18 Mart 2015 Çarşamba

Givenchy – Amarige (1991)


Givenchy – Amarige (1991)

"Givenchy'nin aşka övgüsü."

Ne çoktur aşka ve onun bize yaşattığı duygulara yapılan vurgular. "Aşka Övgü"nün, Erasmus'un Deliliğe Övgü'sünden farkı nedir ki? Aşka da bir çeşit delilik hali değil mi? Normal şartlar altında yapmayacağımız çoğu şeyi aşk yaptırmaz mı bize? Aşkın gücünün karşısında kim durabilir ki? Kerem ile Aslı'yı ne durdurabilmişti? Romeo ve Julyet'in aşkları için ölümü bile göze almalarına ne denebilir? Ya Amerika yakın tarihinin en serseri aşıkları Bonnie ve Clyde'in soydukları her mekana bir çiçek bırakmaları neyi simgeliyordu? Aşkın romantik yönünü mü?

Çoğumuz biliriz ki aşk inanılmazdır. Birden sizi avucuna alıverir, evirir, çevirir ve bambaşka birisi yapar. İnsanlık tarihinin belki de en eski duygusu için yazılmış binlerce şiir, kitap, makale, söylenmiş yüzlerce şarkı, çevrilmiş onlarca film hiç bir zaman yeterli olmaz. Çünkü aşk, belki de evrenin en merkezi duygularından birisi. Yaratıcımızın bize armağan ettiği en muhteşem şeylerden olabilir mi?

Büyük kısmının kadınlara hizmet vermekten memnun olduğu güzellik sektörü, aşkın çekiciliğinin ve gücünün dışında kalabilir miydi? Ürünlerinde, kadınların en büyük tutkusu aşkın nesneleşmesi neden yanlış olsun ki? Hele ki Givenchy gibi güzellik ve kozmetik alanının iddialı oyuncusu, bir parfümünü aşka adasa fena mı yapmış olurdu? İşte karşımızda bir aşk çocuğu var bugün.


Özüne ve kalbine aşkı alan Givenchy'nin 1990'lı yılların en önemli kadın parfüm klasiği Amarige, ismindeki "evlilik" göndermesi bir yana, içeriğindeki güçlü çiçeksilikle dişiliği her daim burnunuza hatırlatıyor. 1980'li yılların kadınsı şiprelerine pek benzemeyen Amarige, daha çok modern sayılabilecek tatlı çiçeksilik üzerine kurgulanmış gibi.

Amarige'in açılışı çiçeksi bir patlama ile gerçekleşiyor. Beyaz sabunsu-kremsi çiçekler, daha ilk saniyelerde kokunun yol haritasını çiziyor. Yasemin olduğunu tahmin ettiğim üst notalardaki beyaz çiçek, tatlı ve tanıdık geliyor. Başlangıcını beğendim. Orta kısımda form fazla değişmiyor. Sadece sabunsuluk artıyor. Sümbülteber olduğu az da olsa açığa çıkan orta bölümdeki çiçekler, başlangıçtaki gibi tatlımsı ve kremsi. Sanırım kremsilik vanilyadan geliyor. Fakat vanilya daha geri planda kalıyor. Çiçekler hep önde. Son bölümde fazla değişiklik yok. Beyaz çiçeklere bu sefer misk ekleniyor. Misk, alt notaların önemli kısmını oluşturuyor ama genel yapıyı bozmuyor.

Evet karşımızda dişil ve anaç bir parfüm var. Yüksek dozdaki beyaz sabunsu çiçekler, vanilya ve hatta neredeyse hindistan cevizi ile harmanlanıp, yumuşatılmış ve genel beğeniye uygun hale getirilmiş. Bu tarz çiçek kullanımını, kuru çiçeksilikten daha fazla seviyorum ve kendime yakın buluyorum. Sonlardaki misk gayet lezzetli ve kaliteli. Amarige genel olarak ortalama bir parfüm. Abartılı yapaylığı yok. Givenchy'e bu anlamda teşekkür etmek gerekiyor belki de.


Açıkçası çok kompleks bir formül yok karşımızda. Çiçekler, vanilya ve misk. Benim Amarige'de algılayabildiğim bu üç element. Tabii içeriğindeki çiçek skalası muhtemelen oldukça geniştir. Yasemin, sümbülteber, ylang ylang, portakal çiçeği hatta papatya. Ayırt etmek oldukça zor. Onun içindir ki beyaz çiçekler tabirini kullanıyorum.

Lezzetli, çarpıcı, iddialı ama aynı zamanda masum ve temiz. Çoğu sabunsu parfüm gibi ortalığı yıkıp geçirme amacında olmadığını söyleyebilirim. Bu işi Black Orchid veya Hypnotic Poison zaten başarıyla yerine getiriyor. Amarige, biraz daha üst yaş gruplarını hedefleyen, kadınsı bir konfor kokusu adeta. Bu anlamda biraz Jasmin Noir'i çağrıştırdı bana. Tabii Amarige, Jasmin Noir'in daha olgun, görmüş geçirmiş ablası gibi duruyor. Sabunsuluk oranı da Jasmin Noir'den fazla Amarige'in.

Amarige'i ilk kullandığım gün kafamda şimşekler çaktı. Kokusu o kadar tanıdık geliyordu ki. Ve tabii sonra en sevdiğim kuzenimde bu kokuyu defalarca duyduğumu anladım. Nedense bu parfümü onunla özdeşleştirdim. Gerçi kendisi çok da "Amarige Kadını" değil ama yine de çağrışım dünyamız, bizden habersiz çalışmaya devam ediyor geri planda.

