24 Mart 2015 Salı

Christian Dior - Dior Homme Intense (2007)


Christian Dior - Dior Homme Intense (2007)

Bence de bay Demachy haklı. "Dior Homme, her türlü erkeksi klişeyi yıktı. Yeni bir yorum getirdi erkeksiliğe."

Tabii bu iddialı sözü sadece kendi çalıştığı parfümler için mi söyledi yoksa Christian Dior'un erkekler için tasarladığı kıyafetleri de kapsıyor muydu bilemiyorum. Eğer ki parfümler alanında söylediyse bende katılıyorum kendisine. Dior Homme, erkek parfümleri alanında yepyeni pencere açtı, bir anlamda iconoclast idi.

"Erkeksi olmayan erkek parfümü" tabiri kulağa oksimoron gibi gelse de durum aşağı yukarı böyle. Dior Homme'un küresel başarısının ardından, erkek parfümleri yeni bir yörüngeye giriyordu. Artık kadın ve erkek parfüm ayırımı azalıyordu. Gerçi sadece parfümlerde değil, moda alanında da erkekler ile kadınların kıyafetlerinin arasındaki makas azalıyor. Belki de geleceğin dünyası uniseks olacak. Kim bilir.

Dior Homme'un şaşalı çıkışının ardından sadece iki yıl sonra kardeş geldi aileye. Dior Homme Intense isimli küçük kardeş, abisinin DNA'sını taşıyordu. Tabii aralarında az da olsa farklılıklar vardı. Bunların en belirgin olanı konsantrasyondu. Dior Homme, EDT olarak sunuldu. Dior Homme Intense ise EDP olarak raflardaki yerini aldı. Kutusu ve hatta şişesi dahi aynı formu paylaşan Dior Homme'ların Intense olanı, aynı abisi gibi çok başarılı oldu ve önemli satış rakamları yakaladı. Tabii burada Dior Homme'un isim gücünün kendisine yardım ettiği görülüyor. Fakat zamanla abisi Dior Homme'dan bile popüler olmayı başardı. Hatta geçtiğimiz yıllarda en çok satan erkek parfümleri listelerinde yer alıyordu Dior Homme Intense. Dior, yine turnayı gözünden vurmuştu anlaşılan.


Uzun zaman önce kullandığım Dior Homme Intense'i çok sevmiş ve zihnimdeki en iyi parfümler listesine almıştım. Tabii aradan geçen yılların ardından parfüm, ailenin diğer üyeleri gibi reformülasyon geçirdi. Bu konu hakkında çok fazla şey yazılıp, çizildi. Kimileri kokuların yeni hallerini başarısız bulurken, çoğu kişi de pek fark olmadığından bahsediyor. Konu ilgimi çekti ve Dior Homme Intense hakkındaki düşüncelerimi güncellemem gerektiği farkettim. Bakalım aradan geçen yıllar, Dior Homme Intense ile aramızdaki ilişkinin mahiyetini etkilemiş mi?

Kendi sitelerinde Dior Homme Intense odunsu amber olarak nitelendirilmiş. Parfüm üç ana nota üzerine konumlanmış: İris (Süsen), ambrette ve sedir ağacı. Üzerime sıktığımda beni yoğun bir koku bulutu karşılıyor. Kremsi kuru turunçgiller ile pudralı iris (süsen) daha ilk saniyelerde size merhaba diyor. Dior Homme'un kendine özgü o makyaj çantası kokusu, Dior Homme Intense'de ilk saniyelerde kendisini gösteriyor. Başlangıcı nefis Dior Homme Intense'in. İlerleyen dakikalarda kokunun genel yapısı çok değişmiyor. Aynı yoğun ruj kokusuna bu sefer kuru kakao ekleniyor. İris ile kakaonun birleşimi yine dolgun, parfümsü ve cazibeli. Orta kısmı da harika. Geleyim sonlara. Alt notalarda odunsu yöne doğru kayıyor. Dior Homme'daki gibi tatlımsı sedir ağacı son bölümde etkili. Biraz da mumsu vanilya var. Kapanışı üst ve orta notalara göre bir basamak aşağıda güzellik olarak. Yine de kötü olduğunu söylemek acımasızlık olur.

