14 Mart 2012 Çarşamba

Bond No.9 – New Haarlem (2003)


Bond No.9 – New Haarlem (2003) Markanın unisex parfümlerinden.

Bugün sizlere niche parfüm dünyasının oldukça ilgi gören bir parfümünü elimden geldiğince anlatacağım. Yurtdışı merkezli parfüm forum ve bloglarında adeta başınızı nereye çevirseniz New Haarlem ile ilgili bir şeylere rastlıyorsunuz. Bende bu kadar popüler bir arkadaşı görmezden gelmek istemedim. Bakalım neymiş bu parfümün sırrı.

Bond No.9, Laurice Rahme tarafından 2003 yılında kurulmuş bir niche parfüm evi. Rahme, Fransa’da doğmasına rağmen uzun yıllardır Amerikada yaşıyormuş. Annick Goutal, Creed ve Lancome’da çalıştıktan sonra kendi parfüm markasını yaratmak ister. Ve ortaya New York merkezli Bond No.9 çıkar.

                                   Markanın kurucusu Laurice Rahme, yarattığı parfümler ile birlikte.

Anladığım kadarıyla Bond No.9, New York şehrini merkeze alan bir parfüm evi. Zaten parfümlerinin isimlerini ve temalarını Newyork’un kent kültürü ile çeşitli semtlerinden seçmeleri tesadüf değil. Yani Bond No.9 demek aynı zamanda New York City demek. Bu çok açık.

New Haarlem isminin nereden geldiğini sanırım tahmin etmişsinizdir. Harlem ( eski ismi Haarlem), 1658 yılında Amerika kıtasına yerleşen Hollandalı göçmenlerin kurduğu bir yer. İsmini ise Hollanda’nın bir şehri olan Haarlem’den alıyor. 1765 yılına kadar çiftçilik ile uğraşılan küçük bir kasabaymış. 1873 yılında ise New York City’ye dahil olmuş. Bu bölgenin ilk ismi “Nieuw Haarlem” olarak kayıtlara geçmiş. Fakat Hollanda dilinden gelen bu ismin İngilizce’de söylenişi zor olduğundan “New Haarlem”e çevrilmiş. Daha sonra da Harlem olmuş. İşte Bond No.9’ın bu parfümü, ismini bölgenin eski adı olan “New Haarlem”den almış.


Özellikle 1990’lı yıllarda New York’un hemen kenarındaki bu mahalle, zenci kökenlilerin ve suç işlemeye yatkın kişilerin yoğun bir şekilde yaşadıkları bir bölge. Bir zamanlar polisin bile girmeye çekindiği bu ünlü semt, FBI’ın büyük operasyonları sayesinde eski suç şöhretini kaybetmiş görünüyor. Amerikan filmlerinde bolca gördüğümüz ve tanıdığımız Harlem’in hikayesi ile bugün inceleyeceğim parfümün ismi kesişiyor.

Artık yavaş yavaş parfüme geçelim. Çünkü ilginç bir koku bekliyor bizi. New Haarlem fragrantica’da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Başlangıcında oldukça tatlı bir lavanta başrolde diyebilirim. Normalde lavanta kokusuna karşı büyük bir sevgim olmasa da buradaki kullanımı fena değil. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada şekerli lavanta geriye çekilirken ortaya tüm heybetiyle kahve aroması çıkıyor. Evet bu andan itibaren tam bir vanilyalı sütlü neskafe gibi kokuyor dersem sanırım abartmış olmam. Orta notalarda silhat (paçuli) güçlü bir şekilde kahveye eşlik ediyor. Hmm. Bu kısım biraz keskin ve yoğun olsada başlangıcından daha başarılı. Sevdim diyebilirim. Alt notalara gelindiğinde ise koyu kahve aromasına vanilya ve biraz da çikolata ekleniyor. Alt notaları en sevdiğim yer diyebilirim rahatlıkla.

                       New Haarlem'in kokusunu anlatmak için bu fotoğraf yeterli olur sanırım. 
Görüldüğü üzere New Haarlem özellikle son yıllarda çok popüler olan şekerli, kakaomsu, vanilyalı, kahvemsi, çikolatamsı, karamelli tarzındaki parfümlere bir örnek. Genel olarak da gayet başarılı. Şimdi bu parfümün nasıl koktuğunu öğrenmek isterseniz gidip Rochas Men sıkın üzerinize. New Haarlem şaşırtıcı derecede Rochas Men’e benziyor. Fakat Rochas Men’in biraz daha kaliteli, zengin, koyu ve güçlü hali. Zaten iki parfümü tasarlayan aynı kişi. Yani Frederic Male, Amouage, Serge Lutens, Bond No.9, Hermes, Gucci, Guerlain, Donna Karan, Lancome gibi önemli markalara da kokular kazandırmış olan Maurice Roucel.   

Biraz daha derine inmem gerekir diye düşünüyorum kokusu hakkında. Bence New Haarlem orta notalarından itibaren yurtdışında büyük bir hayran kitlesi olan Thierry Mugler – A Men’e oldukça benziyor. Bu benzemenin sebebi muhtemelen kullanılan silhat. A Men’de de yoğun bir silhat kullanımı var hatırlanacağı üzere. Fakat alt notalarından itibaren ise küçük bir değişim gösterip, Rochas Men’e yaklaşıyor kokusu. Yani New Haarlem için A Men ile Rochas Men’in bileşimi diyebilirim. En azından bende uyandırdığı his bu.