Düz çizgide ilerlemesi, fazla değişmemesi, uzun süreli kullanımlarda sıkılabileceğinizi düşündürtüyor. Ortalama kalitedeki modern bir klasik arıyorsanız sizin için uygun olabilir. Ayrıca karakteristik tarzı, onu imza kokunuz yapmanıza yardımcı olacaktır.


Amarige'in tasarımını ünlü burun Dominique Ropion gerçekleştirmiş. Bay Ropion'un erken dönem eserlerini merak ediyorsanız, raflarda sizi bekliyor Amarige. Luca Turin'in kitabında Amarige katil sümbülteber olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden bir puan verilerek en kötü parfümler listesine alınmış. Turin’in bu kadar düşük puan vermesi şaşırttı beni.

EDT konsantrasyonundaki Amarige'in kalıcılığı gayet iyi. Neredeyse ertesi güne kadar teninizde inatla bekliyor. Farkedilirliği başlarda yüksekken ilerleyen saatlerde tene yaklaşıyor. Yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Yaş olarak ise otuzun üzerindeki hanımlara göz kırpıyor.

Koku Güzelliği:10/6.5

15 Mart 2015 Pazar

Parfum d’Empire – Eau de Gloire (2003)


Parfum d’Empire – Eau de Gloire (2003)

"Gecenin en karanlık anında, kapalı gözlerle, eğer bir mucize olur da Korsika'da bulunursam, onu kokusundan tanıyacağım hemen."

Henüz 15-16 yaşlarındaki gencin, öğrenim gördüğü askeri okulda defterinin kenarına çiziktirdiği bir cümleydi belki de yukarıdaki satır. Kastedilen ise muhtemelen ünlü Korsika makilerinin kokusuydu. Akdeniz'in kokusu, denizin hemen kenarında başlayan kayalıkların ve onlarla kucaklaşmış ağaçların kokusuydu belki de anlatılmak istenen. Muhteşem doğasıyla Korsika adasının yamaçlarında yetişen aromatik otların, bin türlü şifalı bitkinin aromasıydı bahsedilen. Yaşar Kemal'in romanlarındaki anlatım zenginliği ve düş gücünün kelimelere dökebileceği gibi bir yer. Ben kim, Yaşar Kemal'in alanında ahkam kesmek kim...

Sıcak bir ağustos gününde tarihin yaprakları 1769'u gösterdiğinde, sadece Fransa için değil, dünyanın kaderi için de önemli bir çocuk doğmuştu Korsika adasında. Carlo Maria di Buonaparte ve Maria Letizia Ramolino'un oğlu olarak dünyaya gelen çocuğun adı Napoleone di Buonaparte idi. Yirmili yaşlarında ismini Napoleon Bonaparte olarak değiştiren bu genç adam, teğmenlik ile başladığı hayat yolculuğunda, belki de hayal edemeyeceği yerlere ve makamlara gelmişti. Hırslıydı, tutkuluydu ve her dahi gibi burnu fazlaca yukarıdaydı.

Askerlik hayatındaki başarıları sayesinde kısa sürede üst rütbelere yükseldi. 1700'lü yılların sonunda Fransa'nın en saygı duyulan askeri uzmanlarından birisi oldu. Oysa o zamanlar ülkesi Fransa, modern zamanların en büyük halk devrimini yaşıyordu. 1789'daki Fransız Devrimi, ülkenin yepyeni bir rejime doğru gittiğini kanıtlıyordu. "Özgürlük, kardeşlik ve eşitlik", Fransız Devrimi'nin en çarpıcı sloganıydı. Ülkenin her yerinde krala ve mutlak otoriteye karşı ayaklanmalar oluyordu. Kutsal Fransa İmparatorluğu adeta son günlerini yaşıyordu. Halk kitleleri, etkileri yüzyıllarca sürecek bir devrime imza atıyorlardı.

Napoleon Bonaparte, bu karmaşık dönemde ordu içinde generalliğe kadar yükseldi fakat bir sorun vardı. Ülkesi hakkında büyük fikirlere sahipti ama bulunduğu makam bunları gerçekleştirmesine izin vermiyordu. Ordudan ayrılıp, siyasete giren Napoleon Bonaparte'ın, Fransa İmparatorluğu yolundaki taşları, kaderi tarafından örülüyordu adeta. İlerleyen yıllarda İmparatorluk tacını giyen Napoleon Bonaparte, uzun bir mücadelenin içinde yoğruldu. Başarı kazanamadığı savaşlardan sonra sürgüne gönderildi ve yine geri döndü. En son sürgüne gönderildiği St. Helena Adası'nda öldüğünde, arkasında Fransa ve dünya tarihi açısından büyük izler bırakmıştı. Napoleon Bonaparte ismi, Fransa'nın ulusal kahramanlarından birisi olarak her zaman saygınlığını korur.