Dior Homme Intense, çiçeksi, kakaolu, odunsu, pudralı bir parfüm bana göre. Çiçekten kastım tabii ki iris. Bu büyülü çiçek, parfüme müthiş bir hava katıyor. Çoğu kişinin ruj ya da makyaj malzemelerine benzettiği yapı, Dior Homme Intense'in önemli kısmını oluşturuyor. Bu anlamda çoğu kişi kadınsı bulsa da bence enteresan bir erkeksiliğe sahip. Orta kısımda karşımıza çıkan kakao, vanilya ile işbirliği yaparak parfüme çikolatamsı hissiyat katıyor. Bu çikolatalı koku, irisi çiçeği ile harika dengelenmiş. Ve belki de olabileceğin en iyisi yaratılmış. Sonlardaki odunsu notalar benim için harika olmasa da erkeksi bir imza olarak kapanışı gerçekleştiriyor.


Hem kadınsı hem de erkeksi, hem ruj gibi kokan hem de ultra lüks havalarda, hem cazibeli ve seksi hem de züppe ve ukala. Onu nasıl tanımlayayım bilemiyorum. Farkındayım ki modern zamanların en güzel erkek parfümlerinden birisi Dior Homme Intense. Onun neden bu kadar sevildiğini anlamak için biraz kullanmanız yeterli. Sizi kısa süre içinde avucunun içine alıp, kendisine hayran bırakacak kokusu görülmeye, koklanmaya ve deneyimlemeye değer.

Dostlarım, Atinalılar, Romalılar ve Konstantinopolisliler... Önümüzde inanılmaz bir parfüm duruyor. Fütürizmin şişeye girmiş hali adeta. Postmodern bir başkaldırış belki de. Andy Warhol’un Marilyn Monroe renklendirmeleri, Marcel Duchamp’ın pisuvarı alıp onu sanat eseri olarak sunması, Rene Magritte’in “Bu bir pipo değildir” tablosu. Dior Homme Intense modern sanatın bir öznesi hatta nesnesi olmuş durumda büyük ihtimalle. Nasıl mı olur? Madem parfümleri sanat eseri olarak görüyoruz işte size çağdaş sanat tablosu gibi bir eser. Çerçevesi belli, soyut ile somut arasında gidip gelen, yenilikçi, radikal ve cesur. Onu kullanacak insanlar bilecekler ki çok özel bir koku üzerlerinde. Zaten hepimiz bunu istemiyor muyuz? Özel olmak…

Bu serin-soğuk Mart ayında kullandım Dior Homme Intense'i. Montumun üzerine uyguladığım parfüm, etrafa yaydığı müthiş kaliteli, şık ve lüks kokusuyla şaşkına çevirmeyi başardı beni. Çok kaliteli bir ruj ile kakaonun karışımı koku burnuma ne zaman gelse mutlu oldum. Ona olan saygım arttı. Kendimi bambaşka birisi gibi hissettim. Çok az parfüm sizin modunuzu değiştirir, sihirli bir dünyanın içine sokar, ayaklarınızı yerden keser ve hayal dünyasına dalmanızı sağlar. Üzerimde Dior Homme Intense ile sokaklarda dolaşırken bu duyguları bana yaşattı.


"Parfüm Merakı biraz abartıyorsun" diyecek arkadaşlarımız olabilir. Haklarıdır, saygı duyarım. Fakat bu parfüm benim aklımdaki "parfüm nasıl kokmalı" sorusunun yanıtlarından birisi. Genel olarak biraz feminen olduğunu kabul ediyorum. Epey tatlılık barındırdığını farkediyorum. Pudra oranının sınırın azıcık üzerinde olduğunu biliyorum. Ama yine de o müthiş bir auraya sahip. Bu parfümü koklayıp da beğenmeyecek kadın muhtemelen çok azdır. Hatta yurtdışı merkezli platformlarda çok sayıda kadın kullanıcısının olduğunu okuyoruz Dior Homme Intense'in.

Fazla uzatmayayım. Sonuç olarak Dior Homme Intense, ana akım markaların ve her yerde satılan parfüm markaları içinde en iyi örneklerden birisi. Akıl almaz yüksek fiyatlı birçok niş markanın kokusunu denemiş birisi olarak Dior Homme Intense'in koku güzelliğine nadiren rastladığımı belirtmeliyim. Evet fiyatı Dior'un genel politikası yüzünden bazı popüler markalardan yüksek ama Dior Homme Intense, verdiğiniz paranın her kuruşunu rahatlıkla hakediyor.

Luca Turin'in kitabında baharatlı elma olarak sınıflandırılan Dior Homme Intense'e beş üzerinden dört puan verilmiş. Yorumu ise Tania hanım yapmış.

