13 Kasım 2012 Salı

Serge Lutens – Gris Clair (2006)



Serge Lutens – Gris Clair (2006)  Markanın lavanta temalı parfümü.

Renklerin insan hayatındaki önemi ile ilgili bir sürü çalışma ve araştırma yapıldığına eminim. Dünya çapındaki bilim insanları aklımıza bile gelmeyecek yada “ne gerek var şimdi bunu araştırmaya” diyebileceğimiz şeylerin peşinden gidiyorlar. Belki de batı uygarlığının, doğu uygarlığına teknolojik olarak bu kadar fark atmasının sebebi budur. Her şeyi araştırmak.

Gri renginin sizin üzerinizde nasıl bir etki yaptığını düşünün. Bana sorarsanız sisli, puslu, hüzünlü, karamsar, donuk ve sıkıcı bir renk. Nedense aklıma hep hapishaneler geliyor gri deyince. Ya da devlet daireleri. Griyi bir ülkeye benzetmek istesem kesinlikle İngiltere derdim. Belki havanın çoğunlukla kapalı veya gri olduğu Almanya.

Açık kül renginin adı olan gri Fransızca’dan Türkçeye yerleşmiş muhtemelen. Gerçi ingilzcesi de Grey. Gri’nin Fransızcası ise gris’miş. Bugün yazacağım parfüm olan Gris Clair’in anlamının “açık gri” olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Zaten şişesinin içindeki sıvının da gri olması tesadüf değil.


Serge Lutens’in çok ünlü veya öne çıkabilmiş bir parfümü değil Gris Clair. Fakat böyle olması onun başarısız olduğuna kanıt olamayacaktır tabiki. Bakalım Gris Clair bana neler hissettirecek.

Parfümümüz odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı bana çok tanıdık geldi. Keskin, baskın ve erkeksi lavanta hemen ilk saniyelerde burnunuza hücum ediyor. Yapaylık yok diyebilirim. Lavantayı çok sevmediğim için kendime yakın bulamadım üst notalarını.

İlerleyen dakikalarda lavanta biraz geri çekiliyor gibi olsa da hala ana öğe. Bu kısımda lavantanın o keskin aroması yerini odunsu notalara bırakmaya çalışıyor. Sanki biraz da tütsü var. Dikkati çeken şey ise orta notalardan itibaren kokusu oldukça tatlılık barındırıyor. Başlangıcı daha kuru diyebilirim. Orta notalarını beğendim. Son kısımda ise tatlılık biraz daha artıyor. Neredeyse şekerli bir hale geliyor Gris Clair. Sanki vanilyamsı bir tatlılık. Muhtemelen tonka fasulyesi. Biraz da amber. Alt notaları da güzel diyebilirim.


Şimdi efendim Gris Clair aslında basit bir arkadaş. Markanın diğer derin ve ilginç parfümlerinin yanında çok öne çıkmamasını anlıyorum. Lavanta, odunsu notalar ve tonka fasulyesinden ibaret desem yanlış olmaz. Başlangıcındaki keskin erkeksi lavanta pek bana göre değil. Neyseki orta kısımdan itibaren daha farklı bir karaktere bürünüyor. Zaten orta notalardan sonra da hiç değişmiyor. Yani kokusunu ikiye ayırmak mümkün. İlk kısım gerçekçi bir lavanta, ikinci kısım ise odunsu notalar ve vanilya benzeri tonka fasulyesi.

Parfümün açılışı bana ünlü klasiklerden Caron Pour Homme’u anımsattı. Hatta bire bir aynı diyesim geliyor. Fakat Caron Pour Homme çok fazla değişmiyor genel olarak. Gris Clair ise Caron Pour Homme’un daha giyilebilir ve modern hali diyebilirim. Başlangıçtaki lavanta daha sonra geri plana geçiyor. Aralarındaki farkı böyle anlatabilirim.

Gris Clair güzel ve modern bir lavanta-tonka fasulyesi yorumu desem yanlış olmaz. Harika mı? Tabiki değil. Ama benim gibi lavanta ile arası hoş olmayan birisinin bile hoşuna gitmesi yeterli. Diğer harika Serge Lutens’ler kadar etkileyici olmasa da başarılı bir kokuya sahip. Eğer oldukça tatlı bir lavanta parfümü arıyorsanız buyurunuz buraya.


Lavanta merkezli parfümler bence kullanması ve sevmesi zor arkadaşlar. Çünkü çok keskin ve baskın bir kokusu var lavantanın. Ayrıca herkesin sevebileceği gibi de olmuyor lavanta kokuları. Daha çok erkek parfümlerinde kullanılıyor. Lavanta merkezli parfümlerin en büyük sorunu erkeklerin kullandığı “traş köpüklerine” benzeme olasılığı. Mesela Caron Pour Homme bana o hissi vermişti. Gris Clair’in de başları biraz traş köpüğünü andırıyor. Neyseki sonrasında lavantanın etkisi kademeli olarak azalıyor. Daha dumanlı odunsu notalar ortaya çıkıyor. Bu anlamda başarılı diyebilirim. Fakat bir şişesini alır mıyım? Sanmıyorum.

Gris Clair, Eau de Parfum konsantrasyonunda. Bu durum kalıcılığına olumlu yansımış. Teninizde bir günden fazla rahatlıkla hissediyorsunuz. Sonbahar-kış döneminde kullanmak için uygun. Bence baskın lavanta yüzünden erkek kullanımına yakın. Bir kadında nasıl duracağını pek kestiremiyorum. Serge Lutens’in neredeyse bütün parfümlerine imza atmış önemli burunlardan Christopher Sheldrake tasarlamış Gris Clair'i.

Artıları:
+ Orta notalarından itibaren gayet güzelleşiyor.
+ Serge Lutens kalitesi hissediliyor.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Yüksek fiyatı. Ayrıca Türkiye’de bulmak mümkün değil.

Koku Güzelliği:10/7

10 Kasım 2012 Cumartesi

Amouage – Lyric Man (2008)



Amouage – Lyric Man (2008)  Markanın erkek parfümlerinden.

Beyaz renklinin anlamı: Masumiyet, saflık, sadelik.
Sarı renklinin anlamı: Neşe, memnuniyet, dostluk.
Turuncu renklinin anlamı: Büyülenmek, şevk, istek.
Eflatun renklinin anlamı: Büyük sevinç, hayranlık.
Pembe renklinin anlamı: Minnettarlık, hayranlık, taziye.
Kırmızı renkli anlamı: Aşk, şehvet, tutku.

Sanırım neden bahsettiğimi anladınız. Tarihi binlerce yıl öncesine kadar uzanan bir çiçek gül. Güzel görüntüsü ve benzersiz kokusu insanların bu çiçeğe olan tutkusunu bir nebze açıklıyor. En bilineni ise aşkı simgeleyen kırmızı gül kuşkusuz.

Böylesine bir çiçeğin parfümlerde kullanılmaması düşünülemez. Hatta ilk modern parfümler zamanında bile gül temalı kokulara yer verilmiş. Yani gül kokusu uzun yıllardır parfümlerde kullanılıyor.


Gül sadece doğu toplumlarında değil, Asya kültüründe ve Avrupa ülkelerinde de yetiştiriliyor. Ve bu durum onun evrensel yönünü de bize gösteriyor. Nedense gül kokusunun ağırlıklı olarak kadın parfümlerinde kullanılmasını hiçbir zaman anlayamamışımdır. Çünkü doğu toplumlarında (Orta doğu, Arap yarımadası ve Anadolu) gül kokusunu erkeklerin sıkça kullandığı biliniyor. En basitinden cami önlerinde satılan hacı yağlarının en tercih edileni gül yağı değil mi? Gül kolonyalarını misafirliğe gittiğimizde bize sunmazlar mı? Yaşlı amcaların camiye gitmeden önce sakallarına sürdükleri gül kokularını bilmiyor muyuz? İyi de neden gül teması kadın parfümlerinde daha çok kullanılıyor. Ve neden gül parfümleri “kadınsı” olarak nitelendiriliyor?

İşte bugün farklı bir gül kokusu yorumuna göz atacağım. Arap parfüm sanatının gururu olan bir marka Amouage. Umman kraliyet ailesinin resmi markası olması ve üretiminde yüksek kaliteli malzemelerin kullanılması takdire şayan diyebilirim. Tabiki bir Arap parfüm evinin gül merkezli kokuya imza atmaması olacak şey değil. Amouage’da bu konuda boş durmamış ve Lyric serisini piyasaya sunmuş. Lyric Man kendi sitelerinde baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Gayet doğru bir tanımlama bence de.