Rochas Men benim çok sevdiğim parfümlerden birisi. Özellikle sonlara doğru ortaya çıkan çikolatalı, karamelli kokusu harika. Şimdi diyebilirsiniz ki madem Rochas Men’i seviyorsun, o zaman New Haarlem’i de öve öve bitiremezsin. Fakat durum pek göründüğü gibi değil.

New Haarlem’i ilk denediğimde pek hoşuma gitmedi. Bir kaç kez daha kullandığımda sevmeye başladım. Yani sadece bir kere deneyip karar vermek doğru olmayacaktır. Kullandıkça kendisini sevdiren bir hali var. Rochas Men daha 25 yaş altı genç arkadaşlara uygun gibi duruyor. New Haarlem ise yaş olarak biraz daha olgun kişileri hedefliyor gibi bir his uyandırdı bende. İki parfümü kıyaslayacak olursam Nem Haalem daha koyu, biraz sert ve acı bir kahve aromasına sahip. Yani sevmesi biraz daha zor. Rochas Men ise çok daha yumuşak bir karamel, çikolata kokusuna sahip. Yani Rochas Men hem sevmesi hem de kullanması daha kolay bir parfüm. New Haarlem daha kompleks bir yapıdayken, Rochas Men biraz basit bir karaktere sahip. İki parfümün başlangıçlarındaki tatlı lavanta kullanımı ise birbirlerine benziyor. Sonuç olarak eğer iki parfümden birisini seçmek zorunda olsaydım rahatlıkla Rochas Men’i seçerdim. Hem yüksek fiyatı hem de koku güzelliği anlamında New Haarlem pek tercih edeceğim bir seçenek gibi durmuyor.


New Harlem parfümü, Harlem semtinin 1920 ve 1930’lu yıllardaki köklü değişimine bir gönderme adeta. Kabareler, caz kulüpleri, gece hayatı ve New Haarlem parfümü. Modern ve yüksek kaliteli. Olgun ve seksi.

Kimler mi kullanır New Haarlem’i. Son yıllarda İstanbul’un gökdelenleri ve iş merkezleri ile cazibe merkezlerinden olan Levent’teki bir yatırım şirketindeyiz. Çok iyi eğitimli, beyaz yakalı ekonomi analistleri, şirketin 28. katındaki merkezinde toplantı yapıyorlar. Saat 12’ye yaklaşıyor. İçeridekiler bir önce toplantı bitse de Starbucks’da White Chocolate Mocha içsek diye düşünüyorlar. Neyseki her zamanki sıkıcı toplantılardan birisi daha bitiyor. Hemen aşağı iniyor üç arkadaş. Starbukcs’a girince insanın yüzüne hafifçe çarpan vanilyalı kahve kokusu hepsini mest ediyor. İşte New Haarlem böyle kokuyor.


New Haarlem, ünlü parfüm uzmanı Chandler Burr’un de favori parfümlerinden birisiymiş. Bakın şunları söylemiş bu koku için: “Teknik olarak mükemmel bir parfüm. Adeta Maserati arabaları gibi. Gençlerin teninde 22 ayar bir altın gibi duruyor”. Luca Turin-Tania Sanchez’in The Perfumes Guide kitabında ise New Haarlem’e beş üzerinden üç yıldızlık not verilmiş.

Parfümümüz EDP konsantrasyonunda. Bu durum kalıcılığına olumlu yansımış. Dikkati çeken bir nokta ise parfümün unisex olarak piyasaya sunulması. Şöyle bir geneline baktığımda bence erkek kullanımına daha yakın bir hali var. Peki bir kadın kullanabilir mi? Neden olmasın. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak uygun olacaktır.

Artıları:
+ Sonlara doğru kokusu çok güzel bir hale geliyor.
+ Yaşı 30 ve üzerindekilerin kulanabileceği gourmand tarzında parfümlerden birisi.
+ Başarılı bir kahve temalı niche parfüm arayanlar mutlaka denemeli.

Eksileri:
- Kahve kullanımı kimi zaman acı ve sert bir hale geliyor. O kısmı çok sevdiğimi söyleyemem.
- Yüksek fiyatı sebebiyle denemeden almak riskli.

Koku Güzelliği:10/7



11 Mart 2012 Pazar

Guy Laroche – Drakkar Noir (1982)


Guy Laroche – Drakkar Noir (1982) Markanın klasikler arasındaki yerini almış parfümü.

Yine mi Fransız diyeceksiniz biliyorum. Ama sanki bir çok modacı Fransa kökenli olmak zorunda. Belki de bu ülke moda sektörüne yaptığı yatırımların meyvelerini topluyor. Nasıl ki İngiltere futbolun beşiği, Amerika sinema sektörünün öncüsü ise moda da Fransa için o kadar önemli. İsimlerini tekrardan saymaya gerek görmediğim onlarca modacı, dünya çapında şöhretler kazanırken, ülkelerinin isimlerini de daha yukarı taşıyorlar.