Kullandığım Dior Homme Intense, artık her yerde satılan yeni formülasyon olanıydı. Bu hali hala çok etkileyici ve güzel. Eau de Parfum (EDP) formundaki parfümün kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği çok yüksek gelmedi bana. Ara ara kendisini hissettiriyor ve burnunuza geliyor gün içinde. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Resmi ortamlarda, gece çıkmalarında, önemli toplantılarda, takım elbise ile, özel bir akşam yemeğinde kullanmak için harika seçim olacaktır. Onun dışında bence gün içinde de kullanılabilir.


Parfümün tasarımına Dior'un baş parfümörü François Demachy imza atmış. Yine iyi iş çıkartmışsınız bay Demachy. Tebrikler.

Koku Güzelliği:10/9

21 Mart 2015 Cumartesi

Serge Lutens – Five O’Clock Au Gingembre (2008)


Serge Lutens – Five O’Clock Au Gingembre (2008)

Her sabah sofralarımızı süsleyen çayın tarihinin milattan önceki dönemlere kadar uzandığı söylenir. İlk olarak eski Çinlilerin kullandığı varsayılan çay bitkisi Avrupa'ya Portekizli tüccarlar tarafından getirilmiş 1560'lı yıllarda. Kısa süre içinde de bütün Avrupa'ya yayılmış. Çayın güzel tadını ilk keşfeden Hollanda ve Fransa'dan sonra, İngiltere'de hayır diyememiş çayın çekiciliğine. Fazla zaman geçmeden de İngiliz halkının hemen her kesiminde rağbet görmüş çay.

Geleneklerini korumakla ünlü İngilizler, çay içmeyi adeta keyif ve ritüel haline getirmesini de bilmişler. Viktorya dönemi İngiltere'sinde, yemek yeme alışkanlığı günde iki kez, sabah ile geç saatte yenilen akşam öğünleri şeklindeymiş ve bu öğünlerde çok ağır yemekler yenirmiş. Öğleden sonra insanlar doğal olarak açlık hissedermiş. İşte bu öğleden sonralarında açlıktan kendini depresif hisseden Bedford Düşesi Anna, saat beş civarında uşağına kendisi için çay, ekmek ve tereyağı hazırlayıp odasına getirmesini söylemiş. Akşam yemeğinden önce yaptığı bu atıştırma faslı Anna'nın öyle hoşuna gitmiş ki, arkadaşlarını da beş çayına davet etmeye başlamış. Ve böylece Victoria dönemi İngiliz aristokrasisi arasında akşam yemeğinden önce saat beş civarında yapılan atıştırma bir seremoniye dönüşmeye başlamış. Zaman içinde öğleden sonra çay saatinde yenilen yiyecekler çeşitlenmiş ve İngiliz akşamüzeri çayı dünyanın farklı ülkelerinde de uygulanan adet halini almış.

İngilizlerin meşhur "Beş Çayı'nın" hikayesi kısaca böyle sevgili dostlar. Tabii dönemin soyluları, beş çayının yanında küçük kurabiyeler, kekler, reçeller atıştırmayı severmiş. Hatta bu atıştırmalıkların en ilgi göreni zencefilli kurabiyelermiş. İngilizlerin, bize garip gelse de çaylarına süt ekleyip içmeleri sonradan ortaya çıkmış. İlk dönemlerde çaylarını limonla sunan İngilizler, böylece çayın o koyu ve acımsı tadını yumuşatırlarmış.


Büyük Britanya İmparatorluğu'ndan dünyaya yayılan beş çayı seremonisi, 2008 yılında niş parfümevi Serge Lutens'in eserine isim babalığı yaptı. Kendi sitelerindeki Buckingham Sarayı ve çay vurgusu, Five O'Clock Au Gingembre'in kokusu hakkında fikir veriyor bize. Bay Lutens'in, merkezinde şekerli zencefil olduğunu belirttiği Five O 'Clock Au Gingembre'yi daha önce 1-2 defa denemiş ama uzun süre kullanım imkanım olmamıştı. Merak ettiğim Lutens'lerden olan Five O 'Clock Au Gingembre artık bir süredir benimle.