Lyric Man’i ilk sıktığımda burnuma yumuşak ve doğal bir gül kokusu geliyor. Yüksek sayılabilecek bir dozda safran hissediyorum. Açıklanan üst notalarında bergamot ve misket limonu var. Ben ikisine de rastlamadım. Başlangıcı fena değil. Safran gülden daha baskın bence açılışında. Fena değil. Orta notalara geçildiğinde safran etkisini kaybediyor. Aynı gül teması üzerine bu sefer yumuşak baharatlar ekleniyor. Baharatlar derin ve zengin bir his vermiş gül ile birleşince. Çok doğal kokuyor orta notalar. Bence nefis bu kısım. Alt notalarında ise baharatların hakimiyeti biraz azalıyor. Onun yerine tütsü geliyor. Biraz da misk hissediliyor. Gül çok basın haliyle. Hala çok doğal ve güzel Lyric Man.

Parfümümüz gerek şişesinin renginden gerekse resmi tanıtımlarından anlaşılacağı üzere gül merkezli. Çok doğal, yüksek kaliteli, modern, rafine, derin, romantik, gizemli ve biraz mistik. Amouage parfümlerinde rastladığım “hacı yağı” etkisine burada çok yer verilmemiş.


Lyric Man’ın ana ekseni baharatlı, safranlı gül diyebilirim. Tabiki Amouage kalitesini de unutmayayım. Ama gül parfümlerinin bir sıkıntılı yönü de birbirlerine çok benzeme olasılığı. Bilindiği gibi gülün çok baskın ve yoğun bir kokusu var. Onun için bir çok gül parfümü size aynı gelebilir başlarda. Lyric Man’i geçtiğimiz haftalarda denediğim Le Labo – Rose 31’e biraz benzettim. Ama bence Lyric çok daha başarılı ve derin. Etkileyici ve üst düzey. Adeta kraliyet ailesinin bir üyesinin taşıyabileceği gibi. Amouage bu anlamda çok başarılı bir parfüme imza atmış.

Şimdi Lyric Man’ın eleştirilen taraflarından birisi kadınsı olduğu yönünde. Bence çok kadınsı değil. Evet bir kadın kullansa ona da uyacaktır yoğun gül sayesinde. Ama bir erkek de rahatlıkla kullanabilir.


Diğer kafama takılan şey ise parfümün biraz düz çizgide kalması. Çok büyük değişimler göstermiyor. Başlangıcından sonuna kadar hemen hemen aynı aroma burnunuza geliyor. Diğer notalar adeta yardımcı oyuncu. Modern bir kokusu var. Eskilerden kalma bir hali yok. Romantik bile diyebilirim.

Test sürecinde Lyric Man’i hem kıyafetlerime hem de tenime bol bol sıktım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki tam bir ten parfümü. Ten üzerinde çok derin, lüks, soğuk ve etkileyici oldu. Kıyafet üzerinde sulandırılmış misk ve gül karışımı bir kokuya dönüştü. Onun için mümkünse tene sıkın.


Lyric Man diğer Amouage’lar gibi Eau de Parfum (EDP). Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği başlangıcında çok yüksek. Sonra normale dönüyor. Otuz yaş ve üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Bence sonbahar-kış mevsiminde kullanmak için daha uygun.

Parfüm yazarı Luca Turin, Lyric Man’i odunsu gül olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Ayrıca herkese tavsiye etmiş.


Artıları:
+ Orta kısmı harika.
+ Yüksek kalitesi ve rafineliği etkileyici.
+ Derin ve gizemli doğası için bile denenebilir.

Eksileri:
- Biraz düz çizgide ilerliyor.
- Çok yüksek fiyata sahip olması sebebiyle ulaşmak oldukça zor.

Koku Güzelliği: 10/8.5  

5 Kasım 2012 Pazartesi

Cartier – Pasha de Cartier (1992)



Cartier – Pasha de Cartier (1992)  Markanın eski tarz erkek parfümlerinden.

Çalışma Şekli: Otomatik.
Kasa Tipi: Beyaz Altın.
Kordon Tipi: Timsah Derisi.
Kalibre: 8.000
Çap: 42 mm.
Kalınlık: 8 mm.
Cam: Safir.
Kadran: Gümüş.

Evet itiraf ediyorum. Saatler konusunda çok bilgili ve ilgili değilim. Oysaki saat, aksesuarlar içinde belki de en önemlisi. Şık bir kıyafeti tamamlayan ve pekiştiren yegane öğe. Hatta günlük veya spor giyimin bile havasını değiştirebilir güzel bir saat. Malum cep telefonlarının yaygınlaşması ile birlikte sanırım insanlar artık saat takmaktan da vazgeçiyorlar. Ama kolunuzda duran hoş bir saatin yerini tutabilir mi? Tabiki hayır.


Parfüm Merakı sayfasını yazarken bende sizler gibi yeni yeni şeyler öğreniyorum. Yukarıda yazdığım özellikler anlaşılacağı üzere bir saate ait. Cartier’in Pasha isimli saat serisinin hikayesi 1930’lu yıllara kadar uzanıyormuş. Cartier, bir Fas paşası için tasarlamış bu saati. Bu paşamız suya girdiğinde etkilenmeyecek bir saat istemiş. Ve Cartier markası da dünyanın ilk gerçek anlamda “su geçirmez saatini” Pasha ismi ile üretmiş. Paşa’nın asker olması sebebiyle savaşlarda ve zor koşullarda kullanılabilecek bir saat olması düşünülmüş. Pasha saatlerinin ilk üretimlerinin üzerlerinde koruyucu bir metal kafes bulunuyormuş. Tabiki zamanla bu kafes artık konulmaz olmuş.

Görüldüğü üzere Cartier’in Pasha parfümü ismini markanın bir saatinden almış. Dünya mücevher sektörünün en önemli oyuncularından olan Cartier, parfümlere yabancı bir isim değil. Bir çok parfüme imza atmış durumdalar. Pasha de Cartier ise markanın biraz geçmişte kalmış eserlerinden birisi. Kendi sitelerinde aromatik fujer olarak sınıflandırmışlar. Ayrıca erkeksi bir eğrelti otu kokusu olduğunu vurgulamışlar. İlk sıktığımda ferah sayılabilecek bir nane ve turunçgiller beni karşıladı. Mentollü bir açılışı var Pasha’nın. Doğal olarak üst notalar kısa bir süre sonra etkisini kaybediyor. Yani nane-turunçgil aroması çok fazla etkinliğini koruyamıyor. Başlangıcı doğal ama pek bana göre değil.


Orta notalarda parfümün fujer karakteri ortaya çıkıyor hemen. Aromatik otlar, lavanta ve baharatlar merkeze yerleşiyor bu kısımda. Fakat oldukça “eski ve erkeksi” diyebilirim. Yani günümüzün modern parfümlerine pek benzemiyor Pasha. Baharat derken muhtemelen kişniş. Fakat çok keskin değil. Gayet aromatik bir halde. Orta notalarındaki lavantayı pek kendime yakın bulamadım.

Son kısımda yine kokusu değişiyor. Aromatik baharatlara bu sefer deri ve silhat (paçuli) ekleniyor. Bu kısımda lavanta geri planda kalmış. Alt notaları da doğal ve şık ama yine bana göre değil.

Pasha de Cartier 1980’lerin zengin, detaylı aromatik fujerlarına bir gönderme gibi. Üst, orta ve alt nota geçişleri ustaca. Yapaylığa rastlanmıyor. Zorlama bir kokusu yok. Ne istediğini bilen bir karakteri var. Ve de kimi hedeflediğini…


Parfümümüz oldukça erkeksi yapıda. Belli bir yaşın üzerindeki erkeklere seslendiği çok açık. Fazla tatlılık bulunmuyor. İyi dengelenmiş bir arkadaş. Eğer Yves Sait Laurent – Jazz, Ralph Lauren – Safari gibi parfümleri seviyorsanız denemenizde fayda var. Hatta bence bu iki parfümden çok daha başarılı ve rafine. Amaaa…

Şimdi bu tür erkeksi, beyefendi, tozlu, eski ve nostaljik kokan parfümlerle aram pek iyi değil malumunuz. Onun için Pasha de Cartier’i hiçbir zaman alıp kullanmayacağım. Hayatımın parfümü de olamayacak. Belki yaşımın 40’ı geçtiği yıllarda düşünebileceğim bir seçenek. Eğer bu tarz parfümleri seviyorsanız denemenizde fayda var. Muhtemelen seveceksiniz.