Ülkemizde diğer Fransa markaları kadar tanınmasada yaşı biraz ilerlemiş parfüm meraklılarının çok iyi bileceği bir isim Guy Laroche. Laroche (1921-1989), Fransa La Rochelle doğumlu bir moda tasarımcısı. Çalışma hayatına kadın şapkaları tasarlayarak başlıyor. 1949 yılında ise modacı Jean Desses’in yardımcısı olarak devam ediyor kariyerine. 1955 yılında Amerika’ya gidiyor ve buradaki hazır giyim sektörünü inceliyor. 1957 yılında ise ilk mağazasını Paris’te açıyor. 1961 yılında ise ilk hazır giyim koleksiyonunu görücüye çıkarıyor mağazasında. 1966 yılında ilk parfümü Fidji’yi piyasaya sunuyor. 1982 yılında ise bugün inceleyeceğim Drakkar Noir kendisini gösteriyor. Bildiğim kadarıyla toplam sekiz parfüm üretmiş Guy Laroche.


Drakkar Noir, aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı ile tam bir 1980’ler parfümü olduğunu yüzünüze çabucak vuruyor. Eskilerde kalmış bir turunçgil (muhtemelen bergamot) ve lavanta ile merhaba diyor. Bu açılış hiç şaşırtmadı beni. Zaten az çok böyle bir başlangıç bekliyordum. Herkesin sevebileceği gibi olmadığını söylemem gerek. Neyseki kısa sürüyor üst notalar. Orta notalardan itibaren koku karekteri değişiyor. Bu kısımda aromatik otlar ve biraz çam ekleniyor. Neredeyse ferah bile diyebilirim. Parfümün en sevdiğim tarafı burası. Çok temiz ve pürüzsüz. Sanırım Drakkar Noir’in bu kadar ilgi görmesinde orta notaları büyük rol oynuyor. Son kısımda ise biraz karanlık hale geliyor kokusu. Silhat, deri ve az da olsa çam ile tende uzun zaman kalıyor. Bu kısmı da çok sevdiğimi söyleyemem. Zaten bu tür silhat kulanımı hiç bana göre değil. Bu konuda eminim.


Drakkar Noir, 1980’li yılların ilginç parfümlerinden birisi. Zamanın önemli klasiklerine kafa tutmayı başarmış. Hatta çok satanlar listelerine bile girmeyi becermiş. Ama artık tamemen değişen modern parfüm trendlerinin karşısında ne kadar direnebilir ki. Günümüze uzak kalmış kokusu ile Azzaro Pour Homme, Polo Classic, Chanel – Antaeus gibi eserler ile birlikte tarihteki yerini aldığına eminim. Ama bugün kaç kişi beğenir ve kullanmak ister Drakkar Noir’i. Eğer yaşınız 35’in üzerindeyse ve zıpır, şekerli, genç erkek parfümlerini kendinize yakıştıramıyorsanız bir şans verebilrsiniz. Ama çok hararetle tavsiye edebileceğim bir arkadaş değil.


Şişesinin simsiyah olduğuna bakmayın. Bende önce karşıma çok karanlık bir parfüm çıkacak sandım. Başlangıcıda öyle bir izlenim uyandırdı. Ama orta notalardan itibaren oldukça yumuşayan, hatta ferah sayılabilecek bir yapıya bürünüyor. Son kısım biraz ciddi, sert ve erkeksi. Onun dışında genel olarak aromatik bir yapıda. Sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Olgun ve erkeksi yapısından dolayı belli bir yaşın üzerindeki arkadaşların kullanması uygun olacaktır.

Artıları:
+ Orta notalarını sevdim.
+ 1980’lerin ilginç klasiklerinden. Almasanız bile denemenizde fayda var.
+ Yapaylık hissedilmiyor.

Eksileri:
- Başlangıcı biraz fazla eski kokuyor.
- Alt notaları ise pek hoşlanmadığım eski tarz silhat tarzında.
- Herkesin beğenme ihtimali olan parfümlerden değil. Denemeden alınmamasını tavsiye ederim.

Koku Güzelliği:10/6


8 Mart 2012 Perşembe

Nez a Nez – Atelier d’Artiste


Nez a Nez – Atelier d’Artiste Markanın unisex parfümlerinden.

Saat sabah 7 olmuştu. Christa Patout isimli genç kadın mutlulukla yataktan kalktı. Dışarıda hava gri bir Paris günü olarak kendisini göstersede içi içine sığmıyordu. Yanında yatan yakışıklı kocası Stephane Humbert Lucas’a baktı. Ne güzel uyuyordu.

Bugün pazar ve kahvaltıyı dışarıda yapacaklar. Onun için acele etmiyor. Eşini şefkatle öperek uyandırıyor. Saçları darmadağın Lucas, öyle hemen uyanabilenlerden değil. Biraz yatakta oyalandıktan sonra kalkıyor ve hazırlanıyorlar.