Ve böylesine önemli tarihi figürün, Fransa merkezli parfüm markaları tarafından es geçilmesi olacak iş değildi. Niş parfümevi Parfum d'Empire, 2003 yılında ilhamını Napoleon Bonaparte'tan aldığı kokusu Eau de Gloire'i piyasa sürdü. Tabii tam da bu noktada aklıma hemen başka bir parfüm geldi Napoleon Bonaparte'tan esinlenmiş. Creed'in son yıllarda fenomen haline gelmiş eseri Aventus'ta ilhamını yine Napoleon Bonaparte'tan almıştı. Tabii böylesine önemli tarihi şahsiyetin, parfümlere ilham vermesi çok da şaşılacak şey değil. Eau de Gloire'in koku formunun oluşturulmasında, Napoleon Bonaparte'ın çocukluğunun geçtiği Korsika Adası'ndaki makilerden esinlenildiği belirtiliyor. Ayrıca kokusunun turunçgiller, aromatik otlar, ölmez otu, meşe yosunu ve tütsü notalarının ağırlığında olduğu vurgulanmış.

Eau de Gloire'i kullandığımda ilk saniyelerde erkeksi-asidik turunçgiller beni karşılıyor. Eski aromatik şiprelerin başlangıcını hatırlatan üst notalarda buruk limon, tozlu bergamot ve aromatik otlar var. Ferah, olgun, nostaljik, kaliteli ve zengin başlangıcını sevdim. Orta bölüme ilerlediğimizde otlar ve tozlu turunçgiller geri plana geçiyor. Buradan itibaren lavanta, deri ve tütsü ortaya çıkıyor. Hayvansallık efekti veren yumuşak deri, lavanta ve tütsü ile harmanlanmış. Orta kısımdaki tütsü kullanımını sevdim. Deri ve lavantayı biraz buruk buldum. Başlangıcı kadar sevemedim orta notaları. Son kısımda yine eskilerden bir ziyaretçi kapıyı çalıp içeriye giriyor: meşe yosunu. Bu müthiş nota, Parfums de Nicolai - New York'daki kadar başarılı verilemese de kabul edilebilirlik sınırlarında. Son kısımda kokusu fazlasıyla sönükleşiyor ve tene yakın hale geliyor. Alt notaları algılayabilmek için üzerinizi ancak dikkatlice koklamanız gerekiyor. Bu anlamda diğer Parfum d'Empire'ler gibi değil. Zayıf ve çekingen.

Eau de Gloire, 2003 yılında piyasa sürülmesine rağmen, konsept olarak kendisine 1980'lerin aromatik derili şiprelerini örnek almış. Versace L'Homme, Derby, Eau d'Hermes ve kimi yorumcuların Bel Ami benzetmelerini dikkate almak gerekiyor. Evet o günümüzün yeni nesil parfümlerinden çok uzak. Adeta eskiye ve geleneğe güçlü bir göndermeler manzumesi. Zaten daha ilk saniyelerde parfümün karakterini anlıyorsunuz ve saygı duyuyorsunuz. Özellikle Eau d'Hermes benzeri açılışı ve neredeyse hayvansallığa kaçan edepsiz deri kullanımı ile bu büyük klasiğin yolundan gidiyormuş izlenimi verdi bana ilk dakikalarda. Orta notalardaki tütsü ise durumun pek de öyle olmadığını hatırlattı. Son kısımdaki meşe yosunu, uzun zamandır görüşmemiş iki eski dostun kucaklaşması gibi bir heyecan yarattı bende.


Parfümün ilhamını aldığı Akdeniz'in eşsiz doğasındaki çalılar, makiler ve onların arasında yetişen otlar, ilk saniyelerde cömertçe kendilerini size gösteriyorlar. Biberiye ve kekik sizi Korsika Adası'ndaki şifalı ot satan dükkandan gelen koku dünyasına çağırıyor. Dalından yeni koparılmış lezzetli limon, bergamot ve portakal da başlangıçta, size bu soğuk Mart günlerinde Akdeniz'in ılıman iklimini ve güneşini çağrıştırıyor. Orta bölümdeki deri kokusunu çok erkeksi ve deri ceket kıvamında düşünmeyin. Turunçgiller ile yumuşatılmış/seyreltilmiş/etkisi sınırlandırılmış deriyi Eau d'Hermes'teki kullanıma benzettim. Eau d'Hermes'de oldukça hayvansı kullanılan deri, Eau de Gloire'de daha sakin ve kabul edilebilir verilmiş.

Sanırım Eau de Gloire'ın amacı "modern bir klasik" ortaya çıkarmak, Mouchoir de Monsieur'ların, Chanel Pour Monsieur'ların, Jicky'lerin ve The Third Man'lerin dünyasına selam göndermek, bugün fazlaca kullanılmayan şöhretli retrolara saygı duruşunda bulunmaktı. Tabii asıl amacı bay Corticchiato çok daha iyi bilecektir. Peki sonuç nasıl olmuş? Bence konsept ve koku olarak iyi bir örnek yaratılmış. Fazla tatlılık barındırmayan, biraz resmi, otuz yaş ve üzerini hedefleyen, hafiften aristokratik havası olan şık bir eser meydana gelmiş. Fakat kokusu diğer Parfum d'Empire'ler kadar güçlü, sağlam, oturaklı ve olmuş gibi gelmedi. Bir eksiklik var sanki. Ya aceleye getirilmiş ya da tam bir nota bütünlüğü sağlanamamış. Teninize oturan ve mis gibi tadını çıkaracağınız rafinelik veya koku güzelliğine sahip değil. Evet belli bir kaliteye sahip ama özellikle orta kısmı biraz sıkıcı buldum. Mesela Versace L'Homme kadar heyecanlandıramadı beni.

