4 Şubat 2013 Pazartesi

By Kilian – Incense Oud (2011)



By Kilian – Incense Oud (2011)  Markanın başarılı parfümü.

Kesinlikle normal bir gündü. Hava açıktı. Güneş pırıl pırıl parlıyordu sabah 08.30 civarlarında. Binlerce Newyork'lu her sabah yaptıkları gibi işlerine gitmek için arabalarına biniyorlardı. Kimisi de işyerine ulaşmak üzereydi. Çevre yolu ve Brooklyn Köprüsü yoğun trafiğe sahipti. Fakat bu sıradan gibi görünen günde, saat 08.46 civarında belki de dünyanın şimdiye kadar gördüğü en korkunç ve sofistike terör saldırıları başlayacaktı.

Amerikan Havayollarına bağlı 11 numaralı uçuşu gerçekleştiren Boeing 767, saat 07.59'da Boston'daki Logan havaalanından kalkışını yapmıştı. California'daki Los Angeles uluslararası havaalanına gitmesi gerekiyordu. Fakat anlaşılamayan bir şekilde rotasından sapıp, yönünü Newyork'a çevirmişti. Kalkışından 47 dakika sonra 11 numaralı uçuşa sahip Boing 767, Newyork'taki Dünya Ticaret Merkezi'nin kuzey kulesine çarpmıştı. Uçağın deposundaki binlerce litre benzinin de etkisiyle çok büyük bir patlama ile adeta kuleyi yarıp içine giren dev uçak, ilerleyen saatlerde bu kulenin tamamen çökmesine sebep olacaktı.

Bu ilk saldırıyı diğer kuleye çarpan ikinci Boeing uçağı takip etmişti. Daha sonrasında ise Amerika Savunma Bakanlığı'na üçüncü uçak ile gerçekleştirilen saldırı, 21. yüzyılın başında etkileri çok büyük olcak bir terör saldırısıydı. Sonrasında gerçekleşecek ve dünyayı kısmen de olsa değiştirecek olaylar silsilesinin de habercisiydi.


2996 kişinin hayatını kaybettiği bu olay tarihe 11 Eylül Saldırıları (9/11 Attacks) olarak kayıt edilecekti. 6000'den fazla kişinin de yaralandığı saldırıda Amerika'nın dünyaya kabul ettirdiği ekonomik (Dünya Ticaret Merkezi) ve askeri gücüne (Pentagon) karşı verilmiş bir mesajdı adeta. Gizemi hala tam anlamıyla çözülemeyen, nedeni bulunamayan, kimlerin gerçekleştirdiği ise tartışmalı olan bu saldırılardan sonra, Afgaistan ve Irak'a karşı "Özgürleştirme ve Terörü Bitirme" harekatları yapıldı. Milyonlarca insanın hayatını kaybedeceği çok zor bir sürece girmişti dünya.

11 Eylül saldırılarından kısa süre sonra, bu olayı gerçekleştiren kişilerin kimlikleri kamuoyuna açıklanmaya başlandı. Arap kökenli oldukları açıklanan 19 hava korsanı, bu uçakları kaçırmış, onları ele geçirdikten sonra saldırıları gerçekleştirmişti. Amerikan halkında şok etkisi yaratan bu saldırların sonucunda özellikle Batı ülkelerinde Arap ve Müslüman kökenli kişilere karşı müthiş bir önyargı ve düşmanlık oluştu. Belki de amaçlardan birisi de buydu.


Arap Müslüman eşittir terörist önyargısı, sokaktaki ortalama insandan kolay kolay silinmeyecek kadar güçlü işlendi ne yazık ki. Ve bu izler kültürel hayattan, toplumsal hayatın her alanına kendisini gösterdi yıllarca. Batı ittifakı için yeni düşman belirlenmişti. Araplar ve Müslümanlar.

Oysaki ilginç bir şeklide parfüm endüstrisinde sanki algılar tersine çalışıyordu. Özellikle 2000'li yıllardan itibaren Arap temalı oryantal parfümlere daha çok yer verilmesi, tütsü, günlük (Frankincense), gül, öd ağacı, egzotik amberin sıklıkla kullanılması dikkat çekiyordu. Geleneksel Arap kokuları olan bu elementler, gerek yerel halk tarafından gerekse çöl bedevileri tarafından zaten çok uzun yıllardır kullanılıyordu. 21. yüzyılın başlangıcı Arap esintili kokulara uğur getirmişti sanki. Özellikle öd ağacı (Oud, Agarwood) kokusu parfüm sektörü için önem kazanmaya başlamıştı. Tabiki daha çok niş markalar için...