Evden ancak 10’a doğru çıkabiliyorlar. Paris’in en güzel kafelerinden olan Les Deux Magots onları bekliyor. Nedense canları ilk önce frambuazlı kek istiyor. İşte Atelier d’Artiste’nin başlangıcı da böyle diyebilirim. Tatlı kırmızı meyveler. Muhtemelen ahududu. Açıklanan üst notalarında üzüm de görünüyor. Ama Ahududu sanki daha ağırlıklı. Meyveli bir başlangıcı var diyebilirim.


Bizim kültürümüz için pazar sabahı 11’de içki içmek garip gelebilirken, Fransızların böyle takıntılarını olduğunu sanmıyorum. İçki menüsüne bakıyorlar. Christa rom söylerken,  Stephane konyak istiyor. Bir ressam olan Stephane çantasından piposunu çıkarıyor. En büyük zevklerinden bir tanesi içkisi ile piposunu birlikte içmek. Atalier d’Artiste’in orta notaları tamda böyle. Bolca içki, tütün ve kırmızı meyveler. Her ne kadar Christa Patout bu parfüm için “aslında biz deri parfümü yaratmak istedik” dese de bence daha çok dumansı, içki-tütün ağırlıklı orta notalar. Harika değil. Ama benzersiz ve ilginç. Biraz da lezzetli ve yapay.


Hesap ödeniyor ve parfüm tasarımcısı Stephane Humbert Lucas’ın ofisine doğru yola çıkıyorlar. Stephane’in aklında hep egzotik, biraz bohem ve “Parisian” bir parfüm yaratmak var. Bu şartlarda alt notalar amber ve kahve ile destekleniyor. Evet şimdi kompozisyon tamam. Tatlı kırmızı meyveler, içki, kahve, tütün ve amberden oluşuyor Atelier d’Artiste.


Stephane’ın ofisindeyiz. Girişteki ahşap maskeler ilk görüşte biraz ürkütücü olsa da insan zamanla alışıyor. İçerisi gayet modern döşenmiş. Minimal tarzda diyebiliriz. Az mobilya ve çok işlevsellik. Çalışma masasının üzerinde içi nefis kokularla dolu bir sürü şişe. Parfüm yaratım işinin merkezi burası. Stephane son koku karışımını karısına koklatıyor. Christa gözlerini kapatıyor. Ve kokluyor. İlk düşündüğü şey bir kadın parfümünden ziyade erkek kokusu olduğu. Muhtemelen içeriğindeki yoğun içki ve tütün bu hissi veriyor. Yine de seviyor bu parfümü. “İsmini ne koyalım peki” diyor. Stephane çoktan kararını vermiş. “Atelier d’Artiste (Artist Stüdyosu) bence harika olacaktır.” Christa hiç de fena bir isim değil diye düşünüyor.


Stephane Humbert Lucas ve Christa Patout’un kurdukları Nez A Nez, yeni sayılabilecek Fransa merkezli bir niche parfüm evi. Kokularında liriksel yan olmasını isteyen, parfüme sanat eseri gibi yaklaşan ve evrensel öğelere ulaşmaya çalışan bir duruşları var. Umarım bu yolda başarılı olurlar.


Atelier d’Artiste, zaman zaman plastiğimsi kokuyor. Bu bilinçli bir seçim mi bilemiyorum. Ama keşke o şekerli plastik kokusu hiç olmasaymış. Farklı ve karmaşık tarzına rağmen denemeye değer.

Artıları:
+ Kompleks, derin ve ilginç harmanı.
+ İçki, tütün ve amber temalı parfüm arayanları oldukça memnun edecektir.

Eksileri:
- Biraz karmaşık yapısı insanda tereddüde yol açıyor.
- Neredeyse yapaylığa varacak notalar, yüksek kalite hissiyatı vermiyor.
- Her niche parfümde olduğu gibi yüksek fiyata sahip. Öyle her yerde de karşınıza çıkmayabilir.

Koku Güzelliği: Başarısız olduğunu söylemek büyük haksızlık olsa da aşık olunacak kadar değil.
Kalıcılık: Kimin umurunda.
Farkedilirlik: Bir EDP gücünde.


5 Mart 2012 Pazartesi

Yves Saint Laurent – Body Kouros (2000)


Yves Saint Laurent – Body Kouros (2000) Markanın en çok ilgi gören erkek parfümlerinden.

Devrimci, yenilikçi ve sıra dışı insanları elimde olmadan da olsa seviyorum. Çünkü herkesin yürüdüğü yoldan yürümüyorlar, risk alıyorlar, yeni bir şey yaratıyorlar. Hayatımıza yada dünyaya bakış açımızda zaman zaman derin yaralar açıyorlar. Ülkemizde bu tür insanlar genelde taşlanmaya çalışılır. Çünkü gelenekselin dışına çıkmıştır. Bunu anlayamaz ya da değerini kavrayamazlar. Belki de bu topraklardan hiç dünya çapında iş yapan, tanınan ve saygı duyulan insanlar çıkamayacak. Zaten o meşhur fıkrada anlatıldığı gibi “Türkleri aşağıya itmeye gerek yok. Onlar, içlerinden biri yukarı doğru çıkmaya çalışırsa zaten paçalarından çekerek aşağı indirirler.”

