus.

Bu parfümü kullanan herkesin "bu kokuyu bir yerden tanıyorum" hissine kapılması kuvvetle muhtemel. Çünkü o günümüzün yeni nesil yapay-ferah-akuatik-meyveli-odunsu-baharatlı parfümlerinin tekrarı olmaktan öteye geçemiyor. Yani ne varsa içine doldurmuşlar. Ne başlangıcındaki akuatiklere yaklaşan turunçgiller ne orta kısımdaki sıkıcı baharatlar ne de sonlardaki burun tırmalayan yapay odunsular onu özgün ve farklı kılmıyor. Onlarca örneğine rastlanan ve moda halini alan bu segmentten pay kapmaya yönelik piyasa işi bir arkadaş gibi görünüyor Invictus.


Şimdi efendim, Invictus, bence akuatik olarak tasarlanmış. Daha sonra biraz baharatlar eklenmiş. Son noktada da odunsular monte edilmiş. Yani ortaya standart erkeksi-tatlı piyasa kokusu çıkmış. 15-25 yaş arası erkeklerin mağazaya gidip, ısrarlı görevlilere dayanamayıp, üzerlerine sıkmalarına izin verdikleri andan itibaren, ferah ve genel beğeniye uygun üst ve orta notaları sayesinde hemencecik beğenip, alacakları bir parfüme benziyor. Kokuların dünyasıyla fazla haşır neşir olmayan genç ve deneyimsiz arkadaşlarımızın, ilk heyecanla ve başlangıcının verdiği enerjiyle alacakları Invictus'u muhtemelen severek kullanacaklardır. Sözümüz yok, kim istediği parfümü kullanıyorsa ona saygı duyarız.

Amma parfümler konusunda biraz daha derinlere inmiş, burnu belli deneyimler yaşamış ve koku kültürüne sahip "parfumista"ların Invictus'a pek meyil etmeyecekleri ortada. Çünkü bu parfüm, örneğine milyonlarca defa rastlanabilecek yapısıyla, hiç bir yenilik vaat etmeyen vizyonuyla, "oltaya kim takılırsa kardır" zihniyetiyle, "aman herkes sevsin de bol bol şişe alsın" kafasıyla, yapaylığı ve sıradanlığı tekrar eden tavrıyla koku bağımlılarını hiç de mutlu etmeyecektir.

İyi de Invictus kötü bir parfüm mü? İyiliğin ve kötülüğün olabildiğince sübjektif olduğu parfüm işinde mutlak iyi-kötü yaftası bizi doğru yola götürmeyebilir. Kullanım sürecinde bol bol üzerime boca ettiğim Invictus, zaman zaman "o kadar da başarısız değil sanki" diye kendimi sorgulamama bile sebep oldu. Hani bazı parfümlerde şeytan tüyü vardır. Parfümün yapay ve başarısız olduğunu bilirsiniz. Ama aynı zamanda da bir taraftan sizi yakalar. İşte Invictus'un böyle bir etkisi var. Oysaki bir şişesini aldığınızda kısa süre sonra sıkılacaksınız. Varın gerisini siz değerlendirin artık.

Şaşırtıcı olan ise resmi tanıtımda parfümün dört adet tasarımcısının olduğunun belirtilmesi. Bir parfümü nasıl dört parfümör tasarlar pek anlayamadım ama böyle söylediklerine göre muhakkak doğrudur. Veronique Nyberg, Anne Flipo, Olivier Polge ve Dominique Ropion gibi şöhretli isimler bir araya gelip, kokusuna imza atmışlar.


Şampiyonluk kupası şeklindeki şişesinin Cedric Ragot tarafından tasarlandığına dair bilgi var umarım doğrudur. Gerçi şişesini de beğenmedim. Kapak ve üst bölümdeki ucuz plastikten yapılmış kısım, gayet basit ve çocukça duruyor.