Pasha de Cartier’i ünlü burunlardan Jacques Cavallier tasarlamış. Luca Turin ise beni yine şaşırttı. Pasha’ya beş üzerinden sadece bir yıldız vermiş. Ve hiç beğenmemiş. 1992 yılında piyasaya sürüldüğünü düşünürsek formülünde küçük değişiklikler yapıldığını rahatlıkla düşünebiliriz.

Başlangıçtaki nane patlaması dışında genel olarak zayıf bir parfüm. Tene yakın kalıyor. Kalıcılığı ise fena değil. Çok sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. 30 yaş ve üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Denemeden almayınız. Herkesin sevebileceği gibi bir arkadaş değil.

Artıları:
+ Belli bir yaşın üzerindeki erkekleri memnun edebilecek kokusu.
+ Yoğun bir yapaylık barındırmıyor.

Eksileri:
- Başlangıcı pek bana göre değil.
- Biraz fazla eski moda kokuyor.
- Farkedilirliği zayıf.

Koku Güzelliği: 10/6.5

1 Kasım 2012 Perşembe

Yves Saint Laurent – Opium Pour Homme (1995)



Yves Saint Laurent – Opium Pour Homme (1995)  Markanın erkek parfümlerinden.

Modern anlamdaki parfümlerin, çok uzun sayılamayacak tarihi içinde kült haline gelmeyi başarmış kadın parfümleri muhakkak ki mevcut. Evet Parfüm Merakı sitesinde ağırlıklı olarak erkek parfümlerini yazıyorum. Ama yeri geldikçe kadın parfümleri hakkındaki düşüncelerimi de söylüyorum. Çünkü hayat sadece beyazdan ya da siyahtan ibaret değil. Yani sadece erkek parfümlerinden bahsetmek hiç de adil olmaz.

Büyük başarılara imza atmış birkaç kadın parfümü geliyor aklıma hemen. Gucci – Rush, Christian Dior – Dune, Lancome – Hypnose, Calvin Klein – Euphoria.

İlginç olan ise bu başarılı kadın parfümlerinin isimlerinin sonuna “Pour Homme veya For Men” konularak erkek versiyonları çıkarıldı. Ama hiçbiri kadın versiyonlarının başarılarını yakalayamadı. Çünkü onlar gerçek bir fikrin ve buluşun eseriydiler. Çünkü onlar orijinaldiler. Çünkü onların genetiği gerçekti. Çünkü onlar safkan kadın parfümü olarak üretilmişlerdi. Çok tutan bir parfümün ticari uzantısı kokulardan değillerdi.

Bu tür parfümlerin en göze çarpan örneklerinden birisi de Opium. İlk olarak 1977 yılında kadın parfümü olarak piyasaya sundu Yves Saint Laurent. Baharatlı oryantal olarak sınıflandırılan Opium’un kadın parfümü, ilk çıktığı dönemlerde büyük ilgi çekmişti muhtemelen.

Zaten parfümün ismi bile kışkırtıcıydı. “Afyon” anlamına gelen ismi, Opium’un etrafında her zaman bir “acaba” sorusunu aklına getirdi insanların. Ve ilginç şehir efsaneleri oluşturuldu. Çünkü 1977 yılında çıkarılan bir parfüme “hafif uyuşturucu” olarak tanımlanan bir ismin verilmesi sanırım çok normal karşılanmamıştır. Tam da burada duyduğum küçük dedikoduyu da vermem gerek. Yves Saint Laurent’in hayatının bir kısmında sıkça uyuşturucu kullandığını biliyoruz. Opium isminin belki buraya bir gönderme olduğunu düşünebiliriz.


Gelelim kadın parfümü klasiklerinden olan Opium’dan on sekiz sene sonra, aynı isimle 1995 yılında çıkarılan erkek kardeşine. Opium Pour Homme ilk çıktığında isminin de etkisiyle sesini duyursa da ilerleyen yıllarda biraz geri planda kalmış gibi duruyor. Benimde merak ettiğim parfümlerden birisiydi. Bakalım bu arkadaş ile anlaşabilecek miyiz?

Opium Pour Homme aynı ablası gibi baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığımda keskin ve yoğun sayılabilecek bir koku üzerime geliyor. Başlangıcı ilginç karanlık meyveler, biraz tütün benzeri tema ve anason ile gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Siyah kuş üzümü ve yıldız anason görünüyor. Bu tatlı meyvelerin sebebi muhtemelen siyah kuş üzümü. İçki benzeri koku ise yıldız anasondan geliyor olabilir. Fakat bence biraz sigara dumanı benzeri tütün kokusu da var. Parfümün açılışını gayet başarılı buldum.


Bir süre sonra orta notalara geçildiğinde bu tatlı, karanlık, derin meyveler ve anason kokusu kalmıyor. Onun yerine baharatlar ve odunsu notalar baş role geçiyor. Karanfil, tarçın, biber ve karabiber olabilir. Fakat kötü haber bu baharatlar ve odunsu notalar çok yapay kokuyor. Oldukça metalik ve bence kalite anlamında başarısız. O güzel başlangıçtan sonra bu yapaylık tam bir hayal kırıklığı oluyor.

Son kısımda parfüm yine radikal bir değişim geçiriyor. Bu seferde yapay baharatlar ve odunsu notalar ortadan kayboluyor. Alt notalarında hayvansal sayılabilecek bir vanilya merkeze geçiyor. Çok güzel ve lüks. Nefis bir kapanış yapıyor Opium Pour Homme.


Opium Pour Homme beni ikilemde bırakan, şaşırtan parfümlerden birisi oldu. Başlangıcı çok güzel. Orta notaları kötü. Sonları ise harika. Gelin şimdi siz karar verin güzel mi değil mi diye.

Parfümün başlangıcı bana çok sevdiğim bir kokusu olan Jacques Bogart – Bogart Pour Homme’u hatırlattı. Biraz da Thierry Mugler’in yurt dışında büyük ses getiren içki temalı limitli üretim parfümü A Men Pure Malt’a benzettim. Son kısımdaki şık vanilya kullanımında ise Caron – The Third Men ve Guerlain – Jicky havası sezdim sanki.

Opium Pour Homme’u deneyen ya da kullanan bazı kişiler onun içki temasına sahip olduğunu söylemiş. Bence de haklılar. Parfümün genel aurası etrafa içkimsi bir hava veriyor. Sanırım bu durumu yıldız anason sağlıyor. Ben sıcak içki temasını beğendim. Daha çok viski-likör gibi bir hali var diyebilirim. Ama baskın koku hiçbir zaman içki-alkol değil. Asıl olarak kuş üzümü, baharatlar, anason ve vanilyadan oluşuyor ana kompozisyon. Genel itibariyle tatlılık mevcut kokusunda. Neyseki ayarı kaçmamış bir tatlılık söz konusu.


Şimdi iyi de Opium’un orta notalarındaki metalik yapaylık da neyin nesi. Yani Yves Saint Laurent gibi bir marka nasıl böyle bir duruma izin vermiş. Bence bu durum reformülasyon ile ilgili olabilir. Muhtemelen ilk formülasyonu böyle değildi. Küçük bir değişiklik ile orta kısım bu hale gelmiş olabilir.

Farklı bir deneyim oldu Opium benim için. İyi ki kullanmışım. Zigzaglar çizen bir arkadaş. Başları güzel, ortaları kötü, sonları ise çok iyi. İnsan böyle bir parfüme karşı nasıl bir not verebilir ki.

Parfümün 1995 yılında çıktığını düşünürsek 20 yaşına yaklaşıyor. Ona rağmen çok modern bir kokusu var. Günümüzün modern baharatlı oryantallerine iyi bir örnek diyebilirim. Ama bir şişesini almaya değer mi? Sanırım hayır.


Opium Pour Homme’u ünlü burunlardan Jacques Cavallier tasarlamış. Parfüm kritikçisi Luca Turin ise kitabında beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş ve odunsu aromatik olarak sınıflandırmış. Bol baharatlı, sıcak vanilyamsı kokusu yaz mevsiminde kullanmaya çok uygun görünmüyor. Sonbahar-kış mevsimleri için fena bir seçenek değil.

