24 Nisan 2015 Cuma

Givenchy – Ange ou Demon (2006)




Givenchy – Ange ou Demon (2006)

İyi ile kötü, cennet ve cehennem, Adem ile Havva, melek ile şeytan... Bu ikilik örneklerini arttırabiliriz. Hatta muhtemelen insanlığın ilk kıssası ve binlerce yıldır bu dünyada yaşamamızın sebebi Hz. Adem kıssasına bakabiliriz. Kuran-ı Kerim'de detaylıca verilmiş olan Adem kıssası ve ondan önce Allah'ın "yeryüzünde bir halife yaratacağım" müjdesini incelemeliyiz belki de.

Şeytan'ın, ilk yaratılmış insana boyun eğmeyi reddetmesi ve Allah'ın makamından kovulmasının anlatısını Kuran'ın çeşitli ayetlerinden okuyoruz. Farklı ayetlerde ise meleklerin güzel karakterlerinden bahsedilir ve övülürler. Yani karşımızda ikili bir yapı var. Bir tarafta iyiliği, temizliği, saflığı temsil eden melekler, diğer taraftaysa kibri, şımarıklığı ve saygısızlığı temsil eden şeytan.

2006 yılında dünyanın en ünlü moda markalarından Givencyh, yeni kadın parfümünün ismini "Ange ou Demon" koyduğunda ilgi çekeceğini tahmin ediyordu. Teoloji ile güzellik endüstrisinin fazla yolu kesişmese de, zaman zaman dini referanslı isimlere rastlıyoruz parfümlerde. Givenchy'nin Ange ou Demon'unu da bu bağlamda düşünebiliriz.

Türkçe karşılığı "Melek ya da Şeytan" olan Ange ou Demon'un kadın parfümü olarak piyasaya sürüldüğünü görüyoruz. Tabii burada kadınların anlaşılmaz, değişken ve öngörülemez ruh hallerinin, güçlü duygusal tepkilerinin, şeytan ve melek ikiliğiyle bağdaşlaştırılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Kadının istediği zaman etrafa mutluluk saçan bir melek olabildiğini, kalbi kırıldığında ya da yaralandığında intikamını acımasızca alabilen şeytana dönüşebilmesi, kadın denen mucizenin kimi zaman meleklik kimi zaman şeytanlık payesi almasına sebep oluyor. Tabii buradan hiç bir kadına ya da genel anlamda insana melek veya şeytan gibi sıfatları layık görmüyorum. Givenchy'nin ve yine genelde birçok markanın "tanıtımda çarpıcılık" ilkesine sadık kaldıkları söylenebilir. Zaten biliriz ki şeytan da melek de aslında içimizde bir yerlerde saklıdır, ta ki biz onu ortaya çıkarıncaya kadar.


Givenchy'nin yeni nesil kadın parfümlerini temsil eden Ange ou Demon, markanın iddialı işlerinden birisi. Büyük reklam kampanyaları ile dünya çapında güçlü şekilde piyasaya sürdükleri Ange ou Demon'un, yakın zamanlarda farklı versiyonları da çıkarıldı. 2015 yılı itibariyle Ange ou Demon isimli on altı parfüm satışa sunuldu. Yani asıl Ange ou Demon'u saymazsak on beş flanker'ı bulunuyor.

Kendi sitelerinde çiçeksi oryantal olarak sınıflandırmışlar Ange ou Demon'u. Zambak çiçeği ve meşe ağacının belirgin etkilerinin olduğunu vurgulamışlar. Parfümün açılışı tatlımsı turunçgiller (mandalina ağırlıklı) ve kremsi yeşil yapraklara güçlü şekilde eşlik eden anason/meyan köküyle gerçekleşiyor. Başlangıcı yeşil, neredeyse çimensi, ilginç ve güzel. Açılışını beğendim. Orta bölüme geçildiğinde turunçgillerin etkisi zayıflıyor. Bu andan itibaren kadifemsi notalar öne çıkıyor. Çok kadınsı olmayan çiçekler, bademli yapay vanilya, şekerli meyan kökü/anason, orta notaları oluşturuyor. Oldukça tatlı kadifemsi orta bölüm hem yapay hem de cazibeli ve kışkırtıcı. Orta kısımda biraz Hypnotic Poison etkileri var sanki. Muhtemelen bademli vanilya teması böyle düşünmeme sebep oluyor. Geçeyim sonlara. Alt notalarda yumuşak odunsu notalar mevcut. Açıklanan notalarında meşe yosunu var ama yine rastlayamadım bu müthiş notaya. Kapanışta ilginç bir sürprizle karşılaşıyorum: tütsü. Karanlık verilmiş tütsü, yeterince rafine ve başarılı. Tatlılığın oldukça azaldığı alt notaları beğendim.