Parfümün açılışı ferah limon-turunçgiller destekli zencefille gerçekleşiyor. Limonun ön planda olduğu ilk saniyeler neredeyse bir yaz kokusu gibi ferah hatta serin. Tatlı limona, biraz bergamot ve portakal da eşlik ediyor olabilir. Üst notalarını hafiften limonataya benzettim. Canlı ve neşeli başlangıcı harika diyebilirim. Orta bölümde limonsuluk, turunçgile doğru evriliyor. Baharatlar biraz daha öne çıkıyor. Zencefil ve tarçın en belirgin iki baharat. Biraz da karabiber ve küçük hindistan cevizi olabilir. Baharatlara yeşil çay da ekleniyor orta kısımda. Başlangıcı gibi ferah ve canlı değil orta notalar. Baharat ve çayın kombini gayet güzel. Açılışı kadar olmasa da beğendim orta bölümü. Sonlarda odunsu notalar merkeze geçiyor. Şekerli sedir ağacı, pek sevdiğim gibi değil. Sıkıcı amber ve neredeyse plastiğimsi deri mevcut kapanışta. Açıkçası alt notaları biraz hayal kırıklığına sebep oldu tenimde.

Five O`Clock Au Gingembre, ismi ve konseptine uygun olarak limonlu, turunçgilli baharatlı yeşil çay gibi kokuyor. Üst notalardaki müthiş rafine limon ve ferahlık, yüzünüzde kocaman gülümsemeye sebep oluyor. Olabilecek en güzel ve zengin şekerli turunçgil-limon-zencefil karışımı size kısa süreli ziyafet çekiyor. Ferah üst notalara aldanıp, öyle devam edeceğini sanmayın. Orta kısımda devreye giren sıcak baharatlar, kokuyu birden ılık-serin ilkbahar günlerindeki yemyeşil bahçede, etrafınızda beyaz eldivenli uşakların hizmet ettiği beş çayı seremonisindeymiş gibi hissetmenizi sağlıyor. Dumansı, yeni demlenmiş çayın yanında fırından henüz çıkmış dumanı tüten zencefilli-tarçınlı kurabiyeler ve naneli limonatanın karışımından nasıl bir koku ortaya çıkarsa Five O`Clock Au Gingembre büyük oranda öyle davranıyor.


Serge Lutens koleksiyonundan her zaman umutluyumdur ve çoğu zaman hayal kırıklığı yaşamam. Buradaki uygulama da fena değil. Üst-orta-alt notalar ayrımlarının barizce verildiği, detaylı ve zengin bir parfüm. Düz çizgide ilerlemiyor ve sürekli karşınıza yeni-farklı notalar çıkarıyor. Bu anlamda gayet başarılı. Lutens'lere özgü bol tatlı şekerli-şurubumsu yapı, burada da mevcut. Gerçi kurutulmuş kırmızı meyvelerin yerini portakal, bergamot ve limon almış ama olsun. Başlangıçtaki enerjik, insanı şaşırtan gerçekçilik sizi Viktorya Dönemi İngiltere'sine götürüyor hemencecik. Ekşimsi, lezzetli, buruk üst notalar, yaşamayı seven ve hayat dolu pozitif insanları kalbinden vuracak gibi tasarlanmış adeta. Bu parfümün başlangıcını ılık ve güneşli bir mayıs ayında koklayıp da beğenmeyecek insan çok az olacaktır.

Sadece limon-turunçgil hakimiyetinde değil kokusu. Yeşil ya da siyah çayın demlenirken, etrafa yayılan o büyülü ve dumansı hissiyatı az da olsa Five O`Clock Au Gingembre de var. Gerçi orta bölümde baharatların ağırlığı çok bariz olsa da çay, kendisini göstermekten geri kalmıyor. Kuru bir çaydan ziyade tatlı bir aromaya sahip genel anlamda. Diğer Lutens'ler gibi tatlılık epey hissediliyor. Hatta son kısımda adeta şekerli hale geliyor. Buradaki tatlılığı büyük ihtimalle bal veriyor. Eğer tatlımsı kokuları sevmiyorsanız, sizin için uygun olmayabilir.

Sonuç olarak güzel parfüm ama muhteşem değil. Fikir harika. Uygulama ise biraz aksak. Orta bölümden itibaren enerjisini kaybeden parfüm, sonlarda hafiften yapaylık sınırında geziniyor ve sıradan kokuyor. Keşke alt notalar biraz daha ilginç veya özenli olabilseymiş.

Eşine fazla rastlanmayacak kokusunu biraz Penhaligon's - Malabah'a benzettim. Malabah kadın tarafına yakınken, Five O`Clock Au Gingembre erkek ile uniseks kullanım arasında bir yerlerde.