EDT formülasyonuna sahip. Dört mevsimde de kullanılabilir bence. Genç erkek arkadaşlarımıza tavsiye ederim. Üst yaş grupları için fazlasıyla "delikanlı işi" kaçabilir. Kalıcılığı ve fark edilirliği ortalama seviyelerde.

Koku Güzelliği:10/4.5

29 Ekim 2014 Çarşamba

29 Ekim

Cumhuriyetimize çocukların masumiyetiyle bakabilmek... Belki de tek ihtiyacımız olan şey bu... Cumhuriyeti, hukuku, insan haklarını, özgürlükleri ve demokrasiyi her yönüyle özümseyenlere... İyi bayramlar :)


Robert Piguet – Baghari (2006)


Robert Piguet – Baghari (2006)

Kariyerinde L'Air du Temps, L'Interdit, Monsieur de Givenchy gibi döneminin önemli parfümlerine imza atmış Francis Fabron'a acaba Robert Piguet ne söylemişti? Onunla nasıl bir anlaşma yapmıştı? Onun için piyasaya süreceği parfümün tasarım aşamasına ne kadar müdahil olmuştu? Belki de bay Fabron'dan "hayalperest kadının arzulayacağı " bir koku istemişti Robert Piguet. Kim bilir.

Baghari isimli kadın parfümünün yaratılış öyküsünü ne yazık ki bilemiyorum. 1950 yılında, dönemin en önemli parfüm markalarından birisi olan Robert Piguet'in, koleksiyonuna yeni parça tasarlaması için Francis Fabron'un kapısını çaldığını ise biliyoruz. Bu eşsiz parçanın adı Baghari olacaktı. Bundan tam altmış dört yıl önce, Piguet'in dördüncü parfümü olarak dünyaya gelecekti Baghari.

Robert Piguet'in diğer görkemli klasikleri gibi Baghari'de çok uzun yıllar üretilmedi ve üzeri tozlanan pırlanta gibi gün yüzüne çıkmayı bekledi sabırla. 2006 yılı, onun ikinci doğum tarihi oldu adeta. Piguet'nin diğer klasikleri ile beraber, genç parfümör Aurelien Guichard tarafından yeniden yorumlandı ve dünya parfüm pazarına sunuldu. Uzun zamandır çekmecemde duran yeni formülasyon Baghari'ye elim nedense bir türlü gitmemişti. Demek ki herşeyin bir zamanı varmış ve doğru gün bugünmüş.


Fragrantica'da çiçeksi oryantal olarak sınıflandırılan Baghari'nin başlangıcı tertemiz turunçgiller ile gerçekleşiyor. Baskın portakal olarak düşünmeyin üst notaları. Daha çok portakal çiçeği kıvamında çiçeksi bir dokunuş. Açılışı fena değil Baghari'nin. İlerleyen dakikalarda benzer tavır devam ediyor. Portakal çiçeğinin yerini beyaz çiçekler alıyor. Sümbülteber benzeri çiçeksiliği yasemin ve iris (süsen) sağlıyor olabilir. Aldehitler müthiş bir rol oynuyor. Abartılı kullanılmamış aldehitler biraz pudralı hissiyat veriyor ama neyseki No.5 EDP'nin başları gibi değil. Azıcık da menekşe ve gül mü var orta kısımda? Bu bölümü biraz banyo sabunlarına benzettim ve kendime yakın bulmadım. Son bölümdeki değişim görülmeye değer. Beyaz çiçeksi yapı neredeyse yok alt notalarda. Kremsi, bembeyaz vanilya ve yine bembeyaz yumuşacık misk karşılıyor sizi. Harika vanilyayı koklamaya doyamıyorum. Sonları nefis Baghari'nin. Açık ara en sevdiğim yeri oluyor kapanış kısmı.

Baghari'nin kadın parfümü olarak tasarlandığını düşünürsek, çiçeksi karaktere sahip olması şaşırtıcı değil. Tabii burada çok kadınsı bir çiçeksilikten bahsedemem. Nötre yakın beyaz çiçekler, takıntısız erkekler için rahatlıkla giyilebilir. Aldehitlerin sınırlı ve kibar kullanımı gayet akıllıca. Sonlardaki kremsi-lezzetli vanilya adeta süt tadında ve kıvamında. Vanilyaya eşlik eden amber ve misk yeni yıkanmış ve mis gibi kokan nevresim gibi.