Siz yine de bana bakmayın. İsmi "Şan/Şöhretin Suyu" olarak çevrilebilecek Eau de Gloire, birbirinin aynısı piyasa parfümlerinden, öd-gül temalı cacıklardan, calone bombası akuatik veletlerden, Iso E Super sentetiklerinden çok daha iyi bir seçenek. Bay Corticchiato, yine güzel iş çıkarmış ama ne bir Ambre Russe etkisi var ne Fougere Bengale'deki insanı şaşkına çeviren gerçekçilik mevcut ne de Wazamba'daki aklı baştan alan aromaya sahip. Eau de Gloire, bir Caron parfümü olabilirmiş ama Parfum d'Empire şemsiyesi altına sanki pek uymamış.


EDT konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı fena değil ama farkedilirliği biraz zayıf. Dozajını ayarlamak kaydıyla dört mevsim her zaman kullanabilecek işlevsel bir parfüm. Bazı kaynaklarda kadın bölümüne alınsa da erkek kullanımına daha yakın olduğu açık.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

12 Mart 2015 Perşembe

Christian Dior – Dior Homme (2005)


Christian Dior – Dior Homme (2005)

17. yüzyılda Avrupa aydınlanmasının temellerinin atılması ve 18. yüzyılda Modernizmin teoriden pratiğe geçmesi şüphesiz ki dünya düşünsel tarihinde her zaman önemli yer tutacak. Bilimin, akılcılığın, yüksek sanatın, hukukun, insanın ve onun haklarının öncelenmesi, günümüzün modern demokrasilerinin ve cumhuriyetlerinin doğuşunun da habercisiydi. Modernite, köleciliği kınıyor, feodaliteyi yıkıyor, kilise baskısını elinin tersiyle itiyor ve totaliterliğe geçit vermiyordu. 18. yüzyıl, bu anlamda tarihin ilginç kırılma noktalarından birisiydi.

İnsan aklı, bilimsel, siyasal, kültürel, teknik ve endüstriyel ilerlemenin yolunu açıyordu. Artık, iştahla ilerlemenin, gelişmenin ve kabuğunu kırmanın peşinden gidiyordu insanoğlu. Her türlü fikirsel baskıyı reddediyor, özgürlüğüne (her anlamda), pozitivizme, hümanizme yelken açıyordu 18. yüzyıl Batı toplumları. Adalet ve hukukun üstünlüğü kavramları belki de en çok bu zaman diliminde tekrarlanır oluyordu. Evet bu çok farklı bir dirilişti.

Modernite kavramına fazlaca girip, sizi sıkmayı istemem değerli kokuseverler. 2015 yılının dünyasında modern kelimesinin anlamı az çok bellidir muhtemelen. Bu kelimeyi duyduğumuzda ya da bir kitapta rastladığımızda kafamızda iyi kötü bir şablon belirir. Modern, teknolojiyi yakından takip eden, şehirlerde yaşayan, medeni davranışlar sergileyen, yeniliklere açık, ilerlemeci, değişimlere karşı çıkmayan anlamlarına gelir çoğu zaman.

Parfümler dünyasında "modern" ne anlama gelir peki? Yeni denemeleri mi karşılar modern? Daha önce yapılmayanı mı temsil eder modernlik? Yoksa çığır açmış olmak mıdır modernliğin kriteri? Sizi bilmiyorum ama benim için parfümler dünyasındaki modern teriminin karşılığı Dior Homme'dur. Neden mi?


2005 yılında Christian Dior modaevi, yine iddialı bir parfüm piyasaya sürmek istedi. Kolay yolu değil çok daha zor ve denenmemiş yolu seçmeye karar verdi. Genellikle kadın parfümlerinde kullanılan iris (süsen) çiçeğini merkeze alan parfüm üzerinde çalışmaya başladılar. Fakat sorun şuydu ki bu yeni parfüm erkekler için olacaktı ve kokusunun kadınsı olmaması gerekiyordu. Çünkü biliriz ki çiçeksi notalar çoğunlukla kadın parfümlerinde kullanılır. İşte bu noktada usta parfümör Olivier Polge'un bulduğu çözüm eşsizdi. İris çiçeğini, erkeksi sayılabilecek deri ve kakao ile harmanladı. Ortaya daha önce benzerine rastlanmamış bir form çıktı. İşte Dior Homme böyle dünyaya gelmişti.

İlk çıktığı yıl herkeste küçük çaplı şok yaratmıştı Dior Homme. Erkek parfümü olarak piyasaya sürülmüştü. Hatta isminde "erkek için" olduğu vurgusu bile mevcuttu. Fakat kokusu ilginç şekilde hem kadınsı nüanslara sahipti hem de çarpıcı şekilde erkeksiydi. İşte Dior Homme bunun için böylesine fenomen oldu kısa sürede. Ve dünyanın en çok satan erkek parfümleri listesine girmekte zorlanmadı. Dior yine on numaradan vurmuştu hedefi.

Uzun zaman önce kullandığım ilk formülasyon (2005) Dior Homme'u çok sevmiş ve en iyi parfümlerden birisi ilan etmiştim kendi çapımda. İlerleyen yılların ardından değişen koku algım ve Dior Homme'un geçirdiği reformülasyonlar sonucunda onu yeniden kullanmak ve değerlendirmeye almak istedim. Bakalım Dior Homme'un yeni hali, eskisi kadar beni benden alabilecek mi?

