Guerlain etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Guerlain etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2014 Cuma

Guerlain – Habit Rouge (1965)


Guerlain – Habit Rouge (1965)

Hiçbir şeyin ilki kolay kolay unutulmaz diye boşuna dememişler. İlk arabamız, ilk köpeğimiz, ilk öğretmenimiz, okula gittiğimiz ilk gün ve tabii ki ilk aşkımız… İnsan hafızasının derinliklerinden, bazen hiç olmadık zamanlarda aklımıza gelir yaşadığımız ilkler. Kimi zaman önemsemez geçeriz kimi zaman hafiften bir hüzün çöker, nostalji yaşarız. Aynen Habit Rouge'da olduğu gibi.

1965 yılında, İkinci Dünya Savaşı'nın korkunç etkilerinin Avrupa kıtasından silinmeye çalışıldığı, artık savaşın değil sevginin ve aşkın egemen olmasının istendiği yıllara gidelim mi? İnsan haklarının, özgürlüklerin ve barışın egemenliğinin istendiği 1960'lı yılların Fransa’sında, Guerlain ailesinin baş parfümörü Jean-Paul Guerlain'da bir ilke imza atacaktı laboratuvarında. İlk aşkımızı nasıl unutmuyorsak, dünyanın o zamana kadar yaratılmış ilk oryantal erkek parfümü Habit Rouge'da kolay kolay unutulmayacaktı.

Karşımızda yine Guerlain geleneği ve klasizm var. 1965 yılında kendi demelerine göre tarihteki ilk oryantal parfümü ortaya çıkarmış olmaları, parfüm dünyasındaki oynadıkları rolün büyüklüğünü bir kere daha anlamamızı sağlıyor. Baş parfümör Jean-Paul Guerlain'in konseptini binicilik sporundan aldığı Habit Rouge'u, aradan geçen 49 yılın ardından hala üretimde ve raflarda. Çok iyi bir at binicisi olan Jean-Paul Guerlain'ın, 1976 yılındaki olimpiyatlar için Fransa milli takımına bile alınması gündeme gelmiş. Biniciliğe ve atlara olan büyük tutkusu, Habit Rouge'un tasarımında başat rol oynamış. Hatta parfümün ilhamının, binicilerin giydiği klasik kırmızı ceketlerden aldığı vurgulanmış.


Kısacası erkek parfümlerinin gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden birisi Habit Rouge. Sektörün nirengi noktalarından birisi. Ve şanslıyım ki, Habit Rouge'un yeni değil de eski formülasyonuna ulaştım. Bir süredir kullandığım Habit Rouge ile ilgili düşüncelerim biraz karışık diyebilirim. Artık daha fazla uzatmadan geçelim bu esere.

Kendi sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış ve dinamik, tutkulu, cüretkar olduğu vurgulanmış. Üzerime sıktığımda karşıma öncelikli olarak turunçgiller çıkıyor. Adeta patlama şeklinde burnunuza hücum eden turunçgiller eski ve nostaljik kokuyor. Turunçgillere aromatik otlar ve biraz da kolonyamsı limon eşlik ediyor. Evet üst notalar tahmin edileceği gibi günümüzün modern parfümlerine çok uzak. Fakat yüksek kaliteli ve şık. Çok iyi başlangıcı var Habit Rouge'un. İlerleyen dakikalarda kokusu ciddi anlamda değişiyor. Şipremsi turunçgiller hala geri planda hissediliyor. Orta notalarda asıl karakterini ortaya koyuyor. Oldukça tatlı ve yumuşak baharatlar (karanfil-tarçın-zencefil) ve erkeksi pudralı çiçekler (lavanta, gül ve karanfil çiçeği) ana gövdeyi oluşturuyor. Pudralılık güçlüce algılanabiliyor. Orta bölüm şaşırtıcı ve ilginç. Son kısımda yine bir dönüşüm söz konusu. Alt notalarda klasik Guerlain vanilyası orada duruyor. Pudralı sayılabilecek vanilyaya deri ve meşe yosunu eşlik ediyor. Sonlarda biraz hayvansallık da var. Amberden geliyor olabilir buradaki hayvansallık. Kapanışı gayet güzel diyebilirim.

Habit Rouge bana göre turunçgil-pudra, erkeksi çiçekler-tatlımsı baharatlar ve vanilya ekseninde ilerliyor. Başlangıcındaki eski/tozlu turunçgiller ile tam bir şipre gibi davranıyor. Orta bölümdeki pudralı erkeksi çiçeklerle ve baharatlarla 1900'lü yılların başlarındaki maskülenlere öykünüyor. Son kısımda, Guerlain'in imzası haline gelen pudralı vanilya ile Shalimar'ın güvenli sularında yüzüyor. İşte size Habit Rouge'un kısa özeti.


Bu kadar kısa kesip atmayayım. Habit Rouge, başlangıcını saymazsak, yüksek oranda pudra efektine sahip. Aldehitlere pek benzemeyen bu pudramsılık, hem erkeksi çiçeklerin (özellikle gül) hem de vanilyanın üzerinde büyük hakimiyet kuruyor. Hatta kimi kullanıcıların onu kadınsı bulmalarının sebebi muhtemelen pudra kullanımı. Peki gerçekte durum nasıl? Habit Rouge kadınsı mı kokuyor?

Tavuk ve yumurta arasındaki sorunsala benzetebilirim bu soruyu. Habit Rouge kadınsı mı yoksa kadın parfümleri Habit Rouge'a benziyor mu? Şu açık ki o, erkek parfümü olarak tasarlanmış. Tabii 1960'lı yılların erkek parfüm trendlerini düşünürsek, hiç de kadınsı değil. O yıllarda böylesine pudra kullanımı erkek parfümlerinde mevcuttu. Fakat son yıllarda kadın parfümlerinde daha çok karşımıza çıkıyor pudramsılık. Buradan da anlaşılacağı üzere, o yılları ve o yılların şartlarını düşünmeliyiz doğru sonuçlara varabilmek için. Bana kalırsa da zaman zaman kadınsı izlenim bırakıyor. Fakat bahsedildiği kadar feminen değil kesinlikle.

Kompleks, detaylı, zengin, kafa karıştırıcı, ilk seferinde şok edici, karakterli bir kokuya sahip. Hani bazı parfümler vardır kullandığınız zaman modunuz değişir. Kendinizi başka birisiymiş gibi hissedersiniz. Sizi alır götürür ve oraya bırakır. İşte Habit Rouge'un bünyeye etkisi aşağı yukarı böyle oluyor. Her kullandığım zaman farklı yönü ortaya çıkıyor. Kimi kullanımda bol turunçgilli şipre yönünü keşfediyorum. Bazen tatlı baharatlar hakimiyet sağlıyor. Zaman zaman erkeksi çiçekler öne çıkıyor. Genel olarak da vanilyamsı bir yapıyla burun  buruna geliyorum. Bu anlamda anlaşılması kolay bir parfüm gibi görünmüyor. Biraz zaman vermeniz ve onu anlamaya çalışmanız gerekiyor. Mağazada 1-2 defa deneyerek hakkında bir şeyler söylenemeyecek kadar karmaşık ve derin kokuyor.


Guerlain'in kendi sitesinde Habit Rouge'un Shalimar'ın erkek haline benzetilmesi gayet yerinde. Benim de severek kullandığım Shalimar'ı andırdığına katılıyorum. Onun biraz daha erkeksi hali diyelim de içim rahat etsin. Hatta bir yorumcunun onu Old Spice'a benzetmesini ise kesinlikle anlayabiliyorum. İlk kullandığımda bana da Old Spice'a benzediğini düşündürtmüştü. Kullanım sürecinde Caron’un pek bilinmeyen parfümlerinden Royal Bain’e de benzediğini fark ettim. İki parfümün pudralı ve kremsi tarafları birbirini andırıyor.