Merak edenler için söyleyeyim. Baghari, erkekler için tasarlanmış Prada'nın Amber Pour Homme'undan veya Francis Kurkdjian’ın Apom Pour Homme’undan daha kadınsı değil. Eğer Amber Pour Homme ve Apom Pour Homme, erkek parfümüyse, Baghari'yi de erkekler de kullanabilir. Günümüzün modern parfümlerine öykünen bu yeni formülasyon, ayarı kaçırılmamış tatlılık barındırıyor.


Carnal Flower ya da Fracas gibi baskın sabunsuluk ve beyaz çiçek temasına sahip değil Baghari. Onu kullanmadan önce okuduklarımdan dolayı fazlasıyla çiçeksi olacağını düşünüp, tedirgin olmuştum. Kullanım sürecinde o bilindik insanın içini bayan çiçeklerle karşılaşmadım. Bence Baghari, yoğun bir dişilik yaymıyor etrafa. O daha çok huzurun, barışın, hayal dünyasının, şefkatin, mutluluğun kokusu.

Yapaylık ve Maison Francis Kurkdjian'ın kimi çiçeksi parfümlerindeki kontrollü sterillik yok neyseki Baghari'de. No.5 EDP'deki tozlu ve boğucu aldehitleri örnek almamış kendisine. Bence o bembeyaz, temiz, saf ve masum bir koku. Basit, modern, genellikle tek düze ve fakat tam bir ten kokusu. Onu, yeni duştan çıkmış teninize çok değil 1-2 defa sıkın ve öyle koklayın ve gözlerinizi kapatın. Binbir türlü hayal kurun, çocukluğunuzu hatırlayın, annenizin teninin kokusunu anımsayın, eğer varsa bebeğinizin minik kollarının kokusunu içinize çekin. Belki de Baghari'ye yakın aromayla karşılaşırsınız.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında portakal şipre olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört puan verilerek çok beğenilmiş bay Turin tarafından.


Eau de Parfum (EDP) formundaki Baghari'nin kalıcılığı harikalar yaratmıyor. Fark edilirliği orta seviyede. Her yaştan kadına hitap edebilecek kokusu, genel beğeniye uygun gibi görünüyor. Serin sonbahar günlerinde kullandığım Baghari'yi doğru dozajlama ile dört mevsimde kullanmak zor olmasa gerek.

Koku Güzelliği:10/7

25 Ekim 2014 Cumartesi

Burberry – London For Men (2006)


Burberry – London For Men (2006)

Thomas Burberry isimli yirmi bir yaşındaki genç, 1856 yılında kendi ismiyle kuracağı markasının bu kadar büyük başarılar kazanabileceğini muhtemelen düşünemezdi. İster zamanı gelmişti deyin ister kader deyin, 19. Yüzyıldan 21. Yüzyıla sürekli büyüyerek ve gelişerek gelen Burberry, artık küresel moda sektörünün en önemli oyuncularından birisi. Abartılı olur mu bilemiyorum ama İngiltere’den çıkan belki de en güçlü markaların arasında sayılabilir Burberry.

Bu köklü ve gösterişli tarih, Burberry’den her anlamda beklentilerimizin yüksek olmasına sebebiyet veriyor. Sadece uzmanlık alanları tekstil değil, ürün verdikleri her alanda sağlam marka imajları hep arkalarında. Doğal olarak parfümseverlerinde Burberry’den beklentileri gayet yüksek.

Burberry’nin uzun tarihine bakacak olursak, parfümlerin fazla bir zaman dilimini kapsamadığını görebiliriz. İlk parfümlerini 1981 yılında piyasaya sürdüklerini düşünürsek, biraz geç bile kaldıkları söylenebilir. Fakat her tasarım markası gibi onlarda parfümlerin ticari büyüsüne kapılmış durumdalar. Artık çok daha aktifler yeni parfümler konusunda.