Ange ou Demon, başlangıçta şaşırtıcı şekilde meyan köklü yeşil ve turunçgil meyvelerini merkeze alıyor. Yapaylığa rastlanamayan üst notalar gayet güzel. Hatta parfümün açık ara en sevdiğim yeri oluyor. Kimileri başlangıcını tuhaf ve itici bulsa da bence başarılı açılışı. Orta kısımda kadifemsi meyan kökü ve bademli vanilya hissi, kokuyu farklı tarafa çekiyor. Bu anlamda başlangıcından farklı kokuyor orta bölüm. Ne yazık ki artan yapaylık, orta notaları benim için sevmesi zor hale getiriyor. Kimi kullanımlarda baş ağrısına sebep oluyor orta notalar. Aynı şeyi Hypnotic Poison'da da yaşamıştım. Evet rahatsız edici şekilde yapay orta bölüm ama yine de insanın bir şekilde ilgisini çekmeyi başarıyor. Son kısımda iyice zayıflayan kokusu, kadın parfümlerinde fazla rastlanmayan kuru odunsu ve tütsülü yapıyla kapanışı yapıyor.


Parfümün kapsamlı ve karmaşık olduğu söylenebilir. Kokunun üzerinde hayalet gibi dolaşan kadifemsi ve meyan kökü benzeri yapı, sonlara kadar devam ediyor. Zengin ve dolgun bir koku. Alt, orta ve son kısımdaki ayrım ve değişim keyif verici. Düz çizgide ilerlediğini söylemek haksızlık olur. Bu anlamda başarılı.

İddialı, cazibeli, hırslı ve çarpıcı bir koku olması düşünülmüş tahminimce Ange ou Demon’un. Öteki türlü çok güçlü rakipleri ile nasıl baş edebilir ki? Angel, Hypnotic Poison, Rush, Lolita Lempicka, Addict ve diğerleri meydanı kolay kolay Ange ou Demon'a kaptırmak istemeyeceklerdir. Modern, çekici, yapay, dişi, fettan, vamp, dikkat çekici bir parfüm. Yüksek kaliteli olduğunu söylemek zor.

Kullanım sürecinde nedense erkeklere de uyabileceğini düşündüm. Özellikle başlangıcı erkek kullanımına yakın. Gerçi orta kısımda kadın tarafına kayıyor. Yine de üzerinde ve tenimde çok da kadınsı durmadığını düşünüyorum. Bilemiyorum, siz yine de deneyin belki seversiniz.


Ange ou Demon, bademli vanilya efekti ile Hypnotic Poison çağrışımı yaparken, meyan kökü temasıyla Lolita Lempicka'yı (kadın) anımsatıyor. Hatta biraz ileri gidip Lolita Lempicka ile Hypnotic Poison'u bir şişeye doldurup çalkalasak, belki de Ange ou Demon'a yakın bir koku elde ederiz. Kim bilir.

Son olarak geleyim Melek-Şeytan ikiliğine. Parfümün ismindeki melek ve şeytan, şüphesiz ki Givenchy'nin bize küçük bir oyunu. Ange ou Demon, meleğe mi uyar yoksa şeytana mı? Bence çok masum ve romantik bir parfüm değil. Onun içindir ki meleğe yakıştıramadım bir türlü. Onun günaha, baştan çıkarıcılığa, baş kaldırmaya daha yakın olduğunu düşündüğüm için şeytana daha çok yakışacağını hissediyorum.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı gayet iyi. Fark edilirliği başlarda yüksek. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun. Günlük kullanımdan ziyade, özel anların, gece gezmelerinin, akşam yemeklerinin parfümü olmalı. Yaş olarak ise otuz ve üzerindeki kadınlara öneririm. Genç kız kokusu değil. Denemeden almak riskli olabilir, benden söylemesi.

Luca Turin'in kitabında Ange ou Demon, çiçeksi oryantal olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden bir puan verilerek en düşük not layık görülmüş. Böylece bay Turin'in en sevmediği kadın parfümlerinden birisi olmuş.


Kokusunun tasarımına Jean-Pierre Bethouart ve Olivier Cresp birlikte imza atmış. Önemle belirtmem gereken durumu da açıklayayım. Bazı dini hassasiyetleri yüksek olan ülkelerde (Orta Doğu ve Arap pazarı), Ange ou Demon ismi yerine Ange ou Etrange adı altında piyasaya sürülüp satılıyor. Buradaki amaç şu olabilir. Demon kelimesinin şeytanı çağrıştırmasına önlem olarak ismi değiştirilmiş bazı ülkeler için. Yani Ange ou Etrange ismine rastlarsanız biliniz ki Ange ou Demon ile aynı parfüm.

Koku Güzelliği:10/7

21 Nisan 2015 Salı

Serge Lutens – Chergui (2001)


Serge Lutens – Chergui (2001)

Üzerinde Djellabah olan orta yaşlı Berberi, yavaş adımlarla yürüyor. Doğudan esen rüzgarla savrulan kırmızı çöl kumlarına alışık olduğu belli. Nasıl alışık olmasın ki. Berberiler, yüzyıllardır Mağrip coğrafyasının değişmez üyeleri. Kimileri Berberileri, Kuzey Afrika Araplarının ataları olarak tanımlıyor. Onlar çölün, Akdeniz'e ve uçsuz bucaksız okyanusa uzak Atlas Dağlarının kenarlarında yaşıyorlar. Evleri, hayatları, aileleri, geçim kaynakları her şeyleri çöl.