Kendi sitelerinde baharatlı-odunsu olduğu vurgulanan Dior Homme'un, erkeksi iris çiçeği (süsen) parfümü olduğu vurgulanmış. Kakule, iris ve vetiver notaları üzerine oturtulmuş kokusu. Üzerime sıktığımda beni kremsi turunçgiller ve iris çiçeği karşılıyor. Turunçgillerin geri planda kaldığını söyleyebilirim. Ağırlık iris çiçeğinde. Biraz da kakule var sanki. Başlangıcı gayet güzel Dior Homme'un. Orta kısımda büyük değişiklik olmuyor. Sadece iris çiçeğinin etkisi daha artıyor. Orta bölümden itibaren pudralı yapı ortaya çıkıyor. Evet orta kısım oldukça pudralı-çiçeksi denebilir. İşte Dior Homme'u bu kadar meşhur hale getiren form karşımızda. Yumuşak ve kremsi çiçeksilik erkeksi olmaktan ziyade uniseks kullanıma daha yakın. Geçmişte denediğim Dior Homme'un orta kısmında erkeksi deri varken, yeni formülasyonda derinin etkisi azaltılmış ve pudralı kakaonun oranı artmış sanki. Yine de bu hali benim için yeterli. Geleyim sonlara. Alt notalarda tatlılık biraz artıyor ve kremsi odunsu notalara dönüşüyor. Vetiver rahatlıkla hissediliyor alt notalarda. Onun dışında da çok ilgi çekici değil son kısım. Biraz sıradan kalmış parfümün kapanışı.


Dior Homme, kendi sitelerinde de belirttikleri gibi erkeksi sayılabilecek iris çiçeğinin etkisi altında. Kimileri onu fazlaca kadınsı bulabilir. Ki bu konuda onları eleştiremem. Çünkü Dior Homme gerçekten de ruj-makyaj malzemesi-makyaj çantasının için gibi kokuyor çoğu zaman. Daha doğrusu bu efekti müthiş bir kalite ile etrafa yayıyor. Sanırım onun bu kadar eleştirilmesinin veya aşık olunmasının sebebi iris çiçeğinin böylesine kullanılmış olması.

Eğer Dior Homme'u bir şekilde tanımlamak isteseydim onu çiçeksi-odunsu-pudralı kakao olarak sınıflandırırdım. Tabii hiç bir parfümü böylesine kalıpların içine sokmak doğru değil. Fakat Dior Homme'un bendeki yansıması aşağı yukarı böyle oldu. Pudralı irisin genel kompozisyonda çok büyük yer kapladığı görülüyor. Sürpriz olarak bence ikincil element yumuşak-kremsi odunsular. Orta bölümün sonlarından itibaren beliren odunsu notalar, alt notaları domine ediyor.

Ve kakaodan bahsetmezsem olmaz. Buradaki kakao, daha çok yağlımsı hissiyata sahip. Acı veya çikolatamsı gelmiyor bana hiç bir zaman. Pudralı bir kakao adeta. Yüksek kaliteli değil bence kakao kullanımı. Mis gibi kakao çekirdeği kokusu beklemeyin çünkü oldukça tatlı zaman zaman şekerliliğe kaçan bir kakao kullanımı mevcut. İlk formülasyon Dior Homme'da çok daha fazla beğenmiştim kakao kullanımını.


Geleyim merak edilen konulardan ilkine. Dior Homme gerçekten de ruj-makyaj malzemesi gibi mi kokuyor? Ve bu koku onu erkeğin kullanmaması gerekecek kadar feminen hale getiriyor mu? Kendi açımdan bakarsam evet o meşhur ruj kokusu Dior Homme'da baskın şekilde var. Ve tabii ki bu durum ona kadınsı nüanslar veriyor. Fakat bu onu salt bir kadın parfümü haline getirmiyor. Odunsu notalar ve kakao, erkeksi hissiyatı pekiştiriyor. Yani başarılı bir dengeye oturtulmuş kokusu. Ne çok erkeksi ne de fazlasıyla kadınsı. Bu haliyle erkekler rahatlıkla kullanabilir ama maskülen parfümlerden hoşlanıyorsanız Dior Homme'un size hitap etmeyeceği çok açık.

İkinci merak edilen konu parfümün geçirdiği reformülasyonlar. Tam olarak kaç defa reformülasyon geçirdiğini Dior'un parfüm birimi dışında kimsenin bilemeyeceği Dior Homme'un, son hali biraz sönükleşmiş, eski çarpıcı ve sofistike yanı törpülenmiş, deri azaltılmış ve odunsu notalar arttırılmış. Bilemiyorum belki de yıllar önce kullandığım Dior Homme, tecrübesizliğim sebebiyle bana öylesine harika gelmişti. Bugün daha objektif baktığımda çok ilginç ve yaratıcı bir parfüm görüyorum karşımda. Lüks kokan, inanılmaz bir aurası olan, modern, cazibeli, şık, benzerine kolay kolay rastlanamayacak, fütüristik bir çalışma adeta. Fakat ilk kullandığım kadar heyecanlandıramadı beni Dior Homme. Biraz fazla tatlı, fazla kremsi ve en önemlisi de fazla pudralı geldi kokusu. Sanırım bu kadar tatlı kokular artık ilgimi çekmiyor.

Yine de Dior Homme, her yerde satılan ana akım markalar içinde hala yıldız gibi parlıyor. Böylesi bir eser kolay kolay gelecek gibi görünmüyor. Onun içindir ki muhakkak deneyin, içinize uzun uzun çekin, kendinizi ona yakıştırmaya çalışın ve bu deneyimin tadını çıkarın. Belki de geleceğin parfümleri Dior Homme gibi olacak. Kim bilir...