 Artıları:
+ Başlangıcını beğendim.
+ Sonları gayet başarılı.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Orta notalarını beğenmedim.

Koku Güzelliği:10/7

27 Ekim 2012 Cumartesi

Loewe – Esencia Pour Homme (1988)



Loewe – Esencia Pour Homme (1988)  Markanın ikinci erkek parfümü.

19. yüzyılın ortalarında İspanya kraliyet ailesi iki önemli düğüne birden şahitlik ediyordu. 1846 yılında Majesteleri II. Isabel ve Prenses Maria Luisa Fernanda evleniyorlardı. İspanya aristokrasisi ve kraliyet ailesini heyecanlandıran bu evlilikler, İspanya tarihi için önemli bir yere sahip denilebilir. Fakat kraliyet ailesinin tatlı telaşı sırasında yüksek bürokrasi ile hiç ilgileri bulunmayan bir grup adam sessiz sedasız ortaklığa imza atıyorlardı.

1846 yılında bazı esnaflar/zanaatkarlar bir araya gelerek ticaretin merkezi sayılan Madrid’te deri ürünleri mağazası açmışlardı. Fakat kaderin cilvesi denilen şey 1872 yılında gerçekleşecekti. Tam da bu tarihte deri ürünleri uzmanı olan bir Alman, İspanya’ya seyahat amacıyla gelmişti. Ve bu deri mağazasını keşfetmesi uzun sürmedi. Yeni gelen Alman’ın bilgisinden ve uzmanlığından yararlanmak için güçlerini birleştirdiler. Enrique Loewe Roessberg böylece yeni bir markanın temellerini atmış oluyordu.


Loewe markasının ürünlerinin kalitesi o kadar yüksekti ki 1905 yılında İspanya kraliyet ailesinin resmi tedarikçisi haline gelmişti. Ve tabiki bu açılan kapı onların isminin daha da büyük kalabalıklarca duyulmasını sağlamıştı. Loewe markasının başarısı 1996 yılında bir dünya devi olan Louis Vuitton grubunun dikkatini çekti. Loewe’nin kuruluşunun 150. yılında LVMH grubu tarafından satın alındı. Bugün itibariyle halen LVMH grubunun kontrolünde Loewe.

Marka ilk parfümlerini 1972 yılında “L de Loewe” ismi ile çıkarmış. Hemen iki yıl sonra da ilk erkek parfümleri olan Loewe Pour Homme gelmiş. Şimdi burada dikkatimi çeken bir noktaya parmak basayım. Marka LVMH grubuna geçmeden önce sadece beş parfüme imza atmış. Fakat 1996 yılındaki satın alma ile bir sürü yeni parfüm piyasaya sürmüş. Burada LVMH grubunun saldırgan ve hırslı bir politika izlediğini görüyoruz. Örnek vermem gerekirse marka 2011 yılında La Coleccion serisine ait dört parfüm çıkarmış. Aynı yıl farklı isimlerle üç parfümü daha piyasaya sürmüş. Yani sadece 2011 yılında yedi tane parfüme imza atarak işi biraz abartma noktasına getirmiş diyebilirim. 2012 yılında da hiç boş durmamışlar zaten.


Bu kısa ve gerekli bilgilendirmeden sonra artık bugün inceleyeceğim parfüme geçebilirim. Esencia Pour Homme markanın ikinci erkek parfümü. Fragrantica’da aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Kimileri onu şipre olarak da değerlendiriyor. Hatta şipre-fujer karması diyen bile var. Bence ağırlıklı olarak yeşil aromatik otlar ağırlıklı.

Esencia Pour Homme’un başlangıcı ilginç ve zengin. Bilip bilmediğiniz ne kadar ot varsa sanırım burada mevcut. Kekik, biberiye, artemisia (pelin otu), adaçayı, lavanta, bergamot ve daha kim bilir neler neler. Oldukça zengin, yeşil ve aromatik otsu bir hali var üst notaların. Çok kaliteli ama eski tarzda. Yani modern bir kokusu yok. Zaten 1980’lerin sonlarında piyasaya çıkmış. Doğal olarak da biraz 1970’lere biraz da 1980’lere atıf var. Başlangıcını beğendim.


Orta notalara geçildiğinde kokusu çok büyük değişim göstermiyor. Aynı lavanta destekli aromatik otlar hala etkisini sürdürüyor. Fakat bu andan itibaren çam ağacı/kozalağı etkisi hissediliyor. Orta notalarda biraz daha odunsu bir karaktere bürünüyor. Fakat o yeşil teması hiç değişmiyor. Bu parfümü bir çok kişinin Ralph Lauren – Polo’ya benzetmesinin nedeni muhtemelen bu çam ağacı etkisi. Bu bölümü başlangıcı kadar kendime yakın bulmasam da kaliteli ve erkeksi.

Son kısımda hala yeşil kokmaya devam ediyor. Alt notalarında odunsu his var. Ona biraz misk, meşe yosunu, deri ekleniyor.

Esencia Pour Homme böylesine anlatması zor ve yorucu bir parfüm. Çünkü eski tarz detaylı, yoğun, zengin, karmaşık bir eser. Günümüzün modern parfümleri ile uzaktan yakından ilgisi yok. Tamamen döneminin özelliklerini yansıtıyor. Erkeksi, başlangıcı keskin, maço, biraz tozlu, belli bir yaşın üzerindeki kişileri hedefleyen, resmi, beyefendi ve rafine.

Bir parfüm için yapılmış en ilginç ve uzun tanıtım videosuna sahip sanırım Esencia Pour Homme. İzleyin ve kararı siz verin :))

Parfümümüz 1970 ve 1980’lerin maço erkek parfümlerinin bir benzeri sanki. Ralph Lauren – Polo (Classic), Yves Saint Laurent – Jazz, Ralph Lauren – Safari, Guy Laroche – Drakkar Noir ve diğerleri. Sanki hepsine bir parça benziyor. Esencia Pour Homme’un farkı daha ferah, daha aromatik otsu ve oldukça yeşil kokması. Bir çok kişi Polo Classic’e benzetse de çok yakın bir ilişki yok aralarında. Polo çam ağacı teması üzerine kurgulanmış. Esencia Pour Homme ise aromatik otsu.

Buradan anlaşılacağı üzere herkesin sevebileceği gibi bir arkadaş değil. Yani büyük kitlelerin arasında çok popüler olacak bir tarafı yok. Onun için denemeden alırsanız hayal kırıklığı yaşama ihtimaliniz yüksek. Eğer bu tür eski kokan parfümlerden hoşlanıyorsanız deneme listenize muhakkak almalısınız. Kalitesi ve zengin aroması keyif verici. Babanıza hediye etmek için iyi bir seçenek gibi duruyor.


Esencia Pour Homme’un biraz dramatik ve hüzünlü tarafının olduğunu düşünüyorum. Onun için de sonbahar aylarında kullanmak taraftarıyım. Otuz yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı çok başarılı.
+ Zengin ve rafine hali koklamaya değer.
+ Eğer eski kafa yeşil parfümleri seviyorsanız ciddi bir seçenek.

Eksileri:
- Bir çok kişi modası geçmiş bulacaktır. Muhtemelen haklılar.
- Güvenli bir kokusu yok. Denemeden almak riskli.

Koku Güzelliği:10/7.5

23 Ekim 2012 Salı

Bulgari – Bulgari Man (2010)



Bulgari – Bulgari Man (2010)  Markanın yeni parfümlerinden.

Bulgari Man. 2010 çıkışlı. Alberto Morillas imzalı. Odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Üst notalarında lotus çiçeği, bergamot ve menekşe yaprağı, orta notalarında sandal ağacı, odunsu notalar ve kabe samanı (vetiver), alt notalarında ise misk, amber, bal, benzoin ve kaşmir ağacı.

Yukarıda standart bir parfüm bilgilendirme formu şeklinde verilenler benim için çok bir anlam ifade etmiyor. Çünkü Parfüm Merakı sitesinde her türlü mekanik ve soğuk yazılardan kaçmaya çalışıyorum. Kendimce yeni bir pencere açmaya doğru gidiyor muyum bilemiyorum. Fakat yaptığım araştırmalara göre Türkiye’nin en çok okunan ve takip edilen parfüm bloguna imza atmış durumdayız. Dikkat edilirse birinci çoğul “Biz” zamirini kullanıyorum. Çünkü okuyucusu olmayan bir blog, site, medya unsuru, gazete, kitap vb. yok olmaya mahkum gibi görünüyor.