Habit Rouge, yaşlı bir erkek gibi mi kokuyor? Yoksa baba parfümü mü? Onun 18 yaşındaki arkadaşlara hitap etmediği görülüyor. Bence 40 yaş ve üzerindeki erkekler için düşünülebilir. Ayrıca günlük kullanım için pek uygun olmayabilir. Daha farklı anlarda ya da ortamlarda kullanmak gerekiyor sanki. Resmi ve muhafazakar tavrı çok net hissedilebiliyor. Günümüzün yapay ve vasat vanilya parfümleriyle uzaktan yakından ilgisi yok. Yine de oldukça tatlı hatta kremsi koktuğunu belirtmem gerek. Eğer tatlı kokuları sevmiyorsanız, sizin için uygun olmayabilir.

Parfüm eleştirmeni Luca Turin'in kitabında Habit Rouge tatlı toz olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden beş verilerek en iyi erkek parfümleri listesine alınmış. İlk kullandığımda burun büktüğümü ve pek beğenmediğimi söyleyebilirim. İlerleyen günlerde kokusuna alıştım ve anlamaya başladım. Yine de benim için harika bir seçenek olduğunu düşünmüyorum. Açıkçası büyük boy şişesini alacağımı sanmıyorum. Bay Turin’in parfümün tarihselliğini de göz önüne alarak en yüksek notu verdiği iddia edilebilir. Turin’in beş üzerinden verdiği not sistemine göre benden en çok dört yıldız çalışır, daha fazlası zorlama olur.


Habit Rouge'un büyük başarısının ardından, birçok aynı isimli versiyonu çıktı. 2014 yılı sonu itibariyle ondan fazla Habit Rouge isimli farklı versiyonu mevcut. Benim denediğim eski formülasyon EDT olanıydı. Ayrıca EDC, EDP ve Extrait versiyonları da bulunuyor. Yani önümüzde seçenek çok.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

3 Eylül 2014 Çarşamba

Guerlain – Eau de Guerlain (1974)




Guerlain – Eau de Guerlain (1974)

Fransa’nın güneyinde, doğal ve tarihi güzellikleriyle dünyaca ünlü bir bölge Provans. Masal kitaplarından fırlamış gibi sevimli kasabaları, lavanta tarlaları, rengarenk evleri, dar sokakları, çeşmeleri ve üzüm bağlarıyla yüzbinlerce turisti kendisine çekiyor her yıl. Sanatçılar, yazarlar, zengin ve ünlüler, turistler, bu güzellikleri görmek için akın ediyor Fransa'nın güney sahillerine. Sadece turistlerin değil Cezanne, Van Gogh, Moliere gibi sanatçılarında ilgisine mazhar olmuş bu coğrafya, Fransız parfüm üreticisi Guerlain'in de gözünden kaçmamış. Provans bölgesinin güneşli günlerinden ilhamını almış bir parfüm Eau de Guerlain. Sıcak yaz mevsiminin habercisi ılık ilkbahar günlerinden bir esinti gibi hayatıma girdi Eau de Guerlain. Ve kolay kolay çıkacağa da benzemiyor.

Aslında çok hevesle başlamadım onu kullanmaya. Onun, 1970'li yılların klasik Guerlain'lerinden olduğunu biliyordum. İsmindeki "Eau" sembolizmi, Guerlain tarafından, Eau de Cologne Imperiale, Eau de Cologne du Coq, Eau de Fleurs de Cedrat parfümlerinde de kullanılmıştı. Bir Guerlain aşığının ifadesiyle "Her Guerlain baş parfümörü, bir "Eau" isimli kolonya piyasa sürerdi." Belki de bu bir Guerlain aile geleneğiydi. 1974 yılında, Jean Paul Guerlain de bu listede yerini alacaktı Eau de Guerlain ile.

Jean Paul Guerlain, ailenin son parfümör temsilcilerindendi. Chamade, Coriolan, Derby, Habit Rouge, Heritage, Nahema, Samsara, Vetiver gibi önemli klasiklere imza attı. Tabii o zamanlar hala Guerlain ailesinin kontrolündeydi marka. Eau de Guerlain, “aile zamanlarında” dünyaya gelmişti.


Anladığım kadarıyla şipre, ferah ve "beyefendi kolonyası" tarzında olması planlanmıştı bugünkü konuğumun. Kolonya terimini görüpte hayal kırıklığı yaşamayın çünkü Eau de Guerlain, EDT konsantrasyonuna sahip. Zaten buradaki kolonya vurgusu, klasik eski tarz Eau de Cologne'ler gibi kokan parfümleri tanımlamak için yapılıyor. Tabii bazı kolonyaların da gerçekten Eau de Cologne konsantrasyonuna sahip olduğunu biliyoruz.

Eau de Guerlain, markanın büyük ve şöhretli klasiklerinin arasında geride kalmış parfümlerden birisi. E bu noktada onu suçlamak doğru olmaz çünkü diğer klasikleri o kadar büyük bir yer kaplıyor ki parfüm dünyasında, Eau de Guerlain'in gerilerde kalmasının yadırganacak tarafı yok. İşte karşımızda fazla bilinmeyen bir Guerlain asilzadesi var bugün: Eau de Guerlain.

Kendi sitelerinde aromatik turunçgil olarak görülüyor ve "Eau" bölümünün altında yer alıyor. Parfümün başlangıcı müthiş bir limon patlamasıyla gerçekleşiyor. Eski tarz kolonyamsı buruk limon nefis. Limona biraz da bergamot eşlik ediyor. Başlangıcı harika. Orta kısımda aynı limonsu yapı devam ediyor. Farklı olarak aromatik otlar ve meşe yosunu ekleniyor. Aromatik otlar biraz daha baskın. Hala eski ve nostaljik. Orta kısım da çok güzel. Sonlarda limon kendisini hissettiriyor geri planda. Temiz bir misk ortaya çıkıyor. Biraz da karanfil var. Keskin değil gayet yumuşak ve neredeyse ferah. Meşe yosunu-karanfil birleşimi yine harika iş çıkartmış.


Eau de Guerlain, tarz olarak şiprelere göz kırpıyor. Özellikle başlangıçtaki buruk kolonyamsı limon ve aromatik otlar, döneminin bir çok parfümüne benziyor. YSL Pour Homme, Eau Sauvage ve diğerleri. Orta kısımdaki meşe yosunu yine enfes bir tat katıyor kokuya. Meşe yosunu-limon-karanfil üçlüsü başrolde denebilir. Orta bölümde 1970 hatta 1960'li yıllara gönderme yapıyor. Bu anlamda tam da kendi döneminin özelliklerini taşıyor.

Abartılı tatlılık barındırmayan, eski, nostaljik, beyefendi kokan ferah bir şipre var karşımızda. Tabii ki yapaylık yok ve bütün notalar çok doğal ve özel. Harika bir karışım ve tam bir koku ziyafeti. Sanırım yaşımın otuzlara gelmesiyle birlikte bu tür eski parfümlere daha ilgili olmaya başladım. Bundan beş sene önce Eau de
Guerlain'i deneseydim muhtemelen burun kıvırıp, bir yere koyacaktım. Fakat şimdi harika olduğunu düşünüyorum ki, birçok yorumcunun da benimle aynı düşüncede olması memnuniyet verici. Hatta kimileri "şimdiye kadar yapılmış en iyi turunçgil parfümü" diyor onun için. O kadar iddialı konuşmayı sevmesem de müthiş bir koku formuyla karşılaştığımı biliyorum ve ona saygı duyuyorum.

Eğer New York, Blenheim Bouquet, Eau Sauvage, Acqua di Parma Colonia tarzı kokuları seviyorsanız, çok iyi bir alternatifle daha tanışmış durumdasınız. Bu konuda şüphem yok.