Bugünkü konuğum London, 2006 yılında, markanın kuruluşunun yüz ellinci yıl dönümü nedeniyle piyasaya sürüldü. Aynı zamanda bu isimle tekstil ürünleri de var Burberry’nin. Tabii bizi ilgilendiren kısma geçeceğiz şimdi. London For Men, uzun zaman önce kullandığım bir parfüm. Aradan geçen yılların ardından yeniden incelemeye almamın sebebi, çok güzel bir parfüm olarak aklımda kalmış olması. Bakalım aradan geçen yıllar, neler düşündürtecek bana.

Fragrantica’da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış London For Men. Üzerime sıktığımda beni ekşi meyveler karşılıyor. Tatlımsı kırmızı meyvelere (kiraz, vişne), çimensi sayılabilecek yeşillikler eşlik ediyor. Hafiften yapaylık barındıran üst notalar benim sevdiğim gibi ama yüksek kaliteli değil. İlerleyen dakikalarda kokusuna baharatlar ekleniyor. Tarçın ve biber olduğunu tahmin ettiğim baharatla harmanlanan kiraz ekşiliği gayet güzel hale getiriyor kokusunu. Bu andan itibaren biraz da tütün/tütün yaprağı ve içki (şarap) algılıyorum. Orta bölümü yine yüksek kaliteli değil ama gayet başarılı. Son kısımlarda koku formu değişmiyor. Tatlılık ve baharatlar azalıyor sonlarda. Yoksa deri mi var kapanışta? Ya da odunsu notalar. Büyük ihtimalle ikisi de mevcut.

London For Men, tatlı/ekşi, meyveli, baharatlı, tütünlü ve zaman zaman içkimsi kokuyor. Başlangıçtaki meyvemsilik, yerini orta bölümde baharatlara bırakıyor. Tütün biraz daha geri planda sanki. Lezzetli vişneli tütün ve şaraba yatırılmış tütün yapraklarını düşündürten kokusu, parfümün ana eksenini oluşturuyor.


Ferah olamayacak kadar sıcak baharatlar, parfümün önemli akslarından birisi. Tarçın ve biberin rolü büyük genel anlamda. Tatlı ama asla bayık şekerli olmayan kırmızı meyvelerle birlikte verilmiş baharatlar, tam istediğim gibi. Fakat tütün ya da tütün yaprağı kokusu, pek hazzetmediğim şekilde yeşil, sabunsu ve biraz yapay verilmiş. Keşke daha pipo tütünü gibi verilseydi. Genel olarak tütün temalı parfümleri severim fakat London For Men’deki tütünü pek başarılı bulmadım.

Peki London For Men güzel kokuyor mu? Kesinlikle! Belki de benim sevdiğim tarza yakın olduğu için, beğendim onu. Evet niş parfüm kalitesi beklemek abes olabilir ama olabilecek en iyi ana akım tütün-baharat-kırmızı meyveler kombinasyonlarından birisi. Hissedilir oranda erkeksi, cazibeli, zengin ve leziz.

İyi de rakipleri kimlerdir London For Men’in? Biraz Spicebomb, hafiften Costume National Homme, azıcık A Men Pure Havane. Yeşil yapaylığı Spicebomb’ı andırıyor. Tarçınlı baharatları Costume National Homme’u çağrıştırıyor. Kirazlı tütünü ise A Men Pure Havane efekti veriyor. Eğer sıralama yapacak olursam Spicebomb’ı rahatlıkla geçer koku güzelliği anlamında. Costume National Homme’un ise az farkla gerisinde kalır.