Ve bir adam. Fransız. Moda endüstrisinin kalbinde, Paris'te çalışıyor ve yaşıyor ama aklı hep Kuzey Afrika'da, Fas'ta, Hispanik Mağribilerde, Arap kültüründe. Kendisini "mistik" olarak gören, 1974 yılında Marakeş'ten ev alacak kadar kendisini bu coğrafyaya yakın bulan ve evinin her detayıyla kendisi ilgilenen bir adam. Her ne kadar yaptığı evde oturamasa da artık onun evi ve geniş bahçesindeki rengarenk çiçekleri turistlerin uğrak yeri haline gelmiş durumda.

Maestro Serge Lutens, Fas kültürüne ve genelinde Arap mistisizmine meraklı ve ilgili. Fas'ın muhtemelen en egzotik şehri Marakeş'teki evine sık sık gidip kaldığını biliyoruz. Sanmayın ki Marakeş sadece Jmaa El-Fna Meydanındaki, falcılar, yılan oynatıcıları, büyücüler, diş satıcıları, kınacılar, hikaye anlatıcıları, geleneksel kıyafetli sucular, şerbetçiler, maymun gezdirenler, dansçılar, soytarılar, portakal suyu satıcıları, kuru yemişçiler, faytonlar, turistlerden ibaret değil. Evet kuskus Fas'ın neredeyse resmi yemeği ama ya rüzgarları?


Fas coğrafyasının genellikle dağlık olduğu ve ikliminde buna mukabil sert geçtiği söylenebilir. Akdeniz ve Okyanus kıyısındaki şehirlerin daha yumuşak ve ılıman iklime sahip olduğunu tahmin etmek zor değil. Fas'ta genellikle bahar aylarında esen ve güneydoğu yönlü rüzgarın ismi size oldukça tanıdık gelecek. Evet doğru tahmin ettiniz, bu rüzgarın adı Chergui.

Türkçe karşılığı olarak "Doğulu, doğudan gelen" anlamına geldiğini öğreniyoruz Chergui rüzgarının. Tabii bu rüzgarın Fas'a özgü olarak Atlas Dağlarından estiği ve sıcak çöl havasını ve kumlarını ülkenin içlerine ve kıyılarına taşıdığı söylenebilir. Bu tropikal rüzgar, geçtiği yerlerdeki havayı kurutan ve rutubeti azaltan yapısı ile Sahra Çölü'nün etkilerini Mağrip halklarına ve Berberi aşiretlerine cömertçe sunuyor.

Fas'a anlaşılması güç duygularla bağlı Serge Lutens'in, parfümüne bir çöl rüzgarı olan Chergui ismini vermesinin anlaşılamayacak tarafı yok bence. Bu makul isim, niş parfüm sektörünün en ilginç ve başarılı kokularından birisinin de doğmasına tanıklık etti. Sürekli yeni parfümlerle genişleyen Serge Lutens koleksiyonunun belki de en sevilen ve en çok satılan parfümlerinden olmayı başardı Chergui. Kimlerine göre Lutens'in parlayan yıldızı, kimilerine göre başyapıt, kimilerine göre fazlasıyla abartılan oryantal. Yıllar önce kullandığım Chergui'yi çok sevmiş ve onu kendime yakın bulmuştum. Bakalım aradan geçen yıllar duygu dünyamda nasıl değişikliklere yol açmış.


Chergui, kendi sitelerinde "Fouets de Velours" serisine ait olarak sunulmuş. Parfümün açılışı oldukça tatlı ve koyu aromayla gerçekleşiyor. Kurutulmuş meyveler, şekerli reçineler, karanlık tütsü ya da amber. Çok dolgun, zengin, derin ve baş döndürücü. Chergui, ilk saniyelerde beni fena çarpıyor, kafamı karıştırıyor. Üst notaları harika Chergui'nin. Orta kısımda karanlık ve derin yapı devam ediyor. Ekstradan koyu, sıcak ve tatlı baharatlar ekleniyor kompozisyona. Kakule, küçük hindistan cevizi, karanfil, tarçın ve kim bilir başka hangi baharatlar. Orta bölümde tatlımsı tütün ve kremsi vanilya da etkili. Hatta hafiften kremsi vanilyaya hindistan cevizinin bile eşlik ettiğini düşüneceğim. Hatta deri bile var. Anlatması zor orta kısım da başlangıcı gibi nefis. Son bölümde tatlılık azalıyor. Yumuşak odunsu notalar ve sandal ağacı ortaya çıkıyor. Baharatlar sakinleşiyor. Sükunet artıyor. Aynı bir sufi gibi mütevazi. Alt notaları harika olmasa da gayet kabul edilebilir.