Yok merak etmeyin. Nihat Doğan’a ve profesyonel siyasetçilere özgü “Halk Popülizmi” yapmak gibi bir derdim yok. Zaten beceremem de. Bu işleri büyük insan, filozof ve düşünür Nihat abimize havale etme taraftarıyım. Çünkü o fantastik bir halk kahramanı. Onun duygu ve düşünce dünyasına çok az fani ulaşabilir. Türkiye’nin He-man’i ya da Örümcek Adam’ı o. Türkiye onunla gurur duyuyor genellikle.

İşin şakası bir yana sizlerin bloguma gösterdiği ilgi ile 800.000 tıklanmaya ulaşarak önemli bir rekora doğru gidiyoruz. Yurt dışında rastladığım bazı kişisel parfüm bloglarını bile geride bıraktığımızı mutlulukla görüyorum. Hedef 2023 yada 2071 gibi absürt siyasi kandırmacalar yerine daha aklı başında bir şey belirledim. Bir milyon tıklamaya ulaştığımızda sitede artık inek mi keseriz, deve mi getirtiriz Mısır’dan karar veremiyorum. Neyse o günler gelsin düşünürüz.

Bu anlamda sizlerin bana blogda ne gibi yenilikler yapabileceğim ile ilgili öneriler getirmeniz de çok önemli. Aklıma gelmeyen bazı özellikleri sizlerin hatırlatmasıyla devreye soktum. Yani etkileşimli bir blog olması her zaman tercihim.


Ve bu kadar takip edilen bir blogda 2010 yılının iddialı çıkışlarından olan Bulgari Man’ın incelemesinin olmaması düşünülemezdi. Zaten bir çok okuyanım bu parfümü yazmamı istiyorlardı. Neyse ki bu seferde Ahmet Can yardımıma yetişti ve bana 10 ml. şişede decant gönderdi. O zaman lafı daha da uzatmadan geçelim Bulgari Man’a. Neymiş ne değilmiş görelim.

Önce parfümün resmi tanıtım yazısıyla işe başlayalım. Bakalım neler söylemiş Bulgari kendi parfümü için:

“İlk açılış notasıyla Bvlgari Man çağdaş ruhunu sunuyor. Kalabriya bergamot, menekşe yaprağı ve beyaz armut ilk dokunuş. Taze ve meyvemsi. Bu ferah ilk nefes parfümün kalbine kadar devam ediyor, ki bu, sıradışı temel karakterini oluşturuyor. Bvlgari Man’ın özü harika ipuçlarıyla ile zenginleştirilmiş. Baştan çıkarıcı odunsu bir uyum. Vetiver ve cypriol birleşiminin güçlü ve kararlı aroması ile tatlı beyaz odunsuların sandal ağacı ve kaşmir ağacı ile birleşiminin sıcak dokunuşu. Bu noktada Bvlgari Man'in beklenmedikliği açığa çıkıyor: bitkisel amberin çekici uyumu (Alberto Morillas tarafından Bulgari için özel olarak yaratıldı) beyaz bal ve miskin büyüleyici nüansları ile asilbentin sıcak harmonisinin karışımı oryantal heyecan katıyor.”

                                   Hizmette sınır yok :)) Bulgari Man'ın resmi tanıtım galasının videosu.

Bu veya benzeri cümleleri kaç yüzüncü kez okuyorum kim bilir. Muhtemelen sizde. Tabiki bu yazılanlara çok itibar etmeden bana ne hissettirdiğine geçeyim Bulgari Man’ın. İlk sıktığımda pek anlayamadım ne olduğunu açıkçası. Fakat kullanım süresince daha bir çözdüm üst notalarını. İlk önce nedense keskin bir kara biber kokusu algıladım. Hatta biraz Marc Jacobs – Bang’e bile benzettim. Ama sonrasında kara biberden ziyade daha yeşil bir açılışı olduğunu keşfettim. Evet üst notalar karanlık sayılabilecek yeşil çiçekler ile gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Lotus çiçeği ve menekşe yaprağı görünüyor. Muhtemelen menekşe yaprağından geliyor bu koku. Sanki biraz da tozlu kabe samanı (vetiver). Pek alışılmadık bir kokusu var. Ama sevdiğimi söyleyemem.

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada çiçeksilik ve o kara biber hissi geri çekiliyor. Ortaya metalik, yapay ve kremsi odunsu notalar çıkıyor. Muhtemelen ya sedir ya da Iso E Super. Ama oldukça yapay. Bazı kullanıcıların bu kısmı Hermes – Terre d’Hermes’e benzetmesi sanırım açıklığa kavuşmuş oluyor. Fakat bence büyük bir benzerlik yok. Hele ki Terre d’Hermes’in yüksek kalitesinin yanında Bulgari Man ancak nal toplar. Orta notaları vasat.


Gelelim sonlara. Alt notalarda bu yapay, metalik odunsu koku devam ediyor. Fakat burada amber ve misk ekleniyor. Gönül rahatlığıyla diyebilirim ki parfümün en sevmediğim yanı burası. Yapaylık üst düzeyde. Zaten bu tür bir amber kullanımına her zaman karşıyım. Ama markalar benimle aynı fikri paylaşmıyorlar sanırım.

Eveeet şimdi gelelim sadede. Bulgari, dünyanın mücevher ve diğer aksesuarlar alanında en saygı duyulan markalarından birisi. Böyle bir markanın parfümleri de doğal olarak belli standartların üzerinde olması gerekir diye düşünebiliriz. Ki bir çok dünya vatandaşı da bizim gibi düşünecektir. Her ne kadar daha önce denediğim Bulgari parfümleri beni çok tatmin etmese de Bulgari Man ile ilgili beklentim sanırım biraz yüksekti. Çünkü tasarımcısı da önemli burunlardan birisi Alberto Morillas. Bu üstadımız daha önce de Bulgari’nin bir çok parfümüne imza atmış. Ayrıca o kadar çok popüler olmuş parfüm tasarlamış ki burada tek tek saymaya kalksam epey zamanımı alır. Kısaca beklenti yüksek.


2010 yılında çıkarılmış yepyeni bir parfüm Bulgari Man. Ve tasarımcısı da bahsettiğim gibi çok önemli bir isim. Şimdi bu durum bana çok popüler olmaya yönelik bir parfüm olacağı hissi veriyordu. Yani Bulgari büyük kalabalıkların beğeneceği ve seveceği bir arkadaşa imza atacaktı ve muhtemelen diğer rakipleri gibi kaliteden ödün verecekti. İşte parfümü denemeden önce düşündüklerim böyleydi. Ve parfümü kullanma süresinin sonunda fikirlerim çok büyük değişim geçirmedi.

Öncelikle Bulgari Man’ın garip başlangıcını pek kendime yakın bulmadım. Bu tür yeşil-tozlu-kabe samanımsı kokulardan hoşlananların ilgisini çekecektir. Fakat pek bana göre değil. Açılışında yapaylık pek hissedilmiyor. Ama asıl sorun orta notalarda başlıyor. Bu andan itibaren ortaya çıkan yapay odunsu notaları kimileri çay temasına benzetmiş. Bence oldukça yapay, metalik ve kremsi odunsu notalar gerçekten çok başarısız. Acaba biraz abartıyorum mu diye düşünüyorum. Kendimi yokluyorum. Ama hayır. Gayet eminim. Bulgari Man orta kısmından itibaren bir başarısızlık ve vasatlık örneği. Hele ki sonları yok mu. Bahsetmeye bile gerek duymuyorum.

                Bu da Bulgari Man'ın tanıtım yüzü olan Clive Owen'ın rol aldığı kısa video ve çekim arkası. 

Alberto Morillas gibi bir üstadın bu kadar yapay, ucuz ve iç gıcıklayıcı bir parfüme nasıl imza attığını keşke kendisine sorabilsem. Acaba gerçekten de yaptığı parfümden memnun mu? İçi rahat mı? Yoksa işvereni olan Bulgari’nin isteklerine teklifsiz boyun mu eğmiş? Böyle vasat bir parfümü kariyerinde nasıl bir yere konumlandırmayı düşünüyor? Daha da önemlisi bu parfümden sonra sana nasıl güveneceğiz Mr. Morillas?