Luca Turin'in kitabında meyveli iris olarak sınıflandırılmış Dior Homme. Beş üzerinden beş puan alarak en iyi parfümler listesine girmiş. Bay Turin'in bu puanlamasını ilk yani 2005 formülasyonu üzerinden yaptığını belirteyim.


Dior Homme'un yeni formülasyonlarına artık Francois Demachy imza atıyor. Benim kullandığım da onun elinden çıkmaydı. EDT konsantrasyonuna sahip. Farkedilirliği ilk yarım saat iyi, sonrasında tene-kumaşa yakın kalıyor. Kalıcılığı fena değil. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Ten üzerinde beklediğim kadar çarpıcı kokmazken, kumaş üzerinde daha hoşuma gitti. Bunu da küçük bir anekdot olarak vereyim. Ne olur ne olmaz, siz yine de denemeden almayın.

Koku Güzelliği:10/8.5

9 Mart 2015 Pazartesi

Le Labo - Ylang 49 (2013)


Le Labo - Ylang 49 (2013)

Anavatanı Güneydoğu Asya olduğu söylenen Ylang Ylang kokusu, Cananga Odorata ağacının çiçeklerinden elde edilen yağdan sağlanıyormuş. Bu ağacın kırk metreye kadar büyüyebildiğine dair kayıtlar mevcut. Oldukça değerli bitki olan Ylang Ylang çiçeklerinin damıtılması yoluyla elde edilen Ylang Ylang yağı, kozmetik ve parfümeri sektöründe bolca kullanılıyor.

İlk olarak ticari amaçla Filipinler'de daha sonra Endonezya'da yetiştirilen, ardından Komor Adaları'na getirilerek 1980'li yılların başlarına kadar yüksek miktarlarda yetiştirilen Ylang Ylang, Endonezya, Filipinler, Madagaskar ve Komor Adalarının yanısıra, halen en çok Çin'in Guangdong bölgesinde yetiştirilmekteymiş.

Ylang Ylang yağının kökeninin Asya olduğu düşünüldüğünde, o coğrafyanın vazgeçilmezi aromaterapi alanında da kullanıldığını tahmin etmek zor değil. Sadece aromaterapi seanslarında değil, tıp ve alternatif tıp alanında da sıkça kullanılıyormuş Ylang Ylang yağı. Rahatlatıcı ve dolaşım sistemini düzenleyici yanından dolayı, anti-depresan, afrodizyak, enfeksiyon önleyici, antiseptik, tansiyon düzenleyici, sinirleri yatıştırıcı etkileri de bulunuyormuş.


Ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlayan bu egzotik bitkinin birçok parfümde kullanıldığını biliyoruz. Gerek niş gerekse ana akım markalar Ylang Ylang kokusunu parfümlerinde kullanıyorlar. Tabii oldukça çiçeksi yapısından dolayı kadın parfümlerinde kullanılıyor Ylang Ylang. Bir erkek parfümünde hatırladığım kadarıyla baskın şekilde rastlamadım bu notaya.

Amerika merkezli niş parfümevi Le Labo'da Ylang Ylang kokusunu parfümünde kullanan markalar kervanına katıldı 2013 yılında. Markanın yeni sayılabilecek parfümlerinden Ylang 49, kendi sitelerinde çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış. Parfümü üzerime sıktığımda keskin bir koku beni karşılıyor. Eski tarz kadınsı şiprelere gönderme yapan üst notalarında bergamot algılıyorum ilk önce. Kısa süre sonra tatlımsı-kremsi beyaz çiçeklerin hücumuna maruz kalıyorum. Başlangıcı oldukça saldırgan ve etkileyici. Üst notalarındaki kadınsılık rahatlıkla farkediliyor. Fena değil açılışı. Orta bölüme geçildiğinde çiçeksilik oranı daha da artıyor. Hatta tek yetkili haline geliyor çiçekler. Beyaz çiçekler, sarı çiçekler, indolik çiçekler, sabunsu çiçekler... Ne ararsanız var. Ylang Ylang, sümbülteber, yasemin ve daha kimbilir hangi çiçekler... Çiçeklere kuru paçuli eşlik ediyor. Orta kısımdaki dişil çiçeksilik fazlaca tatlılık barındırmıyor. Başlangıcına göre daha kuru ve tatlılık oranı az orta bölümün. Retro kadınsılıktan bahsedilebilir. Orta bölümü oldukça etkileyici. Sonları, orta bölümün devamı şeklinde gelişiyor. Farklı olarak kuru odunsular ve biraz meşe yosunu kompozisyona ekleniyor. Yine bir sürpriz var sonlarda: Tütsü. Vetiverle harmanlanmış tütsüyü sevdim. Alt notaları, üst ve orta notalar kadar çarpıcı olmasa da kötü değil ama çok da ilginç sayılmaz.

Ylang 49, şüphesiz ki kadın kullanımına yakın bir eser. Gerek ismini aldığı Ylang Ylang bitkisinin verdiği hissiyat gerekse kokusundaki yoğun çiçeksilik, onu, alışıldığı üzere kadın kullanımına yaklaştırıyor. Buradaki kadınsı çiçeksilik, oldukça nostaljik, eski klasikleri hatırlatacak şekilde verilmiş. Evet parfüm 2013 çıkışlı ama verdiği izlenim sizi çok daha eskilere götürüyor. Buradan hareketle günlük kullanım için biraz fazla iddialı olacağı söylenebilir.