Genel görüntüye göre eski ve ferah beyefendi kolonyası Eau de Guerlain. 1940 yada 1950'li yıllarda fötr şapkası ve elinde şemsiyesi ile dolaşan Parisli bir centilmenin kolonyası olduğu izlenimi veriyor. Fakat ilginç olan tarafı kaynaklarda uniseks olarak verilmiş. Zaten Eau isimli parfümler genellikle her iki cinse de uygun olarak tasarlanır. Bence Eau de Guerlain, erkek kullanımına daha yakın.

Geleyim güzelin kusurlarına. Parfümün en şikayet edilen yanı çoğu zaman olduğu gibi kalıcılığı ve farkedilirliği. Kullanım döneminde bende bu iki yönünün zayıf olduğunu farkettim. İlk saniyelerde limon patlaması keskin olsa da ilerleyen dakikalarda gücü ciddi anlamda düşüyor. Tene ve kıyafete yakın kalıyor. Sanki özellikle böyle olması sağlanmış. Ne de olsa o kolonya geleneğinin devamı ve hiç bir ferahlatıcı kolonya fazla saldırgan olmamalı. Bu anlamda Jean Paul Guerlain'in seçimini anlıyorum.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Eau de Guerlain'i turunçgil-mine çiçeği olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş vererek en iyi parfümler listesine almış. Otuz beş yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim. Tam bir ilkbahar-yaz parfümü.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

19 Nisan 2014 Cumartesi

Guerlain – Shalimar (1925)


Guerlain – Shalimar (1925)

Bu öylesine bir aşk hikayesi ki benzerine az rastlanır. Bülbülün güle olan aşkına, Ferhat'ın Şirin'e olan aşkına, Kerem'in Aslı'ya olan aşkına benzetilebilir. İnsanlık tarihine Taç Mahal gibi başyapıtı kazandıracak kadar büyük bir aşk hem de.

Ülkemizin depresyonlu, sinirli, stresli, kavgalı-gürültülü, iktidar mücadeleli gündemini bir kenara bırakalım ve 1600'lü yılların başlarına, Güneydoğu Asya coğrafyasına gidelim. Hindistan’ın henüz İngiliz işgaline uğramadığı ve sömürge olmadığı zamanlar. Hindistan-Türk Babür devletinin 5. hükümdarı Şah Cihan zamanındayız. Asıl adı Şehabeddin Muhammed iken kendisine Dünya Şahı anlamına gelen Şah-ı Cihan denilirmiş.

Şah Cihan,  Hindistan’daki Türk hakimiyetinin en parlak dönemlerinden birisini yönetmiş. Çok zengin ve muhteşem bir hükümdarlık devri yaşanmış onun devrinde. Sanata ve bilime büyük önem verdiği söyleniyor. Delhi şehrini inşa ettirip büyüttüğü rivayet ediliyor.

Şah Cihan'ın isminin tarihe geçmesinin asıl sebebiyse karısı ile yaşadığı büyük aşk. Çok sevdiği karısı 'Mümtaz Mahal' olarak da bilinen Ercüment Banu ile evlendikten sonra tam on üç çocukları olmuş. Şah Cihan, hayatı boyunca tutkulu bir aşkla karısına bağlı kalmış. Peki bir devlet başkanını bu kadar kendisine bağlayabilmiş. Ercüment Banu'nun ayrıcalığı nedir? Onu da kısaca İrfan Özfatura'dan alıntı yapayım: "Ercüment Banu, bir kere Türk kızıdır eli kabza tutar, ata sıkı biner, okunu yaman salar. Zekidir, müşfiktir, fedakardır sonra... Edeplidir, afiftir, zariftir... Kur'an-ı kerim'i çok okur etrafındakilere de öğretmeye çabalar."


On üç çocuklu mutluluk tablosu ne yazık ki fazla sürmez. Ercüment Banu, on dördüncü çocuğuna hamiledir. Bu seferki hamileliği çok zor ve sancılıdır fakat o yine de hiç eşine belli etmez durumunu. Doğum zamanı geldiğinde on dördüncü çocuğunu bekleyen Şah Cihan'a kötü haberi sarayın baş doktoru verir: "Başınız sağolsun Hünkarım."

Ercüment Banu on dördüncü çocuğunu doğururken hayatını kaybeder. Karısına büyük bir aşkla bağlı olan Şah Cihan yıkılmıştır adeta. Haftalarca kendisini toparlayamaz Şah. Onun aşkını, yüzünü nereye dönse orada görür adeta. Acısına katlanması çok zordur. Tahtı ve yöneticiliği oğluna bırakır ve onun yasını tutar. En sonunda ölen karısı için bir şey yapması gerektiğini anlar.

Her tarafa haber salınır ve en iyi mühendisleri, taş ustalarını, inşaatçıları çağırır saraya. O zaman ki imparatorluğun başkenti olan Hindistan'ın Agra şehrinde, Jumna (Yamuna) Nehri'nin kenarına karısı için türbe yaptırır. Bu türbe öylesine büyük, gösterişli ve etkileyicidir ki, uzaktan görenler bile hayranlıklarını saklayamazlar. Hindistan'daki bu anıtsal yapı bugün Taç Mahal olarak bilinir. Dünya mimari tarihinin en güzel örneklerinden olan Taç Mahal'in yapılış öyküsü böyledir işte.

                                                                        Resim: Telegraph 

Bu hikayeyi neden mi anlattım. O zaman konumuza geleyim. Şah Cihan ile Ercüment Banu'nun bu müthiş aşk hikayesinden çok etkilenen bir Fransız parfümör vardır 1920'li yıllarda. "Master Parfümör" Jacques Guerlain, 1921 yılında bu aşk hikayesinden ilhamını alarak Shalimar isimli kadın parfümünü tasarlar. Shalimar ismi, Pakistan'daki "Shalimar Bahçelerinden" geliyor. Bu bahçeler, Ercüment Banu'nun en sevdiği bahçelermiş. Böylece parfümün ismi Shalimar olarak seçilmiş.

1925 yılında yeniden piyasaya sürülen Shalimar, parfümler tarihinin en büyük ve en önemli klasiklerinden birisi olmuştur. 2015 yılında doksan yaşını kutlayacak olan Shalimar’ın, parfüm dünyasının mihenk taşlarından birisi olarak hala üretimi devam ettiriliyor ve hala Guerlain'in en çok satan kokuları arasında. Bu kült "tarihi eseri" bir süredir kullanıyorum ve tadına varıyorum. Şimdi ise onu sizlere bir nebze de olsa anlatmaya çalışacağım. Umarım başarılı olurum.

Kendi sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış Shalimar. Hatta Shalimar'ın tarihteki ilk "safkan" oryantal parfüm olduğu vurgulanmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma eski tarz şiprelere özgü nostaljik tozlu turunçgiller ve limon çıkıyor. Ferah sayılabilecek limon ve bergamot müthiş. Üst notaları harika Shalimar’ın. İlerleyen dakikalarda limon-bergamot ikilisi gerilerde kalıyor. Onun yerine şekerli pudra ve yoğun hayvansallık geliyor. Civetten geldiğini düşündüğüm hayvansallığa misk de eşlik ediyor. Baharatları da unutmamak lazım. Orta bölüm çok zengin, biraz tatlı fakat etkileyici. Orta kısımda gayet başarılı. Geçeyim sonlara. Alt notalarda bütün heybetiyle vanilya karşımıza çıkıyor. Tatlımsı pudralı vanilya sonlardaki ana oyuncu. Ne yazık ki vanilya kullanımını çok rafine ve yüksek kaliteli bulmadım. Biraz sıradan bir pudralı vanilyaya sahip. Vanilyaya tatlımsı tütsü de eşlik ediyor. Fakat tütsü vanilyanın gölgesinde kalıyor. Alt notaları bence en vasat yeri.