Hey gidi Rochas Men’i beğenmeyen parfüm severler. Alın size Bulgari Man. Evet tarzları hiç benzemese de bu iki popüler arkadaşı karşılaştırdığımda parfüm dünyasının nasıl bir gerilemeye maruz kaldığını rahatlıkla görebiliyorum. Ticari kaygılar ve bol satış yapabilecek parfüm tasarlamaya çalışmak, Bulgari gibi saygı duyulan bir markaya bile böylesine kötü bir parfüm yaptırtabiliyor. Batsın sizin kar elde etme amaçlarınız. İyi de arkadaş siz çok büyük karlar elde edeceksiniz diye insanları böyle içi boş parfümlere mi mahkum edeceksiniz.


Bulgari Man’in ne çiçeklerini, ne yapay odunsu notalarını ne amberini ne tatlılık için kullanılmış balı ne de miskini beğendim. Bu kadar baştan savma ve sıradan bir parfümle bizi kandırabileceğini mi sandın Bulgari ve Alberto Morillas? Evet güzel pazarlama etkinliklerine imza atmışsınız ama keşke o özeni biraz da parfümünüze gösterseymişsiniz.

Kimi yorumcular akuatik olduğundan bahsetmişler. Valla ben hiç akuatik tarafına rastlamadım. Nerede su, deniz, yosun yada tuz kokusu. Gerçekten şaşkınım. Hani iyi bir şeyler yazayım diye düşünüyorum. Ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Çünkü hoş bir tarafına rastlayamadım. Ayrıca hafiften de baş ağrısı yaptı zaman zaman. Bu da işin cabası.

Sanırım Bulgari Man son yılların en başarısız yeni parfümlerinden birisi. Nesini anlatayım ki. Deneyin ve görün.


Parfümün kalıcılığı ortalama. Fark edilirliği düşük. Bence dozu iyi ayarlanırsa dört mevsim kullanılabilir. Yine de ilkbahar-sonbahar-kış için daha uygun. Günlük veya ofis kullanımına uygun diyebilirim. Lütfen denemeden almayın. Sorumluluk kabul etmiyorum.

Artıları: 
+ Yok

Eksileri:
- Üst düzeydeki yapaylık sinir bozucu.
- Farkedililiği zayıf.
- Herhangi bir karakteri yok kokusunun.

Koku Güzelliği:10/5

20 Ekim 2012 Cumartesi

Joop – Nightflight (1992)



Joop – Nightflight (1992)  Markanın pek popüler olmayan erkek parfümü.

Hah bir de bu çıktı. Pişkin hırsızlar. Hani Türkçemizin güzel deyimlerinden birisi “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” der. Aynen öyle. Biraz alttan alıp efendilik edecek olsan hemen tepene çıkacaklar. Hatta seni hırsız ilan ediverecekler.

Bu pişkin insan formu uzun zamandır aramızda mıydı yoksa son yıllarda gizlendikleri deliklerinden mi çıktılar emin değilim. Utanmazlık ve onursuzluk başarı mı kabul ediliyor artık bu ülkede. Ne oluyor bu ülke insanına anlamıyorum.

Blogumu uzun zamandır takip edenler, benim ve daha başka blog yazarı arkadaşların yazılarını aynen kopyalayıp, bir de o sitelere reklam alıp para kazanmaya çalışanların farkındadır. Valla bravo. Bir biri ardına mantar gibi türeyen bu siteler yazılarımızı aynen kopyalayıp, kendi siteleri gibi rahat davranıyor bir de. Pişkinliğinde, utanmazlığında bir sınırı olması lazım. Sanırım bu ülkede her türlü manevi değer büyük bir erozyon geçiriyor. Ve ülke insanı da bu çürümüşlüğün kurbanı oluyor. Saygı imiş, değer vermekmiş. İzin almakmış. Pehh. Neredeyse bunları hatırlatanları enayi yerine koyacaklar.

Geçenlerde bu sitelerden birisini yakaladım. Hem de alışveriş sitesi. Blog diye bir sayfa açmış. Ve sürprizzz. Benim yazıların aynısı hatta resimlerde dahil bu alışveriş sitesinin sayfasında. Tabiki hemen iletişime geçtim ve blogu kapattırdım. Zaten bir daha öyle bir şey yapmaya kalkarsa buradan ve Facebook sayfamdan teşhir edeceğim bu siteyi. İşin komik tarafı bir de bana akıl öğretiyor. “E sende ters tıklayınca kopyalanamayan script’ler kullansaydın” demez mi! “Peki sen önce önüne gelen siteden yazı araklamasan nasıl olur” da dahil bir çok şey söyledim. Sanırım anlamıştır. Neyse artık beklemedeyim.

Evet içimde kalmasın diyerekten sizinle yaşadığım hadiseyi paylaşayım dedim. Tabiki bu fikir hırsızlığı olayının inceleyeceğim parfüm ile bir ilgisi yok. Alman moda endüstrisinin gururlarından olan Joop markası artık ikonik hale gelmiş ünlü parfümü Joop Homme ile zaten uzun yıllardır en çok satılan eserlerden birisine sahip. Bakalım denediğim üçüncü Joop parfümü bana neler hissettirecek. Çünkü diğer ikisini pek beğenmemiştim.

Nightflight markanın çok popüler bir parfümü değil. Jump ve Go gibi öne çıkmadı hiçbir zaman. Geri planda kaldı nedense. Marka ilk parfümünü 1987 yılında piyasaya sürmüş. İki yıl sonra da meşhur Joop Homme gelmiş. 1992 tarihinde ise Nightflight piyasaya sürülmüş. Yani üzerinden 20 yıl geçmiş bir parfüm var karşımızda.


Joop – Nightflight, kimilerine göre oryantal, kimilerine göre çiçeksi, kimilerine göre aromatik fujer. Madem öyle bende bir fikirde bulunayım. Akuatik-çiçeksi-odunsu diyorum. Hadi bakalım.

Elimdeki 10 ml.lik decant şişenin içinden, üzerime püsküren sıvı ilk anda biraz geri çekilmeme neden oluyor. “İyiki sadece tek fıs sıkmışım” diye düşünüyorum. Çünkü çok yoğun ve güçlü bir açılışa sahip. İki ana öğe var başlangıçta. Buruk ve biraz eski kokan turunçgiller (muhtemelen bergamot-limon) ve lavanta. Ortaya çok ferah bir koku çıkmış. Daha ilk sıktığımda bu kokuyu nereden hatırlıyorum diye düşünmeye başladım. Hani arabalarda kullanılan ve benzinliklerde satılan ucuz, renkli kolonyalar vardır. Bende de olduğu için biliyorum o kolonyalardan. İşte onları andırıyor. Pek sevdiğimi söyleyemem.

Orta notalara gelindiğinde ana eksen çok değişmiyor. Yeşil kokan ferah lavana-bergamot biraz geri plana geçiyor. Ortaya erkeksi meyveler (ananas-portakal olabilir) ve ferah baharatlar size merhaba diyor. Hala başlangıçtaki gibi yeşil ve ferah kokuyor. Son kısımda ise kokusu daha da güzelleşiyor. Yumuşak odunsu notalar biraz amber ve sandal ağacı ekleniyor. Alt notaları hem daha sakin hem de daha etkileyici.


Nightflight’ın genel bir karakterini çizeyim önce. Bence başından sonuna yeşil, akuatik, ferah ve çiçeksi. Buradaki çiçekler gayet erkeksi. Muhtemelen lavanta ana oyuncu çiçek anlamında. Ama güçlü bir akuatik yönü de var. Tamam bir Kenzo Pour Homme değil. Ama ilginç şekilde deniz kenarında dolaşıyor hissini verebiliyor zaman zaman. Hatta ufaktan sabunsuluk bile mevcut. Yani görüleceği üzere on parmağında on marifet var. Hepsinden birer parça alıp harmanlayan bir yapıya sahip. Bu tür fazlaca yeşil kokularla aram olmasa da ilginç bir etkisi var. Genel olarak ortalama bir eski tarz akuatik koku olarak görüyorum Nightflight’ı.

Kullanan bir çok kişi Davidoff’un meşhur parfümü Cool Water’a benzetmiş. Evet bence de andırıyor. Fakat ondan daha çiçeksi. Daha yoğun, dolgun ve kalıcılığı yüksek. Zaten denediğim Joop parfümlerinin kalıcılık yönünden hiçbir sıkıntıları olmuyor. Ki söz konusu olan ferah bir yaz parfümü.