Luca Turin, Five O`Clock Au Gingembre'i tuzlu zencefilli çöreğe benzetmiş ve beş üzerinden üç puan vermiş. Açıkçası bende bu puanında bay Turin'e katılıyorum. Parfümün tasarımına ise tabii ki Christopher Sheldrake imza atmış.


Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı gayet iyi. Farkedilirliği ortalama seviyelerde. Bence iyiki böyle yapılmış. Çünkü saldırgan davransaydı içeriğindeki sıcak baharatlar hem sizin için hem de etraftaki insanlar için rahatsız edici olabilirdi. Çok soğuk kış günleri ve çok sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Yaş sınırına ise gerek yok. Herkes için temiz, tatlı, neşeli bir kompozisyona sahip.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

18 Mart 2015 Çarşamba

Givenchy – Amarige (1991)


Givenchy – Amarige (1991)

"Givenchy'nin aşka övgüsü."

Ne çoktur aşka ve onun bize yaşattığı duygulara yapılan vurgular. "Aşka Övgü"nün, Erasmus'un Deliliğe Övgü'sünden farkı nedir ki? Aşka da bir çeşit delilik hali değil mi? Normal şartlar altında yapmayacağımız çoğu şeyi aşk yaptırmaz mı bize? Aşkın gücünün karşısında kim durabilir ki? Kerem ile Aslı'yı ne durdurabilmişti? Romeo ve Julyet'in aşkları için ölümü bile göze almalarına ne denebilir? Ya Amerika yakın tarihinin en serseri aşıkları Bonnie ve Clyde'in soydukları her mekana bir çiçek bırakmaları neyi simgeliyordu? Aşkın romantik yönünü mü?

Çoğumuz biliriz ki aşk inanılmazdır. Birden sizi avucuna alıverir, evirir, çevirir ve bambaşka birisi yapar. İnsanlık tarihinin belki de en eski duygusu için yazılmış binlerce şiir, kitap, makale, söylenmiş yüzlerce şarkı, çevrilmiş onlarca film hiç bir zaman yeterli olmaz. Çünkü aşk, belki de evrenin en merkezi duygularından birisi. Yaratıcımızın bize armağan ettiği en muhteşem şeylerden olabilir mi?

Büyük kısmının kadınlara hizmet vermekten memnun olduğu güzellik sektörü, aşkın çekiciliğinin ve gücünün dışında kalabilir miydi? Ürünlerinde, kadınların en büyük tutkusu aşkın nesneleşmesi neden yanlış olsun ki? Hele ki Givenchy gibi güzellik ve kozmetik alanının iddialı oyuncusu, bir parfümünü aşka adasa fena mı yapmış olurdu? İşte karşımızda bir aşk çocuğu var bugün.


Özüne ve kalbine aşkı alan Givenchy'nin 1990'lı yılların en önemli kadın parfüm klasiği Amarige, ismindeki "evlilik" göndermesi bir yana, içeriğindeki güçlü çiçeksilikle dişiliği her daim burnunuza hatırlatıyor. 1980'li yılların kadınsı şiprelerine pek benzemeyen Amarige, daha çok modern sayılabilecek tatlı çiçeksilik üzerine kurgulanmış gibi.

Amarige'in açılışı çiçeksi bir patlama ile gerçekleşiyor. Beyaz sabunsu-kremsi çiçekler, daha ilk saniyelerde kokunun yol haritasını çiziyor. Yasemin olduğunu tahmin ettiğim üst notalardaki beyaz çiçek, tatlı ve tanıdık geliyor. Başlangıcını beğendim. Orta kısımda form fazla değişmiyor. Sadece sabunsuluk artıyor. Sümbülteber olduğu az da olsa açığa çıkan orta bölümdeki çiçekler, başlangıçtaki gibi tatlımsı ve kremsi. Sanırım kremsilik vanilyadan geliyor. Fakat vanilya daha geri planda kalıyor. Çiçekler hep önde. Son bölümde fazla değişiklik yok. Beyaz çiçeklere bu sefer misk ekleniyor. Misk, alt notaların önemli kısmını oluşturuyor ama genel yapıyı bozmuyor.

Evet karşımızda dişil ve anaç bir parfüm var. Yüksek dozdaki beyaz sabunsu çiçekler, vanilya ve hatta neredeyse hindistan cevizi ile harmanlanıp, yumuşatılmış ve genel beğeniye uygun hale getirilmiş. Bu tarz çiçek kullanımını, kuru çiçeksilikten daha fazla seviyorum ve kendime yakın buluyorum. Sonlardaki misk gayet lezzetli ve kaliteli. Amarige genel olarak ortalama bir parfüm. Abartılı yapaylığı yok. Givenchy'e bu anlamda teşekkür etmek gerekiyor belki de.