Shalimar, kadın parfümü olarak tasarlanmış. Bunun içindir ki kokusu yüksek oranda pudra efektine sahip. Orta kısımdan itibaren artan tatlılık, şekerliliğe doğru evriliyor. Parfümün ana aktörü olan vanilya gayet kadınsı kullanılmış.

Shalimar, çok zengin ve biraz karmaşık. Turunçgiller, baharat, reçine, vanilya, tütsü, civet, hayvansal misk, çiçekler ve pudra. Ne ararsanız var Shalimar'ın harmanında. Bu notaların hepsinden bir tutam alıp karıştırın, Shalimar'a oldukça yakın bir koku ortaya çıkacaktır. Gördüğüm kadarıyla parfümün en öne çıkan notası tatlı vanilya. Daha sonra şekerli pudra, kremsi hayvansallık ve yumuşak baharatlar. Özetle Shalimar bu.

Sıcak, cazibeli ve kadınsı kokuyor. Pudramsılık, başlangıçtan sona kadar devam ediyor. Bunun sebebinin, parfümün ilham kaynağını aşk hikayesinden alması olabilir. İyi de bir aşk hikayesi neden böylesine şekerli ve pudralı kokar. Belki de aşk çok kadınsal bir şeydir. Aşk, kadına yakışır. Ve bir kadın parfümü de pudralı olmalıdır o zamanlarda.

Shalimar'da hatırı sayılır oranda kullanılan hayvansallık şaşırtıcı oldu benim açımdan. Kadın parfümlerine bir türlü hayvansal kokuları yakıştıramıyorum. Bilenen klişelere göre kadınlar mis gibi çiçek kokmalılar. Shalimar'ın ise hiç öyle bir derdi yok. Çok atak, kendine güvenen, egzotik, sıcak ve romantik bir parfüm.


Shalimar'ın pudralı vanilyayı merkeze alan kokusu bana Musc Ravageur'u hatırlattı. Benzer hayvansallık Musc Ravageur'da da var fakat Shalimar onun kadar baharatlı değil. Bazı kullanıclar Jicky'e de benzetmiş. Belki vanilya kullanımı benziyor olabilir fakat Jicky çok daha başarılı ve pürüzsüz bir parfüm. The Third Man’i de ufaktan hatırlatıyor hayvansallığı ve tatlımsı vanilyası.

Shalimar'ın zaman içinde bir çok versiyonu piyasaya sürüldü. EDC, EDT, EDP, Extract gibi farklı formülasyonlara sahip. Ben test sürecinde hem EDC'yi hem de EDT'yi kullandım. Aralarında koku olarak büyük fark görmedim. EDC'nin biraz daha yumuşak ve tene yakın kaldığını söyleyebilirim. Tatlılık da azaltılmış EDC'de. Onun içindir ki EDT'den daha çok beğendim EDC konsantrasyonunu.

Shalimar, neredeyse doksan yaşına geldi. Bu da onun defalarca reformülasyon geçirdiğini bize söylüyor. Eski versiyonlarının çok daha iyi olduğu söylenen Shalimar'ın benim kullandığım EDC yeni versiyonu, kalite ve notaların harmanı anlamında güzel ama harika değil. Evet farklı, etkileyici ve çarpıcı ama yıllar sanki bazı şeyleri eksiltmiş Shalimar'dan. Kimileri "Anneanne kokusu" olarak nitelendiriyor. Evet günümüzün modern parfümlerine çok benzemiyor. Hatta ona "modası geçmiş" bile diyebilirsiniz. Bence durum o kadar da vahim değil. O zamansız bir klasik ve bundan 90 yıl sonra da kadınlar severek kullanacaklardır.


Evet o parfüm dünyasının en büyük klasiklerinden birisi. Muhakkak ki saygıyı hak ediyor. Mitsouko, Vol de Nuit, Samsara, L'Heure Bleue gibi önemli bir Guerlain soylusu. İlginç şekilde kadınların hala en sevdiği parfümlerden birisi.

Shalimar, kadın parfümü olsa da, bazı erkek kullanıcıların onu tercih ettiğini fark ettim. Parfümlerde cinsiyet ayrımına fazla takılmayan birisi olarak, elimdeki Shalimar'ı kullanmayı düşünüyorum. Aslında kokusunun çok kadınsı olmadığını fark ediyorum kullanım sürecinde. Hem erkekler hem de kadınların kullanabilmeleri için fetva verme makamı değilim. Yine de hayvansal vanilya kokularına ilginiz varsa, ona şans vermenizde fayda var.

Shalimar’ı kullanan ünlüler arasında Brooke Shields, Laeticia Casta, Meryl Streep, Rita Hayworth’un olduğu bilgisini de vermeliyim. Kokusunun tasarımın Jacques Guerlain yapmış. Şişesinin tasarımına ise Guerlain ailesinden Raymond Guerlain imzası atmış.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Shalimar referans oryantal olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinde beş verilerek en iyi parfümler listesine alınmış.

Ağırlıklı olarak kullandığım EDC versiyonuydu. EDT olanını da bir kaç defa denedim. EDC'nin başlangıcı daha az tatlı. EDT olanın oldukça şekerliydi açılışı. Üst notalarındaki bu küçük fark dışında hemen hemen aynı kokuyor iki formülasyon. Şu haliyle benim tercihim EDC versiyonu olacaktır. EDC biraz daha tene yakın kalıyor EDT'ye göre. Tatlılığı da azaltılmış EDT’ye göre.


On sekiz yaşındaki genç arkadaşlara öneremeyeceğim Shalimar'ı. Çünkü kokusunu muhtemelen fazla "yaşlı" bulacaklardır. Otuz beş hatta kırk yaşı devirmiş arkadaşlara öneririm. Sonbahar-kış mevsimi için uygun olduğu çok açık. Siz yine de denemeden almayın.

Koku Güzelliği:10/7.5

5 Şubat 2014 Çarşamba

Guerlain – Mouchoir de Monsieur (1904)


Guerlain – Mouchoir de Monsieur (1904)

"La Belle Epoque". "Güzel Dönem" olarak Türkçeye çevrilen bir zaman. Avrupa’da 1800’lü yılların sonlarından 1914’teki I. Dünya Savaşı dönemine kadar süren, barış ve huzurun yaşandığı dönem denebilir La Belle Epoque için. Yaşama sevincinin her sosyal sınıf içerisinde uyandığı ve yükselişe geçtiği, insanların yeni ve yüksek estetik anlayışlara ilgisinin arttığı bir tarih kesiti.

Bu öyle bir zamanın hikayesi ki, hiçbirimizin canlı şahit olamadığı... Televizyonun ve internetin henüz icat edilmediği, iletişim namına uzak dalga yayınların, telefon kulübelerinin ve telgrafın kullanıldığı, ilk büyük dünya savaşının başlamadığı, İngiltere'nin dünyanın süper gücü olduğu, Amerika'nın henüz altın arayıcıları tarafından rağbet gördüğü, buharlı trenlerin, hala en önemli taşıma aracı olarak kullanıldığı...

Kadınların geniş ve kabarık elbiseler giydiği, ellerinde şemsiyelerle dolaştığı, her Paris'li kadının sokağa çıkmadan önce en güzel, temiz ve dönemin modasını yansıtan şık kıyafetleriyle salındığı bir dönem. Erkeklerin takım elbise giymeden dışarıya çıkmadığı, eğer takım elbise giymiyorsa alt tabakadan olduğunun anlaşıldığı, başlarında şık melon şapkalarının olduğu bir Paris hayal edin. Adeta siyah-beyaz resim karesi gibi. Yada çok eski yıllara ait olduğu çekim kalitesinden belli amatör video kaydı gibi.