Son yıllarda birçok niş marka öd ağacı temalı parfümlere imza atıyor. En önemli iki örnek kuşkusuz Amouage ve Montale. Genellikle niş markalardan gelen bu parfümler, zaman zaman Arap esintileri taşısa da bazen daha modern kompozisyonlara dönüşüyor. Öd ağacının çok değerli ve çok az bulunan bir bitki olması, onunla yapılan parfümlerinde oldukça yüksek fiyatlara satılmasına sebep oluyor. Günümüzün modern kimya teknikleri onunda bir çaresini bulmuş olsa da öd ağacı temalı parfümler oldukça yüksek fiyat etiketlerine sahip olması biraz psikolojik gibi görünüyor. İnsanlarda "tabiki çok az bulunan bir koku çok yüksek fiyatlara satılır" algısını oluşturmak zor olmasa gerek.


Arap temasına sahip parfüm üretme trendine genç parfümör Kilian Hennessy'de katılmış gibi görünüyor. Hatta sahibi olduğu By Kilian markası "Arabian Nights" isimli seri bile çıkarttı. "Arap Geceleri" serine ait dört parfüm piyasaya sürdüler. Bugün inceleyeceğim Incense Oud, Arabian Nights serisine ait. Incense Oud, açık ara bu serinin en popüler ve hakkında en çok olumlu şey yazılan parfümü dersem yanlış olmaz. Markanın kendi sitesinde şöyle tanımlanmış Incense Oud:

"Mistiklerin parfümü olarak bilinen tütsü, burada öd ağacı ile ilişkili sıcak ve büyüleyici bir koku doğuruyor. Incense Oud, iki ilkel koku ile modernliğin çarpıcı ikili kompozisyonu şeklinde inşa edilmiştir."

İlginç bir durumdan daha bahsedeyim. By Kilian'ın sitesinde, Incense Oud'ün içeriği açıklanmış. Ve süpriz şekilde "Türk Gülü" de bulunuyor notaların arasında. Bunu da küçük bir not olarak ekleyeyim.

Incense Oud'ün başlangıcı pürüzsüz ve mükemmel bir gül ile gerçekleşiyor. Sanki kıpkırmızı bir gül kokluyormuşcasına gerçekçi ve modern. Aynı zamanda hafiften de içki teması var diyesim geliyor. Ama çok sınırlı içkimsi etki. Olabilecek en iyi gül kokusu ile parfüm size merhaba diyor. Üst notaları harika. Orta kısma geçildiğinde kırmızı gül bezeri kokuya tatlı yumuşak baharatlar ekleniyor. Hatta azıcık da tatlı kırmızı meyveler. Fakat baharatlar daha ön planda. Muhtemelen kakule ve biber. Orta notalar başlangıç ile paralel devam ediyor. Çok değişmiyor kokusu. Gül ve tatlı baharatlar ikilisi aynı yüksek kalitede. Son kısımda ise biraz değişiyor kokusu. Sandal ağacı, tütsü ve öd ağacı kendisini gösteriyor. Alt kısım bence en vasat yeri.


Incense Oud, bence kesinlikle gül ağırlıklı bir kokuya sahip. İkinci unsur ise öd ağacı. Sonrasında ise tatlı baharatlar. İsmindeki tütsü ne yazık ki fazla öne çıkmıyor. Belki de daha iyi olmuş. Kim bilir. Fakat gördüğüm kadarıyla başlangıç ve orta notalar nefes kesici güzellikte. Çok üst düzey bir parfüm kokladığınızı anlıyorsunuz. Bu anlamda tebrik etmek lazım By Kilian'ı. Fakat son kısım biraz baştan savma olmuş. Onun için alt notaları sınıfta kalıyor benim için.

Incense Oud'ün giymesi kolay ve konforlu bir kokusu var. Deneyen bir çok kişinin beğeneceğini düşünüyorum. O anlamda çok başarılı bir sunuma imza atılmış. Çok modern bir kokusu var. Aynı zamanda Arap kültürüne ait izlerde hissediliyor. Yani bu parfüm Arap mistisizmi ile Batı akılcılığını kaynaştırmış adeta. Bir yanıyla Orta Doğulu iken, diğer yanıyla şık bir Fransız. Gizemli ve egzotik. Lüks ve rafine. Şık ve çekici.