Yine aynı soruyu sorayım. Chergui nedir? Abuk bir soru mu oldu? Evet o bir parfüm buna kuşku yok. Sadece o kadar mı? Chergui'yi ve geri planındaki etkileşimi, ilham kaynaklarını, binlerce yıllık Berberi geleneklerini, on binlerce yıldır esen çöl rüzgarlarını, Mağribilerin çadırlarının içinde yaktıkları baharatlı tütsüleri, Arap milliyetçiliğini, sandal ağacı kokan buhurdanlıkları, Fransız sömürgeciliğini, kurutulmuş hurmayı, Fas'taki Yahudileri, kızılcık şuruplarını, monarşik demokrasiyi, yörede çoğu kişinin çiğnediği haşhaşı, Arabistanlı Lawrence'ı, vanilyalı nargileyi, Maliki mezhebini, bölgenin en sevilen içeceği naneli çayı, Medina Çarşısını, gül reçelini ve aklınıza gelecek diğer onlarca imgeyi arka arkaya ekleyin. İşte Chergui, az çok böyle bir karışımın sonucu bana göre.

Teknik olarak onun baharatları merkeze aldığını söyleyebilirim. Evet, o tenimde tam ve her şeyiyle baharat kokusuna dönüştü. Egzotik ve gizemli sıcak baharatlar oldukça tatlı hatta bazen şekerli hissi uyandıracak şekilde verilmiş. Gerçi bu tatlılığa Serge Lutens severler alışık. Parfümün genelinde karanlık ve koyu yapının ağır bastığı söylenebilir. Evet o açık, parlak ve şeffaf değil hiçbir zaman. 1-2 defa kolunuza sıkıp, onu değerlendirmeye kalkarsanız, hata edersiniz. Onu uzun uzun kullanmanız, kokusunun içine girmeniz ve sizi alıp götürmesine izin vermeniz gerekiyor. Klişe ön yargılarla Chergui'ye yaklaşırsanız muhtemelen o da sizi ciddiye almayacaktır.


Chergui'nin bende uyandırdığı hissiyat genel olarak şöyle: Karanlık baharatların cümbüşü, kurutulmuş meyveler, şekerli reçine, lezzetli tütsü, hindistan cevizli vanilya, tatlı dumansı pipo tütünü, ağdalı amber ve deri. Kokusu şüphe yok ki mistik, transandantal ve derin. Başlangıcı yoğun, dolgun ve sarhoş edici/keyif verici bir uyuşturucu gibi burun sinirlerinize, oradan da beynin koku ile ilgili bölgesine çarpıcı şekilde nüfuz ediyor. Kimi eleştirmenlerin kokusunun tek düze olduğunu söylemelerini önemsiyorum ve haklı buluyorum. Bu noktada kendimle çelişiyor olabilir miyim? Hem parfümün derin olduğunu söyleyip hem de düz çizgide ilerlediğine hak vermek ne anlama geliyor? Aslında iki durum da doğru. Koku derin çünkü sizi bu dünyadan ya da yaşadığınız "an"dan alıp başka bir duygu evrenine taşıyor. Ve aklıma hemen daha önceki Chergui yazımdaki şu cümleler geliyor:

"Chergui, şimdiye kadar denediğim ya da kullandığım en etkileyici eserlerden birisi. Şiir gibi adeta. Anlat anlat bitmez. Lüks, müthiş derin, zengin, konforlu, egzotik, biraz da gizemli bir şaheser. Sanki Beethoven bestesini dinliyorum. Ya da Caravaggio tablosuna bakıyorum. İnsanı kendinden geçiren cazibesi var. Bir koku nasıl olur da insanları böylesine etkileyebilir. Gerçekten şaşkınım. Chergui, parfümden daha öte bir şey. Sizi Fas’ın serin ve egzotik gecelerine götürüyor adeta. Oradan alıp Mısır Çarşısındaki baharatçılara davet ediyor. Daha sonra da Ankara’daki Hacı Bayram Camisinin önünde hacı yağları satan dükkanların içine. Chergui parfümden çok bir astral seyahat aracı sanki."

Yukarıdaki düşüncelerimde hala ısrarcıyım. Ek olarak ise çok değerli bir parfüm sever arkadaşımın Chergui'yi namaz kıldığı seccadeye uyguladığını söylemesi ve günde beş defa her secdede Chergui'yi koklaması harika bir düşünce. Chergui'nin gizemli ve uhrevi kokusu, Allah ile kul arasındaki o sihirli ibadete çok daha mutlu edici bir boyut katacaktır. Somut olarak bu dünyaya ait olmadığını düşündüğüm bir parfümün, ruhani, soyut ve mana evreni ile aramızda küçücük de olsa köprü vazifesi görmesi muhtemeldir ki Serge Lutens'in de amaçlarındandı. Bir Nakşibendi sofisinin, bir Nur talebesinin, bir Mevlevi şeyhinin, bir Kadiri müridinin, dünyadan elini eteğini çekip kendisini sadece Allah'a adamış bir kulun, mürşid-i kamilini arayan "yol"unu kaybetmiş bir ruhun, Tasavvuf ehlinin, Ali'ye ağlayan Şiilerin Chergui'de kendilerinden bir parça bulacaklarını düşünüyorum.

Chergui, Luca Turin'in kitabında kendisine yer bulmuş. Tütünlü oryantal olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan verilmiş. Parfüm hakkındaki incelemeyi Tania hanım yapmış.