Elliden fazla Burberry parfümü olduğunu düşünürsek, henüz 4-5 kokusunu kullandım markanın. Çok fazla Burberry parfümü deneyimim olmadıysa da şimdiye kadar tecrübe ettiğim en başarılı Burberry parfümü olarak yerini alıyor London For Men. Evet yapaylık sınırında dolaşıyor zaman zaman. Kalite anlamında da harikalar yaratmıyor. Hatta çocukken annemizin biz hastayken zorla içirdiği kirazlı öksürük şuruplarının tadına benziyor. Ama her yerde bulunabilen, çok uygun fiyatlara satılan London For Men, parfümlere anormal rakamlar ödemek istemeyen ortalama kullanıcılar için gayet iyi seçenek. Tabii bu tarz kokuları seviyorsanız.

Parfüm platformlarında London For Men’in en çok eleştirilen tarafı performansı. Özellikle fark edilirliğinin zayıf olması sürekli dile getiriliyor. Kullanım sürecinde bu durum benimde dikkatimi çekti. Başlangıçtaki patlamayı, ilerleyen dakikalarda çekingen ve tene yakın bir koku takip ediyor. Bu anlamda “parfümüm herkes tarafından fark edilsin” isteğindeyseniz, size önermem mümkün görünmüyor. O, daha çok hava yağmurluyken, evinizde ya da ofisinizde zaman geçirirken, keyif alınacak ve bol bol koklanacak bir ten kokusu. Kıyafet üzerine kullandığımda sıradan ve sıkıcı kokan London For Men, ten üzerinde çok daha zengin ve ilginç hale geliyor.

Kokusunun tasarımını, birçok önemli marka için çalışmış burunlardan Antoine Maisondieu yapmış. Sıcak ve baharatlı yapısından dolayı sonbahar-kış mevsimlerinde kullanmak daha uygun olacaktır. Her ihtimale karşı önceden denemeden almayınız.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

20 Ekim 2014 Pazartesi

Jovoy – Ambre Premier (2011)




Jovoy – Ambre Premier (2011)

1920'li yılların başlarında Blanche Arvoy isimli kadın, Paris sosyetesinin o zamanlarda ihtiyaç duyduğu büyük bir eksikliği gidermeye karar vermişti. Dönemin elitlerinin ve yüksek gelirli ailelerin parfüm alabilecekleri özel parfüm satış butiği açmayı düşünüyordu. Bu alanda, 1920'li yılları düşünürsek seçenek fazla değildi Fransa'nın başkentinde. Çünkü yüksek sosyeteye mensup kişiler asla sokak sokak gezip alışveriş yapmazlardı. Onlar için özel hizmet veren, lüks mağazaları severdi üst gelir grubuna mensup Parisliler.

1923 yılında parfüm satış butiğini açmıştı bayan Arvoy. Dönemin lüks ve kaliteli sayılabilecek parfümlerini ve kokularını müşterilerinin beğenisine sunuyordu. İşte 1920'li yıllardan bu yana bir geleneğin devamı Jovoy parfüm butiği. Günümüzde burayı zor bulunan niş markaların satıldığı ve parfümseverlerin uğramadan edemediği bir yer olarak düşünmemiz gerekiyor. Gerçi parfümerinin merkezi sayılabilecek Fransa ve başkenti Paris, bu tür mağazalar konusunda cömert davranıyor konuklarına son yıllarda.

Jovoy lüks parfüm butiği, ilginç bir karar vererek, kendi ismiyle parfümler piyasaya sürmeye başladı. 2007 yılında çıkardıkları "Les 7 Parfums Capitaux" serisini diğer parfümleri takip etti. 2014 yılının Ekim ayı itibariyle kendilerine ait yirmi parfümleri var. Tabii bu parfümleri dışarıdan parfümörlere tasarlatıyorlar. Yurtdışı merkezli parfüm platformlarında ise Jovoy'un parfümleri ilgi çekiyor ve tartışılıyor. Ülkemizde ise fazla bilindiği söylenemez Jovoy'un koku tasarımları. Genel itibariyle fiyatları ve konsepti bakımından niş parfümlere yakın duruyor Jovoy'lar.