Açıkçası öd ağacı temelli kokulara çok büyük hayranlığım yok. Onun için uzun zamandır denemekten kaçınıyordum Incense Oud'u. Fakat ne kadar hata ettiğimi anladım. Hiç bir parfüme gerek isminden gerekse konseptinden dolayı ön yargı ile bakmamak lazımmış. Bu da bana ders olsun.


Parfümün eleştirilecek üç ana tarafı var. Birincisi alt notalarının sıradanlığı. İkinci çok düz çizgide ilerleyip, son kısma kadar çok değişmemesi. Üçüncüsü ise çok yüksek fiyatı. Kendi sitelerinde bile 50 ml.si 295 Euro gibi anormal bir fiyata satılıyor. Size karşılaştırma yapmanız için şöyle bir örnek vereyim. Amerika'daki ortalama ana akım bir parfümün 40 dolar civarında olduğunu düşünürsek, Incense Oud on katı fiyat etiketiyle sahip olması zor bir eser gibi duruyor.

Parfümü çok büyük işlere imza atamamış burunlardan Sidonie Lancesseur tasarlamış. Bu parfümör ayrıca By Kilian'ın Cruel Intentions ve Straight to Heaven kokularını da tasarlamış. Incense Oud, Eau de Parfum (EDP) olarak şatışa sunulmuş. Uniseks olarak geçiyor. Şöyle biraz düşününce aslında haklılar. Bir kadına da uyabilir. Ama sanki biraz daha erkek kullanımına yakın gibi duruyor. Sonbahar-kış mevsimi için uygun olacaktır. Çok yüksek fiyatı sebebiyle denemeden almak riskli olabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı nefis.
+ Orta notaları da çok başarılı.
+ Yüksek kalitesi ve pürüzsüzlüğü etkileyici.

Eksileri:
- Son kısmı biraz basit kaçmış.
- Anormal fiyatı.

Koku Güzelliği:10/8

2 Şubat 2013 Cumartesi

Modern Yaratılış ve Uyum


Modern Yaratılış ve Uyum

Merhabalar sevgili koku severler. Geçtiğimiz haftalarda ilk yazısını yayınladığım parfüm sever Batuhan Ceylan'ın ikinci yazısı da elime ulaştı. Öğrenim gördüğü kimya bilimi ile parfümlerin ne kadar yakın olduğunu düşündüm ve daha teknik, bilgilendirici bir yazı istedim ondan. O da beni kırmayarak, çok güzel ve ilginç bir yazı kaleme aldı. Parfümler hakkında bilmediğiniz bir çok şeyi eminim ki bu yazı sayesinde zihninize yerleştireceksiniz.

Böyle güzel yazılarının devamı ile sevgili Batuhan...

Yazının tam metni diğer blogumda: http://parfumhaberleri.blogspot.com

1 Şubat 2013 Cuma

Caron – Royal Bain (1941)



Caron – Royal Bain (1941)  Markanın klasiklerinden.

1920 yılı henüz dünya süper gücü olarak kendisini gösterememiş Amerika Birleşik Devletleri için çok ilginç bir zamandı. Prohibition Era, belki de Amerika tarihinin en karanlık ve hakkında en az bahsedilen zaman dilimi. 1920-1933 yılları arasında olduğu söylenen Prohibition Era (Yasaklama Dönemi), on sekizinci ABD anayasası değişikliği doğrultusunda ülke çapında alkolün üretilmesi, taşınması ve satılmasının yasak olduğu dönemdi. Yani on üç sene boyunca Amerika'da içki yasaktı. Fakat bu yasak o kadar ilginç bir şekilde hazırlanmıştı ki, içki içenlere hiç bir şekilde ceza verilmiyordu. Yani üretimi ve satışı yasakken, içilmesi yasak değildi.    

Fakat insanın doğası hemen bir ikame yolu bulacaktı. Çünkü bir şeyi yasaklamanız, onun mutlaka kontrolsüz şekilde yer altına inmesini sağlar. İnsanlar her zaman yasağı daha çok merak eder ve arzular. Bu yasağın sonucunda Al Capone gibi mafyanın eline geçen içki kaçakçılığı, bir çok yasa dışılığı da beraberinde getirmişti. Sadece Newyork eyaletinde 30.000'den fazla gizlice içki içilen "Speakeasy" isimli yerlerin olduğu kayıtlarda mevcut. Yani yasak her zaman olduğu gibi insanoğlunu asla durduramaz. Burada sanırım bizim siyasetçilerin de almaları gereken önemli bir ders var.