Açıkçası çok kompleks bir formül yok karşımızda. Çiçekler, vanilya ve misk. Benim Amarige'de algılayabildiğim bu üç element. Tabii içeriğindeki çiçek skalası muhtemelen oldukça geniştir. Yasemin, sümbülteber, ylang ylang, portakal çiçeği hatta papatya. Ayırt etmek oldukça zor. Onun içindir ki beyaz çiçekler tabirini kullanıyorum.

Lezzetli, çarpıcı, iddialı ama aynı zamanda masum ve temiz. Çoğu sabunsu parfüm gibi ortalığı yıkıp geçirme amacında olmadığını söyleyebilirim. Bu işi Black Orchid veya Hypnotic Poison zaten başarıyla yerine getiriyor. Amarige, biraz daha üst yaş gruplarını hedefleyen, kadınsı bir konfor kokusu adeta. Bu anlamda biraz Jasmin Noir'i çağrıştırdı bana. Tabii Amarige, Jasmin Noir'in daha olgun, görmüş geçirmiş ablası gibi duruyor. Sabunsuluk oranı da Jasmin Noir'den fazla Amarige'in.

Amarige'i ilk kullandığım gün kafamda şimşekler çaktı. Kokusu o kadar tanıdık geliyordu ki. Ve tabii sonra en sevdiğim kuzenimde bu kokuyu defalarca duyduğumu anladım. Nedense bu parfümü onunla özdeşleştirdim. Gerçi kendisi çok da "Amarige Kadını" değil ama yine de çağrışım dünyamız, bizden habersiz çalışmaya devam ediyor geri planda.

Düz çizgide ilerlemesi, fazla değişmemesi, uzun süreli kullanımlarda sıkılabileceğinizi düşündürtüyor. Ortalama kalitedeki modern bir klasik arıyorsanız sizin için uygun olabilir. Ayrıca karakteristik tarzı, onu imza kokunuz yapmanıza yardımcı olacaktır.


Amarige'in tasarımını ünlü burun Dominique Ropion gerçekleştirmiş. Bay Ropion'un erken dönem eserlerini merak ediyorsanız, raflarda sizi bekliyor Amarige. Luca Turin'in kitabında Amarige katil sümbülteber olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden bir puan verilerek en kötü parfümler listesine alınmış. Turin’in bu kadar düşük puan vermesi şaşırttı beni.

EDT konsantrasyonundaki Amarige'in kalıcılığı gayet iyi. Neredeyse ertesi güne kadar teninizde inatla bekliyor. Farkedilirliği başlarda yüksekken ilerleyen saatlerde tene yaklaşıyor. Yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Yaş olarak ise otuzun üzerindeki hanımlara göz kırpıyor.

Koku Güzelliği:10/6.5

15 Mart 2015 Pazar

Parfum d’Empire – Eau de Gloire (2003)


Parfum d’Empire – Eau de Gloire (2003)

"Gecenin en karanlık anında, kapalı gözlerle, eğer bir mucize olur da Korsika'da bulunursam, onu kokusundan tanıyacağım hemen."

Henüz 15-16 yaşlarındaki gencin, öğrenim gördüğü askeri okulda defterinin kenarına çiziktirdiği bir cümleydi belki de yukarıdaki satır. Kastedilen ise muhtemelen ünlü Korsika makilerinin kokusuydu. Akdeniz'in kokusu, denizin hemen kenarında başlayan kayalıkların ve onlarla kucaklaşmış ağaçların kokusuydu belki de anlatılmak istenen. Muhteşem doğasıyla Korsika adasının yamaçlarında yetişen aromatik otların, bin türlü şifalı bitkinin aromasıydı bahsedilen. Yaşar Kemal'in romanlarındaki anlatım zenginliği ve düş gücünün kelimelere dökebileceği gibi bir yer. Ben kim, Yaşar Kemal'in alanında ahkam kesmek kim...

Sıcak bir ağustos gününde tarihin yaprakları 1769'u gösterdiğinde, sadece Fransa için değil, dünyanın kaderi için de önemli bir çocuk doğmuştu Korsika adasında. Carlo Maria di Buonaparte ve Maria Letizia Ramolino'un oğlu olarak dünyaya gelen çocuğun adı Napoleone di Buonaparte idi. Yirmili yaşlarında ismini Napoleon Bonaparte olarak değiştiren bu genç adam, teğmenlik ile başladığı hayat yolculuğunda, belki de hayal edemeyeceği yerlere ve makamlara gelmişti. Hırslıydı, tutkuluydu ve her dahi gibi burnu fazlaca yukarıdaydı.