Sokakta dolaşan neredeyse herkesin birbirini tanıdığı, karşılaştıklarında muhakkak selamlaştıkları, erkeklerin hanımların beyaz dantelli ellerini nazikçe öptükleri, kibarca hal hatırlarını sordukları Paris sokakları. Kadınların sosyal hayata katılmaya başladığı, kalabalık yerlerde sigara içmelerinin yadırgandığı, bir yanıyla muhafazakar, bir yanıyla "yeni dünyanın sanat-moda-estetik" temellerinin atıldığı, yaşamdan zevk alan, olgun bir estetik zevke sahip, şık giyinmeyi seven, sanata tutku duyan adeta bir cennet bahçesiydi o yılların "Işık Şehri" Paris. Bütün dünyadan Paris'e gelen o zamanların en iyi ressamları, bu büyülü şehrin her yerini tuvallerine nakşetme hayalleri kuruyorlardı.

Herkesin birbirine azami ölçüde saygı gösterdiği, görgü kurallarının bugünkü gibi yerle bir olmadığı, burjuvazinin önemli kazanımlarının görüldüğü bir zaman kesiti. 1900'lü yılların başından bahsediyorum değerli parfüm severler.

1900'lü yıllarda yine Avrupa merkezli bir aksesuardı kumaş mendiller. Hatta çocukluğumuzda şu an hayatta olmayan ninelerimiz bize bayramlarda kumaş mendiller hediye ederlerdi. Tabi artık kumaş mendil kullanımı tarih oldu denilebilir. Bugünkü gibi marketlerden alınan ucuz kağıt mendillerin yerine, dönemin şık erkekleri muhakkak ceketlerinin cebinde tertemiz ve yeni ütülenmiş kumaş mendiller bulundururlardı. Ve o mendillerin üzerine sıkarlardı parfümlerini. İşte tam da bu noktada Guerlain parfüm evinin Mouchoir de Monsieur'u anlatan tanıtımına bakalım:

"20. yüzyılın başlarında, dönemin snobları parfümü daha rafine ve temkinli bir şekilde kullanırlardı. Bu modanın başlaması ince ve kaliteli dokunmuş kumaşlardan üretilmiş beyaz keten mendillere zarif şekilde parfümün uygulanması ile olmuştur. Bu vazgeçilemez hale gelen aksesuar ve o yüzyılın ince zevklerinin amblemi haline dönüşmesiyle, 1904 yılında, Jacques Guerlain tarafından ilk erkek parfümünün yaratılmasını sağladı. Mouchoir de Monsieur limonun ferahlığı ile zarif pudralı odun nüansıyla eğrelti otunun inceden uyumu sağlanarak aromatik notaların neşesini birleştirmiştir.”


Bugün inceleyeceğim Mouchoir de Monsieur'un anlamı "Beyefendinin Mendili". Guerlain'in en önemli tarihi erkek parfümlerinden birisi olduğu rahatlıkla söylenebilir. 1904 yılında ilk defa üretilen parfüm, bu yıl 110. yaşını kutluyor. Gerçekten de inanması zor.

Kendi sitelerinde turunçgil-fujer olarak sınıflandırılmış Mouchoir de Monsieur. Parfümün başlangıcı ferah lavanta ile gerçekleşiyor. Lavantaya geri planda limon, bergamot ve aromatik otlar eşlik ediyor. Başlangıcı için hafif tatlı aromatik ferah lavanta diyebilirim. İlerleyen dakikalarda lavanta hala kendisini göstermeyi başarıyor. Lavantaya tatlımsı, hayvansal sayılabilecek vanilya ekleniyor. Buradaki hayvansallığı muhtemelen civet veriyor. Orta notalardaki hayvansal vanilyalı lavantaya, neroli ve meşe yosunu gerilerden destek veriyor. Burası için erkeksi-çiçeksi denebilir. Son kısımda yine lavantanın hayaleti hissediliyor. Bu sefer araya paçuli, misk ve amber giriyor. Vanilya hala güçlü şekilde hissediliyor. Derinlerden dumansı kuru tütün bile hissediyorum. Parfümün en sevdiğim kısmı sonları oldu. Böylece de tenden ayrılıyor.

Mouchoir de Monsieur, tam anlamıyla lavanta merkezli erkeksi bir fujer. Başlangıcından sonlara kadar lavantanın imzası hissediliyor. Lavantadan sonraki ikinci ana öğe vanilya. Fazlaca tatlılık barındırmayan lüks vanilya, günümüzün uyduruk ana akım markalarındaki gibi değil. Çok kaliteli ve şık. Üçüncü olarak da hissedilir orandaki hayvansallık. Fakat buradaki hayvansallık, lavanta ve vanilyanın arkasına saklanmış. İyi ki de öyle yapılmış. Bu anlamda çok rahatsız edici değil. Tam tersine cezbedici ve ilginç.


Nedense lavanta temalı parfümleri hep tıraş köpüklerine benzetiyorum. Bana mı denk geliyor bilemiyorum ama kullandığım bütün traş köpükleri lavantalı kokuyor. Bu da sanırım uzun zamandır zihnimin bana oynadığı bir oyun. Fakat Mouchoir de Monsieur'deki lavanta ucuz tıraş köpüklerindeki gibi değil. Oldukça elegant ve doğal. Vanilyayla yumuşatılan lavantayı sevdim ama aşık olmadım. Başlangıcındaki lavantayı kendime hiç yakın bulamadım. Muhakkak sevenler olacaktır. Çünkü doğal sayılabilecek lavanta kullanılmış. Hatta lavanta kolonyalarını hatırlattı bana başlangıcı. Bence en güzel yanı alt notalarında karşımıza çıkıyor parfümün.

Karşımızda 110 yıllık bir eser var. 1900'lü yılların parfüm alışkanlıkları ile 2014 yılınınkilerin birebir eşleşmeyeceği çok açık. Fakat bence Mouchoir de Monsieur çok eski gibi kokmuyor. Tamam kokusunda nostaljik taraflar var. Ama yine de 2014 yılının dünyasında da rahatlıkla kullanılabilir. Bu anlamda onun için zamansız bir kokuya sahip diyebilirim. Saygıyı hak eden bir klasik olarak parfüm tarihindeki yerini almış durumda.

Kullanım sırasında bir parfüme çok benzediğini hissettim. Çoğu kişiye göre markanın diğer klasiği Jicky'e benziyor. Evet bence de aralarında ciddi bir bağ var. Zaten dedikodulara göre Mouchoir de Monsieur, Jicky'nin erkeksi versiyonu olarak düşünülmüş ve tasarlanmış. Fakat başka bir lavanta merkezli parfüm olan ünlü Caron Pour Homme'u da andırıyor. Mouchoir de Monsieur, Coran Pour Homme'un çok daha rafine, zengin ve sofistike hali denebilir. Bana soracak olursanız bu üç parfüm arasında ilk tercihim her zaman için Jicky olacaktır.


Mouchoir de Monsieur, günlük kullanım için ne kadar uygun olur şüpheliyim. Ha tabiki onu kullanıp çıkabilirsiniz sokağa. Ama kot pantolon-spor mont ikilisine uyacağını düşünmüyorum. Biraz daha ciddi ortamlara ve belli bir yaşın üzerindeki erkeklere uygun olacağını fark etmek zor değil. Mesela kırk yaşını aşmış erkekler için tavsiye edebilirim. Genç arkadaşların şimdilik ona pek heves etmemeleri isabetli olabilir.

Bu önemli klasiği, efsane parfümör  Jacques Guerlain tasarlamış. 110 yıllık parfümün bir çok defa reformülasyon geçirdiğini tahmin etmek zor değil. Özellikle başlangıcında biraz sulandırılmış bir hali var gibiydi. Muhtemelen kötü reformülasyonlar sonucunda asıl kokusundan bir parça farklılaştı.