1920'li yıllarda Amerika'da bu gelişmeler yaşanırken, Fransa'nın "tarihi" parfüm evi Caron, yeni bir banyo parfümü üretmeye koyulmuştu. Şimdi diyebilirsiniz ki, yahu Parfüm Merakı banyo parfümü de ne oluyor? Parfümün banyosu mu olurmuş? Evet efendim oluyor. Şöyle anlatayım.

Caron markası The Third Men, Yatagan, Caron Pour Homme, Parfum Sacre, Tabac Blond gibi önemli klasiklere sahip bir parfüm evi. Tarihi 1900'lü yılların başına kadar giden Caron, aynı zamanda pudraları ile de önemli yere sahip güzellik ve kozmetik sektöründe. Caron bir hikayeye göre Californialı milyoner William Randolph Hearst'ın isteği üzerine banyo parfümü yapmaya karar verdi. Milyoner Hearts'ın karısı, evinde yaptığı "şampanya banyolarını" değiştirmek istedi. Ve Caron firmasına başvurup, onlardan kendisine banyo kokusu/parfümü üretmelerini istedi.


1923 yılında Caron, bu isteği yerine getirdi. Banyo parfümünün ismi Royal Bain de Champagne olarak belirlenmişti. Şişesi de Amerika'daki Yasaklama Dönemine gönderme yapılarak şampanya şeklinde tasarlandı. Ayrıca şişenin tasarımı ve parfümün ismi de uyumluydu. Fakat ilerleyen yıllarda bazı yasal problemler çıktığı için parfümün ismi ve içeriği değiştirilerek EDT olarak yeniden piyasaya sunuldu. 1941 yılında ismindeki Champagne çıkarılarak Royal Bain (Kraliyet Banyosu) olarak aynı şampanya şişesi tasarımına sahip olarak yeniden satışa çıkarıldı. Böyle ilginç bir hikayeye sahip bugün inceleyeceğim parfüm.

Royal Bain, bir çok kaynakta uniseks olarak gösteriliyor. Fakat kendi sitelerinde kadın parfümü bölümünde. Bence de kadın kullanımına daha yakın. Parfümümüz Caron'un sitesinde "Zor bulunan parfümler" kategorisinde kendisine yer bulmuş. Sadece içeriğindeki üç notadan bahsedilmiş: Leylak, sedir ve sandal ağacı. Fragrantica'da ise oryantal çiçek olarak sınıflandırılmış.


Parfümün başlangıcı oldukça şaşırttı beni. Hatta inanamadım. Çünkü karşımda 1941 yılında üretilmiş bir koku var. Ben klasik, tozlu kokan şipre beklerken, oldukça tatlı hatta şekerli çiçekler karşıma çıktı. Aldehit hissi veren pudralı çiçekler gibi diyebilirim. Chanel'in eski klasik kadın parfümlerindeki gibi. Üst notalarda muhtemelen leylak başrolde. Oldukça tatlı hatta şekerli, pudralı leylak. Royal Bain'in açılışı oldukça kadınsı çiçekler ile gerçekleşiyor. Çok sevdiğimi söyleyemem. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada koku karakteri değişmiyor. Sadece şeker oranı düşüyor neyseki. Hala tatlılık var ama bıktırıcı değil. Bu arada leylağa gülde ekleniyor. Biraz da pudralı reçine. Orta notaları başlangıcına göre daha sevilesi. Son kısma gelindiğinde çiçekler pek hissedilmiyor. Yapaylık sınırında dolaşan pudralı vanilya ve yumuşak kremsi odunsu notalar kapanışı yapıyor. Azıcık da misk hissediliyor. Burası da bana göre değil.

Royal Bain'i üç kelime ile özetle derseniz şunları söylerim: Pudra, çiçekler (gül ve leylak) ve kremsilik. Öncelikle anlamadığım şey bazı kaynaklarda uniseks olarak sunulması. Royal Bain başından sonuna kadın parfümü olduğunu bağırıyor adeta. Özellikle başlangıcındaki kadınsılık had safhada. Bir erkeğe ne kadar yakışır şüpheliyim. Royal Bain bence 1940'lardaki süslü Fransız kadınlarının boyunlarını süsleyecek gibi.


Parfümün özellikle başlangıcındaki yoğun pudra kullanım, insanlarda sabunsu his yaratmasını sağlıyor anladığım kadarıyla. Yazımın başlarında çok kısa değinmiştim Caron'un aynı zamanda başarılı bir pudra üreticisi olduğunu. Acaba buradaki pudra kullanımı, markanın kendi ürünlerine bir gönderme mi? Bilemiyorum belki de sadece tesadüf.