O zamanlar Fransa’nın sömürgesi olan Cezayir’de doğan bir adam, moda dünyasını temellerinden sallayan işler yapacaktı. 1938 yılında doğan Yves Henri Donat Mathieu Saint Laurent genç yaşında Fransa’ya gidiyor. Henüz 17 yaşında çizimleri Christian Dior’un ilgisini çekiyor ve onun yanında çalışmaya başlıyor. Christian Dior’un genç sayılabilecek yaşta ani bir kalp krizi ile ölmesi, herkes gibi onu da derinden etkiliyor. İnanması zor gibi gelecek ama 21 yaşında Dior’un baş tasarımcısı oluyor. Bazı moda yazarlarına göre ise Christian Dior’u böylesine başarılı hale getiren kişi Yves Saint Laurent’den başkası değildi. Bir süre daha Dior’da çalıştıktan sonra kendi markasını oluşturmanın zamanı geldiğini anlıyor. Yves Saint Laurent ismiyle kendi markasının başına geçiyor.


Şu bir gerçek ki 20. yüzyılın en önemli modacılarından birisi olarak kabul ediliyor YSL. Haute Couture kavramını ilk defa o ortaya çıkarmış. Defilelerinde ilk defa zenci mankenler kullanmış. Kadın modasında smokin, kravat ve papyonu da ilk defa o kullanmış. 1983 yılında ise dünyanın en büyük müzelerinden olan Metropolitan Museum of Art tarafından yaşarken ödüllendirilen ilk modacı olmuş. Hayatının son bölümlerinde markasını Gucci’ye satarak adeta emekliliğini ilan etmiş. 2008 yılında ölümüne kadar, sevgilisi ile bir dağ kasabasında inzivaya çekildiği söyleniyor.


" Çıplak bir vücudun sahip olduğu güzellikten daha fazlası yoktur . Bir kadının giyebileceği en güzel kıyafet, sevdiği erkeğin kollarıdır. Fakat bu mutluluğa erişme şansı olmayanlar için, ben buradayım. " diyerek aslında amacının ne olduğunu gayet güzel açıklamış.


Eşcinselliğinin de etkisiyle genç yaşlarından itibaren alay konusu olan YSL, aşırı çekingen ruh hali yüzünden hayatının büyük bölümünde kamuoyunun önüne çok az çıkmış. Depresyon, alkolizm ve uyuşturucu ile yıllarca savaşmış ne yazık ki. Belki de “dahi ve sıradışı” olmanın cezasını çekmiş. Kim bilir.


YSL, parfüm işine de büyük bir tutkuyla girmiş. 1964 yılında ilk parfümlerini çıkardıktan sonra 100’den fazla kokuya imza atmış. Y for Women, Cinema, Paris, Nu, Opium, Jazz, Kouros, M7, Rive Gauche Pour Homme gibi önemli ve saygı duyulan klasiklere sahip markanın Body Kouros isimli parfümü bugün konuğum olacak.

Geçtiğimiz aylarda YSL’in efsane parfümlerinden Kouros’u incelemiş ve pek sevememiştim. Body Kouros ise büyük abisine hiç benzemeyen tamamen farklı bir parfüm. Yani bir anlamda Kouros’un şöhreti kullanılmış diyebilirim isim seçiminde. Markanın sevilen parfümlerinden birisi Body Kouros. Bunu da nispeten modern yapıya sahip olması sağlıyor. Baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Artık geçelim detaylara.


İlk sıkıldığında çok keskin olmayan bir anason kokusu size merhaba diyor. Tam anlamıyla rakı kıvamında olmasa da hoşuma gittiğini söyleyemem başlangıcın. Neyseki bir süre bu anason azalırken yerini nane-mentol kokulu bir vanilya alıyor. İlerleyen saatlerde ise daha pudralı bir hale geliyor vanilya. Aslına bakılırsa başlangıcındaki o anasonu saymazsak çok fazla değişmeyen bir yapısı var. Düz çizgide ilerliyor. Sizi şaşırtmıyor.

Body Kouros bence orta notalarından itibaren sevdiğim bir vanilya parfümü olan Le Male’ye oldukça benziyor. Le Male’deki o nanemsi pudralı vanilyalı his, Body Kouros’da da var. Hani söylemek istemiyorum ama sanki biraz esinlenmiş olabilir. Son kısımdaki pudralı vanilya hissini muhtemelen benzoin elementi veriyor. Bu anlamda bazı yorumcular Givenchy – Pi’ye de benzetmişler. Artık karar sizin.


Body Kouros, seveni çok olan bir parfüm. Bunun nedenini de anlıyorum. Özellikle orta notalardan itibaren hissedilen vanilya bir çok insanı cezbediyor anladığım kadarıyla. Fakat durum benim için o kadar iç açıcı değil. Öncelikle başlangıcını hiç sevmedim Body Kouros’un. Biraz zorlama olmuş sanki. Daha yumuşak bir koku kullanılabilirdi bence. Daha sonrası için düşüncelerim olumlu. Vanilya merkezli parfümleri seviyorum. Onun için alt notaları en sevdiğim kısmı oldu. Yine de Le Male ve Rochas Men varken, hiçbir zaman Body Kouros alıp kullanacağımı sanmıyorum. Body Kouros’u vanilya temasının üzerine inşa edilmiş basit bir parfüm olarak düşünebiliriz. Sanırım parfüme biraz hareket katmak için de üst notalara anason benzeri koku eklenmiş.