Ne yalan söyleyeyim karşımda içimi bayan bir kadın parfümü bulacağımı sanıyordum. Evet çiçekler her daim baskın ama kuru paçulinin etkisini göz ardı edemeyiz. Kokuyu şipre kıyılarına çeken turunçgiller, indolik beyaz çiçeklere fazla direnemiyor ve kendi sitelerinde dedikleri gibi tam bir çiçeksi şipreye evriliyor. Evrim teorisinin babası Darwin bu manzarayı görse sanırım ünlü kitabı Türlerin Kökeni'nde muhakkak bahsederdi bu evrimden :) Her ne kadar sevdiğim tarza sahip olmasa da bu tür kokulara aşık kadınların mutlaka şans vermelerini öneriyorum.

Sonuç olarak üst-orta-alt nota ayrımı dikkat edilirse algılanabiliyor. Kokusu çok zengin olmasa da katmanlı. Onun tarzı gayet coşkulu, vurucu, hırslı ve şık. Sınırlı tatlılığı, eskileri hatırlatan genel yapısı, beyaz çiçek ağırlığı onun genç kız parfümü olmadığı gerçeğini bize haykırıyor. Ylang 49, otuz beş yaşın üzerinde, olgun, kızsal kaygılarından kurtulmuş, hayatı çok farklı açılardan görmeye başlamış, maddiyatı öncelik sırasının altlarına itmiş, Paris modasını takip eden, vintage ürünler satan dükkanları gezmeyi seven, İtalya'ya gittiğinde alışverişi değil de Floransa'daki müzeleri gezmeyi önceleyen kadınların parfümü olmalı. Geçmişin şaşalı şiprelerine modern bir saygı duruşu denebilir Ylang 49 için.

Geleyim Ylang 49 ile Aromatics Elixir benzerliği meselesine. Bazı platformlarda bu iki parfüm karşılaştırılmış ve aralarındaki benzerlikler vurgulanmış. Aromatics Elixir, oldukça karanlık, sert, haşin ve ödünsüzken, Ylang 49 daha açık, ona göre neredeyse ferah, beyaz çiçeksi ve kadınsı forma sahip. Aromatics Elixir erkek kullanımına yakın, acımasız, koyu ve korkutucu bir şipre iken, Ylang 49 şıkır şıkır giyinmiş süslü bir Nişantaşı kadını kokusu olduğunu düşündürtüyor. Evet ikisinin aurası birbirini andırıyor ama aralarında büyük benzerlik olduğunu düşünmüyorum.
  

Parfümün tasarımcısı olarak Frank Voelkl görünüyor. Bay Voelkl, Le Labo'nun başka parfümlerine de imza attı ve atmaya da devam edeceğe benziyor. Eau de Parfum (EDP) formundaki kokusu çok inatçı, kalıcı ve farkedilirliği gayet yüksek. Bu anlamda performans sorunu yaşayacağınızı sanmıyorum. Çok sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Kadın kullanımına daha yakın duruyor. Oldukça yüksek fiyatına istinaden "denemeden almayın" uyarısını yapmayı unutmayayım.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5  

6 Mart 2015 Cuma

Christian Dior - Patchouli Imperial (2011)


Christian Dior - Patchouli Imperial (2011)

"Rusya'dan gelen kişniş, Endonezya'nın bağrından kopup gelen paçuli ve Hindistan'dan gelen sandal ağacı."

İşte size Patchouli Imperial'in kısa öyküsü. Aslına bakarsanız uzun hikayeyi bilemiyorum. Belki de bir hikayesi yoktur Patchouli Imperial'in. Her parfümün hikayesinin olması da gerekmiyor. Aslına bakılırsa parfümün ismi, aklımızdaki soru işaretlerini gidermeye yetiyor. Anlıyoruz ki karşımızda paçuli yorumu var.

Christian Dior'un müthiş parfümleri, ikonik tasarımları, moda dünyasındaki eşsiz yeri, umudumuzun her zaman diri olmasını sağlıyor. Dior'un yeni parfümü çıktığında, en azından vasat bir iş olmayacağını tahmin ediyoruz, belki de umuyoruz. Hele ki söz konusu özel seri koleksiyonundan üye ise daha bir dikkat kesiliyoruz. Aynı bugünkü yazı konum Patchouli Imperial'de olduğu gibi.

Dior'un her yerde satılan popüler parfümlerinin aksine çok az yerde bulunan ve niş parfümlere rakip olarak gösterilebilecek özel serisi "La Collection Privee" ailesi gittikçe genişliyor. 2015 yılı itibariyle yirmiye yaklaşıyor özel seriye mensup parfümler. Anlaşılan Dior, bu seriye daha da yatırım yapacak. Umarız ki koku severleri mutlu edecek başarılı parfümlere imza atarlar.

Patchouli Imperial, 2011 çıkışlı özel seri üyesi olarak büyük ses getiremedi. Bir Ambre Nuit ya da Oud Ispahan kadar talep görmedi. Geri planda kaldığı söylenebilir. Parfümün tasarımcısı François Demachy'e göre "bütün bitki notalarının içerisinde en çok hayvansallık hissiyatı veren nota olan paçuli" benim de son yıllarda ilgimi çeken kokulardan birisi. Uzun zaman önce paçuliyi hiç sevmezken, artık paçuli parfümlerine daha bir heyecanla yaklaşıyorum. İlk anda Patchouli Imperial ismini duyduğumda oldukça merak etmiştim. Nihayet tanıştık kendisiyle. Buyurunuz o zaman detaylara.