Beni şaşırtan yanı başlangıcı. Günümüzün modern parfümlerinde alışığız çok tatlı, şekerli, karamelli kokulara. Fakat 62 yıllık bir parfümde üstelik üst notalarında bu kadar yoğun şeker/tatlılık kullanımı çok görülen şey değil muhtemelen. Fakat pek hoşuma gittiğini söyleyemem. Sanki " küçük kız çocuğu parfümü" gibi olmuş başlangıç. Ayrıca yoğun pudralı çiçekler de ilgimi çekemedi. Hatta zaman zaman gül suyu efekti bile verebiliyor. Genel olarak kendime yakın bulamadım kokusunu.


Royal Bain'i, garip bir şekilde Arap esintili parfümler üreten Montale'nin Sweet Oriental Dream'ine benzettim. İkisinde de aynı bol şekerli ve yapay vanilya var. Çok önemli klasiklere imza atmış Caron markasına pek yakışmayacak bir parfüm olmuş. Caron hala The Third Men demek benim için. Şampanyaya benzeyen şişesi ve “Kraliyet Banyosu” olarak tercüme edilebilecek ismi bence parfümün en güzel tarafları. Bu parfümü bir renge benzetmek isteseydim büyük ihtimalle pembe veya kırmızı ile ilişkilendirirdim.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında Royal Bain, metalik meyveli olarak sınıflandırılmış. Ayrıca beş üzerinden sadece bir yıldız verilerek, en düşük not layık görülmüş.


Parfümü Caron'un bir çok eserine imza atmış olan Ernest Daltroff tasarlamış. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun gibi görünüyor. Denemeden almanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Başlangıcındaki şekerli çiçekleri sevmedim.
- Orta ve alt notaları da yeterince ilginç değil.

Koku Güzelliği:10/5

29 Ocak 2013 Salı

Serge Lutens – Muscs Koublai Khan (1998)



Serge Lutens – Muscs Koublai Khan (1998)  Markanın misk temalı ilginç parfümü.

“1260’lı yıllarda Niccolo ve Maffeo Polo kardeşler benzerine az rastlanır bir seyahate çıkacaklardı. Venedikli olan iki kardeş İstanbul, Sudak ve Moğol İmparatorluğu'nun batı kısmında ticaret anlaşmaları yapmışlardı. Mücevherat, ipek ve diğer kıymetli eşya ticareti yapan kardeşler, kendilerine yeni fırsatlar arıyorlardı. Venedik’ten kalkıp Rusya’ya kadar gittiler. Tam geri dönecekleri sırada Çin’de imparator olan Kubilay Han’ın özel delegeleri ile karşılaştılar. İtalya’ya dönmek yerine delegelerle birlikte Çin’e gitmeye karar verdiler. İmparatorluğun başkenti Pekin’de Kubilay Han tarafından çok iyi bir şekilde ağırlandılar. Birkaç yıl burada kalan iki kardeş, daha sonra Venedik’e geri döndü.

Bu seyahatten iki yıl sonra Polo kardeşler bu sefer Papa IX. Gregorius’un mektubunu Çin İmparatoru Kubilay Han’a götürmek için yola çıkacaklardı. Niccolo Polo, bu uzun seyahate oğlu Marco Polo’yu da götürmeye karar verdi. Genç Marco Polo, henüz 17 yaşındayken çıkacağı 2-3 yıl sürecek zorlu yolculuk nedeniyle heyecanlıydı. Rivayete göre Venedik’ten çıkıp önce İskenderun’a geldiler. Buradan deniz yolunun güvenli olmadığını düşünerek, bugünkü Türkiye sınırlarına paralel şekilde Doğu Anadolu üzerinden İran’a geçtiler. Asyanın çöllerini ve geçit vermez dağlarını (Pamir dağları ve Gobi çölü) aşıp Çin’e ulaştılar.