Eau de parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği başlarda yüksek. Kimi yorumcular zayıf yapısından bahsetmiş. Bence hiç de o kadar zayıf değil. Makul oranlarda (3-4 fıs) uyguladığım Chergui gün içinde kendisini ara ara bana gösterdi. İyi ki fazla saldırgan değil. Çünkü o zaman Chergui'nin büyüsü bozulabilirdi. Bu haliyle daha kişiye özel bir parfüm olduğunu kanıtlıyor. Tam bir kış kokusu. Havanın buz gibi olduğu kış mevsiminde, Chergui'nin içinizi ve ruhunuzu ısıtacağına eminim. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına bir parça yakın buldum. Ama kimileri de onu kadınsı bulmuş. Sanırım nereden bakıldığına bağlı bu tarz nitelemeler. Hem kadınlar hem de erkekler kullanabilir diyerek noktayı koyayım.

Kokusunun tasarımına, Serge Lutens'in gediklisi Christopher Sheldrake imza atmış.

Koku Güzelliği:10/9

18 Nisan 2015 Cumartesi

Laura Biagiotti – Roma Uomo (1995)


Laura Biagiotti – Roma Uomo (1995)

İtalya, sanat ve tarihin yanyana yürüdüğü kültürel ve güzellik dolu bir yolculuğun ismi belki de. İtalya'yı ve onun kültürünü bir cümleyle özetlemek adil olmaz. Dünyaya 14. yüzyıldan itibaren "Rönesans" isimli mucizeyi armağan eden İtalya, gezegenin kaderini de bir anlamda değiştirmişti. Sanat, felsefe ve din anlamında bambaşka bir bakış açısını simgeliyordu Rönesans. Hümanizmayı önceleyen, insanı "küçük evren" olarak gören kocaman bir sistemin adıydı Rönesans.

İtalya'nın köklü ve görkemli tarihinde, dünyanın en büyük imparatorluğundan (Roma) tutun da yüksek sanatın müthiş örneklerine sahip kadim geleneğin izlerine rastlayabiliriz. İtalya, her anlamda Batı kültürü için önemli ve vazgeçilmez. Hem dini anlamda hem sanat anlamında hem mimari anlamda hem de düşünsel anlamda.

Köklerini İtalya'nın tarihinden alan bir marka ve aynı zamanda parfüm olarak karşımıza çıkıyor Laura Biagiotti ve onun Roma'sı. Bayan Laura’nın, Roma isimli parfümlerinin (erkek ve kadın) ilhamlarını İtalya'nın sanatından ve kültüründen aldığını söylemesine şaşırmadım. 1988 yılında önce kadın parfümü olarak çıkan Roma'nın 1995 yılında Uomo isimli erkek kardeşi de dünyaya geldi. Avrupalı ve özellikle İtalyan parfümseverler arasında önemli yeri olan Roma Uomo, ülkemizde de geçtiğimiz yıllarda oldukça ilgi görüyordu. Gerçi aradan geçen zaman ve piyasadaki onlarca yeni parfümün istilası, birçok şeyi değiştirdi. Eski parfümlerin pabucu dama atıldı ve yerine janjanlı şişeli yeni nesil parfümler geldi. Tabii Roma Uomo gibi parfümlerin her zaman sadık kullanıcıları vardır. Fakat nereye kadar?


Roma Uomo, 1990'lı yılların sevilen parfümlerindendi ve onun için modern klasik diyebiliriz sanırım. 1995 yılında piyasaya sürüldüğünü düşündüğümüzde formülünde küçük değişiklikler yapıldığını varsayabiliriz. Kendi sitelerinde Roma Uomo'nun şu özelliklerinden bahsedilmiş: "zamansız şıklık, romantizm ve modernliğin karışımı, kompleks, sofistike ve zengin".

Roma Uomo'nun açılışı lezzetli bir portakal-mandalina işbirliğiyle gerçekleşiyor. Ortalama tatlılığa sahip portakal modern ve doğal kokuyor. Güzel başlıyor Roma Uomo. İlerleyen dakikalarda orta notalarla karşılaşıyorum. Ferah olmayan buruk portakal hala etkili. Farklı olarak reçineler ekleniyor portakala. Tatlılık biraz daha artıyor. Reçineler, kokuyu ağdalı hale getiriyor. Orta bölümde dikkatimi çeken ise geri planda bulunan parlak yapaylık. Muhtemelen amberden kaynaklanıyor bu yapaylık. Belki de odunsu notalardan geliyor. Nereden gelirse gelsin oldukça rahatsız edici ve can sıkıcı. Orta kısmı başarılı bulmadım. Son bölümde büyük değişim yok. Orta kısımdaki metalik yapaylığa sahip reçineli portakal devam ediyor. Zaten çok zayıflıyor kokusu alt notalarda. Kapanışı da ilgi çekici değil.

Roma Uomo'nun şişesine baktığınızda gördüğünüz turuncu rengi aynen kokusuna da yansıtmış. Evet parfüm portakal ve turunçgiller üzerine inşa edilmiş. Fakat çok ferah ve taze portakal düşünmeyin. Hüzünlü, buruk, neredeyse şekerli portakala orta kısımda eklenen reçineler ve kadifemsi metalik-parlak amberden oluştuğunu söyleyebilirim genel konseptin. Açıkçası başka da bir şey algılayamadım.