Kendi sitelerinde "tutkulu ve rafine bir parfüm" olarak tanımlanan Patchouli Imperial'i üzerime sıktığımda garip burukluk beni karşılıyor. Turunçgil mi desem çiçeksilik mi desem paçuli mi desem yoksa hepsinin karışımı mı desem karar veremiyorum. Tuzlu bergamot ile kremsi paçulinin birleşiminden oluşuyor sanki üst notalar. Pek alışık olunmayan tarzdaki başlangıcını pek beğenmedim. Orta kısma geçildiğinde koku yapısında büyük değişim olmuyor. Kremsi buruk paçuli hala çok etkili. Farklı olarak tütün yaprağı benzeri koku algılıyorum. Açıklanan notalarında tütün yok ama bence ıslak tütün yaprağı tarzında bir tütün kullanımı var. Dumansı olmayan ıslak tütün, kremsi paçuliyi geri planda destekliyor. Kimi zaman tütün kolonyasına benzeyen orta kısım, başlangıcına göre nispeten daha başarılı. Alt notaları oldukça tanıdık geliyor burnuma. Tatlığın azaldığı sonlarda çikolatamsı paçuli bu sefer sürpriz yapıyor. Biraz Angel'ı anımsatan kapanışını sevdim. Hatta parfümün en beğendiğim yeri oldu alt notaları.

Patchouli Imperial, ismine binaen büyük oranda paçuli kokusuna sahip. Hem eski hem de modern sayılabilecek kokusu fazlaca rastlanacak türde değil. Özellikle ana akım markalarda böyle bir paçuli kullanımı hatırlamıyorum. Oldukça kremsi (vanilyalı değil yağlı gibi), yumuşak, bazen ferahlık sınırında gezen bazen de baharatlı-tütünlü izlenimi veren hafif tatlı paçuli, ana aksı oluşturuyor. Biraz hüzünlü, kekremsi, olgun ve bohem tarza sahip. Tatlılık her daim var. Buradaki tatlılık vanilyamsı değil de bal-tonka fasulyesi tarzına yakın verilmiş.

Patchouli Imperial günlük kullanım için uygun değil bence. Daha ortam ya da dönem kokusu. Soğuk sonbahar günlerinde kasım ayının sonlarında, yerlerde sararmış yaprakların olduğu sokaklarda dolaşırken kullanılsa eminim harika olacaktır. Benim kullandığım mart ayının serin günlerinde fena tepkiler vermedi ama yine de baharın cıvıl cıvıl neşesine uyacak bir kokusu yok. Havanın soğuk olduğu akşam saatlerinde montumdan burnuma gelen Patchouli Imperial kokusunu beğendim. Ama tenimdeki halini kendime yakın bulamadım. Belki de tenime uymadı bir türlü.



Zaten Patchouli Imperial ile aşk-nefret ilişkisine benzer bir durum yaşandı aramızda. Kimi zaman sevdiğim kokusundan çoğu zaman hoşlanmadım. Düz çizgide ilerleyen, derinliği olmayan, biraz paçuli yağlarını anımsatan kokusu ile barışamadık. Evet bir süredir paçuli parfümlerine olan ilgim artıyor. Fakat Patchouli Imperial ile bu iş olmayacak gibime geliyor. Coromandel, Angel (kadın versiyonu) ve Borneo 1834 gibi nefis paçuli parfümleri varken, Patchouli Imperial'e ihtiyacım olacağını sanmıyorum.

Bir tek bana mı öyle geliyor yoksa bu parfümün orta kısmı garip şekilde Black Orchid ile hafifen benzeşiyor mu karar veremedim. Sanırım birbirlerini andırıyorlar. Azıcık da Slumberhouse'un Jeke'sine benzettim Patchouli Imperial'i. İlginç olan ise bu parfümün Coromandel'e benzetilmesi. Evet ikisinde de paçuli önemli aktör ama bence çok da benzemiyor Coromandel'e. Patchouli Imperial daha ferah ve tütünümsü kokarken Coromandel karanlık ve çikolatamsı yapıda. Bu anlamda aralarında büyük benzerlik göremiyorum. Sadece sonları benziyor olabilir Coromandel'e.

Gördüğüm kadarıyla oldukça tematik bir paçuli denemesi yapılmış Patchouli Imperial ile. Genel beğeniye uymayacak, yapaylık hissedilmeyen, kullanması zor sayılabilecek yapısı ile paçuli severleri bile şaşırtabilecek kokusu, denemeden alımlar için hiç de güvenli değil.



Geleyim performans kısmına. Kalıcılığının gayet iyi olduğu söylenebilir. Kıyafetlerden günlerce etrafa yayılıyor kokusu. Farkedilirliği başlarda gayet iyi. Kimileri saldırgan olduğunu söylese de bence yumuşak karakterli yapıya sahip. Farkedilirliği 1-2 saat sonra normale dönüyor. Kadın parfümü olarak çıkarıldığı söylense de paçuli seven erkekler rahatlıkla kullanabilir. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Yaş olarak ise yirmi beş ve üzerindeki arkadaşların denemesinde fayda var.

Koku Güzelliği:10/6