Onları yine dostane şekilde karşılayan İmparator Kubilay Han’ın, yaşına göre zeki ve bilgili Marco Polo ilgisini çekti. Genç Marco Polo İmparatorun koruması altına alındı. Burada Çince öğrenen Marco Polo, Kubilay Han’ın resmi elçisi olarak tam 17 yıl boyunca bütün doğu ülkelerini dolaştı. Daha önce hiç görmediği ve bilmediği doğu uygarlıklarının toplumsal hayatlarını en ince ayrıntısına kadar “II Milione” kitabında yazdı. Bu kitap o zamanların en önemli kitabı olarak batı dünyasına ışık tutmuştu hiç tanımadıkları doğu hakkında. Şüphesiz o dönemler doğu ülkeleri, batı medeniyetinden çok daha ileri uygarlık kurmuşlardı. Kubilay Han belki de farkında olmadan, Avrupa kıtasının, doğu ülkelerini tanımasına ve tarihin önemli dönüm noktalarından birisine vesile olmuştu. Pek kimdir Kubilay Han?

Kubilay Han, Büyük Moğol imparatorluğun, Çin kolunun kurucusudur. Çok iyi bir eğitim görmüş. Çince, Moğolca, Türkçe, Tibetçe biliyor ve bu dilleri edebiyatları ile tanıyordu. Daha genç yaşta iken edebiyata, sanata, fen bilimlerine ilgi duyuyordu. Buda dinini kabul etmişti. Fakat hiçbir zaman, din tutuculuğu yapmamış, her dinden insanlara, ülkesinde ve yönetiminde yer vermişti. Müslümanlara olduğu kadar Hıristiyanlara da hoşgörü göstermişti. Bazı Müslüman ve Türkleri, genel valiliklere ve hatta başbakanlığa atadı. Onun önem verdiği şey, insanın inancı değil, vicdanı ve yeteneği idi.


Kubilay tahta geçtikten sonra Çin’e yöneldi. Önce Moğolistan’ın başşehri olan Karakurum’u bırakıp Hanbalık’a (Pekin) yerleşti. Emrindeki kuvvetleri, Çin’in çeşitli bölgelerine saldırttı. Uzun, amansız mücadele yılları yaşadı. Çin, büyük bir ülke idi ve her adım başında tuzaklarla dolu idi. Kubilay Han yılmadı ve 1276 yılında, bütün Çin’in istilâsını tamamladı. Artık, Çin Denizi’nden Saltık Denizi’ne kadar uzanan kocaman bir imparatorluğun başında bulunuyordu.

Kubilay, Pekin saraylarına yerleşmiş bir cihangirdi ama dünyanın dört bir ucunda olup bitenleri takip ediyordu. Pekin, eski bir uygarlık merkezi idi. Büyük bir imparatorluğun merkezi uygar bir şehir olmalıydı. Burada birçok okul açtı. Hastaneler kurdu, kitaplıklar inşa ettirdi, yeni yollar açtı. Pekin’i bir ucundan öbür ucuna kesen büyük yollar, Kubilay zamanında yapılmıştı. Dünyanın ilk posta teşkilatını Pekin’de kuran Kubilay’dır. Takas vasıtası olarak bilinen altının yerine kâğıt para, ilk kez Pekin’de basıldı ve piyasaya sürüldü. Çin buluşu olan barut, Kubilay Han’ın elinde top haline getirilmiş ve ilk kez Çinlilere karşı kullanmıştı.

Kubilay Han 1294'de öldüğü zaman, dünyanın en büyük imparatorluğunu arkasında bırakmıştı. Emrindeki ülke topraklarının yüzölçümü 24 milyon kilometrekaredir. Bir başka deyişle, bugünkü Avrupa sınırlarının iki katı büyüklüğünde bir imparatorluğun başı idi. Bir ucu Çin Denizi’nde, bir ucu bugünkü Polonya sınırlarında 300 milyon insanın yaşadığı bir ülkeye hükmetmişti.”


Bu popüler bilgileri ve Marco Polo’nun hikayesini neden anlattığımı sanırım tahmin ettiniz. Dünya tarihinin böylesine önemli figürlerinden olan İmparator Kubilay Han’ın Serge Lutens’in parfümüne isim babalığı yapması beni hem heyecanlandırdı hem de merakımı kamçıladı açıkçası. Uzun zamandır en ulaşmak istediğim parfümlerden birisiydi Muscs Koublai Khan. Bu ismi Türkçeye “Kubilay Han Miski” olarak çevirebiliriz. Parfümümüz markanın kendi sitelerinde “Fouets de Velours / Sudden Sweetness” serisine üye olarak gösterilmiş. Fragrantica’da ise şipre olarak sınıflandırılmış. Artık geçelim detaylara.