2011 yılında piyasaya sürdükleri Ambre Premier, isminden de anlaşılacağı üzere amber temasına sahip. Parfümün tasarımını fazla duyulmamış burunlardan Michelle Saramitot yapmış. Bakalım bay Saramitot nasıl bir iş çıkarmış.

Kendi sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış Ambre Premier. Parfümün başlangıcı ortalama tatlılıktaki amber ile gerçekleşiyor. Yumuşak ve tozlu amber gayet güzel. İlerleyen dakikalarda orta bölüme geçiliyor. Başlangıçtaki koku formu değişiyor. Ambere ek olarak gül ekleniyor. Hatta tatlımsı baharatlar da var geri planda. Orta bölüm amber-gül ve baharatlar ekseninde devam ediyor. Son kısımda paçuli ortaya çıkıyor iyice ağırlığını hissettiriyor. Fazla tatlılık barındırmayan paçuli, neredeyse kakao acımsılığı taşıyor. Paçuliye biraz da vanilya eşlik ediyor. Kapanış böylece gerçekleşmiş oluyor.

Ambre Premier, ismindeki amberi başından sonuna kadar hissettiriyor. Başlangıçta tatlımsı amber mevcut. Üst notalar ilk kullandığımda itici geldiyse de sonraki kullanımlarda alıştım. Orta bölümde egzotik ve gizemli yapı devam ediyor. Orta notaların sürpriz oyuncusu gül. Kadınsı kullanılmamış gül karanlık ve biraz tozlu. Baharatlarla uyumu gayet iyi. Parfümün en sevdiğim yeri burası oldu zaten. Sonlardaki değişim dikkat çekici. Üst ve orta kısımdaki amber baskınlığı, alt notalarda yerini tozlu paçuliye bırakıyor. Angel'ın tatlı olmayan hali de diyebileceğim paçuli fena kullanılmamış fakat garip bir şey rahatsız ediyor sonlarda beni.


Başlangıcını ve orta kısmını beğendim fakat son kısımda bir şey dürtüklüyor burnumu ve beynimi. Kontrollü bir yapaylık hissediyorum. Muhtemelen parlak ve kadifemsi kullanılan amberden geliyor bu his. Bu tip amber genelde başımı ağrıtır. Ambre Premier'de bu kervana katılıyor.

Üst ve orta bölümdeki hafiften hacı yağımsı egzotik-arabik amber güzel verilmiş. Ona eşlik eden erkeksi tozlu gülle iyi bir ikili oluşturuyorlar. Fakat sonlarda yapaylık sınırındaki tatlı olmayan paçuli, pek hoşuma gitmedi. İtici kapanışı hayal kırıklığı yarattı ne yazık ki.

Ambre Premier, Ambre 114'teki kullanıma yakın olarak verilmeye çalışılmış derin amber ile daha iyi kompozisyonla, müthiş bir parfüm olabilirdi. Bu haliyle oldukça yüksek fiyat etiketini hak ettiğini düşünmüyorum. Hele ki Ambre Sultan gibi superstar varken, ikinci sınıf bir aktöre ilgi göstermek içimden gelmiyor.

Eğer amber temalı niş parfümlere meraklıysanız, tabii ki deneyin ve tadına varın Ambre Premier'in. Belki sizin tam da aradığınız koku olacaktır. Fakat benim için garip yapaylığa sahip son kısmıyla, hafif baş ağrısı olarak hafızamdaki yerini alacak.


Kalıcılığı gayet iyi oldu tenimde. Farkedilirliği biraz zayıflıyor ilerleyen dakikalarda. Sonbahar-kış mevsimi için uygun görünüyor. Kimi yerlerde kadın parfümü kimi yerlerdeyse uniseks olarak sınıflandırılmış. Bence kadın parfümü demek abartılı olur. Hatta erkeksi nüanslar taşıdığını bile düşünüyorum. Yaş olarak ise otuz ve üzerindeki arkadaşlara yakışacak gibi.

Koku Güzelliği:10/7