Peki harika mı? Ya da bir şişesini almaya değer mi? İşte biraz derine inelim o zaman. Çünkü Nightflight, 1990’ların başında piyasaya çıkarılmış. Yani yirmi yaşını kutluyor bu sene. Onun için de kokusu çok modern değil dersem yanlış olmaz. Biraz Cool Water tarzı eski ve olgun havası var. Yani çok genç arkadaşlar özellikle başlangıcını beğenmeyebilirler. Biraz yaş istiyor sanki. Unutmadan söyleyeyim. Oldukça erkeksi bir tarzı var. Sanki maço bir erkeğin yaz kolonyası olmaya aday. Belki de güçlü ve baskın kokusu böyle düşünmemi sağlıyor. Bu anlamda da günümüzün modern erkek parfümlerinden ayrılıyor.


Bu parfüm neye benziyor derken aklıma geliyor. Bleu de Chanel’e biraz benzettim genel halini. Fakat Chanel daha kalitesiz, tek düze ve kolonyamsı kokarken, Nightflight daha olgun, derin ve ilginç. Kalite anlamında da daha iyi. Zaten şişesinin mavi olması onun adeta ferah bir akuatik olduğunu müjdeliyor.   

 Nightflight bir baş yapıt değil. Ama döneminin özelliklerini bize sunan bir arkadaş. Eski kafa bir akuatik adeta. Başlangıcı biraz kabul etmesi zor geldi bana. Orta notalara doğru daha tahammül edilebilir. Sanki temizlik hissi veren bir tarafı da var. Belki de sabunsu yanı böyle bir imaj çizmesini sağlıyor. Bence denemeden almayın. Küçük bir not düşeyim. Nightflight’ın üretiminin sonlandırıldığına dair dolaşan söylentiler var. Muhtemelen doğru. Onun için ilerleyen zamanlarda bulması zorlaşabilir. Eğer bu parfümü sevenlerdenseniz elinizi çabuk tutmanızda fayda var.

Nightflight’ın erkeksi yanı bence ağır basıyor. Kimi yorumcular uniseks olarak değerlendirmişler. Pek katılamayacağım. Bir kadında bu kokuyu duymak isteyeceğimi sanmıyorum. 25 yaş ve üzerindeki erkekleri hedefliyor gibi bir hali var. İlkbahar-yaz ayları için daha uygun olur gibime geliyor.

Kalıcılığı bende gayet yüksek oldu. Farkedilirliği başlarda yüksek. Onun için çok fazla sıkmamak gerek.

Artıları:
+ Sonlarını başarılı buldum.
+ Artık orta ve üst yaştaki erkekler için parfüm tasarlamayı unutmuş durumdaki üreticilere bir hatırlatma olabilir. Bu dünyada sadece 15-25 yaş grubu insanlar yaşamıyor. Ve sadece onlar parfüm kullanmıyor.
+ Kalıcılığı tenimde gayet iyi oldu.

Eksileri:
- Başlangıcını çok başarılı bulmadım.
- Biraz nostaljik denilebilecek bir hali var.

Koku Güzelliği:10/6.5

16 Ekim 2012 Salı

Etat Libre d’Orange – Like This: Tilda Swinton (2010)



Etat Libre d’Orange – Like This: Tilda Swinton (2010)  Markanın ilginç parfümü.

“Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olanıdır.

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.” Bu sözler onun vasiyetiydi.

13. yüzyılın hemen başları İslam dünyasının en büyük alimlerinden birisinin doğumuna tanıklık etmiştir. Onun felsefesi sadece İslam dünyasını değil, dünyada yaşayan ve onun kitaplarından haberdar olan farklı inançlardaki insanları bile derinden etkilemeye devam ediyor.

Geçtiğimiz aylarda bir gazetede onun kitaplarının Amerika’da en çok okunan eserlerden olduğunu öğrendiğimde hiç şaşırmadım. Hatta çok bile geç kalınmıştı onu dünyanın keşfetmesi. Neden sekiz yüz yıl beklediler ki?


“Bir mum, başka mumları da ateşinden faydalandırırsa ışığından bir şey kaybetmez” diyecek kadar ilmini paylaşmaktan çekinmeyen, “Hamdım, piştim, yandım” cümlesi ile hayatının özetini yapabilen, “Kim olursan ol gel” diyecek kadar sevgi ve tahammül dolu bir insan. “Öldüğüm gün sakın üzülmeyin arkamdan. Çünkü sevdiğime kavuşacağım” diyecek kadar Allah aşkı ile yanan bir sufi.

Yurtdışında kullanılan ismi ile Rumi, bizim bildiğimiz ismiyle ise Mevlana Celaleddin Rumi. Şimdi diyeceksiniz ki nereden aklına geldi Mevlana, Parfüm Merakı. Siz sormadan ben söyleyeyim. Çünkü bugün yazacağım parfümün ilginç bir özelliği var.

Daha çok uçuk pazarlama stratejileri ve sıra dışı parfümleri ile tanınıyor Fransız niche parfüm evi Etat Libre d’Orange. Ve onların Like This: Tilda Swinton isimli parfümlerinin orijinal numunesinin paketini açıyorum. Her zamanki gibi küçük bir naylonun içinde 1.5 ml. numune ve bir de kağıt var. Tabiki merakla önce turuncu renkli kağıdı açıyorum. Ve karşıma şu satırlar çıkıyor:

Her kim sorarsa sana
bütün cinsel isteklerimizin
kusursuz tatmininin
neye benzediğini, kaldır yüzünü
ve de ki,

Bunun gibi.


Eğer birisi dile getirirse gece gökyüzünün
zarifliğini, dama tırman
ve dans et ve de ki,

Bunun gibi.

Her kim bilmek isterse “ruh” nedir,
yahut “Tanrının Mis Kokusu” ne demektir,
başını ona doğru ey.
Yüzünü yakın tut orada

Bunun gibi.

Birisi tekrar ederse eski şiirsel imaji
bulutların ayın örtüsünü nasıl yavaşça kaldırdığına dair,
yavaşça gevşet kaftanının iplerini
düğüm düğüm

Bunun gibi.

Her kim merak ederse İsa’nın ölüyü nasıl dirilttiğini,
Mucizeyi açıklamaya çalışma.
Öp beni dudaklarımdan

Bunun gibi.

Sorarsa birisi “aşk için ölmek,”
ne demektir diye, burayı
işaret et.

Bunun gibi.

Boyumun ne kadar olduğunu sorarsa birisi, çat kaşlarını
ve parmaklarınla ölç boşluğu
alnının üstündeki kırışıklıkların arasındaki

Bu kadar uzun.

Bu ruh bazen canı bırakır, bazen de geri gelir.
Birisi buna inanmıyorsa,
evime geri yürü

Bunun gibi.


Aşıklar inlediği zaman
bizim masalımızı söylüyorlar

Bunun gibi.

Ben ruhların yaşadığı bir semayım.
Esinti bir sır söylerken,
bu derinleşen maviliğe bak

Bunun gibi.

Birisi sorduğu zaman ne yapmak gerektiğini,
onun elinde bir mum yak,

Bunun gibi.

Yusuf’un kokusu Yakub’a nasıl geldi? Huuuuuuu.
Yakub’un gözleri tekrar nasıl gördü? Huuuuuuu.
Biraz merak göz arındırır.

Bunun gibi.

Şems Tebriz’den geri gelince,
koyacak başını kapının kenarından hemen
bizi şaşırtmak için

Bunun gibi.

(Mevlâna Celâleddin-i Rûmi) 

Evet yanlış okumuyorsunuz. Ya da yanlış anlamıyorsunuz. Like This: Tilda Swinton parfümünün içinden Mevlana’nın “Bunun Gibi” şiirinin çıkması emin olun beni de sizin kadar şaşırttı. Son yıllarda Mevlana’ya büyük bir ilginin olduğunu biliyordum yurt dışında. Ama onun şiirinin isminin bir parfümde canlanacağını hiç düşünmezdim. Like This (Bunun Gibi) ismi bu şiirden geliyor. Çünkü Bunun Gibi şiiri başarılı oyuncu Tilda Swinton’un en sevdiği şiirmiş. Bu konuda bazı demeçleri de var zaten. Hatta Swinton’un Mevlana’nın bu şiirini kendi sesiyle okuduğu bir kayda bile rastladım.