Parfümün başlangıcı oldukça farklı ve hayvansal misk-civet ile gerçekleşiyor. Küçük bir şok yaşıyorum daha ilk saniyelerde. Muscs Koublai Khan’ın üst notaları çok zor. Bir süre sonra orta kısma geçiliyor. Aynı hayvansallık daha artıyor. İnanamıyorum. Bu bir rüya olmalı. Sanki hayvanlara vurulan semerlere benziyor bu koku. Yada bir atın kokusu gibi. Son kısımda ise hayansal misk oldukça azalıyor. Alttan kendisini egzotik amber göstermeye çalışıyor. Bu kısım neyseki daha sevilebilir.

Öncelikle Serge Lutens’in kendi sitesinde parfümünü kısaca nasıl tanımladığına bakalım:

“Çin İmparatoruna çamurlu botları ve diğer tüm şeyler için üstüne basmak amacıyla değerli kürkler serilirdi.

Ultra hayvansı misk ve diğer tüm yanık hayvan postu bu parfüm içerisinde heyecan verici bir sahneye çıkış sağlar. Agresif olmalarını dikkate almayın: bir kere tene değdiği zaman pençelerini geri çekip doldurulmuş patiler haline gelirler.”
 

Baştan söyleyeyim ki karşımızda normal bir parfüm yok. Bilinen parfüm kurallarını kökünden sarsmaya aday dersem abartmış olmam. Muscs Koublai Khan’ın başlangıcındaki güçlü ve sert hayvansallık inanılmaz. Pis kokan, terlemiş insan vücudu yada ölmüş hayvan cesedi. Hatta idrara bile benzetebilirsiniz. Nasıl koktuğuna sizin hayal gücünüz karar versin en iyisi. Eğer mideniz ve bünyeniz çok sağlam değilse koklarken dikkatli olun. Mide bulantısı veya kusma bile yaratabilir buradaki hayvansal misk-civet ikilisi. Algıları zorlayan, insanın psikolojisini alt üst eden, rahatsızlık veren üst notalar için daha fazla ne söyleyebilirim ki… Burnuma sahici bir yumruk yemiş gibiyim. İşin ilginci orta notalarda bu hayvansallık daha da artıp, en üst seviyeye ulaşıyor. Yurt dışında bu tür kokuların büyük bir hayran kitlesi var. Zaten birçok parfüm platformunda övüle övüle bitirilemiyor, ortalığı birbirine katıyor. Ama benim için fazla rahatsız edici. Son kısım ise bence en güzel ve kabul edilebilir tek tarafı. Buradaki amber kullanımına bayıldım.

Sanırım anlaşılmıştır ki bu parfüm görüp görebileceğiniz en uç kokuya sahip 3-5 eserden birisi. Kullanması ve sevmesi çok zor. Özellikle başlangıcındaki ve orta notalarındaki o hayvansallık herkesin harcı değil. Serge Lutens böyle bir parfümü tabiki bilinçli olarak oluşturmuş. Kubilay Han gibi güç simgesi bir ismi, Orta Asya ve Çin bozkırlarında at üzerinde hayal etmemizi istemiş olabilir.


Bu parfümü geçtiğimiz haftalarda denediğim Maison Francis Kurkdjian’ın Absolue Pour Le Soir’ine benzettim. Bence ikisinin de başlangıçları benzer şekilde hayvansal miske sahip. Fakat ilerleyen saatlerde farklı karakterlere bürünüyorlar. Muscs Koublai Khan, daha düz çizgide ilerlerken, Absolue Pour Le Soir oldukça değişiyor ve hayvansallık miktarı azalıyor. Hatta Muscs Koublai Khan’ı biraz L’Artisan Parfumeur’un tuhaf deri parfümü Dzing’e bile benzettim. Muscs Koublai Khan’da deriden ziyade misk-civet baskın olarak kullanılmış. Azıcık da Yves Saint Laurent – Kouros efektine sahip. Parfümün sonları çok olmamakla birlikte oldukça tatlı. Başları ve orta kısmında ise yoğun bir tatlılık yok. Tatlılık için muhtemelen bal kullanılmış.

Muscs Koublai Khan hiç şüphesiz parfüm sanatının en ilginç eserlerinden birisi. İtici, gaddar, vahşi, kaba, ilkel ama aynı zamanda tuhaf, erotik, biraz da pornografik. Bence tam “ya aşık ol yada nefret et” tarzında. Zıtlıkların kokusu adeta. Aslında çok kompleks yapıya sahip değil. Hatta basit bile diyebilirim. Başlangıcından alt notalarına kadar çok değişmiyor. Bir tek son kısım farklı. Eşine çok rastlanacak bir arkadaş değil. Günlük kullanıma uyar mı ondan da şüpheliyim. Başlangıcı oldukça saldırgan iken, sonlara doğru evcilleşiyor, sakinleşiyor. Bu parfümü sıkıp, dışarı çıktığınızda nasıl tepkiler alacağınızı sanırım tahmin edersiniz. Yani çok özel bir parfüm. Belki de koleksiyonerler için bulunmaz şaheser. Ama bizim gibi sıradan kişiler için çok uygun olduğunu sanmıyorum.