Ferah sayılabilecek kokusuna rağmen, sıcak yaz günlerinde kullanmanın iyi fikir olduğunu sanmıyorum. Serin havaların parfümü bence. Hatta hüzünlü bir sonbahar için nefis olabilir. Soğuk kış günlerinde de görevini layıkiyle yerine getirecektir.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Mouchoir de Monsieur, zengin lavanta olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört vererek oldukça beğenmiş. Bazı yabancı platformlarda bu parfümü İspanya Kralı Juan Carlos'un da kullandığı bilgisine rastladım. Fakat bu klasik bir pazarlama numarası da olabilir.


Niş parfümlerle yarışan kalitesiyle ve farklı tarzıyla herkese hitap etmeyecek bir parfüm olarak görüyorum onu. Denemeden almak iyi fikir olmayabilir. Dünya üzerinde az bulunan bir parfüm olduğunu belirtmem gerekiyor. Onun içindir ki oldukça yüksek fiyatları gözden çıkarmanız gerekebilir.

Parfümün tasarımını, markanın en önemli kokularına imza atmış olan baş parfümör Jacques Guerlain yapmış. Şu anda sadece EDT konsantrasyonunda satılıyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

27 Aralık 2013 Cuma

Guerlain – Derby (Eski Formülasyon/Vintage) (1985)


Guerlain – Derby (Eski Formülasyon/Vintage) (1985)

Bu soğuk günlerde, güneşin yaz-kış eksik olmadığı Kuzey Afrika'ya gitmeye ne dersiniz? Uzun yıllar Fransa'nın sömürge yönetimi altında yaşayan bu coğrafya, her ne kadar şu sıralar karmaşık durumdaysa da, ilerleyen yıllarda eminim ki her şey rayına oturacak. Toplumsal barışın artık zor sağlanabildiği dönemlerden geçiyoruz. Sanırım bu bir süreç ve iyiye gitmeyi ummaktan başka elimizden gelecek fazla şey yok gibi.

Kuzey Afrika'nın güzel ve kendi halinde ülkesi Tunus'un tarihi, antik Roma dönemlerine kadar uzanıyor. Bir zamanların en büyük cihan imparatorluğu olan Roma'nın, etki alanlarından birisi de Tunus'tu. Hatta bazılarına göre Afrika'nın en etkileyici Roma izlerine burada rastlanabilir.

Roma İmparatorluğu dendiğinde benim aklıma kolezyumlar ve amfitiyatrolar geliyor. Kolezyum mimarisinin gösterişli olduğunu vurgulamama gerek bile yok. Roma'da halkın en büyük eğlencelerinden ve sosyalleşme yerlerinden olan kolezyumlarda, bugünün dünyası için vahşi sayılabilecek ölümüne dövüşlerin yapıldığı, "Gladyatör" filminden ve tarihi kaynaklardan çoğumuza aşinadır. Roma mimarisinin anıtsal yapılarından olan kolezyumların, günümüzde ayakta kalabilen az sayıda örneklerinden birisi de Tunus'ta. El Jem (El Djem) şehrindeki Roma kolezyumu, bugün önemli bir sanat eseri olarak titizlikle korunmakta. Unesco'nun da dünya mirası olarak kabul ettiği bu yapıyı, 1980'li yıllarda bir Fransız "usta parfümör" ziyaret eder. Bu ziyaretin zihinsel mi yoksa fiziksel mi olduğu konusu benim için şimdilik muamma. Ve Derby’nin oluşturulma fikri de böylece ortaya çıkmış olur.


1985 yılında Guerlain parfüm evi, Derby isimli erkek parfümünü piyasaya sürecekti. Parfümün yaratıcısı Jean-Paul Guerlain, bu parfümün ilhamını Tunus’taki kolezyumdan almıştı. Burada amaç, kolezyumda yüzlerce yıl önce koşturulan atlara bianen, parfümün deri temalı olması mıydı? Muhtemelen evet. Hatta şişe tasarımı bile Roma İmparatorluğunun arması olan kartal figürüne benziyordu. İşte bazı yorumculara göre "şimdiye kadar yapılmış en iyi erkek parfümlerinden birisi" olan Derby'nin kısa hikayesi böyle denilebilir.     

Bu tarihi önemdeki parfümün eski versiyonunu (vintage) kullanıyorum. Kartal (Eagle) şişe denilen ve artık çok zor bulunan orijinal formülasyon Derby ile tanışmak benim için gurur verici. Kendimi şanslı azınlıktan birisi olarak görüyorum. Bir de 2012 yılında uzun ince dikdörtgen forma sahip, yeni şişe tasarımıyla tekrardan piyasaya sürülmüş durumda.

Derby, kendi sitelerinde fujer-şipre-deri olarak sınıflandırılmış. The Exclusive Collections’un altında “Les Parisiens” serisinin üyesi olarak gösterilmiş. Tanıtımı şöyle yapılmış:

"Derby'i oluşturma fikri, Jean-Paul Guerlain'in vizyonu çerçevesinde, Tunus'taki El Djem anfitiyatrosunu ziyaret ettikten sonra ortaya çıkmıştır. Pirinçten yapılmış hissi veren bu koku, cesur erkeklere adanmıştır. Sıcak ve şehvetlidir. Erkekler için şık bir zırh. Derby, vahşilik ve uygarlığın karışımıdır: Baskın baharatların akını, odun ve deri. Zeki ve rafine erkeğin imzasıdır. Eşine az rastlanan fujer, şipre ve deri akorları saygı ve hayranlık uyandırır. Bir tarzın en mükemmel örneği.”


Derby'i üzerime ilk sıktığımda karşıma 1970'li yılların şiprelerini hatırlatan tozlu ve eski bergamotla turunçgiller çıkıyor. Bir çok yüksek kaliteli şiprede karşıma çıkan nostaljik ve eski turunçgiller gayet güzel ve rafine. Oldukça da yoğun ve keskin. Başlangıcına hayran olamasam da çok başarılı buldum. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Asıl şölen bu andan itibaren başlıyor. Turunçgiller ve bergamot geri çekilirken onların yerini tatlı baharatlar alıyor. Karanfil ve karabiber olabilir. Biraz da erkeksi çiçekler ve aromatik otlar mevcut. Orta kısmı harika diyebilirim. Son kısımda yine büyük değişim var. Tatlı baharatlar ortadan kaybolurken müthiş bir deri sizi selamlıyor. Deriye gerilerden meşe yosunu da eşlik ediyor. Gayet şık ve erkeksi. Son kısımda etkileyici. Böylece tenden ayrılıyor.

Derby’in başlangıcı oldukça yoğun geldi bana. Oysaki çok fazla da sıkmadım hiçbir kullanımda. İki fıs bile ilk başlarda fazla geldi. Onun içindir ki abartılı kullanmayın derim onu. Yoksa hem sizi hem de etrafınızı rahatsız etmesi olasılık dahilinde.

Derby, 1980'li yılların tatlımsı baharatlı deri kokularının belki de en iyisi. Başlangıçta şipre olarak kendisini gösteren, sonrasındaysa fujer karakterini benimseyen yapısıyla ilgi çekici bir eser olarak değerlendiriyorum onu. Yer yer erkeksi ve maço yer yer kadınsı nüanslar içeren yer yer cinsiyetsiz bir klasik gibi davranan Derby, ders veriyor adeta parfüm nasıl olur diye. Rahatlıkla niş parfümlerle rekabet eder, bir çoğunu da geride bırakır eski formülasyon Derby.

                                                                          Resim: Basenotes

Başlangıcı biraz büyük kız kardeşi Mitsouko'yu andırıyor. Orta kısmı Obsession, Bois du Portugal, New York paralelinde. Son kısımsa size özel bir deri kokusu sunuyor. Adeta el işçiliği ile yapılmış deri çanta yada ayakkabı gibi. Çok değerli, az bulunan, emek sarfedilmiş, detaylı ve zengin. Özel bir koleksiyon parçası olarak düşünülebilir.