Askerlik hayatındaki başarıları sayesinde kısa sürede üst rütbelere yükseldi. 1700'lü yılların sonunda Fransa'nın en saygı duyulan askeri uzmanlarından birisi oldu. Oysa o zamanlar ülkesi Fransa, modern zamanların en büyük halk devrimini yaşıyordu. 1789'daki Fransız Devrimi, ülkenin yepyeni bir rejime doğru gittiğini kanıtlıyordu. "Özgürlük, kardeşlik ve eşitlik", Fransız Devrimi'nin en çarpıcı sloganıydı. Ülkenin her yerinde krala ve mutlak otoriteye karşı ayaklanmalar oluyordu. Kutsal Fransa İmparatorluğu adeta son günlerini yaşıyordu. Halk kitleleri, etkileri yüzyıllarca sürecek bir devrime imza atıyorlardı.

Napoleon Bonaparte, bu karmaşık dönemde ordu içinde generalliğe kadar yükseldi fakat bir sorun vardı. Ülkesi hakkında büyük fikirlere sahipti ama bulunduğu makam bunları gerçekleştirmesine izin vermiyordu. Ordudan ayrılıp, siyasete giren Napoleon Bonaparte'ın, Fransa İmparatorluğu yolundaki taşları, kaderi tarafından örülüyordu adeta. İlerleyen yıllarda İmparatorluk tacını giyen Napoleon Bonaparte, uzun bir mücadelenin içinde yoğruldu. Başarı kazanamadığı savaşlardan sonra sürgüne gönderildi ve yine geri döndü. En son sürgüne gönderildiği St. Helena Adası'nda öldüğünde, arkasında Fransa ve dünya tarihi açısından büyük izler bırakmıştı. Napoleon Bonaparte ismi, Fransa'nın ulusal kahramanlarından birisi olarak her zaman saygınlığını korur.


Ve böylesine önemli tarihi figürün, Fransa merkezli parfüm markaları tarafından es geçilmesi olacak iş değildi. Niş parfümevi Parfum d'Empire, 2003 yılında ilhamını Napoleon Bonaparte'tan aldığı kokusu Eau de Gloire'i piyasa sürdü. Tabii tam da bu noktada aklıma hemen başka bir parfüm geldi Napoleon Bonaparte'tan esinlenmiş. Creed'in son yıllarda fenomen haline gelmiş eseri Aventus'ta ilhamını yine Napoleon Bonaparte'tan almıştı. Tabii böylesine önemli tarihi şahsiyetin, parfümlere ilham vermesi çok da şaşılacak şey değil. Eau de Gloire'in koku formunun oluşturulmasında, Napoleon Bonaparte'ın çocukluğunun geçtiği Korsika Adası'ndaki makilerden esinlenildiği belirtiliyor. Ayrıca kokusunun turunçgiller, aromatik otlar, ölmez otu, meşe yosunu ve tütsü notalarının ağırlığında olduğu vurgulanmış.

Eau de Gloire'i kullandığımda ilk saniyelerde erkeksi-asidik turunçgiller beni karşılıyor. Eski aromatik şiprelerin başlangıcını hatırlatan üst notalarda buruk limon, tozlu bergamot ve aromatik otlar var. Ferah, olgun, nostaljik, kaliteli ve zengin başlangıcını sevdim. Orta bölüme ilerlediğimizde otlar ve tozlu turunçgiller geri plana geçiyor. Buradan itibaren lavanta, deri ve tütsü ortaya çıkıyor. Hayvansallık efekti veren yumuşak deri, lavanta ve tütsü ile harmanlanmış. Orta kısımdaki tütsü kullanımını sevdim. Deri ve lavantayı biraz buruk buldum. Başlangıcı kadar sevemedim orta notaları. Son kısımda yine eskilerden bir ziyaretçi kapıyı çalıp içeriye giriyor: meşe yosunu. Bu müthiş nota, Parfums de Nicolai - New York'daki kadar başarılı verilemese de kabul edilebilirlik sınırlarında. Son kısımda kokusu fazlasıyla sönükleşiyor ve tene yakın hale geliyor. Alt notaları algılayabilmek için üzerinizi ancak dikkatlice koklamanız gerekiyor. Bu anlamda diğer Parfum d'Empire'ler gibi değil. Zayıf ve çekingen.