Muscs Koublai Khan’ın kokusuna benzer bir hissi nerede yaşayabiliriz? Uçsuz bucaksız Gobi çölünde ava çıkmışken olabilir. Belki de Mısır’daki piramitlerin etrafında turistlerin gezdirildiği deve turuna katıldığımızda burnumuza gelebilir. Yada Arizona’da çok büyük bir sığır çiftliğinde çalışırken. Belki de maceraperestler gibi her şeyini satıp, sırt çantası ile yürüyerek dünya turuna çıkan kişilerin, Himalayaların eteklerinde hayvancılık yapılan bir köyden geçerken burunlarına gelen koku da olabilir. Hatta birbirine aşık kadın ile erkeğin, tutkulu ve aşk dolu sevişmeleri sırasında bedenlerinden yayılan hormonlar yada kimyasallar bile olabilir. Ama bu parfüm İstanbul’daki İstiklal Caddesinde, Ankara’daki Sakarya Caddesinde yada İzmir – Kordon’da yürüyüşe çıkarken kullanılabilecek bir yapıda değil. Bence “Özel parfümler, özel yerlerde kullanılmalı.”

Bu parfümü kimler mi kullanır. Hemen hayal gücümüze başvuralım. Mesela Barbar Conan’a çok yakışacaktır. Yada Amerikan tarihinin ilginç kişiliklerinden olan bizon avcısı Buffalo Bill. Belki de meşhur kamçısı ile maceradan maceraya koşan arkeolog İndiana Jones. Hatta yeni nesil oyun karakteri Lara Croft bile kullanabilir. Boğa güreşçisi İspanyol bir matadora uymaz mı? Neden olmasın.

                                               Bu arkadaşa ne kadar da yakışırdı Muscs Koublai Khan :))

Luca Turin’in kitabında bu parfüm hayvanca misk olarak sınıflandırılmış. Ayrıca “En iyi tuhaf parfüm” olarak seçilmiş ve beş üzerinden dört yıldız verilmiş. Ve şunlar yazılmış:

“Diğer hiç bir parfüm bu güçlü hayvansı panzehir kadar miske yakın olamaz, buna rağmen modası geçmiş ve uygunsuz doğal misk ile renklendirilmiş de değildir. Muscs Koublai Khan ile ilgili "bir haftadır suya dokunmamış deve sürücüsünün koltukaltı" şeklindeki yorumları okuduktan hemen sonra endişelenmekten vazgeçip bu bombayı sevmeye karar verdim. Koku aynı ama kabusum bitti. Bu parfüm kayıp dünyanın şömineli saraylarında bir fantezi, iki kişinin bir yorgan altında duygusal/yoğun, uykulu sıcaklığı. Misk kedisinin ve kunduz yağının rahat, sıcak hayvan kokusu, dumansı balsam ve güçlü sentetik miskler size sevgilinizi vahşi kürklerin içinde düşünmeniz imkanını verir. Kağıt üzerinde bir parça ürkütücü olsa da tende samimi, yanık balmumunun arkaik kokusu; Coledridge'in "Han" adlı şiirindeki mısrası daha ikna edici olabilir- "bal çiy yedi ve Cennetin sütünü içti."     

Muscs Koublai Khan, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Parfümün tasarımını ünlü burun Christopher Sheldrake yapmış. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın. Bir kadında nasıl durur bu koku düşünemiyorum. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Parfüm konusunda fazla deneyimi olmayan, yaşı genç arkadaşlara tavsiye etmem. Bence bu parfüm için acele etmeyin.

Artıları:
+ Sonlarındaki amberi çok beğendim.
+ Parfüm sanatının uç örneklerinden birisi.
+ Size yaşattığı macera duygusu anlatılmaz.

Eksileri:
- Biliyorum karakteri böyle ama bu koku nasıl sevilir bilemiyorum.
- Herkesin sevemeyeceği, giymesi çok zor bir parfüm. Denemeden sakın almayın.
- Oldukça yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/6.5