Dikkatimi çeken yanlarından birisi de tatlılık oranı oldu. Tatlılık tenimde başlangıçta çok azken, orta kısımda oldukça hissedilir hale geldi. Fakat günümüzün modern ve bol şekerli sıkıcı parfümlerindeki gibi değil. Yine de kimilerine fazla gelebilir.

Derby, en büyük pişmanlıklarımdan birisi. Bu zamana kadar böylesine nefis parfümü neden keşfedemedim diye kendime kızıyorum. Olabilecek en iyi erkek parfümlerinden birisi gerçektende. Derby, çok şık, rafine, kibar, saygı duyulası eski Fransız beyefendisi gibi. Üzerine tam oturmuş takım elbisesi, şapkası, elinde şemsiyesi, yeni boyanmış pahalı deri ayakkabıları ve ceketinin ön cebindeki takımıyla uyumlu mendiliyle, 1960'lı yıllardan fırlayıp gelen bir adam adeta.


Bu parfümü kimler mi kullanmalı? Frank Sinatra dinleyen, Orson Welles'in oyunculuğunu takdir eden, Oscar Wilde'in oyunlarını seven, Edgar Allan Poe'nun kısa öykülerini okuyan, David Lynch'in yönettiği filmleri izlemekten keyif alan, sadece Michelin yıldızına sahip mekanlarda yemek yiyen, Mercedes değil Aston Martin kullanan, şaraplar hakkında ortalama üzeri bilgiye sahip, kırklı yaşlarına gelmiş, hayatın bir çok badiresini atlatmış ve onları potasında eriterek gusto sahibi olabilmiş erkeklere uyacaktır Derby.

Peki Derby modası geçmiş bir aktör mü? Hani yaşı ilerledikçe filmlerde veya dizilerde yer bulamayan Yeşilçam oyuncuları gibi mi? Tabi aktörler ile parfümler arasında böyle bir bağlantı kurmak doğru olmayabilir. Evet Derby eski kokuyor. Günümüzün parfümlerine benzemiyor. Genç arkadaşlar ona burun kıvırabilirler ve dedelerini hatırlattığını düşünebilirler. Zaten Derby’nin de on sekiz yaşındaki genç arkadaşlarla pek işi yok. Pek alışılmış ve modern kokmasa da bence 2013 yılının şu son günlerinde hala severek kullanılacak bir arkadaş olarak görüyorum kendisini.

Parfüm yazarı Luca Turin, Derby'i dumansı odun kokusuna benzetmiş ve beş üzerinden beş vererek en iyi parfümler listesine almış. Ayrıca "Tüm zamanların en iyi on erkek parfümünden birisi" olduğunu belirtmiş. Bu konuda Turin'e katılıyorum ve bende en iyi parfümler listeme ekliyorum zaman kaybetmeden.


İlk çıktığından itibaren sadece EDT olarak üretilmiş. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Bulabilirseniz eski kartal şişe olarak tabir edilen versiyonunu alın. Bunu çok sık söylemem ama bu tarz kokuları seviyorsanız gözünüz kapalı alın ve keyfini çıkarın.

Bravo Guerlain, bravo Derby…

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/9

6 Kasım 2013 Çarşamba

Guerlain – Mitsouko (1919)


Guerlain – Mitsouko (1919)

Fransız bir adam. Türkiye dostu olduğu söylenen. Atatürk ile kişisel dostluğu olan. "Türklerin Manevi Gücü" isimli kitaba imza atmış bir adam. İsmi İstanbul'da caddeye verilecek kadar benimsenmiş bir adam. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında kendi ülkesini eleştiren ve Türkiye'yi öven bir yazar. Bu yüzden kendi ülkesinde ve Avrupa'da zor zamanlar geçirmiş bir isim. Claude Farrere’yi hiç duydunuz mu?

İlk mesleği askerlik olan Claude Farrere'in, Fransız ordusundaki görevinden ayrılmasından sonra yazdığı kitaplar, çoğu zaman eleştirilmesine rağmen, ilerleyen yıllar onun haklılığını ortaya çıkaracaktı. 1909 yılında yazdığı La Bataille (Savaş) isimli kitabındaysa farklı bir aşk hikayesini anlatıyordu.

1905 yılındaki Rus-Japon savaşı sırasında geçen bir aşk hikayesini anlatıyor La Bataille kitabı. İngiliz deniz subayı ile bir Japon güzeli arasındaki aşk öyküsü, geleceği olmayan imkansız bir sevda romanıydı. İşin ilginç yanıysa bu romandan, parfüm dünyasının en önemli klasiklerinden birisinin fikrinin çıktığı söylenir.


Guerlain'in 1919 yılında piyasaya sürdüğü Mitsouko, hala en önemli parfüm klasiklerinden birisi olarak bilinir. Bu meyveli şipre, ismini La Bataille romanındaki Japon kadın karakterinden alır. Romandaki ismi Mitsuko olan Japon güzelinin ismi, Guerlain tarafından Mitsouko'ya dönüştürülür ve parfümünde kullanılır. Japonca'da "gizem" anlamına gelen Mitsuko'nun ismi, bir parfümde, neredeyse yüz yıldan beri yaşıyor. Ne büyük şans!

Fakat internette karşıma çıkan şu ilginç alıntıyı da vermem gerekir. Aybala Yentürk'e göre durum biraz farklıymış:

"Başarılı tiyatro eserlerinin, romanların, operaların ya da karakterlerinin parfümlere ilham kaynağı olması, Avrupa’da, özellikle Belle Epoque döneminde yaygın bir pazarlama yöntemiydi. Bunlara en güzel örnekler, 1905 yılındaki Japon-Rus Savaşı’ndaki bir aşkı konu eden Claude Farrere’in “La Bataille” romanından esinlenilerek 1919’da Guerlain tarafından üretilen “Mitsouko”, yine Guerlain tarafından Puccini’nin “Turandot” Operası’ndan esinlenilerek 1929 da üretilen Liu parfümü, 1908’de Gaston Leroux’nun L’Illustration Dergisi ile dağıtılan tefrika romanı “La Dame en Noir” ile aynı adı taşıyan Lentheric firmasına ait parfüm, ilk kez 1890 yılında sahnelenen Borodin’in “Prince Igor” operasından esinlenen ve 1909 yılında V. Rigaud tarafından üretilen Prince Igor parfümü." (Aybala Yentürk)

Başka bir iddiaya göreyse Jacques Guerlain, ünlü Coty firmasının 1917'de piyasaya sürdüğü Chypre isimli parfümünü çok beğenmiştir. Ona rakip olabilecek bir parfüm tasarlar ve iki yıl sonra da herkesin beğenisine sunar. Oluşturulma sebebi veya öyküsü her ne olursa olsun, karşımızda çok değerli bir parfüm var. Güzel kokular evreninin ikonlarından birisi Mitsouko. Hem de doksan altı yıldan beri.


Mitsouko parfümü neden bu kadar önemlidir sorusunu duyar gibiyim. Burada işin biraz teknik kısmı devreye giriyor. Baş parfümör Jacques Guerlain, yapay şeftali kokusunu (Aldehit C14) ilk defa kullanmıştır Mitsouko'da. Bu molekül 1908'de icat edilmiş. Çok güçlü ve yoğun aromaya sahip bu molekülü ilk defa kullandığında ayarını tam olarak tutturamadığı ve bol miktarda kullandığı iddia edilir Bay Guerlain'in. Bu enteresan tesadüfün, Mitsouko'nun şeftalimsi kokmasını sağladığı anlatılır. Aslında meşe yosunu kokusunu merkeze almış bir şipredir Mitsouko. Anlaşılacağı üzere Mitsouko'yu böylesine önemli ve özel yapan, yoğun oranda Aldehit C14 molekülünün kullanılmasıdır.