Parfümün tasarımını Azzaro - Visit, Boucheron – Jaipur Homme, Bulgari – Black, Christian Dior – Hypnotic Poison, Giorgio Armani – Attitude, Givenchy – Xeryus Rouge, Hugo Boss – Boss Bottled, Jean Paul Gaultier – Kokorico, Lancom – Hypnose (Kadın), Lolita Lempicka gibi popüler eserlere imza atan Annick Menardo yapmış. Önemli sayılabilecek bir not daha vereyim sizlere. Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin kitabında Body Kouros’a beş üzerinden dört yıldız vermiş. Yani hiç de fena bir not değil onun için. Bazı yerlerde üretiminin durdurulduğuna dair bilgiler var. Eğer öyleyse çok üzüleceğimi sanmıyorum.

Parfümümüzün kalıcılığı bir ana akım EDT’ı için gayet yeterli. Kıyafet üzerinde bir günden fazla hissediliyor. Farkedilirliği başlarda iyi. Alt notalara doğru tene yakın hale geliyor. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun.

Artıları:
+ Sonlara doğru ortaya çıkan vanilyamsı kokuyu sevdim.
+ Genel olarak herkesin sevebileceği bir yapıda. Hediye için iyi bir seçenek olabilir.

Eksileri:
- Başlangıcını hiç sevmedim. Hatta beni parfümden soğutan en büyük etken diyebilirim.
- Basit bir yapıda. Düz çizgide ilerliyor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6  Farkedilirlik:10/6

2 Mart 2012 Cuma

Tauer – L’Air du Desert Marocain (2005)


Tauer – L’Air du Desert Marocain (2005)  Markanın unisex olarak sunulan parfümü.

İsviçre’de kimyagerlik yapan bir adam düşünün. Uzmanlık alanına yakın olan parfümlere ilgi duysun. Ve bu alanda kendisini yetiştirsin. Kimyagerlik kariyerini Donkişotvari bir kararla bırakıp, kendisini parfüm işine adasın. 2005 yılında kendi ismini kullanarak markasını ortaya çıkarsın. Henüz yedi senelik bir marka olmasına rağmen artık bir sürü oyuncunun olduğu “niche” parfüm sektöründe ismini duyursun. Hatta kurulduğu ilk yıl çıkardığı iki çok başarılı parfümle gözlerin bir anda ona çevrilmesini sağlasın. “Bir parfüm sana rüyalarındaki vahayı verebilir” diyen Andy Tauer’in kısaca hikayesi böyle olsa gerek.

                                                             Markanın yaratıcısı Andy Tauer. 

Diyeceksiniz ki İsviçre’den de parfüm markası mı çıkarmış. Kocaman şöhrete sahip Fransız, İtalyan, İngiliz ve Amerikan parfüm evleri varken, küçük bir dağ ülkesi olan İsviçre’den nasıl böyle bir niche parfüm evi kendisini göstermiş. İşte oluyor efendim. Olmaz demeyin. Yeterki işinizi doğru düzgün ve ciddiyetle yapın. Yani bizim ülkemizde eksik olan şeyi.

Tauer’in ilk parfümü olan Le Maroc Pour Elle kadınlara yönelik olarak piyasaya sürülmüş. Daha ilk parfümünde oldukça ilgi görmüş marka. İkinci parfümü ise bugün inceleyeceğim L’Air du Desert Marocain. Bu ise unisex olarak lanse edilmiş. Fakat bence erkeklerin kullanımına daha yakın. Tauer parfümlerini 1,2,3.. diye sıralayarak piyasaya sunuyor. Yani şişelerinin üzerlerinde de parfümün kaç numara olduğu ismiyle beraber yazıyor. Bunu neden yaptığını pek anlayamadım. Belkide çok düzenli ve tertipli bir arkadaştır.


L’Air du Desert Marocain, Fransızca bilmesek de az çok İngilizce’den tahmin edebileceğimiz gibi “Fas Çölünün Havası”na yakın bir anlama geliyor muhtemelen. Yani parfümün Fas’ın çöllerinden esinlendiğini sanırım söylememe gerek yok. İyi de İsviçre’nin soğuk Alpleri nerede, Fas’ın sıcak çölleri nerede. Acaba neden böyle bir isim koymuş Tauer diye düşünürken sanırım cevabı buldum. Serge Lutens’in Fas’ta yaşadığını ve parfümlerinde doğu etkilerini sıkça kullandığını hatırlatayım. Tauer belki de rakibine böyle bir meydan okuma yapmış olabilir.

Efendim bu batılıların doğu merakı nedir diye sorduğunuzu duyar gibiyim. (Belki de sormuyorsunuz) Niye parfümlerinde bile doğuya göndermelerde bulunuyorlar. Bütün suç “Oryantalizm” akımının diyebilirim. O zaman madem ismi sıkça geçmeye başladı. Nedir şu oryantalizm kısaca bir bakalım. Çünkü artık bolca duymaya başladığımız “oryantal tarzda parfüm” sözünün de ne anlama geldiği daha kolay anlaşılabilir.