Zaten Roma Uomo, çok derin, karmaşık ve anlaşılması zor değil. Oldukça basit, tek düze ve düz çizgide ilerliyor. Ne yalan söyleyeyim şaşırtmıyor, hayran bırakamıyor ve umut vaat etmiyor. Bir kere orta kısımdan itibaren oldukça yapay ve vasat koktuğu izlenimi veriyor. Kalite hissiyatı başlangıcı dışında düşük. Koku güzelliği anlamında da benim için hayal kırıklığı.

Tabii Roma Uomo'da İtalyan markalarının sevdiği turunçgil ve portakal teması baskın. Fakat Acqua di Parma'nın parfümlerindeki yüksek kaliteli turunçgilleri unutun çünkü buradaki portakal-mandalina kullanımı yapay reçinelere feda edilmiş. Keşke yapay odunsuların yerine turunçgillerin ağırlığı arttırılsaymış.

Oldukça merak ediyordum Roma Uomo'yu. Zamanında bu kadar sevilen bir parfümün nasıl kokacağı elbette ki ilgi alanım içindeydi. Bilemiyorum belki de reformülasyon sonucu bu hale gelmiştir kokusu. Fakat bu haliyle bir şişesinin alınmaması durumunda fazla kaybınız olmayacağını söyleyebilirim.


Sıcak kokusu onu sonbahar-kış kullanımına yaklaştırıyor. Serin ilkbahar günleri de uygun olacaktır Roma Uomu'yu teninize uygulamak için. Sıcak yaz günlerinde ise bence rahatsız edici olacaktır. EDT konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı ve farkedilirliği zayıf.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5.5

15 Nisan 2015 Çarşamba

Perfumes by Terri – Douceur Brulee (2014)


Perfumes by Terri – Douceur Brulee (2014)

Güzel ve mutlu bir kadın düşünün. Amerika'nın en imrenilen şehirlerinden California'da yaşasın. İki güzel çocuğu ve eşi ile keyifli bir hayat sürsün. Orta sınıf klasik bir Amerikan ailesi yani. Asıl işi beslenme uzmanlığı olan bu kadın, kokulara ve parfümlere aşık olsun. Hele ki yabancıların "gourmand" dedikleri kokuları sevsin. Karamel, çikolata, sufle, kek, pasta, vanilya, tereyağı, süt ve diğer tatlıların kokularını andıran parfümler üretmeyi kafasına koysun. Ve 2014 yılında ilk parfümünü meydana getirsin.

Biliyorum biraz kısa bir yaşam öyküsü oldu ama durum aşağı yukarı böyle. İşte karşımızda yukarıda hayatından küçük ipuçlarını verdiğim kadın: Terri Bozzo. Mesleği gereği yiyeceklere ve besinlerin insanlarla ilişkisi konusunda uzmanlığı sayesinde, parfümlere ilgisinin artmış olabileceği düşünülebilir. Tabii özellikle Amerika gibi abur cuburun ve fastfood'un yaygın olduğu ve nüfusunun önemli kısmının obezite ile savaştığı bir ülkede diyetisyen ya da beslenme uzmanı olmak hem kolay hem de zor olmalı. İşsiz kalma derdiniz olmaz fakat ülkedeki dev gıda sanayisi karşısında ise fazlaca yapabileceğiniz birşeyin olmadığı söylenebilir.

Sebebi her ne olursa olsun Terri Bozzo, 2014 yılında kendi parfümevini açıyor ve koku tasarlama aşamasına geçiyor. Perfumes by Terri olarak beliren markanın ismi, bayan Terri'nin imzasını taşıyor. Bu marka için niş parfümevi mi demeliyiz yoksa bağımsız parfümevi mi demeliyiz kararsız kaldım. Henüz çok yeni bir marka ve sınırlı bir dağıtıma sahip şimdilik. Parfümlerini sadece 15 ve 30 ml.lik şişelerde satıyor. Fiyatları da 20-30 dolar civarında.


Perfumes by Terri'nin en ilgi çekici yanı ise parfümlerinde genellikle gourmand öğeleri kullanıyor olması. Yani vanilyalı, şekerli, çikolatamsı, karamel kokulu parfümler üzerine yoğunlaşıyor. Şimdiye kadar piyasaya sürdükleri dokuz parfümü de denemiş birisi olarak, lezzetli ve bol tatlı kokular dünyasında dolaştıklarını söyleyebilirim. Zaten kimi parfümlerinin isimlerinden de anlaşılıyor bu durum. Bugünkü yazı konum Douceur Brulee de bu durumdan muaf değil.

Fransız mutfağının ünlü tatlısı Creme Brulee'ye gönderme yaptığını düşünüyorum bayan Terri'nin Douceur Brulee ismi ile. Kendi sitelerinde pek bilgi yok. Sadece notalarını vermişler. Zaten internet siteleri henüz epey amatör. Umarım ilerleyen zamanlarda çok daha iyi bir internet sitesine kavuşurlar.