Sözü daha da uzatmadan bana çağrıştırdıklarına geçeyim. Kendi sitelerinde meyveli şipre olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma eski/tozlu/kuru turunçgiller çıkıyor. Bergamot baş rolde. Ona limon ve aromatik otlar destek veriyor. Adeta 1920'li yıllara geri döndürüyor beni üst notalar. Çok eski ama kaliteli. Müthiş bir başlangıcı var. Oldukça etkileyici. İlerleyen dakikalarda turunçgiller (bergamot) geri çekiliyor. Onun boşluğunu meşhur şeftali aroması dolduruyor. Günümüzün modern meyveli parfümlerindeki gibi zirzop ve yapay değil şeftali. Çok olgun, rafine, şık ve biraz eski. Şeftaliye biraz da erkeksi çiçekler ve baharatlar eşlik ediyor. Muhtemelen yasemin ve tarçın. Dikkatimi çeken şey orta kısımda hissedilir oranda tatlanıyor kokusu. Sonlara geçeyim. Alt notalarda tam bir eski dönem parfümü olduğunu ispatlıyor. Günümüz parfümlerinde artık neredeyse hiç kullanılmayan meşe yosunu baş role geçiyor. Ona odunsu notalar ve kabe samanı (vetiver) eşlik ediyor. Hatırı sayılır oranda da vanilya hissediyorum geri planda. Son kısımdaki vanilya nefis kullanılmış. Böylece de tenden ayrılıyor.

Öncelikle Mitsouko'nun, meyveli-baharatlı bir şipre olduğunu söylemem gerek. Başlangıcındaki o eski/nostaljik bergamotun tarifi zor. 1900'lü yılların başlangıcında üretilmiş bir parfüm nasıl kokarsa muhtemelen öyle üst notalar. Günümüzün modern parfümlerinden çok uzak. Oldukça erkeksi, rafine fakat kabul etmesi zor. Benim çok hoşuma gitti ama genç bir arkadaşa koklatsak büyük ihtimalle burun bükecektir. Orta kısımda günümüzün modern parfümlerine biraz daha yaklaşıyor. Tatlımsı şeftali ve baharatlar, bana biraz sulandırılmış hissi veriyor nedense. Sanırım parfümün defalarca geçirdiği reformülasyonların sonucu bu durum. Son kısımdaysa meşe yosununu görmek hoş bir sürpriz. Ona eşlik eden hayvansal sayılabilecek vanilya beni mutlu etti.


Mitsouko'nun uzun yıllar içinde farklı versiyonları çıkmış. EDC, EDP, PDN ve EDT olarak farklı formülasyonları var. Benim denediğim EDT olanıydı. Bu versiyonda başlangıcı dışında çok eski bir parfüm havası hissedemedim. Sanki yapılan formül değişiklikleri onu günümüzün modern parfümlerine oldukça yaklaştırmış. Özellikle orta kısımdaki şeftali-baharat kombinasyonu neredeyse yeni çıkarılan bir parfüm kadar günümüze yakın ve tanıdık. 1919 yılında çıktığını görüp, çok eskilerde kalmış koku beklemeyin. Bu anlamda biraz şaşırttı beni.

Mitsouko, şüphesiz yüksek kaliteli bir parfüm. Fransız, şık, dengeli, ciddi, aristokratik ve muhafazakar. Yapaylığa veya uyumsuzluğa rastlanmıyor. Fakat o beklediğim derinliği, ilginçliği veya "tarihi" hissi alamadım bir türlü. Orta kısımdaki o ünlü şeftali kokusunu biraz sulandırılmış/seyreltilmiş buldum ve hafiften hayal kırıklığı yaşadım. Evet günümüzün yeni nesil çoğu parfümünden çok daha rafine ama sanki bir şeyler eksilmiş Mitsouko'dan. Yada bana öyle geliyor.

Uzun zamandır merak ettiğim ve denemek istediğim klasiklerden birisiydi. Daha önce okuduklarıma binaen çok seveceğimi düşünmüyordum. Çünkü genel yapısı benim tarzıma yakın değil. Fakat orta notaları dışında gayet başarılı buldum. Sonlarına bayıldım. Orta kısımdaki biraz basit kaçan şeftali kokusu için aklıma farklı bir durum geliyor. Belki de denediğim EDT versiyonu yüzündendir. EDP'si çok daha ilginç olabilir. Fakat şu haliyle bir şişesini alıp da kullanacak kadar sevemedim. Kullanım sürecindeyse bana beklediğim keyfi veremedi. Yada hayatımın parfümü olacak kadar enteresan gelmedi. Aklımı başından alamadı.


Mitsouko, kadın parfümü olarak çıkarılmış. Halen kadın reyonlarında satılıyor. Deneme sürecinde hiç de kadın parfümü gibi kokmadığını anladım. Onu, erkekler rahatlıkla kullanabilir. Hatta erkek parfümü olarak satışa sunulsa, hiç kimse onu kadınsı bulmayacaktır. Bu anlamda bence oldukça erkeksi kokuyor. Zaten hatırı sayılır sayıda erkek kullanıyor gördüğüm kadarıyla. Rahatlıkla uniseks olarak düşünülebilir.

Herşeye rağmen Mitsouko'ya saygı duyuyorum ve onu doksan altı yıl boyunca severek, hayran kalarak kullanan, üzerinde taşıyan parfüm severlere doğru karar verdiklerini söylemek istiyorum. Usta bir parfümörün ve arkasındaki hikayesinin gücü, onu 2013 yılına kadar getirdiyse, şapka çıkartılması gereken bir başarıdan rahatlıkla söz edebiliriz.

Bu tarz eski kokuları sevin yada sevmeyin. 1920'li yılların şiprelerinden hoşlanın yada hoşlanmayın. Hiç önemli değil. Fakat Mitsouko gibi bir "yaşayan tarihi" koklamadan veya kullanmadan "ben parfüm severim" demeyin. Çünkü gerçekçi olmayacaktır.


Mitsouko'yu kullanan ünlüler arasında Charlie Chaplin, Ingrid Bergman, Jean Harlow, Prenses Diana ve Ava Gardner'ın olduğu bilgisine rastladım. Parfüm kritikçisi Luca Turin, Mitsouko'yu referans şipre olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş yıldız vererek en iyi parfümler listesine almış. Bir başka parfüm yazarı Chandler Burr’de Mitsouko’ya beş üzerinden beş yıldız vermiş.

Küçük bir bilgi daha vereyim unutmadan. Mitsouko'nun şişesinin, Guerlain'in 1912 çıkışlı başka klasiği L'Heure Bleue ile aynı olması dikkatlerinden kaçmamıştır parfüm severlerin. Sadece üzerlerindeki etiketler farklı. Oysa ikisi tamamen ayrı parfümler. Burada karşımıza çıkan açıklama şöyle: "1914 yılında başlayan ve 1919 yılında sona eren Birinci Dünya Savaşı'na gönderme yapılmış bu iki aynı şişeyle. Hatta Mitsouko'nun Birinci Dünya Savaşının sonlanmasını kutlamak amacıyla da piyasaya sürüldüğü söyleniyor."

Şu haliyle dört mevsimde de kullanılacak gibi. Ama ilkbahar-sonbahar mevsimlerinde kullanmak hoş olabilir. Üst yaş gruplarındaki arkadaşları hedeflediği kesin. Otuz hatta otuz beş yaşın üzerindeki kadın-erkek herkese uyacaktır. Her şeye rağmen denemeden almak iyi fikir değil.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.


Artıları:
+ Başlangıcını ve sonlarını sevdim.
+ Yüksek kaliteli yapısı memnun edici.
+ Dünya parfüm klasiklerinden olan Mitsouko'yu herkes mutlaka denemeli.

Eksileri:
- Orta kısmını biraz sıradan buldum.
- Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/7