                           Batılıların zihinlerindeki Doğulu imgesi bu resimden çok farklı olmasa gerek.

Oryantalizm kelimesinin Latince tabanlı dillerde karşılığı Orientalism. Kökeni güneşin doğuşunu ifade eden Latince Oriens sözcüğüne dayanıyormuş. Coğrafi anlamda “Doğu”’yu simgeliyormuş.

                                                   Edward Said'in ünlü kitabı "Orientalism". 

Oryantalizm Türkçeye “Doğuculuk, Şarkiyatçılık” olarak çevrilebilir. Tam anlamı, Yakın ve Uzakdoğu toplumlarının kültür, dil, halklarının incelendiği Batı kökenli araştırma alanlarının tümüne verilen ortak ad diyebiliriz. Oryantalizm bilimden edebiyata, tiyatrodan müziğe kadar uzanan çok geniş bir olgudur. Bu alanda en kapsamlı çalışmaları Amerikan vatandaşı da olan Hristiyan bir Filistinli Profesör Edward Said yapmış. 1978 yılında yayınladığı Orientalism kitabında tezlerini detaylı olarak anlatmış. Yani özetle Oryantalizm, Batı medeniyetinin Doğu kültürlerine bakışını anlatan bir fikir akımı.

Peki bunun konumuz olan parfümlerle ne ilgisi var? Zaman zaman incelediğim parfümlerde “oryantal” kelimesini bende kullanıyorum. Oryantal terimi parfümleri sınıflandırmak için sıkça kullanılıyor. Bu tip parfümler yoğun, kuvvetli ve egzotik kokulardan oluşur diyebiliriz. Misk, vanilya, baharatlar, tropikal çiçekler, ıtırlı bitkiler, tütün, hayvansal notalar ve değerli ağaçların balsam (benjamin ve tolu balsam gibi)  kombinasyonlarından oluşurlar. Fakat gözden kaçmaması gereken bir şey daha var. Oryantal kokular denen parfümlerde Doğu Asya, Afrika, Ortadoğu gibi bölgelerin etkileri de hissedilir zaman zaman. Tabiki bu durum hep olacak diye bir kural yok. Yani olaya bu açıdan da bakıyorum ben.
    

İşte bugün tam da Arap coğrafyasının koku karakterine yakın bir parfüm karşımızda. Zaten yukarıda bahsettiğim ismi bize az çok bir fikir verebilir parfümle ilgili. L’Air du Desert Marocain baharatlı-oryantal olarak sınıflandırılmış. Aslına bakılırsa uzun uzun anlatmak gerek bu eseri. Çünkü çok kompleks ve detaylı bir yapıda. Öncelikle başlangıcı çok tuhaf. Oldukça karanlık aromatik otlar hissettim. Bu otlara biraz da yine karanlık ve algıları zorlayan bir deri ve ağaç reçinesi benzeri koku eşlik ediyor. Anlaması zor. Çok sevdiğimi söyleyemem ilk kısmı. Belki de bu karmaşa böyle düşünmemi sağladı. Bir süre sonra Serge Lutensvari tatlı baharatlar hakimiyeti ele alıyor. Kokunun karanlık yapısı devam ediyor. Hatta burada “dumansılık” başlıyor denilebilir. Neyseki burası daha sevilebilir. Efendim devam ediyoruz. İlerleyen dakikalarda bu sefer dumansı baharatlar geri çekilirken ortaya karanlık bir deri çıkıyor. Haydaa. Bu nasıl bir parfüm diye düşünüyorum. Çünkü adeta geçit töreni gibi bütün notalar burnunuzun önünden geçiyor sırayla. Deri kullanımı biraz yapay ve plastiğimsi. Bu parfümü deneyen bazı kişilerin onu Bulgari – Black’e benzetmeleri bu sebepten büyük ihtimalle. Fakat bu deri Black kadar başarılı değil. Geçelim bir sonraki adıma. İlerleyen saatlerde bu sefer plastiğimsi deri gerilerde kalırken, bariz bir kabe samanı ortaya çıkıyor. Pek sevmediğim bir kokusu olsa da fena değil kabe samanı kullanımı. Sonunda bitti derken… Müthiş bir gol atıyor parfüm size. Bu defa da kabe samanı ortadan kaybolurken egzotik ve çok güzel bir amber imzayı atıyor. Böylece de tenden uzun süre sonra ayrılıyor. Ben anlatmaktan yoruldum. Umarım siz okumaktan yorulmamışsınızdır.

Andy Tauer kimyager olan amatör bir parfümörmüş. Fakat daha ilk çıkardığı parfümlerden birisinde nasıl böylesine kompleks, zengin, karmaşık, gizemli ve “çok katmanlı” bir kokuya imza atmış gerçekten şaşkınım. Bu parfüm adeta beş katlı bir apartman gibi. Her katı ayrı bir yapıda. Parfümün tende bir notadan diğerini geçişini büyük bir zevkle izliyorsunuz. Şimdiye kadar böylesine çok katmanlı bir parfüme rastlamadığımı belirtmeliyim. Bu parfümün neden bu kadar üzerinde durulduğunu ve ilgi gördüğünü şimdi daha iyi anlıyorum.