                                                              Başarılı oyuncu Tilda Swinton. 

Fakat dikkatinizi çekmiştir. Parfümün ismi sadece Like This (Bunun Gibi) değil. Bir de Tilda Swinton var. İskoç asıllı bir ailenin kızı olarak 5 Kasım 1960 yılında Londra’da doğmuş Tilda. Cambirdge üniversitesinde sosyal ve politik bilimler eğitimi almış. Üniversiteden sonra tiyatro eğitimi de almış. Ve ilginç yüzü onun en büyük yardımcısı olmuş. Kısa zamanda ünlü yönetmenlerin dikkatini çekmeyi başarmış. Bir çok filmde oynamış. Keanu Reeves’in tuhaf filmi Constantin’de Cebrail rolüyle karşımıza çıkmış. Ayrıca Tom Cruise’ün ünlü filmi Vanilla Sky’da rol almış. Leonardo di Caprio’nun tropikal bir adada geçen “The Beach” filminde de rolü varmış. 2007 yılında ise “En iyi yardımcı kadın oyuncu“ alanında Oscar ödülü almış. Yani karşımızda başarılı da bir aktris var.

                                       Tilda Swinton'un kendi sesinden Like This (Bunun Gibi) şiiri.

Etat Libre d’Orange bugün inceleyeceğim parfümlerinin oluşturulmasında hem Mevlana ve onun şiirinden hem de güzel oyuncu Tilda Swinton’dan ilham almış. Unutmadan ekleyeyim. Like This markanın ikinci olarak ünlü bir isme adadığı parfüm. Daha önce de Rossy de Palma için bir parfüm üretmişlerdi. Artık biraz da kokusuna bakalım Like This’in.

Like This, kendi sitelerinde hiçbir kategoriye sokulmamış. Fragrantica’da ise çiçeksi denmiş. Bence pek çiçeksi değil. Sanki baharatlı-odunsu-deri kısmı daha öne çıkıyor. Sınıflandırması zor bir kokuya sahip zaten. Kullanım sürecinde kafam allak bullak oldu çoğu zaman. Yine de elimden geldiğince anlatmaya çalışayım.


Parfümün açılışı parlak bir turunçgil ile gerçekleşiyor. Portakal-mandalina ikilisi ışıltılı ve biraz yapay. Zaten bu kısım çok kısa sürüyor. Daha sonrasında işler biraz karışıyor. Orta notalara doğru çok garip bir koku burnuma geliyor. Tarif etmek zor. Bir çok yorumcu bu kokunun Amerika’ya özgü bir tür bal kabağı kokusuna çok benzediğini söylemiş. Açıklanan notalarında böyle bir bilgiye rastlamadım. Ama neden olmasın diyesim var. Sanki turunçgilimsi-meyvemsi-yapay bir hali var. Biraz Serge Lutens’in ekmek kokan parfümü Jeux de Peau’ya benzettim. Kimi yorumcularda zencefilli ekmeklere benzetmişler. Evet haklılar. Çünkü sonrasında güçlü baharatlar devreye giriyor. Zencefil baş rolde. Epey tatlılık mevcut bu arada. Orta notaları anlatmak gerçekten zor. “Tatlı zencefilli ekmek gibi” deyip işin içinden çıkıyorum. Son kısım ise yine bir garip. Tuhaf, plastiğimsi bir deri alttan alta hissediliyor. Birazda tozlu bir kabe samanı. Fakat ağırlık karanlık odunsu notalarda. Tütsü burada önemli bir rol oynamış. Hatta yanmış ve bitmiş tütsülere benzettim alt notaları. Böylece de tenden ayrılıyor.

Like This tuhaf bir parfüm. Kokusunu bir şeylere benzetmek zor. Özellikle orta notalarından itibaren ortaya çıkan bal kabağımsı parlak koku ayrı bir karakter katmış. Yani çok güvenli ve herkesin sevebileceği gibi bir arkadaş değil. Resmi tanıtımlarında Türkçeye ölmez otu olarak çevrilen immortelle’den bahsedilmiş. Daha önce hiç ölmez otunu koklamadığım için bir yorum yapamayacağım. Genel olarak oldukça tatlı bir yapısı var. Neredeyse şekerli bile diyebilirim. Ama öyle içinizi bayan ve rahatsız edecek kadar değil. Yine de tatlı kokuları sevmeyenlerin hoşuna gideceğini sanmıyorum. Bir yorumcunun dediği gibi “baharatlı, portakallı keklere” benziyor diyebiliriz. Böylece parfümümüz rahatlıkla gourmand sınıfına giriyor sonucuna varabiliriz.


Like This, deneysel bir kokuya sahip diyebilirim. Yani biraz uçlarda dolaşıyor. Bu tabiki bilinçli bir seçim marka için. Zaten Etat Libre d’Orange’ın bir çok parfümü kendine özgü. Yani yaratıcı bir yanı var Like This’in. Şöyle bir düşündüğümde hiç benzerine rastlamadığım bir eser. Ve bu da parfüm dünyası için yeni bir kapı demek. Bu anlamda başarılı buldum konsepti. Hatta 2011 yılında bir de ödül almış parfüm olarak.

Kokusu nasıl derseniz genele hakim öğe baharatlar (zencefil) diyebilirim. Zaten parfümün tanıtım afişlerinde zencefil yönü vurgulanmış. Buradaki zencefile vanilya veya çikolata gibi popüler öğeler destek vermiyor. Daha plastiğimsi ve odunsu bir zencefil kullanımı görüyorum. Like This ne tam turunçgilli, ne tam çiçeksi, ne tam miskli. Garip bir yerde duruyor.


Yukarıda parfümü detaylı olarak yazarken Serge Lutens’in ilginç parfümü Jeux de Peau’ya benzetmiştim. Yine bazı yorumcularda bana katılmışlar. Fakat arada şöyle bir fark var. Jeux de Peau daha tereyağlı ekmek gibi kokarken, Like This  portakallı ve zencefilli bir ekmeğe benziyor. Birde Like This’in son kısımlarındaki baskın tütsü de iki parfümün ayrılan noktalarından.

İyi de Parfüm Merakı kokusunu beğendin mi diyeceksiniz büyük ihtimalle. Valla ilk kullandığımda oldukça beğenip ilginç bulmuştum. Fakat geçen günlerin ardından biraz tek düze geldi. Yani uzun süreli kullanımda sıkıcı olacağa benziyor. Çok alışıldık bir kokusu yok. Onun içinde bir çok kişi burun kıvırabilir. Ki bunu da anlayışla karşılarım. Sonuç olarak çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Ama böyle ilginç bir kokuyu deneyim olması bakımından bile koklamanızda fayda var.


Parfümümüzü Mathilde Bijaoui tasarlamış. Etat Libre d’Orange’ın iki yeni parfümü Sex Pistols ve Bijou Romantique’e de imza atmış. Ayrıca Penhaligon’s – Lily & Spice, Roberto Cavalli – Just Cavalli I Love Him, Jacomo For Men ve Lalique – Hommage a L’Homme parfümlerini de tasarlamış Mathilde Bijaoui. Fakat genel olarak çok ismi duyulmuş bir burun değil.

Like This, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Bu durum kalcılığına olumlu yansımış. Kalıcılığı fena değil. Farkedilirliği başlangıçta yüksek. Sonrasında normale dönüyor.


Sanırım esinlendiği kişi bir kadın olduğu için kadın parfümü olarak değerlendiriliyor. Fakat bence hiç de kadınsı bir yanı yok. Hatta erkek kullanımına daha yakın gibi duruyor. 30 yaş üzerindeki ve belli bir parfüm tecrübesine sahip arkadaşların kullanması daha uygun olur diye düşünüyorum. Yoksa konsept pek anlaşılamaz. Benden söylemesi. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yazın biraz rahatsız edici olabilir.

Artıları:
+ İlginç ve uçlarda dolaşan konseptini beğendim.
+ Son kısmı bence parfümün en güzel tarafı.
+ Parfümün isminin Mevlana’nın bir şiirinden gelmesi mutluluk verici.

Eksileri:
- Orta notalarını bir türlü sevemedim. Ki zencefili çok severim.
- Oldukça riskli bir kokusu var. Denemeden almak sizi üzebilir.
- Biraz tek düze sanki. Çok büyük değişim geçirmiyor kokusu.

Koku Güzelliği:10/7