Eau de Gloire, 2003 yılında piyasa sürülmesine rağmen, konsept olarak kendisine 1980'lerin aromatik derili şiprelerini örnek almış. Versace L'Homme, Derby, Eau d'Hermes ve kimi yorumcuların Bel Ami benzetmelerini dikkate almak gerekiyor. Evet o günümüzün yeni nesil parfümlerinden çok uzak. Adeta eskiye ve geleneğe güçlü bir göndermeler manzumesi. Zaten daha ilk saniyelerde parfümün karakterini anlıyorsunuz ve saygı duyuyorsunuz. Özellikle Eau d'Hermes benzeri açılışı ve neredeyse hayvansallığa kaçan edepsiz deri kullanımı ile bu büyük klasiğin yolundan gidiyormuş izlenimi verdi bana ilk dakikalarda. Orta notalardaki tütsü ise durumun pek de öyle olmadığını hatırlattı. Son kısımdaki meşe yosunu, uzun zamandır görüşmemiş iki eski dostun kucaklaşması gibi bir heyecan yarattı bende.


Parfümün ilhamını aldığı Akdeniz'in eşsiz doğasındaki çalılar, makiler ve onların arasında yetişen otlar, ilk saniyelerde cömertçe kendilerini size gösteriyorlar. Biberiye ve kekik sizi Korsika Adası'ndaki şifalı ot satan dükkandan gelen koku dünyasına çağırıyor. Dalından yeni koparılmış lezzetli limon, bergamot ve portakal da başlangıçta, size bu soğuk Mart günlerinde Akdeniz'in ılıman iklimini ve güneşini çağrıştırıyor. Orta bölümdeki deri kokusunu çok erkeksi ve deri ceket kıvamında düşünmeyin. Turunçgiller ile yumuşatılmış/seyreltilmiş/etkisi sınırlandırılmış deriyi Eau d'Hermes'teki kullanıma benzettim. Eau d'Hermes'de oldukça hayvansı kullanılan deri, Eau de Gloire'de daha sakin ve kabul edilebilir verilmiş.

Sanırım Eau de Gloire'ın amacı "modern bir klasik" ortaya çıkarmak, Mouchoir de Monsieur'ların, Chanel Pour Monsieur'ların, Jicky'lerin ve The Third Man'lerin dünyasına selam göndermek, bugün fazlaca kullanılmayan şöhretli retrolara saygı duruşunda bulunmaktı. Tabii asıl amacı bay Corticchiato çok daha iyi bilecektir. Peki sonuç nasıl olmuş? Bence konsept ve koku olarak iyi bir örnek yaratılmış. Fazla tatlılık barındırmayan, biraz resmi, otuz yaş ve üzerini hedefleyen, hafiften aristokratik havası olan şık bir eser meydana gelmiş. Fakat kokusu diğer Parfum d'Empire'ler kadar güçlü, sağlam, oturaklı ve olmuş gibi gelmedi. Bir eksiklik var sanki. Ya aceleye getirilmiş ya da tam bir nota bütünlüğü sağlanamamış. Teninize oturan ve mis gibi tadını çıkaracağınız rafinelik veya koku güzelliğine sahip değil. Evet belli bir kaliteye sahip ama özellikle orta kısmı biraz sıkıcı buldum. Mesela Versace L'Homme kadar heyecanlandıramadı beni.

Siz yine de bana bakmayın. İsmi "Şan/Şöhretin Suyu" olarak çevrilebilecek Eau de Gloire, birbirinin aynısı piyasa parfümlerinden, öd-gül temalı cacıklardan, calone bombası akuatik veletlerden, Iso E Super sentetiklerinden çok daha iyi bir seçenek. Bay Corticchiato, yine güzel iş çıkarmış ama ne bir Ambre Russe etkisi var ne Fougere Bengale'deki insanı şaşkına çeviren gerçekçilik mevcut ne de Wazamba'daki aklı baştan alan aromaya sahip. Eau de Gloire, bir Caron parfümü olabilirmiş ama Parfum d'Empire şemsiyesi altına sanki pek uymamış.


EDT konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı fena değil ama farkedilirliği biraz zayıf. Dozajını ayarlamak kaydıyla dört mevsim her zaman kullanabilecek işlevsel bir parfüm. Bazı kaynaklarda kadın bölümüne alınsa da erkek kullanımına daha yakın olduğu açık.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7