L’Air du Desert Marocain, günlük kullanıma uyabilecek konforlu bir seçenek değil. Bence daha çok sanat eseri seviyesinde bir iş. Biraz Serge Lutens – Chergui’yi anımsattı bana. Son kısımdaki amber ise Serge Lutens – Ambre Sultan’a oldukça benziyor. Bence en can alıcı kısmı sonları. Başındaki o tuhaf ayakkabı boyasına benzer kokuyu sevmedim. Bir de plastiğimsi deri bölümünü. Onun dışında çok derin bir parfüm.

L’Air du Desert Marocain, Tauer’in en çok tartışılan, en çok ilgi gören, hakkında en çok şey yazılan parfümü. Yani bir anlamda markanın gözbebeği. Bu kadar tanınmasının ise parfüm severlerin en önemli kaynaklarından sayılan “Luca Turin ve Tania Sanchez”in “Perfumes: The A-Z Guide” kitabı sayesinde olduğu söyleniyor. Bu ünlü parfüm kitabında L’Air du Desert Marocain beş üzerinden beş yıldız alarak hakkında çok olumlu şeylerin yazılmış olması dikkat çekici. Tabiki tek etkenin bu olduğu söylenemez. Ama gerek markanın gerekse parfümün tanınmasında itici bir gücü olduğu söylenebilir.


Hoşlanmadığım taraflarını bir yana koyarsam gizemli ve karanlık yanı olduğunu düşünüyorum. Eşine çok rastlanacak bir yapıda değil. Dikkatimi çeken bir başka konuda başından sonuna “karanlık” bir his vermesi insana. Bunu da muhtemelen deri ve amber sağlıyor. İsminden ötürü havadar ve ferahmış gibi algılansa da fazla kendisini açık etmeyen bir karakteri var. Neredeyse bulmaca gibi. Tam da bu noktada yine hayal dünyama dalmak istiyorum:

Her ne kadar bu aralar bütün Ortadoğu “Arap Baharı” marifetiyle çok karışık durumda olsa da Fas’a gittiğimizi düşünelim. Gündüzleri hava çok sıcak olduğundan ancak güneş battıktan sonra şehri gezebilme imkanımız var. Otelinize giriş yapıyorsunuz. Uçak yolculuğunun hafif de olsa yorgunluğu var üzerinizde. Yatağınıza uzanıp tadını çıkarıyorsunuz bu iki günlük küçük tatilin. Küçük, salaş ama temiz bir odanız var. Daha sonra pencereyi açıyorsunuz. Doğu toplumlarına özgü karmaşa, koşuşturma ve gürültülü çalışan motorsikletler. Dışarıdan hafif ve serin bir esinti giriyor içeri. Daha önce hiç duymadığınız kokularda o esintiyle beraber burnunuzu okşuyor adeta. Otelinizin bulunduğu sokağın baharatçılar çarşısının hemen dibinde olduğunu hatırlıyorsunuz. Çeşit çeşit kokular. Acaba bu rüzgar çölden mi geliyor diye düşünmeden edemiyorsunuz. İşte Desert Marocain tam da böyle hisler uyandırıyor bende.


Andy Tauer’in ilginç bir özelliğinden de bahsedeyim. Resmi internet sitesinde sürekli güncellediği blogu var. Burada parfümler ve kokular hakkında ilginç ip uçları veriyor. Ayrıca parfümlerini kendi evinde imal ettiğine dair bir bilgi var. Ama o kadar parfümü kendi evinde tek tek nasıl hazırlar şüpheliyim.

L’Air du Desert Marocain’in kalıcılığı çok iyi. Şimdi burada da ilginç bir durum var. Tauer parfümlerini “Eau de Toilette Intense” olarak sınıflandırıyor. Yani standart EDT’lerden daha yoğun anlamında kullanıyor bu ibareyi. Ama EDP’de demiyor. Yani ikisinin arasında bir yerde muhtemelen Tauer’in parfümleri. Bu durum bana Creed’in Millesime ifadesini hatırlattı. Yani “standartları ben belirlerim” mi demek istiyor acaba? Yada literatüre yeni bir terim mi sokmayı amaçlıyor? Karar sizin.

Farkedilirliği başlarda çok iyi. Daha sonra doğal olarak azalıyor. Yine de fena değil diyebilirim. Unisex olarak sunulsa da erkek kullanımına uyacak bir tarzda. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak mantıklı olacaktır. Denemeden almak riskine girmeyin derim. Çünkü çok pahalı fiyatlara satılıyor.

Artıları:
+ Reçinemsi baharatlar ve amber kullanımını çok sevdim.
+ Çok derin, detaylı, zengin, gizemli bir yapısı var. Adeta şaşkına çeviriyor sizi.
+ Kalıcılığı çok iyi

Eksileri:
- Yahu o nasıl bir açılış öyle. Neye benzeteceğimi şaşırdım.
- Plastiğimsi deri kullanımı biraz sırıtıyor. Daha özenli olabilirmiş o konuda.
- Fiyatı çok yüksek. Heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/7