Douceur Brulee'yi üzerime sıktığımda kremsi limonla karşılaşıyorum. Limon kolonyamsı ya da ferah kullanılmamış. Ağırlık kremsi, yağlı yapıda. Başlangıcı fena değil. Orta kısımda limon biraz geri çekiliyor ve oldukça tatlı vanilya devreye giriyor. Koyu, yanık şeker hissi veren orta kısım, karameli andırıyor. Bu kısımda sanki biraz kuru tütün ya da ona benzer bir dumansılık algılıyorum. Kuru vanilyalı ekmek mi desem bilemedim. Bu ilginç yapı orta bölümü sevmem için yeterli oluyor. Sonlarda tatlılık biraz azalıyor. Yanık vanilyalı kokuya biraz amber ve misk eşlik ediyor. Alt notalarda farkedilirlik oldukça düşüyor.


Douceur Brulee, markanın ana çalışma alanı gourmand kokuların tipik örneği. Limonlu, tereyağlı, yanık şeker/vanilya efektine sahip farklı bir gourmand. Bu tür kokulara sık rastlanmıyor. Kimi yorumcular Serge Lutens'in Jeux de Peau'suna benzetmiş. Evet iki parfümdeki fırından yeni çıkmış ekmek hissiyatı var. Fakat Jeux de Peau'da daha karanlık ve rahatsız edici bir yapaylık vardı. Douceur Brulee ise daha ferah, daha yağlı, daha tatlı ve kremsi. Bence Jeux de Peau'dan daha kolay giyilebilir ve sevilebilir.

Karşımızda oldukça tatlı bir parfüm duruyor. Daha ilk saniyelerde bu tatlılık kendisini gösteriyor. Açılıştaki şekerli, limonlu pasta kısmını kimileri tereyağına benzetmiş ki haklılar. Oldukça kremsi ve yağlı verilen üst notalar başlangıçta biraz tuhaf gelse de kullanım sürecinde alışıyorsunuz. Parfümün orta kısmı bence en güzel yeri. Burada tatlılık, açılıştaki kadar baygın değil. Lezzetli yaş pastalara benzeyen orta notalarda karamel, vanilya, süt ve biraz da hindistan cevizi bile mevcut. Zaten açıklanan notalarında hindistan cevizli süt bulunuyor. Resmi notaları arasında meşe yosunu da var ama kokunun harmanı içinde rastlayamadım ne yazık ki. Zaten bu kadar ağır ve şekerli notaların arasında kendisini göstermesi de zor görünüyor meşe yosununun.

Eğer tatlı, çikolatamsı, limonlu keksi, yanık vanilyalı, kremsi, kremamsı kokuları seviyorsanız şans vermeniz gereken arkadaşlardan birisi Douceur Brulee. Çok kaliteli koktuğunu söylemem mümkün değil. Biraz mumsu ve çokca tematik, eğlenceli ve ilginç deneme diyebilirim onun için. Özellikle limon, parfüme canlı ve parlak hava vermiş. Ayrıca diğer Terri parfümlerinde bulunan o karanlık havayı dağıtmış. Günümüzün modern parfümlerine farklı bir yorum getirilmek istenmiş sanki.


Douceur Brulee, EDP formunda. Kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği ortalamanın biraz altında. Uniseks olarak kullanılabilir. Hem erkekler hem de kadınlar rahatlıkla tercih edebilir. Yaş olarak daha genç arkadaşları hedeflediği düşünülebilir. Sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Parfümün tasarımcısı, markanın kurucusu Terri Bozzo olarak görülüyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

11 Nisan 2015 Cumartesi

Gucci – Premiere (2012)


Gucci – Premiere (2012)

Fransa’nın en popüler yazlık bölgelerinden olan güney sahillerinin incisi denebilir Cannes şehri için. Fransa ve Avrupa sosyetesinin uğrak yerlerinden olan Cannes, lüks otelleri, yüksek emlak fiyatları ve masmavi denizi ile adeta çekim merkezi.

Cannes şehrinin bu kadar tanınmasının sebebi güzelim plajları olmasa gerek. Tabii Fransızlar muhakkak biliyorlardır Cannes'ı ama bütün dünya, bu şehri ünlü film festivali sayesinde tanıdı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan ve geleneksel hale gelen Cannes Film Festivali, Hollywood sinemasının dünya çapındaki etkisine direnen etkinlik olarak ilgi görüyor. Popüler gişe filmlerinin yerine daha sanatsal işlere, yabancı filmlere ve yönetmenlere yer veriliyor genel olarak. Cannes Film Festivali'nde vurdulu kırdılı, uçmalı atlamalı filmlerin pek yeri yok anlayacağınız.

Avrupa sinemasından da örneklerin sergilendiği Cannes Film Festivali, 2012 yılında bir parfümün piyasaya sürülmesine vesile olmuş. Gucci'nin ilk "Premiere" etiketli özel yapım kıyafet koleksiyonunun görücüye çıktığı 2010 yılındaki Cannes Film Festivali'nde, Selma Hayek, Naomi Watts, Camilla Belle, Kate Beckinsale gibi ünlüler Gucci'nin yeni “Premiere” kreasyonuna ait elbiseleri giymeyi tercih etmişler. Bir anlamda Gucci, 2012 çıkışlı Premiere parfümünü, yeni kıyafet serisi "Premiere Koleksiyonuna" istinaden piyasaya sürmüş.


Gucci Premiere parfümünün tanıtım yüzü olarak ünlü oyuncu Blake Lively görev yapmış. Gossip Girls dizisinin bu güzel oyuncusuna da yakışabilecek bir parfüm zaten Premiere. Bu anlamda da Gucci iyi seçim yapmış. Kendi sitelerinde Premiere parfümü, "sofistike bir odunsu miskli parfüm" olarak tanıtılmış.

Premiere'i üzerime sıktığımda beni ferah çiçekler karşılıyor. Çok farklı olmayan çiçekler gayet neşeli, canlı, kadınsı ve güzel. Başlangıcını beğendim. Orta kısımda çiçeklere meyveler ekleniyor. Bergamot, tuzlu turunçgiller ve kavun onu neredeyse sucul tarafa çekiyor. Nane ya da misk de olabilir orta bölümde. Serin-soğuk orta bölüm ferahlığa daha yakın. Başlangıcı kadar sevemesem de idare eder orta notalar. Geleyim sonlara. Ya da gelmesem mi? Alt notalarda yapay çiçekler, yapay odunsu notalar ve yapay paçuli her şeyi alt üst ediyor. Bu ana kadar canlı, neşeli ve ortalama kalitedeki çiçeksi-meyveli yapı, bıktırıcı ve vasat yapaylığa doğru evriliyor. Son kısım biraz baş ağrısı yaptı bende.

Premiere, bariz şekilde meyveli-çiçeksi tarzın tipik örneği. Beyaz çiçekler, portakal çiçeği, gül ve yasemin parfümün çiçek ayağını oluşturuyor. Meyveli kısmı ise bergamot, portakal, kavun ve azıcık kırmızı meyveler üstleniyor. Alt notalara kadar meyveli-çiçeksi yapı devam ediyor. Son bölümde çiçeksilik devam etse de artık odunsu notalar ve paçuli olaya tamamen hakim.


Açıkçası çok derin ve karmaşık yapısı yok. Basit sayılabilecek, herkese hitap edebilecek kokusu genel olarak ferahlığa yakın. Fakat sonları bence pek de ferah nüanslar taşımıyor. Çoğu kişi Premiere'i yazlık bir koku olarak düşünse de bence son kısmı bunaltıcı olabilir sıcaklarda. Bana kalırsa kullanım dönemi ılık ilkbahar günleri olmalı. Üst ve orta kısmın ferah olduğu tespiti ise yerinde.

Premiere, genç kızların oldukça seveceği giriş seviyesindeki bir parfüm gibi düşünülebilir. Çok fazla teyze ya da abla kokusu değil. Eğlenceli, cıvıl cıvıl, hareketli, uçarı ve umursamaz bir karakteri var sanki. Kız arkadaşlarla gidilen piknikte, sevgiliyle ilk buluşmada, AVM gezmelerinde, Starbucks'taki sohbetlerde, kızlar, "hangi parfümü kullansam" sorunsalına Premiere ile çözüm bulabilirler.

Tabii Gucci'nin sevdiğimiz ve takdir ettiğimiz eski parfümlerinin zihnimizde yankıları sürüyor. Onun içindir ki Gucci'den kalite anlamında umutluydum fakat biraz hayal kırıklığına uğradım. Ortalama kalitedeki çiçeksi-meyveli parfümle karşılaşmak, Gucci adına üzücü. Piyasada bu tür yüzlerce parfüm varken, marka değeri yüksek Gucci'den daha yaratıcı, çarpıcı ve ilginç parfüm beklemek abes olmayacaktır. Pek özenilmemiş sanki onun tasarımına. Çok daha iyilerini yapabilirsin Gucci, bunu biliyoruz.

Belki de sorun bende daha doğrusu tenimdedir. Evet parfümün başından itibaren bariz kadınsılığa sahip olduğu aşikar. Yine de bazı kadın parfümleri erkeklerde hiç fena durmaz. Premiere ise en azından benim tenimde hiç cazibeli hale gelmedi. Muhtemelen bir kadında çok daha çekici, eğlenceli ve etkileyici duracaktır. Hani bazı parfümler vardır, kadınlarda muhteşem durur ama erkekte aynı etkiyi bırakmaz. Ya da tam tersi bazı erkek parfümleri gerçekten erkekler içindir, kadınlara uymaz bir türlü. Tahminimce Premiere, kadın tenine ve ruhuna çok daha uygun bir parfüm. Bana verdiği hissiyat bu yöndeydi. Yine de seçim sizin.


Benim kullandığım EDP olanıydı. Sonrasında EDT versiyonu da piyasaya sürülmüş. EDP'nin kalıcılığı yeterli ama farkedilirliği biraz düşük. Gerçi başlangıcın etrafa yayılımı iyi ama 1-2 saat sonra tene yaklaşıyor. Büyük beklentilere girmeden, üst notalarının cazibesine hemen kapılmadan denemenizi ve öyle almanızı öneririm.

Koku Güzelliği:10/6